Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)
Göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni. Allahümme Amin..! Diyerek bu güzel dua ile Musa peygamberin ağzından Kur’an ın naklettiği bu güzel dua ile Kur’an ın yepyeni bir sitesine, Hud suresine giriyoruz.
Hud suresi adını, içinde geçen Hud peygamberin kıssasından alıyor. Aslında bu kıssa Kur’an da bu sure dışında iki surede daha aktarılır. Fakat bu kıssanın en ayrıntılı olarak aktarıldığı sure 50–60. ayetler arası olmak üzere Hud suresidir. Adını da bu kıssadan almaktadır. Resmi sıralamada, Hz. Osman sıralamasında 11. sırayı alan Hud suresi, nüzul sıralamasında Yunus suresinin hemen ardından gelir. Ki bunda vahiy kronolojisi üzerine çalışan hiçbir uzmanın, otoritenin ihtilafı yoktur. Hepsi, İbn. Abbas, Hz. Osman, İmam Cafer, İmam Zühri ve diğer tüm vahiy kronolojisi yapan kişilere göre Hud suresi, Yunus suresinden sonra, Yusuf suresinden ise önce nazil olmuştur. Bu durumda bu surenin Mekke’de indiği de sabit olmuştur.
Yunus suresi ..vasbir hatta yahkümAllâh.. (Yunus/109) Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Ayeti ile son buluyordu. ..ve HUve hayrul hakimiyn; Çünkü O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Adeta Hud suresi, Yunus suresinin bittiği yerden başlarcasına Allah’ın geçmişte vahye karşı gelen, vahye direnen, ilahi mesaja karşı kendisini kapatan, Vahyi tebliğe memur olan peygambere karşı gelen toplumlar için ne hükmettiğini gösterircesine bu surede Nuh peygamberin kavminin, Hud peygamberin, Salih peygamberin, Lut peygamberin, Şuayp peygamberin ve Musa peygamberin gönderildiği toplumların vahye karşı gelince nasıl bir cezaya çarptırıldıklarını açıkça gözler önüne sermekte.
Gazaba uğrayanlar arasında bu surede çok ilginç bir biçimde peygamber yakınları da anlatılmakta. Nuh kıssası anlatılırken Hz. Nuh’un oğluna özel bir vurgu yapılmakta, davetinden kaçan, vahyi kabul etmeyen oğluna, asi oğluna. Ve yine bu surede Lut kıssası anlatılırken Hz. Lut’un eşine özel bir vurgu yapılır ve inkarcı eş müminlerden ayrılarak ibret-i alem olmak üzere Kur’an ın muhataplarına takdim edilir.
Kur’an ın ilk muhatabı olan sevgili efendimiz, yüce önderimiz, peygamberimiz elbette bu mesajları çok daha farklı algılıyordu. Farklı algıladığı için bir keresinde akrabalarını etrafına toplamış, en yakınlarından başlayarak;
“Kızım Fatıma, nefsini Allah’ın elinden satın al, Vallahi yarın senin içinde bir şey yapamam.” Diyerek sıralamıştı, tüm yakınlarını uyarmıştı.
Dahası Hud suresindeki bu mesajı çok iyi alan sevgili efendimiz Hz. Ebu Bekir’in bir keresinde saçlarına bakarak;
“Gadşipte ya Resulallah. İhtiyarlıyorsun, çabuk ihtiyarladın ya Resulallah.” Demesine karşı Resulallah şu itirafta bulunacaktı.
“Şey'e bepni surete hudün ve ahavatuha. Beni hud suresi kocattı, saçlarımı Hud suresi ve onun gibi onunla birlikte gelen sureler ağarttı.” Diyecekti.
Neden ağartmıştı sevgili efendimizin saçlarını bu sure, bu surede ne vardı. Onun saçını ağartan bu sure bırakın bizlerin saçını ağartmayı, tüylerimizi diken diken dahi etmiyorsa o zaman bize nazil olmuyor demektir. Henüz bize nazil olmamış. Henüz Kur’an yüreğimize işlememiş demektir. Onun için bu sureyi okurken çok özel bir ihtimam göstererek okuyacağız ve satırların arasında Resulallah’ın saçlarını acaba bu ayet mi ağarttı, Resulallah nasıl algıladı bu ayeti, Resulallah bu kıssayı nasıl algıladı, şu aktarılan tarihi olayı nasıl anladı diye anlamı arayacağız. Anlamı bulursak sebebi de bulmuş olacağız. Anlamı bulursak haddi zatında hakikati bulmuş olacağız. Ve belki onda uyandırdığı his, bizde de uyanacak. Ve belki bize, bizim kalbimize de Kur’an nazil olacak. Ter-ü taze, ilk günkü gibi, sıcak, buğusu üstünde.
Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla.
Rahmetini insanoğluna vahiy biçiminde tenezzül buyurarak gösteren Allah’ın adıyla.
İnsana olan merhametini, insanın kendisine yabancılaşmasını önlemek için vahiy göndererek ispat eden Allah’ın adıyla.
İnsanı yaratıp sahipsiz, çayıra salmayan, yarattıktan sonra onu görüp gözeten, koruyup kollayan, yetiştiren, terbiye eden, onu kapasitesinin sınırlarına çıkaran, ondaki cevheri gerçekleştirmek, yani kendi kendisini gerçekleştirmesi için insanın önünü açan ve insana yol haritası sunan Allah’ın adıyla.
1-) Elif Lâââm Ra* Kitabun uhkimet âyâtuhu sümme fussılet min ledün Hakiymin Habiyr;
Eliif, Lââm, Ra... BİLGİnin (Kitabın) işaretleri kesin oluşmuş; sonra Hakiym ve Habiyr'in ledünnünden (birimin Esmâ zâtından) detaylandırılarak açığa çıkarılmıştır! (A.Hulusi)
1 - Elif-Lâm-Râ. Bir hakîmi habîrin ledünnünden âyetleri ihkâm edilmiş sonra da tafsil olunmuş bir kitap. (Elmalı)
Elif Lâââm Ra Tüm mukattaat harfleri için yaptığımız tefsir, bu surenin girişinde ki bu harfler içinde geçerli. Bakara suresinde ve ondan sonra gelen ve mukattaatla başlayan surelerin girişinde yaptığımız tefsire müracaat edilirse bu harflerin anlamı üzerinde yapılan yorumlar görülmüş olur. Fakat bir şeyi hatırlatmadan geçmeyeyim;
Mukattaat harfleri, bu kesik ve mücerret harfler bir çok manaya gelebilir. Bir çok yorum yapılmıştır, tek bir yorumu yoktur. Ama bu yorumların tamamını birkaç başlık altında toplamak mümkünse eğer Bunlardan bir tanesi Bu harflerle başlayan tüm surelerin girişindeki içerikten yola çıkarak şu olmak durumundadır.
1 - “Vahyin ihtişamına dikkat çekmek.” Çünkü Kur’an da mukattaat harfleri ile başlayan hemen tüm sureler vahye doğrudan ya da dolaylı dikkat çekerek başlar.
2 - İkincisi, Mukattaat harfleri Kur’an ın sırrıdır. Tıpkı Hz. Ebu Bekir’in söylediği gibi, yorumladığı gibi. “Her kitabın bir sırrı vardır diyor. Bu Kitap’ın sırrı da bu harflerdir.”
3 – Belki bir üçüncü yorum şu olabilir; Ey insan bakın, bu harfler sizin konuştuğunuz harfler, sözlerinizin yapı taşları, bildiğiniz söz yapıları. Fakat bu bildiğiniz bu insani, bu beşeri harflerden ilahi vahiy, bunları kullanarak Allah size mesajını gönderiyor. Yani yerden biten harflere gökten gelen mana giydiriliyor. Dikkat edin vahyin ayağını yerden, başını gökten kesmeyin. Vahyi; bu iki kutupluluğu, bu iki boyutluluğun içerisinde algılayın ve anlamaya çalışın anlamına gelse gerek.
Kitabun uhkimet âyâtuhu sümme fussılet min ledün Hakiymin Habiyr;
Biraz önce Mukattaat harflerinin anlamlarından birincisine işaret ederken demiştim ki; Kur’an da ki tüm mukattaat harfleri ile başlayan sureler içerik olarak vahye vurgu yaparlar. Burada da bu ayet vahye vurgu yaparak söze girdi ve dedi ki;
Bu sonsuz hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri açık, net ve hikmetli kılınmış. Dahası ayrıntılandırılmış bir kitaptır.
Evet, bu dediği kendisi, yani Kur’an. uhkimet âyâtuhu ayetleri muhkem kılınmış, sağlamlaştırılmış, sabitleştirilmiş. Bu başına delalet eder tabir caizse vahyin. Vahyin üstüne delalet eder. Vahyin kaynağı ile olan ilişkisine delalet eder. Bu kaynağına sadık bir vahiydir. Bu kaynağından aynen gelen bir vahiydir. Yani bu vahyi saptırmak, bu vahye dışardan bir şey katmak, bu vahyin kaynağını çarpıtmak, bu vahyin kaynağı ile olan ilişkisini koparmak mümkün değildir. Sağlamlaştırılmıştır. Kaynağına nispeti sağlam ve doğrudur, hakikattir. uhkimet âyâtuhu ibaresi bana, Ali İmran suresinin 7. ayetinde ki;
..minhu ayatun muhkematun hünne Ümmül Kitab.. (Ali İmran/7) İbaresini hatırlattı.
Kur’an kendisini ikiye ayırıyor Ali İmran 7 de.
Birincisi muhkem ayetler, yani sağlam, sabit, oturmuş, karıştırılması mümkün olmayan, açık, net ayetler. Söylemek istediğini ilk anda ve tek bir anlamla söyleyen ayetler. Belki buradaki tahkiym ile orada ki tahkiym ya da ihkam arasında bir nüans var, fark var. Oradaki Müteşabih’in zıddı, Ali İmran suresinde ki. Dolayısıyla ilk bakışta manası net ve açık olmayıp manası başka karinelerle anlaşılan ayetlerin zıddı, yani tek anlamlı, açık ve net anlamlı ayetler manasında gelmiş Ali İmran 7 de.
Kitabın anası diyor bu ondan sonra müteşabihat’tan söz ediyor. ..ve uharu müteşabihat.. (A.İmran/7). Geri kalanı ise muhkemat gibi kitabın anası olmayan O ananın tabir caizse çocukları hükmünde olan, o aslın fer’i hükmünde olan, o özün devamı ve açıklaması hükmünde olan ayetler diyor.
Burada da çok büyük benzerlik işte burada; uhkimet âyâtuhu sümme fussılet adeta ve uharu müteşabihat’a denk düşercesine onunla mutabakat halinde sümme fussılet daha sonra ayrıntılandırılmış, açıklanmış, iyice ayrıntılandırılmış bir kitaptır diyor bu. Demek ki Kur’an ın iki özelliği, Kur’an ayetlerinin kendi tasnifine göre iki boyutu var.
1 – Öz ana olan ayetler grubu,
2 – O anadan türeyen, çoğalan ve o anayı açıklayan ayetler grubu
Kur’an derim her zaman hem müfesser bir kitaptır, hem de müfessir bir kitaptır. Yani Kur’an sadece tefsire konu değildir, tefsirin nesnesi değildir. Kur’an aynı zamanda tefsirin öznesidir. Yani müfessirdir. Sadece Kur’an ı biz tefsir etmeyiz. Kur’an kendisi tefsirdir. Peki neyi diye soracaksınız, tek bir şeyin değil ki. Bir kez Kur’an vahyi tüm vahiylerle birlikte kendi ifadesi ile Levh-i mahfuz, korunmuş ana bellek. Korunmuş ilahi bellek olan vahyi hakikatlerin kendisinden neş’et ettiği, doğduğu o merkezin, o merkezdeki anlamların tefsiridir. Yani bu manada kendisinin kaynağının tefsiridir.
Ama sadece bu kadar değil, Kur’an hepsinden önce, her şeyden öte varlığın tefsiridir. Vücudun ve vücudun tefsiridir. Sadece mevcudun değil, yani gördüğümüz, dokunduğumuz mahiyetiyle algıladığımız eşyanın değil, aynı zamanda vücudun, var oluşun, bu eşyanın gerisinde yatan özün, bütün bu varlığa, var oluşunu kazandıran mutlak var’ın, El Hakk’ın tefsiridir.
Yetmedi ve bitmedi, dahası Mekki ayetlerin tefsiri Medeni ayetlerdir. Medine’de adeta Mekke tefsir edilmiştir. Mekke de gelen akide, Medine de amele dönüşmüştür. Mekke de bir hayatın inşası emredilmiş, Medine de yeni bir hayatın nasıl inşa edileceği bizzat gösterilmiştir. İnsanoğlunun amelleri de düşüncesinin tefsiri değil midir. İnsanoğlunun düşüncesi inancının tefsiri değil midir. İnsanoğlunun inancı bilincinin tefsiri değil midir. İnsanoğlunun bilinci tasavvurunun tefsiri değil midir.
Allah’a karşı duruş gördüğünüz gibi tasavvurdan bilince bilinçten inanca, inançtan eyleme, amele doğru akan bir tefsir hareketi, bir, birbirini açıklayan silsileler. Tıpkı bunun gibi.
İşte Kur’an ayetleri de, daha doğrusu insanlığın değişmez değerleri olan vahyi hakikatler önce tahkim edilmiş, daha sonra ayrıntılandırılmış. Önce ana hatlarıyla ifade edilmiş daha sonra o ana hatlar insan anlasın, kapalı bir şey kalmasın, mazereti olmasın, Allah’a karşı bahane bulmasın diye ayrıntılandırılmış.
Tabii uhkimet aynı zamanda bir başka manaya daha gelir. O da Zemahşeri üstadımızın çok güzel işaret ettiği gibi; Hikmetli kılınmış, hikmetlendirilmiş.
Nasıl bitiyordu ayet? İki sıfatla bitiyordu; Hakiymun Habiyr hakim olanın sözü hikmetli olmaz mı hiç, Hakim olan konuşunca hikmetli konuşur. Zaten aynı noktaya varır. Biraz önce söylediklerimle aynı sonuca varır. Hikmetli kılınmıştır Kur’an ın ayetleri, vahyin ayetleri. Yani hiç biri hikmetsiz, illetsiz, nedensiz, sadece söz ola, beri gele diye gönderilmemiştir.
Niçin böyle girdi, çok önemli. Niçin böyle girdi bu sureye sorusunun cevabını bu surenin içeriğinde aranmalı. Bu sure büyük bir bölümüyle kıssalardan oluşan bir suredir. Size Ey bu ayetlerin, ey bu vahyin muhatabı olan insan, sana hikaye anlatmıyorum diyor. Hikaye dinler gibi dinleme. Nuh Kıssasını, Lut kıssasını, Hud kıssasını, Şuayb kıssasını, Musa kıssasını hikaye dinler gibi dinleme. Hikmetini düşün. Bunun altında derin hikmetler var. O hikmeti düşünürsen masal dinler gibi dinlememiş olursun. Hikmetini bulursan Kur’an ın; geçmişin masallarını anlatmadığını görürsün. Onun için uhkimet hikmetli kılınmış bir kitabın ayetleri bunlar.
2-) Ella ta'budu illAllâh* inneniy leküm minhu neziyrun ve beşiyr;
Yalnızca Allâh'a kulluk etmekte olduğunuzun farkındalığına erin, diye (bu BİLGİ inzâl olundu). "Muhakkak ki ben, size 'HÛ'dan bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim." (A.Hulusi)
2 - Şöyle ki Allah dan başkasına kul olmayın, ben size onun tarafından tebşir ve inzar için gönderilmiş bir Peygamberim. (Elmalı)
Ella ta'budu illAllâh
Devamındaki ayet, aslında 1. ayete bitişik bir anlam taşıyor. Adeta orada; “Neden böyle derseniz eğer, bundan amaç nedir derseniz eğer şu sebepten ki, Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.” Diye. Yani neden diye sormadan rabbimiz nedenini de açıklıyor. “Ben öyle diyorsam öyledir” demiyor. Öyledir ama O öyle demiyor ve bize de bir usul öğretiyor. Vahyin muhatabı olan müminlere; “Tezinizi karşınızdakine aktarırken Allah’ın üslubundan örnek alın.” Dercesine ben söylüyorsam öyledir demiyor.
Neden ya rabbi hem kaynağına tahkim ettin, sağlamlaştırdın, kaynağına nispetini sağlamlaştırdın vahyin, hem de ayrıntılandırdın, açıkladın. Böyle iki boyutlu bir anlamı var diye sorarsanız; Ella ta'budu illAllâh Allah’tan başkasına kulluk etmeyin diye.
Aslında sevgili dostlar bu kısacık cümle var ya müthiş bir var oluş hakikatini dile getiriyor. Vahyin amacı nedir sorusunun cevabıdır bu. Allah neden insanla konuştu biliyor musun ey insan, Allah neden sana tenezzül etti biliyor musun, akıl vermişken, akılla yetinmeyip irade vermişken, iradeyle yetinmeyip fıtrat vermişken bir üstüne neden vahiy gönderdi biliyor musun ey insan. Bir tek sebebi var; Senin için. Çok önemli. Burada seni kula kulluktan kurtarmak için manası çıkar. Kula kulluktan kurtulasın diye Çünkü;
Ella ta'budu illAllâh’ın nefyi budur. Bu ispatıdır. Allah’a kulluk edesiniz, kula kulluk etmeyesiniz diye. Asıl söylemediğine dikkat çekmek lazım bu ayetin. Söylediği açık, söylediği fussılet ama bir de uhkimet’i var. Evet, işte o söylemediği o nedir, hikmet; Kula kulluk etmeyesiniz.
Allah’a kulluk etmenizden Allah’ın hiçbir çıkarı yok, bu kesin. Peki kimin çıkarı var; senin ey insan. Kula kulluk edersen eğer, kendi elinle kendi hayatını mahvedersin. Varlığını harcamış olursun. Kendine yapabileceğin en büyük kötülüğü yapmış olursun. İşte Ella ta'budu illAllâh vahyin amacı nedir diye soran olursa ona söyleyin kula kul olmaktan insanı korumak için. Kula kul olan adam olur mu, kula kul olan kendi kendisini gerçekleştirebilir mi, kula kul olan kapasitesinin sınırlarına çıkabilir mi, kula kul olan insan olur mu. Bunu sorgulamak lazım. Onun için biz kul olmasak ta Allah, Allah’tır.
..Aziyzün Hakiym; (Enfal/49) Azizdir, şereflidir, yücedir. Herkes inkar etse yine yücedir. Fakat kaybedecek olan insandır. Onun için rabbimiz insana olan merhamet ve şefkatini işte vahiy suretinde tecelli ettirmiştir. Biz bunu görüyoruz.
inneniy leküm minhu neziyrun ve beşiyr; Ey Muhammed A.S. De ki; hiç şüphesiz ben de O’nun katından size gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim. Yani biraz önceki ibarenin devamı olduğu için şunu söylemek zorundayız, bana kul olun demiyorum, açılımı bu, bu ibarenin. Ban kul olun demiyorum size. Ben sadece bir uyarıcı ve muştucuyum. Neye karşı; köleliğe karşı uyarıyorum, özgürlüğü muştuluyorum size. Felakete karşı uyarıyorum, size saadeti, hem de sonsuz saadeti müjdeliyorum, tercihinizi yapın.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
71. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/11/18/islamoglu-tefsir-ders-hud-001-02471/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder