C sayfasından devam
60-) Ve ma zannülleziyne yefterune alAllâhil kezibe yevmel kıyameti, innAllâhe lezû fadlin alenNasi ve lâkinne ekserehüm lâ yeşkürun;
Allâh hakkında yalan söyleyerek iftira edenler, kıyamet sürecini ne sanıyorlar? Muhakkak ki Allâh insanlara lütuf sahibidir... Fakat onların çoğunluğu şükretmezler (bunu Allâh nimetine lâyık şekilde değerlendirmezler). (A.Hulusi)
60 - Yalanı Allaha iftira edenler kıyamet gününü ne zannediyorlar? Her halde Allah insanlara karşı bir lütuf sahibidir, lâkin ekserisi bilmezler. (Elmalı)
Ve ma zannülleziyne yefterune alAllâhil kezibe yevmel kıyame imdi, uydurdukları bu yalanı Allah’a isnat edenler kıyamet günü ne cevap vereceklerini düşünüyorlar acaba. innAllâhe lezû fadlin alenNasi ve lâkinne ekserehüm lâ yeşkürun; Şu kesin ki Allah insanları sınırsız lütfuna muhatap kılmıştır ve fakat onların çoğu şükretmezler.
Sınırsız lütfuna muhatap kılmıştır, sınırsız nimetlerini vermiştir ve onların önünü açmıştır. Onlara yasakları değil, serbestliği esas kılmıştır. Yasaklamadıklarını serbest kılmakla lütfetmiştir onlara. Sadece yasakları saymıştır. Serbestleri saymaya kalksaydık baş edemezdik. Ama Allah’a iftira sadedinde bu daracık alanda çok sınırlı olan yasakları çiğneyenlere ne demeli ya. Allah’ın hiçbir yasaktan çıkarı olmadığını bile bile. Oysa ki Allah yasakları kendisi için koymaz, insan için, insanın mutluluğu için, insanın çıkarı için ve bir de onu sınamak için, imtihan için koyar.
61-) Ve ma tekûnü fiy şe'nin ve ma tetlu minhü min Kur'anin ve lâ ta'melune min amelin illâ künna aleyküm şühuden iz tüfiydune fiyh* ve ma ya'zübü 'an Rabbike min miskali zerretin fiyl Ardı ve lâ fiys Semai ve lâ asğare min zâlike ve lâ ekbere illâ fiy Kitabin mubiyn;
Hangi şe'nde (hâl) olursan ol; o hâlin ister Kur'ân okumak, ister bir şeyler yapmak olsun, onunla meşgulken, hep sizin üzerinize şahitlerdik... Arzda (bedende) veya semâda (bilinç boyutunda) olsun zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden gizli kalmaz! (Hatta) ondan daha küçüğü veya daha büyüğü bile, Kitab-ı Mubiyn'dedir (tüm varlığın şekillenmemiş, varlıklara dönüşmemiş orijinali olan dalga okyanusu - DATA planı)! (A.Hulusi)
61 - Her hangi bir şeinde bulunsan, Kur'an dan her ne okusan ve her hangi bir amel yapsanız, siz ona dalıp coşarken mutlak biz üzerinizde şahit bulunuruz, rabbinden ne Yerde ne Gökte zerre miskali ve ondan ne daha küçük ne daha büyük hiç bir şey kaçmaz hepsi bir kitabı mübîndendir. (Elmalı)
Ve ma tekûnü fiy şe'nin ve ma tetlu minhü min Kur'anin ve lâ ta'melune min amelin illâ künna aleyküm şühuden iz tüfiydune fiyh Biraz uzun bir ibare ama, anlam vermeye çalışayım; Ve sen ey peygamber, hangi konumda bulunursan bulun, Kur’an da hangi mesajı gündeme getirirsen getir ve sizlerde ey insanlar, hangi işe el atarsanız atın ona giriştiğiniz her an ve mekanda biz sizin üzerinizde bir şahidizdir.
Evet, Şühuda, çoğul gelmiş, şahidin çoğulu. Aslında öznenin yüceltme ve saygı amaçlı olarak çoğul gelmesine mukabil çoğul gelmiş. Burada ki özne, Nâ öznesi, orijinal metne bakacak olursanız orada biz var. Saygı ve yüceltme işareti olarak. Ona uyumlu olması için şuhud biçiminde çoğul gelmiş. Ne diyor burada bu ayeti kerime, bitirelim de öyle kısaca açıklayalım;
ve ma ya'zübü 'an Rabbike min miskali zerretin fiyl Ardı ve lâ fiys Sema nitekim ne yerde ne gökte zerre miktarı şeyler bile, ölçüye tartıya gelmeyen şeyler bile rabbinden gizli kalmaz. ve lâ asğare min zâlike ve lâ ekbere illâ fiy Kitabin mubiyn; ne bundan daha küçüğü ne de büyüğü yoktur ki açık ve net bir yasayla kayıt altına alınmış olmasın.
Bu yeminin Kur’an tilavetine vurgu yapılarak edilmesi ilginç gelmiyor mu size. Bakınız yukarıda buyruluyor ki; ve ma tetlu minhü min Kur'anin Kur’an da hangi mesajı gündeme getirirsen getir, bir tek örnek veriliyor o da o. Daha aşağıdaki örnekler hep hayatın içinden. Ama burada bir tek dine ilişkin örnek Kur’an ın tebliği, okunması. Vahyin; insan Allah ilişkisinde ki doldurulmaz yerine bir atıftan başka bir şey değil. Vahyin insan Allah ilişkisini kurmak için ne muhteşem bir imkan olduğuna bir atıf bu. Biraz önceki ayetlerden beri hep bunu açıklamaya çalışıyoruz.
Allah tanıktır diyor bu ayet, tamamıyla, satırlar boyunca. Allah tanıktır, yetmez mi. Allah şahitse başka şahit gerekir mi. Allah’ın şahit olduğuna iman eden biri için başka bir jandarma, başka bir koruyucu ya da hesap yazıcı, başka bir muhasebeci, defter tutucu gerekir mi diyor. Bir Allah bilincine dikkat çekiyor ayet. İman ve takvanın tanıklığa güvenmek olduğunu söylüyor. Allah’ın tanıklığına iman etmiş bir insan da işte iman ve takva, bilinç ve iman yerleşir. Onun için Allah şahitse, her şeyi biliyor, her şeyi görüyorsa, küçük ve büyük her şeyi hesaba katıyorsa senin için başka bir muhasebeci gerekmez diyor.
62-) Ela inne evliyaAllâhi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenun;
Kesinlikle bilin! Allâh Veliyy'lerine korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. (A.Hulusi)
62 - Uyan! ki Allahın evliyası ne üzerlerine korku vardır ne de onlar mahzun olurlar. (Elmalı)
Ela inne evliyaAllâhi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenun; unutmayın ki Allah’a dost olanlar, gerçekten Allah’a dost olanlar, hakiki dost olanlar, yani Allah’a yakıyn olanlar. Dost diye çevrilebilir. Arkadaş, veli bu anlamada gelir. Veli dost anlamına gelir. Fakat edeben, rabbimize edeben Allah’a yakıyn olanlar diye çevirmeyi daha uygun buluyorum. Allah’a yakıy n olanlar gelecekten dolayı kaygı, geçmişten dolayı keder duymayacaklar.
Bu Havf sözcüğünün geleceğe ilişkin kullanıldığını Arap dilinde Hüzn, yani üzüntü sözcüğünün de geçmişe ilişkin kullanıldığı bilinen bir lügavi gerçektir. Onun için evliyaullah geçiyor bu ayette. Allah’a yakıyn olanlar diye çevirmeyi edebe daha uygun buluyorum dedim. Tabii ki Allah’a karşı edebe. Kimin veli olduğunu bir önceki ayetle birlikte düşünürseniz, Allah’ın bileceği, Allah’ın tanıklığı ile sabit olacağı söyleniyor aslında. Bir önceki ayetle bu ayetin arasında ki irtibat bu.
Şahitti Allah değil mi, Şühud’du, biz şahidiz diyordu. Kimin veli olduğuna da Allah tanıklık edecek. Allah’ın kendisine yakıyn olduğuna tanıklık etmediği bir kimseyi veli ilan etmemiz sadece bizim zannımızdan öte gitmeyecektir. Onun için burada bir önceki ayetle bu ayet arasındaki bu gizli bağlantı bana çok ilginç gelir hep. Havf, geleceğe ilişkin korku duymayacak diyor.
Kur’an da korku ile ilgili birden fazla sözcük kullanılır, biri havf’tir. En çok kullanılanlardan biride haşyettir. Allah’tan korkmak için kullanılır bu. Fakat ikisi arasındaki fark çok keskindir. Havf; korkanın güçsüzlüğüne, haşyet ise korkulanın büyüklüğüne delalet eder. Onun için burada gelecekten dolayı korku duymayacaklar derken aslında şunu söylüyor; Güçsüz olmayacak, onun için korkmayacak. Neden güçsüz olmayacak; çünkü gücü Allah olacak.
Hüzn, o da geçmişten dolayı üzüntü keder, geçmişten dolayı üzüntü de duymayacak diyor. Neden; Çünkü Allah’ın vaadi var.
..lekefferna anhüm seyyiatihim.. (Maide/65)
Onların günahlarını silip süpürüp üzerini örteceğim diyor. Onun için kaygı duymayacak. Allah siler süpürür ve üzerini örterse lekefferanne, iki tane te’kit var., ısrar var. Hem lâm, hem nun. Leukeffiranne, yani inkar edeceğim diyor. Yapmadı diyeceğim. Allah silerse kim yazar. Onun için geçmişten dolayı hüzün de duymayacak diyor inşallah.
63-) Elleziyne amenû ve kânu yettekun;
Onlar ki iman etmişler ve korunmayı gerçekleştirmişlerdir. (A.Hulusi)
63 - Onlar ki Allaha iman etmişlerdir ve hep takvâ ile korunur dururlar. (Elmalı)
Elleziyne amenû ve kânu yettekun; Kim olacak, bunların özellikleri ne? İki özelliği var. Onlar iman da sebat gösteren ve sorumluluk bilincine sahip olan kimselerdir. Demek ki evliyaullah ın iki özelliği, şaşmaz özelliği bu. İmanda sebat ve bilinç. Daha doğrusu en asgari kelimeye indirelim; iman ve bilinç sahibi olanlar. İman ve bilinç.
İman; insanın aşkınla olan bağlantısı. Bilinç; insanın içkinle olan bağlantısı. Daha doğrusu biri bilgiye tekabül eder, biri inanca tekabül eder. Biri aklın, diğeri kalbin fonksiyonudur. Demek ki buradan şunu anlayabiliriz; Evliyaullah’ın özelliği akıl ve kalpli, kafa ve kalpli, duygu ve düşüncenin ikisini birden tam kapasite kullanmasıdır. Böyle anlamak gerekir.
64-) Lehümül büşra fiyl hayatid dünya ve fiyl ahireh* lâ tebdiyle likelimatillâh* zâlike hüvel fevzül azıym;
Dünya hayatında da sonsuz gelecekte de müjde vardır onlara... Allâh sözleri için asla değişme söz konusu değildir! İşte bu aziym kurtuluştur! (A.Hulusi)
64 - Müjde onların Dünya hayatta da Âhirette de, Allahın keli matına tebdil yok o işte fevzil azim o. (Elmalı)
Lehümül büşra fiyl hayatid dünya ve fiyl ahireh onlar için hem bu dünya hayatında, hem de öte dünyada müjdeler vardır. lâ tebdiyle likelimatillâh Allah’ın vaatlerinde bir değişiklik olmayacaktır. zâlike hüvel fevzül azıym; bu, İşte budur muhteşem zafer.
Ben tam tercüme ettim. Kendimden hiçbir şey katmamaya çalışıyorum. Zâlike, bu Hüve, işte bu el fevzül azıym. İşte udur büyük zafer, muhteşem kazanç.
Aklıma buradaki fevz sözcüğünü görünce aklıma Âmir Bin Füheyre’nin hani o pusuya düşürülüp de, Hz. Peygamberin gönderdiği 70 öğretmen içerisinde haince şehit edilen, Hz. Ebu Bekir’in azatlı çobanı, hicrette Resulallah’a süt getiren o güzel insanın şahadetinde söylediği sözcük geldi. Onun da bu kelimeyi kullandığı nakledilir kaynaklarımızda. Tabii kelime bazında bir tahlil eğer doğru ise.
- Legat füztüvallahi..! Demiş.
Sırtından hançeri yemiş göğsünden çıkınca:
- İşte, işte şimdi kurtuldum, işte şimdi başardım vallahi..! demektir.
Fevz hem kurtuluş hem başarı anlamına gelir. Neden kurtulmuş Âmir’e sormak lazım. Bizim kurtuluşa yüklediğimiz anlam çok farklı. Ey Âmir, seninki çok farklıymış ve biz tıpkı senin sırtına hançer saplayan Cebbar gibi düşünüyoruz, onun için o nasıl seni anlamadıysa biz de anlamakta zorlanıyoruz.
65-) Ve lâ yahzünke kavlühüm* innel 'ızzete Lillâhi cemiy'an, HUves Semiy'ul Aliym;
Onların sözü seni mahzun etmesin... Muhakkak ki izzet tümüyle Allâh'ındır... O Semi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)
65 - Ötekilerin lâfları seni mahzûn etmesin, çünkü izzet, hep Allâhın’dır, o hepsini işitiyor, hepsini biliyor. (Elmalı)
Ve lâ yahzünke kavlühüm* innel 'ızzete Lillâhi cemiy'a şu halde onların lafları seni üzmesin, çünkü şeref ve itibarın kaynağı bütünüyle Allah’a aittir.
Kavl, yukarıda 64. te ki kelimatın zıddıdır. Kelimat; tesir eden söz, vaat demektir. Kelime, muhatabına etki eden kesin söz demektir. Kelime ile Kavl arasındaki fark bu. Kavl ise etkisiz olan laf demektir. Hiçbir tesiri olmayan, etkisi olmayan, adeta rabbimizin yukarıda ifade edilen; lâ tebdiyle likelimatillâh(64) Allah’ın kelimelerinde bir değişiklik olmayacaktır sözüne karşılık tam zıddında nedir; Ve lâ yahzünke kavlühüm innel 'ızzete Lillâhi cemiy'a çünkü şeref ve itibarın tamamı Allah’a aittir, onların kaynağı Allah’a aittir, onların lafları senin şerefini, itibarını zedeleyemez ki. Demek isteniyor burada. onların lafları seni üzmesin.
HUves Semiy'ul Aliym; O her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.
66-) Elâ inne Lillâhi men fiys Semavati ve men fiyl Ard* ve ma yettebi'ulleziyne yed'une min dûnillâhi şürekâ'* in yettebi'une illezzanne ve in hüm illâ yahrusun;
Kesinlikle bilin! Semâlarda ve arzda ne varsa muhakkak ki Allâh içindir (Allâh'ın, El Esmâ ül Hüsnâ'sının işaret ettiği özelliklerini ilminde seyretmesi içindir; bunun için de her şeyi Esmâ'sından Esmâ özellikleriyle yaratmıştır)... (O hâlde) Allâh dûnunda ortak koştuklarına dua edenler (bu gerçek dolayısıyladır ki) onlara tâbi olamazlar... (Onlar) ancak (vehmederek) varsaydıklarına tâbi oluyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar. (A.Hulusi)
66 - Uyan: Göklerde kim var, Yerde kim varsa hep Allahın’dır, Allah’tan başkasına tapanlar dahi, şeriklerin tebaası olmazlar, ancak zanna teba'ıyyet ederler ve ancak kendi mızraklarıyla ölçer yalan söylerler. (Elmalı)
Elâ inne Lillâhi men fiys Semavati ve men fiyl Ard unutmayın ki göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah’a aittir.
Men; canlı ve şuurlu varlıklar için kullanılan bir ilgi zamiridir. 62. ayetle birlikte düşünüldüğünde veliy, ya da şeytan. Peygamber ya da firavun fark etmez, kime tanrılık yakıştırılırsa ona da zulmedilmiş olur, kendisine de zulmetmiş olur. Onun için ben şeytana, veya firavuna tanrılık yakıştırmayı kabul etmem de, peygambere yakıştırılırsa bundan bir şey lazım gelmez diyemez hiç kimse. Aynı şey olur.
Elâ inne Lillâhi men fiys Semavati ve men fiyl Ard* ve ma yettebi'ulleziyne yed'une min dûnillâhi şürekâ' dahası, Allah’tan başkasına tanrısal nitelik yakıştırarak yalvarıp yakaran kimseler, gerçekte O’na uymuş olmuyorlar. in yettebi'une illezzanne ve in hüm illâ yahrusun; sadece kendi zanlarının peşinden gidiyor ve yalnızca sürü güdüsüyle hareket ediyorlar. Yani her putperest, gerçekte kendisini putlaştırır. Çünkü tanrı atama yetkisini kendisinde görmeden putperest olamaz insan. Allah’a ait bir vasfı, bir sıfatı, Allah dışındaki bir varlığa atfediyorsa bir insan bu şu anlama gelir. Ben tanrımı belirleyebilirim. Tapınacağım varlığı ben tercih eder ya da seçebilirim demektir ki işte bunun için gerçekte Allah dışında ki bir varlığa tapınan ya da Allah’a ait bir vasfı O’na atfeden kimse, gerçekte kendini tanrılaştırmış olur.
67-) "HU"velleziy ce'ale lekümül leyle liteskünu fiyhi vennehare mubsıra* inne fiy zâlike leâyâtin li kavmin yesme'un;
"HÛ" ki sizin için, sükûn bulasınız diye geceyi, gerekenleri görüp değerlendirmeniz için de gündüzü oluşturdu... Muhakkak ki algılayabilen bir topluluk için işaretler vardır. (A.Hulusi)
67 - O, odur ki içinde durup dinlenesiniz diye sizin için geceyi yaptı, gündüzü de göz açıcı, elbette bunda dinleyecek bir kavim için bir çok âyetler var. (Elmalı)
HU"velleziy ce'ale lekümül leyle liteskünu fiyhi vennehare mubsıran sizin için kollarında dinlenesiniz diye geceyi ve işlerinizi gözetesiniz diye gündüzü takdir eden O’dur. inne fiy zâlike leâyâtin li kavmin yesme'un; zira bunda hakkı işitecek topluluk için ayetler vardır.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
69. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/11/04/islamoglu-tef-ders-yunus-047-07769/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder