28 Kasım 2011 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Hud (025-028)(72-A)







Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde Hud suresinin 24. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacak olursanız geçen ders işlediğimiz ayetlerin sonuncusu iyi ve kötü ayırımını gören ve işiten, görmeyen ve işitmeyen iki tip insan misalinde sembolize ediliyordu. Donduruyordu ve adeta bu misalle bir körle bir gören insan, bir sağırla bir işiten insan arasındaki farkı tarihsel olarak önümüze Kur’an kıssaları başlığı altında değerlendirebileceğimiz kıssalarla açıklıyor ve buyurun  tarihin dehlizlerinde gören toplumlarla görmeyen toplumlar. Ya da bir toplumu oluşturan insanlar içerisinden hakikati görenlerle, hakikate karşı kör olan. Gerçeği görenlerle gerçeğe karşı kör gibi davranan. Hakkı duyanlarla Hakka karşı sağır davrananlar arasında ki fark neymiş, akıbetleri nasıl olmuş buyurun, izleyin dercesine bu surenin bel kemiğini teşkil eden kıssalara giriyordu. Bu meyanda ilk kıssa Nuh kıssası.

Hz. Nuh’un gönderildiği kavmin, toplumun, Hz. Nuh’la beraber gönderilen ilahi mesaja karşı ısrarla kör ve sağır davranması ve bunun sonucunda başlarına gelen ve insanlık hafızasına kazınmış olan o büyük felaket, Kur’an ın her okuyan muhatabına aktardığı bir ibret vesikası idi. Şimdi o ibret vesikasını ve onun devamında ki diğer ibret vesikalarını bir şeyi hep akılda tutarak okuyacağız.

Sevgili efendimizin saçlarını ağartan Hud suresi hangi çok özel mesajı taşıyordu ki peygamber saçı ağartıyordu sorusunun cevabını hep bu satırlarda arayacağız.


25-) Ve lekad erselna Nuhan ila kavmih* inniy leküm neziyrun mubiyn;

Andolsun biz, Nuh'u kavmine irsâl ettik... (O da): "Muhakkak ki ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım." (A.Hulusi)

25 - Celâlim hakkı için vaktiyle Nuh’u kavmine gönderdik; şöyle diye ki haberiniz olsun ben size azâbın sebeplerini ve halâsın yolunu beyan eden bir nezîrim. (Elmalı)


Ve lekad erselna Nuhan ila kavmih Doğrusu Nuh’u da mesajlarımızı kavmine taşımak için elçi olarak görevlendirmiştik inniy leküm neziyrun mubiyn; ve ona demiştik ki, o demişti ki kavmine; bakın ben size açık ve net bir uyarıyla geldim. Ya da ben size gönderilmiş açık bir uyarıcıyım. inniy leküm neziyrun mubiyn;

A’raf suresinde bu kıssayı bir daha işlemiştik. Eğer oraya bakılacak olursa bu kıssanın verdiği ahlaki dersi, hatta sadece bu kıssayı değil a’raf suresinde burada aktarılan Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayp ve Musa peygamberlerin ve o peygamberlerin gönderildiği kavimlerin kıssasını aynıyla A’raf suresinde de görmüştük. Fakat tabii tıpkısı değildi.

Kur’an da bendenizin kanaati odur ki, birbirinin tıpkısının aynısı olan iki ayet bulunmamaktadır lafzen aynı olsa da. Her bir tekrar gibi gözüken ayetin vurgusu, taşıdığı anlam, atfı farklı bir vurgudur. Onun için A’raf suresinde anlatılan bu kıssalarla bu surede anlatılan, Hud suresinde anlatılan ve geriden bakınca aynı gibi gözüken bu kıssaların karşılaştırılan bir incelemesi yapıldığında anlaşılacaktır ki vurguları farklı farklıdır. Ama maksatları aynıdır. Ahlaki ilke olarak aynı hedefleri gözetmektedir. Onun için bu kıssa bu ayetle başlarken neziyrun mubiyn; olan bir peygamberin mesajı ile başlıyor.

Asıl durmak istediğim nokta burada, apaçık bir mesajla uyarmak. Mübiyn bir nebi, mesaj açık değilse o zaman muhataplarınızın sizi anlamaması onların mazereti olacaktır. Onun için her peygambere, her peygamberin dilinden Kur’an da; Ben sizin için gönderilmiş bir uyarıcıyım, sadece bir uyarıcıyım değil, apaçık bir mesajla gönderilmiş bir uyarıcıyım dedirtiliyor.


26-) En lâ ta'budu illAllâh* inniy ehafü aleyküm azâbe yevmin eliym;

"Allâh'tan başkasına tapınmayın... Gerçekten ben ulaşacağınız acı bir günün azabından korkarım" (dedi). (A.Hulusi)

26 - Allah dan başkasına ibadet etmeyin, cidden ben size elîm bir günün azâbından korkuyorum. (Elmalı)


En lâ ta'budu illAllâh bir peygamber ilk kez ne ile uyarır. Bir peygamberin toplumuna vereceği ilk mesaj ne olabilir ki, işte budur. Tevhid mesajı. Şöyle ki başkasına değil sadece, sadece Allah’a kulluk edesiniz. Evet, bir peygamberin görevi, özgürlük ve güvenliği muhataplarına taşımaktır. Kula kulluktan insanları kurtarıp, Allah’a kulluğa davet etmektir. İnsanoğlu mutlaka bir şeye kul olur. Bu onun yapısında, fıtratında vardır. İlla bir şeye kul olacaksa insan, kul olacağı sadece Allah olmalıdır. Allah’ın kulu olmalıdır. Onun için her peygamber bir özgürlük savaşçısıdır, ebedi özgürlük kapısını, yolunu, yordamını gösteren, insanlığa güvenlik ve özgürlüğün değişmez adresini gösteren birer uyarıcı ve müjdecidirler.

inniy ehafü aleyküm azâbe yevmin eliym; eğer kula kulluk devam ederse, birileri birilerini kendilerine kul edinir, diğerleri de birilerini kendilerine ilah edinirse, ya da eşyaya kulluk, ya da dünyaya, servete, şöhrete ve makama kulluk devam ederse akıbeti nemi olur; İşte, çünkü ben diyor Hz. Nuh; Çünkü ben can yakan bir günün cezasına çarptırılmanızdan korkuyorum.

Burada ki can yakan gün tufana ve ahirete olabilir, ikisine de olabilir. Yani Hz. Nuh’un tehdit ettiği o kötü akıbet dünyevi ceza olan tufan olabileceği gibi, uhrevi ceza olan ahiret cezası da olabilir.


27-) Fekalel meleülleziyne keferu min kavmihi ma nerake illâ beşeren mislena ve ma neraket tebeake illelleziyne hüm erazilüna badiyerre'y* ve ma nera leküm aleyna min fadlin bel nezunnüküm kazibiyn;

Onun halkından hakikat bilgisini inkâr edenlerin ileri gelenleri: "Seni yalnızca bizim benzerimiz bir beşer olarak görüyoruz... Basit görüşle hareket eden (düşüncesiz) ayak takımlarımızdan (mal ve mevkileri olmayan) başkasının, sana tâbi olduğunu da görmüyoruz... Sizin bizim üzerimize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz... Aksine, yalan söylemekte olduğunuz kanaatindeyiz" dediler. (A.Hulusi)

27 - Buna karşı kavminden küfür eden cumhur cemaat dediler ki: biz seni ancak bizim gibi bir beşer görüyoruz ve sana tâbi' olanları da ilk nazarda en aşağılıklarımızdan ibaret görüyoruz, sizin bize fazla bir meziyetinizi de görmüyoruz, hattâ sizi zannediyoruz ki yalancılarsınız. (Elmalı)


Fekalel meleülleziyne keferu min kavmihi Nuh peygambere, tevhid çağrısını yönelttiği o toplum nasıl mukabele etmişler bakınız; Bunun üzerine toplumunun önde gidenleri şöyle dedi. Önde gidenleri Mele’, yani yönetici elitler, aristokratlar, dini erk, siyasi erk, ekonomik erk, belki bürokratik erk. Yani yönetimi paylaşan seçkin kesimler Mele’ onlar hep ilk önce karşı çıkarlar. Neden; Çünkü onlar istikrarı savunurlar. Neden; Çünkü onların tekeri yürümektedir. Neden onlar istikrarı savunur; Çünkü onlar için istikrar zulmün devam etmesidir. Onun için değişim istemezler, değişsin istemezler. Hakikati getirene karşı ilk karşı çıkan onlardır. Nuh kavminde de bu böyle olmuştur.

ma nerake illâ beşeren mislena şöyle diyorlardı birinci gerekçe olarak Hz. Nuh’a; Bakıyoruz da sen de bizim gibi sadece ölümlü bir insansın.

Evet, sahte mazeret bu. İnsanüstü olsaymış sanki inanacaklarmış gibi. Veyahut ta Allah bir melek yollasaymış insan peygamber yerine sanki inanacaklarmış gibi. Tüm inkarcı toplumların, Kur’an ın haber verdiği şey bu. Tüm inkarcı toplumlar istisnasız hepside kendilerine ilahi mesajı getiren peygambere karşı çıkarken ilk mazeret olarak; Sen de bizim gibi bir insansın dediler, bunu ileri sürdüler. Yani insan olmasaydın inanırdık demeye getirdiler.

Fakat neden böyle yaptılar; Gerçekten insan olmasaydı gelen peygamber inanırlar mıydı; Hayır. Bunu biz yine başka bir örnekle görüyoruz. Mucize isteyip istedikleri mucize gelince inanmayan bu inkarcı toplumlar bu söylediklerini gerçekleştirseler inanırlar mı hiç.

Peki öyle bir mazeret ileri sürüyorlar? Bilinç altında çok ilginç bir gerekçesi var. Eğer melek olsaydı bu kez şöyle bir mazeret ileri süreceklerdi. Biz meleği takip edemeyiz. Biz meleğin peşi sıra gidemeyiz, biz melek değiliz çünkü. Dolayısıyla bu din bizim hayatımıza birebir hitap etmiyor, değiştirmiyor, değiştiremez. Çünkü meleklerin yaşayacağı bir din derlerdi, diyeceklerdi. Onun için bu bir “inkarcı uyanıklığı”. Tarih boyunca ve bugünde süren bir inkarcı, küfür duruşu, kafir duruşu. Bu hakikate karşı yalancı bir mazeret. Yine inkarcı toplum ikinci bir mazeret daha ileri sürüyor;

ve ma neraket tebeake illelleziyne hüm erazilüna badiyerre'y Bakın ne diyor, yine bakıyoruz da, sana ayak takımına mensup sığ görüşlü kişilerin dışında kimse uymuyor. Evet, yani toplumun içerisinde zayıflar, güçsüzler, üsttekiler değil alttakiler. Bunu söyleyenler kim; Ezenler. Kastettikleri kim; yani erazilüna derken bizim Türkçeye de geçmiş rezillerimiz, öyle bakıyorlar. Bizim rezillerimiz, öyle bakıyorlar. Tepeden öyle görünüyor. Omuzlarına basarak çıkıyorlar ver omuzlarına basarak çıktıkları yükseldikleri insanlara rezil diyorlar. Böyledir, tarih boyunca böyle olmuştur, bugünde böyledir. Önce omuzlarına basarak yükselirler, kanlarından, canlarından, tenlerinden piramit yaparlar, piramidin tepesine çıkıp oradan aşağıya kötü şeyler yaparlar. Aşağılarlar, çirkef atarlar, onları rezil olarak görürler.

Dolayısıyla burada da onu görüyoruz. Sana uyan bizim en alt tabakamız diyor. Görüş olarak ta, böyle basit görüşlerimiz diyorlar. Oradan öyle görünüyor. Çünkü yüksekten bakıyorlar. Toplumun tepesine oturmuşlar, ensesine oturmuşlar ve kanını emiyorlar. Onun içinde Hz. Nuh’a sanki bu bir suçmuş gibi kendisine iman edenler arasında aristokrat kesimin, yönetici elitlerin, seçkinlerin olmadığını söylüyorlar.

Ki doğrudur. Tüm peygamberlerin ilk çağrısına uyanlar, zayıflar, ezilenler, horlananlar, yalın ayaklılar ve yoksullar olmuştur. Çünkü zulme uğrayan onlardır. Dolayısıyla bu kesimler, yani Kur’an ın mustaz’af dediği, zayıf bırakılmış dediği bu kesimler tüm peygamberlerin çağrılarına karşı, yani iman çağrısının doğal müttefikidirler. Her coğrafyada, her zamanda, her zeminde iman davetinin doğal müttefiki toplumun ezilen kesimleridir. Çünkü her iman çağrısı, her peygamberin ve onların varisi olanların çağrısı bir adalet çağrısıdır. Bir özgürlük çağrısıdır. Özgürlüğe, elinden alınanlar daha fazla ihtiyaç duyarlar.

Adalete, zulme uğrayanlar suya yanmış yürekler gibi koşarlar. Onun için bu toplumun ve her toplumun içinde iman çağrısına ilk icabet eden, ilk lebbeyk diyen daima zulme uğramış, aşağılanmış, sindirilmiş, onuru zedelenmiş ve omzuna basılmış, elinden hakkı gasp edilmiş zayıf kesimler olmuştur. Ve onlar öyle kurnazdırlar ki, hem zayıf bırakırlar, hem ezerler, hem zulmederler hem onları bilgi kaynaklarından uzak tutarlar, hem de görüşü düşük diye hakaret ederler. Hem onların hakkını gasp ederler, hem de fakir diye alay ederler. Hem onları onursuzlaştırırlar, koyunlaştırırlar, ondan sonra da koyun diye dalga geçerler.İşte burada olduğu gibi.

Burada Kur’an ın verdiği örnekte bu açıkça görülüyor. Nuh peygamberin toplumunun, gönderildiği toplumun yönetici elitleri, kendi suçlarını adeta bir suçlamaya, bir tahkire dönüştürerek ezdikleri, zulmettikleri, toplumun geri bıraktırılmış kesimlerinin sanki vebali kendilerinin değilmiş gibi onun suçunu da Nuh peygambere yüklemeye çalışıyorlar ve bunu sanki bir nakısa gibi sunuyorlar ve sana toplumun en alt tabakası, en aşağı kesimi uyuyor. Bizim senin yanında ne işimiz var dercesine itiraz ediyorlar.

ve ma nera leküm aleyna min fadlin ve diyorlar ki; sonuçta sizin bize karşı bir üstünlüğünüz olmadığını görüyoruz. Tabii ki öyle, öyle görürsünüz. Çünkü Allah’ın gör dediği yerden değil, şeytanın gör dediği yerden bakıyorsunuz. Çünkü güce ve servete tapıyorsunuz. Güce ve servete tapanlar, gücün ve paranın önünde eğilirler. Onun için muhataplarınızda eğer güç ve servet görmüyorsanız onları aşağı görüyorsunuz ve kendinizi haklı görüyorsunuz. Haklı olmanızın tek gerekçesi güçlü ve varsıl olmanız ve bunu haklılığınıza gerekçe olarak gösteriyorsunuz. Azgınlığınıza referans olarak gösteriyorsunuz. Adeta o gücü, o serveti veren Allah’a gücünüzü ve servetinizi O’na isyan için kullanıyorsunuz. Onun için işte böyle diyorsunuz.

bel nezunnüküm kazibiyn; sözlerini şöyle bitirdiler; Aksine sizin yalancı olduğunuzu düşünüyoruz dediler Nuh peygamber ve iman edenlerine.


28-) Kale ya kavmi eraeytüm in küntü alâ beyyinetin min Rabbiy ve ataniy rahmeten min ındiHİ fe'ummiyet aleyküm* enülzimükümuha ve entüm leha karihun;

(Nuh) dedi ki: "Ey halkım... Gördünüz mü? Ya Rabbimden bir açık kanıtım varsa ve O indînden bir rahmet (nübüvvet) vermiş de siz bunu değerlendiremiyorsanız? Siz ondan hoşlanmadığınız hâlde, biz size onu zorla mı kabul ettireceğiz?" (A.Hulusi)

28 - Ey kavmim! dedi: söyleyin bakayım reyiniz nedir? Eğer ben rabbimden (bir beyyine) açık bir burhan üzerinde isem ve bana tarafından bir rahmet bahşetmiş de size onu görecek göz verilmemiş ise biz size onu istemediğiniz halde ilzam mı edeceğiz? (Elmalı)


Kale ya kavmi eraeytüm in küntü alâ beyyinetin min Rabbiy Nuh peygamber dedi ki; Ey kavmim düşünsenize bir, ya ben rabbimin katından gelen açık bir delile dayanıyorsam. ve ataniy rahmeten min ındiHİ fe'ummiyet aleyküm ve O bana katından bir rahmet bahşettiği halde ya siz bunu görmüyorsanız, hiç bunu düşündünüz mü. Ya rabbim bana bir rahmet bahşetmişse ve ben O’ndan gelen bir delil, açık bir belge üzere isem hiç böyle olduğu ihtimali aklınıza geldi mi.

enülzimükümuha ve entüm leha karihun; Bu çok daha önemli, çok daha yoğun bir ibare. Nuh peygamberin ağzından çıkan onlara cevaben verdiği cümle şu; Şimdi siz “O” nu görmeye dahi tahammül edemezken “O” ne; Buradaki “Ha” zamiri ile işaret edilen, atıf yapılan, yani hem rahmet, hem de belge, beyine. “O” nu görmeye dahi tahammül edemezken biz kalkıp ta ona imana sizi zorlayabilir miyiz.

Tabii ki burada açtım, bu metni açarak tercüme etmeye çalıştım. Burada ki “Ha” zamirleri, iki tane “Ha” zamiri var, delide ve rahmete giden zamirler. Açılımı şöyle olsa gerek. İmanın meyvesi olan rahmeti göremeyen sizler, bu rahmetin kökü olan delili, belgeyi nasıl göreceksiniz. Yani siz imanın bize kazandırdığı o özgüveni, o özgürlüğü, o şecaati, o onuru, o izzeti göremiyorsunuz. Bunlar imanın meyvesi. Bunu göremiyorsanız, delili hiç göremezsiniz. Allah’ın beni üzerinde gönderdiği beyyineyi, açık delili hiç göremezsiniz. Onun için meyveyi göremeyen kökü görebilir mi. Bir ağacın meyvesini ısrarla görmek istemeyen onun toprağın içinde ki saklı köklerini ve saçaklarını nasıl fark etsin.

İmanın insana kazandırdığı o muhteşem gücü o muhteşem onuru göremeyen, imanın belgelerini, imana ulaştıran delilleri nasıl görsün. Onun için adeta burada şu imada var, Mümin inandığı anda imanının karını görmeye başlar. Eğer Nuh peygamberi kavmi örneğinde tefsiye edersek, toplumum küçümsenen onursuzlaştırılan eline vurulunca ekmeği alınan adamları, imana ulaşınca öyle bir onur, öyle bir şeref, öyle bir izzet, öyle bir cesaret kazanmışlar ki, toplumu yöneten kendilerini ezenlerin karşısına çıkıp yanlış yoldasınız diyebiliyorlar: İşte bizi anlamıyorsanız eğer, bize bu gücü iman kazandırdı demeye getiriyor Hz. Nuh. Devam ediyor Nuh peygamber;


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
72. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/11/25/islamoglu-tef-ders-hud-025-06072/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder