8 Ocak 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. SECDE (05-09) (130-B)



A sayfasından devam.



5-) Yüdebbirul'emre mines Semai ilel'Ardı sümme ya'rucü ileyhi fiy yevmin kâne mikdaruhu elfe senetin mimma te'uddun;



Emri (hükmü) semâdan (dışsal olarak; burçlar diye tanımlanan Esmâ özelliklerinin açığa çıkmasıyla oluşan yapılardan yayılan kozmik elektromanyetik dalgalarla ağırlıklı olarak karındaki ikinci beyni ve dolayısıyla bilinci etkileyerek; ya da, içsel olarak, holografik gerçeklik gereği beyindeki datadan açığa çıkan Esmâ mertebesinden. A.Hulûsi) arzı (yeryüzü veya beyni) tedbir eder... Sonra miktarı, bin sene olan süreç içinde O'na urûc eder (ruh beden yaşam boyutuna yükseliş veya boyutsal aslına dönüş. A.H.). (A. Hulusi)



05 - Semâdan Zemine (yukarıdan aşağıya) emri tebdir (bir şeyi başka bir hale veya şeye değiştirmek) eder, sonra da o ona urûc eyler: bir günde ki miktarı sizin sayınızdan bin sene eder. (Elmalı)





Yüdebbirul'emre mines Semai ilel'Ard gökten tere kadar bütün oluşumu, bütün var oluşu O düzenler. Biraz önce de hatırlatmıştım esteva alel 'Arş bunu hatırlayın; arş üzerine kurulmak, yani hükümranlık makamına, hükmetme makamına kurulmak. Hükmümü ele almak. Onun bir devamı aslında. Gökten yere kadar bütün bir oluşu O düzenler. Yaratır ve geri çekilmez. Yani boşluk bırakmaz. Allahsız bir alan tasavvuru küfürdür. Hayatın herhangi bir alanına ilahi müdahalenin olmadığını düşünmek, o alanda bir tanrı var etmeyi gerektirir. İşte o da doğal olarak şirki getirecektir. Çünkü eğer o alana Allah’ın müdahil olmadığını düşünüyorsanız, o alana birinin müdahale etmesi lazım. O müdahale edeceğini tasavvur ettiğiniz kimse o; o oranın tanrısı hükmüne geçecek. Onun için Allah’ın müdahil olmadığı bir alan fikri şirktir.



sümme ya'rucü ileyhi fiy yevmin kâne mikdaruhu elfe senetin mimma te'uddun en sonunda bütün bir oluş sizin hesabınıza göre 1.000 yıl kadar süren bir günde ona yükselir.



Elf; 1.000 demektir Arap dilinde. Yani sizin hesabınıza göre 1.000 diyor burada, 1.000 yıl kadar süren bir gün. Günün biraz önce kinai tabiatına değindik, görece tabiatına yukarıda değindik. Burada da yıla değinelim, Elf.



Elf Arap dilinde sayı sıfatlarının zirvesidir. Arapça da binden yukarıda bir sayı yoktur. Binden yukarıda sayı saymak zorunda kalırsa Arapça konuşan biri, yine 1.000 le ifade etmek zorundadır. Milyon diyecek, yoktur milyon. Elfe elf. Milyon böyle der. Yani elfi tekrarlamak zorundadır. Milyar diyecek evet bin bin diyecek. Onun için elf Arap dilinde zirvedir. Sayı sıfatlarının zirvesi. Bu neyi ifade eder? Binden sonrasını ille binle ifade eder. Sayı tasavvurunun zirvesi bu olduğuna göre burada da söylenen aklınıza gelen zaman tasavvurunun en sonu nedir onu düşünün. Biz bunu böyle anlayacağız zımnen.



Hac/47. ayetinde keelfi senetin diye geçer, buna benzer ibare. Devamı da aynıdır. Evet, keelfi senetin mimma te'uddun. (hac/47) diye biter. Oradaki kâf, teşbih edatı yani 1.000 sene gibi, tut ki 1.000 sene. Zaten Kur’an da 1.000 rakamı başka alanlarda da görece olarak kullanılır. Mesela; lev yu'ammeru elfe seneh. (Bakara 96) Yahudileşmiş bir İsrail oğulları mensubu ister ki 1.000 yıl yaşasın. 1.000 yaşamak kinayedir. Yani sonsuzca yaşasın. Ölmek istemez. Onun için 1.000 rakamının kullanıldığı Kur’an da çok yerde kullanılışı böyle kinai bir anlam içerir. Aritmetik olmayan bir anlam bu. Yani yaratılış peryotlara tabidir. Fakat bunlar insanın aklının alacağı aritmetik hesaplarla sınırlandırılamaz. Yukarıdan itibaren ayetlerin tümünü göz önüne alırsak söyleneni, böyle tefsir edebiliriz. Yani yaratılışın peryotları insan aklının alacağı rakamlarla sınırlandırılamaz. Aritmetik bir hesap yapmaya kalkma ey insan.



Peki son olarak nihai olarak nedir? Zımnen şunu söylüyor gibidir. Ey insan bütünü görmüyorsun bari bütünü gören birine iman et de kurtul. Bütünü görmüyorsun, parçayı bile görmekte zorlanıyorsun, bari bütünü görene teslim olda şu işi yerine teslim et. Doğru yap. Yoksa parçayı bütüne galip kılarsın, parçada gördüğünü bütün zannedersin ve mahvedersin. Parça çirkin görünebilir ama bütün içine koyduğunda mükemmel duracaktır. Bunu yapamıyorsun bari bütünü bilen biri olduğunu bil ve iman et, teslim ol.


Beyin-ruh ilişkisinde, daha önceki açıklamalarımda; beynin, 120. günden itibaren kişinin kendi dalgasal bedenini meydana getirdiğini; bu dalgasal yapının, beyindeki tüm özellikler ve kuvvetlerle yüklenmiş olduğunu; ve bu ruhun bedenden ayrılacağını, anlatmıştım. Ancak, açıklamadığım bir husus vardı, o da şu.
Beyin ile ruh arasındaki karşılıklı ilişki!
Beyin, enerjiyi üretiyor, dalgasal bedene yüklüyor. Fakat, öte yandan, ruh da kendisindeki bu güçle, beyni takviye ederek kişinin hayatiyetini devam ettiriyor!
Şayet ruh, bedenden ayrıldığında, herhangi bir sebeple geri dönmezse, beyin bu enerjiden yoksun kaldığı için, hayatiyeti de son buluyor; ve ölüm dediğimiz olay gerçekleşiyor. Ruhun, bedenle bağlantısının kopması denen olay meydana geliyor.
Yani, beyin bir taraftan kendi ruhunu üretip, meydana getirip, ona belli enerjiyi, kendisindeki özellikleri yüklerken; bu enerji, "feed back"le geri dönmek suretiyle, aynı zamanda da beynin ve vücudun enerjisini takviye ediyor.
Burada şu noktaya da dikkat ediniz.
Beynin biliyorsunuz ki, yüzde üç-beş gibi çok sınırlı bir bölümünü kullanabiliyoruz. Şimdi buraya dikkat!
RUHA, yani dalgasal beyne, biyolojik beynin sadece çalışan bölümü yüklenir! Yani, çalışan kadarı, kendi kopyası veya ikizi olan dalgasal beyni üretir! Dolayısıyla da kişinin ruh gücü ve ilmi, sadece beyninin çalışan bölümü kadar gerçekleşir.
Zira dalgasal beden ve dolayısıyla ışınsal beyin, biyolojik beyinden ayrıldıktan sonra, bir daha gelişme şansına sahip değildir! Bu yüzden de ruh kuvvetin, kapasiten, ölmeden önceki son ulaştığın beyin kapasiten olarak sâbitlenir! Eğer beynini geliştirebildiysen, ruhunu güçlendirdin demektir.

İşte, "kuvvetli ruh" ya da "ruhu kuvvetli" tasarruf sahibi kişiler, dediklerimizin oluşturdukları olayın sebebi de budur! (Devam ediyor) (A. Hulusi- BEYİN-RUH İLİŞKİSİ)]





6-) Zâlike 'Alimul ğaybi veşşehadetil 'Aziyzur Rahıym;



İşte (Allâh) gaybı (algılanamayan) da şehâdeti (algılanan) de Bilen'dir; Aziyz'dir, Rahıym'dir. (A. Hulusi)



06 - Odur işte gaybı de şahadeti de bilen, azîz rahîm. (Elmalı)





Zâlike 'Alimul ğaybi veşşehadetil 'Aziyzur Rahıym işte geldi. Bu ayette onu diyor zaten. İşte idraki aşan hakikatleri de, idrak ve tecrübe edilebilen gerçekleri de bilen hem yüceler yücesi olup, hem de merhamet kaynağı olan zat, yalnızca O’dur. Yalnızca O’dur gerçekten de.











7-) Elleziy ahsene külle şey'in halekahu ve bedee halkal İnsani min tıyn;



O ki, yarattığı her şeyi mükemmel yapmıştır! İnsanı oluşturmaya balçıktan (yumurta) başlamıştır. (A. Hulusi)



07 - O ki yarattığı her şey'i güzel yarattı ve insanı yaratmağa bir çamurdan başladı. (Elmalı)





Elleziy ahsene külle şey'in halekah O her şeye, yaratılıştan en güzel olma, kemalini bulma yeteneğini her şeyin bünyesine yerleştirmiştir. Fıtrat bu. Bir şeyin fıtratı o şeyin kemaline ulaşacak süreçleri içinde taşıması. Yani potansiyel olarak her şey kemaline ulaşabilecek şekilde yaratılmıştır. Hilkati budur.



Bu nokta da söylenecek gerçekten çok şey var. İradesiz varlıklar bu kemali bağlı olduğu yasalarla gerçekleştirir. Statik varlıklar; yer, gök, güneş, ay, yıldızlar, dağ, taş, su kemale doğru ilerleyen yaratıkların her bir yerinde bir görev üstlenirler. Su bu manada görevini yapar, güneş bu manada görevini yapar. Onun için bu görevi yapışa secde diyor Kur’an.



(Eş Şemsu veşŞeceru yescudan = Hatalı)



Eş Şemsu velKameru Bi husban, (Rahman/5)



VenNecmu veşŞeceru yescudan. (Rahman/6)



Güneşte, ağaçta secde etmektedir. Nedir bu secde? Surenin adını izah ederken söylemiştim. Allah’ın koyduğu yerde durmakta, Allah’ın koyduğu yörüngede dönmektedir. Yani görevini yapmaktadır. Buradan zımnen şu; ey insanoğlu sen niye yörüngenden ayrılıyorsun, Allah sana da bir yörünge tayin etti ama sen onlar gibi değilsin, sen statik değil dinamik kadere tabisin. Onun içinde iradeni kullanmalısın. Onun içinde itaatin cennetle, isyanın cehennemle karşılanacak. İşte burada aslında insanın diğer iradesiz varlıklardan farklı oluşuna da bir atıf var.



Tabii biyolojik ve psikolojik yaratılışı da böyle aslında. Tıpkı güneş gibi, ay gibi, yer gibi, gök gibi. İnsanın biyolojik yaratılışı. Fakat insanın psikolojik yaratılışına geldiğimizde iş değişiverdi. Orada irade devreye giriyor. Şimdi insanın yaratılışından örnek vererek devam edecek sure. Bakalım ne diyecek;



ve bedee halkal İnsani min tıyn öyle ki insan türünü yaratmaya balçıktan başlamıştır. Bu bir. Nedir bu? İnsanın element er kökenine atıf. Bu da tıpkı yerler ve gökler gibi statik kadere tabi. Bilinç dışı gerçekleşiyor o işlem. Balçıktan. Aynı zamanda ima ettiği hakikat zımnen şu: Çok basit bir şeyden başladı. Devam edelim;





8-) Sümme ce'ale neslehu min sülaletin min main mehiyn;



Sonra onun neslini basit bir sudan (meni) meydana getirdi. (A. Hulusi)



08 - Sonra da bir sülâleden, bir hakıyr sudan neslini yaptı. (Elmalı)





Sümme ce'ale neslehu min sülaletin min main mehiyn sonra onun neslini (en az o kadar) basit bir sıvı özünden sürdürmüştür. En az o kadarı böyle algılayalım, yani yukarıya nispetle en az o kadar basit, Mehiyn, pek ifadeye gelmez şekilde bir özden, sıvı özünden yaratışı sürdürdü. Bu ikincisi. Bu da neye delalet eder? 1. si element er kökene, bu da biyolojik kökene. Embriyolojik, anne karnında ki sürece. Daha devam edelim; Yine bilinç girmedi işin içine, ne zaman girecek bilinç? Şimdi girecek.





 9-) Sümme sevvahu ve nefeha fiyhi min ruhıHİ ve ceale lekümüssem'a vel ebsare vel ef'idete, kaliylen ma teşkürun;



Sonra onu (beyni, Esmâ mânâlarını açığa çıkaracak şekilde) tesviye etti (nöronların Esmâ özelliklerini açığa çıkartacak dalga boylarını değerlendirecek şekilde oluşturulması) ve onda kendi ruhundan nefhetti (nefh = üfleme içten dışadır; nefholan yani içten dışa yani beynin data boyutundan açığa çıkarılan Esmâ mânâlarının özellikleridir ki, varlık âlemindeki "Allâh'ın ruhu" diye işaret edilen de budur Allâhu âlem)... Sizin için sem' (algılama), basarlar (gözler - görme) ve FUADLAR (Esmâ mânâ özelliklerini beyne yansıtıcılar - kalp nöronları) oluşturdu... Ne az şükrediyorsunuz (değerlendiriyorsunuz)! (A. Hulusi)



09  Sonra onu tesviye edip içine ruhundan nefh buyurdu ve sizin için o işitmeyi, o görmeleri ve gönülleri yaptı, siz pek az şükrediyorsunuz. (Elmalı)





Sümme sevvahu sonra onu, yaratılış amacını gerçekleştirecek bir donanıma sahip kılarak ve nefeha fiyhi min ruhıHİ kendi ruhundan üflemiştir.



Evet, şimdi geldi. Sürecin 3. ve mükemmel aşaması. O kendi ruhundan üfleme, 3. süreç bu. 2. süreç, biyolojik süreç. 1. süreç element er süreç, 3. süreç psikolojik süreç. İnsanın iç dünyasının, manevi dünyasının tohumunun atılması, ruh tohumunun. Ve devam ediyor;



ve ceale lekümüssem'a vel ebsare vel ef'ideh işte o tohum atıldığında gerçekleşecek şeyler bunlar. Derken sizi hem işitme ve görme, hem de duyup düşünme melekeleriyle donatmıştır.



Ef’ideh; Üstad M. Tahir bin Aşur’un çok güzel ifade ettiği gibi, ki diğer lügatlarda bulamadım bunu; Hem duyma, hem düşünme de dahil olmak üzere insanın iç dünyasında ki tüm fakülteleri temsil ettiği için çoğul gelir. Fuad’ın çoğulu, Ef’ideh. Duyup düşünme, işitip görme melekeleri, demek ki ruhun insana verdiği melekeler. Yani ruhu candan ayıran şeyde budur işte. Duyup düşünme, hissetme. Onun için insan candan daha üstün olan ve duyup düşünme, akletme, fikretme, fıkhetme melekesini de içinde barındıran ruha sahip bir varlık.



Dikkat buyurdunuz mu bilmiyorum, burada ince bir nükte var. Ruha gelinceye kadar hep o zamiri kullanıldı. 3. tekil şahıs zamiri. Bakınız Sümme ce'ale neslehu min sülaletin (8) Neslehu, onun soyunu. Yine yukarıda; ve bedee halkal İnsani min tıyn (9) yani ondan bahsediyor.



Geldi geldi, ruh üflendikten sonra zamir değişiverdi. Nasıl? ve ceale lekümüssem'a siz. O, o, o geldi, biyolojik süreç, element er köken, biyolojik köken o olarak geldi. Ama ruh üflenip de akıl sahibi olunca siz. Allah muhataba değer buldu insanı. Yani hitaba değer buldu ve muhatap aldı. Siz dedi artık muhatabım oldunuz. Ey insan aklınla muhatabım sana, biyolojinle değil. Ey insan element er kökeninle muhatabım değilsin. Yani toprak olacak tarafınla değil, olmayacak tarafınla muhatabımsın.



kaliylen ma teşkürun ne kadar da az şükrediyorsunuz. Her nimetin şükrü kendi cinsindendir. Aklın şükrü aklederek, fehmin şükrü fehmederek, muhayyilenin şükrü hayal ederek, hafızanın şükrü hıfz ederek, hatırlayarak korunur, eda edilir.



[Ek bilgi:  İNSANIN OLUŞUMU



İnsanı bu yönleriyle tanıdıktan sonra bedenin özellikleri ve insanın özellikleri diye ikiye ayırabileceğimiz özelliklerin devamına bakalım.



Dünya'da insan, tabiatının gerektirdiği bir biçimde mutlaka yiyecektir, içecektir, seks yapacaktır, uyuyacaktır. Normal sıhhatli bir beden için bunlar zaruri gereksinimlerdir... Bazı beyin rahatsızlıkları uyku olayını kısmen kaldırabilir, ama bu kişi çabuk yıpranır.



Ayrıca bir de beyindeki uyku olayı dışarıda normal bildiğimiz uyku şeklinde gözükmez, fakat o kişideki yine bir uyuma hâli söz konusudur. Başka türlü mümkün değil...



Seks mutlaka olacaktır. Bu kişi hiç evlenmesin, onda yine seks fiili vardır! O kişide, ama uykuda ama uykusuz, ama idrar arasında, mutlaka belli hormonların meydana getirdiği üretim olacak ve bu salgı dışarı atılacaktır. İçmek, yemek, zaruri olarak olacaktır... Çünkü bedenin hammaddesini oluşturan materyal bir yandan alınır, enerji işlenir, ham posası dışarı atılır. Ve beden bu şekilde ayakta durur. Tabii olarak bedende böyle bir olayın olması zaruridir. İşlev bittiği zaman, yani dışarıdan ham enerjiyi alıp işleyip, posayı dışarı atmak denen olay bittiği zaman, zaten bedenin yaşamı ve fonksiyonu biter!..



Yalnız burada, bu beden düzeyinde tabiatı ne şekilde kullanmak ve yönlendirmek gerekir. İşin birinci yönü, bu husus!.. İkinci yönü bu akıl, fikir, idrak, vehim, şekillendirme, hayal dediğimiz özellikleri ne yönde kullanmak lazım? Genelde bu özellikler, şartlanma ve tabiat istikametinde vehim hükmü altında kullanılır!..



Normal olarak bütün insanlardaki bu özellikleri kullanım, "vehim" hükmü altında ve şartlanmalar istikametindedir. Çevre neyi "değerli" diye empoze etmişse, o değerli dediği şeyi elde etmek için çaba sarf eder ve bunu elde etmediği takdirde büyük zarar göreceğini düşünür insan!.. Vehmin birinci fonksiyonu, o kişiye kendisini "kişi" olarak kabul ettirmesidir!.. Kendini bir kişi, bir beden olarak kabul etmesi ve bu bedeninin ötesinde de başka bir varlığı olmadığını kabul etmesidir!



Psikiyatrik olarak, kişinin kendini beden kabul etmemesi bir "ruh hastalığı"olarak nitelendirilir!.. Yalnız bu konunun iyi bir incelemeye tâbi tutulması zaruridir!.. Kendini bir beden, bir insan olarak kabul etmeyip, bir tavuk, bir horoz kabul eden vardır! Bu bir hastalıktır! Yanlış algılama hastalığıdır!



Ama bir kişi, eğer temelde maddenin varlığını ve oluşumunu biliyorsa, beden denilen varlığın hücrelerden yapıldığını, hücrelerin asitlerden meydana geldiğini, asitlerin atomlardan meydana geldiğini, atomların elektromanyetik dalgalardan meydana geldiğini... Tabii atomların değişik parçalanma şekilleri var... Elektronlar, nötronlar, nötrünolar, pozitronlar, mezonlar gibi daha bölünmüş parçalar!



Bugün henüz Dünya üzerinde atomları görebilecek kapasitede, büyüklükte bir mikroskop daha tam gerçekleştirilemedi. Yapılmasına çalışıyor! Baktığın zaman bu mikroskopla atomları görebileceksin... Böyle bir mikroskop şu anda gerçekleşiyor, ama bunun daha ötesine henüz geçilmedi!

Eğer ki yapılırsa, o zaman varlık zaten tümüyle manyetik dalgalar âlemi olarak müşahede edilecek!



Şimdi bu müşahede içinde, "kişinin", bir noktada, "şuur" dediğimiz nesne olmasının ötesinde bir fonksiyonu, bir varlığı olmadığı görülecek...



Şuur nerede mevcut?.. Bu şuur, akseden bir şuur, yani mutlak Akl-ı Evvel'den beyne yansıyıp ruhta oluşan bir şuur! "Ruh"un olmasa, Ziya diye bir şey olmayacak ve Ziya'nın şuuru da var olmayacak!



Şimdi bu silsile içinde, bu ruh oluşmuş ve bu ruhta ya bilinçli olarak, şuur oluşu yolundaki bir bilinç neticesinde, bir varlığı, benliği oluşmuş; veyahut şartlanmalar istikametinde kendini falanca bir kişi olarak kabullenmiş! Ama neticede, ortada bir kişilik söz konusu!.. Yalnız birincisindeki kişilik, "şuursal" bir kişilik; ötekindeki kişilik, "bedensel" bir kişilik!.. Şuursal kişiliğin ortadan kalkması mümkün müdür?.. Veya bedensel kişiliğin ortadan kalkması mümkün müdür?



Tabiatını kontrol altına alma ve terkibini aşma dediğimiz şeyler ne oluyor? Tabiatını kontrol altına alma demek, senin yeme, içme, seks ve uyku fonksiyonlarını kontrol altına almandır!



Namaz, oruç, zikir gibi ibadetler dahi bir yönden bunlarla alâkalıdır!.. Mesela senin tabiatın!.. Sabahın o saatinde kalkıp abdest alıp, namaz kılmak istemez: veya gece yatacaksın, uykun gelmiş, yatsıyı kılmamışsın, o saatte kalkıp abdest alıp o uykulu hâlinle, uykudan vazgeçip namaz kılmak bedeninin tabiatına ters düşer...



Bunu yapmak suretiyle önce bedenin tabiatıyla karşı karşıya gelip, tabiatına hükmetmek gerekir! Bedeninin tabiatına hükmedemediğin zaman, zaten sen kendini bedeninin tabiatına kaptırmış, kaybetmiş durumdasın!.. Kısacası, tabiat bataklığında, tabiat zindanında boğulmuşsun!..



Tabii yönden mücadele verilecek olan hususlar bunlardır... Ayrıca süslü giyim, seks, yiyip içme zevki, veyahut da bunlar ayarında olan başka bedenî zevkler! Mesela bunları, bedeninin tabiatı istediği tarzda kullanmamak veya o şeylerden vazgeçmek!.. Tâ ki alışkanlığı, bağlılığı terk edesin!



Bu; işin birinci, fiil düzeyindeki mücadelesi; bir de bunun terkip yönündeki yani seni meydana getiren isimlerin mânâlarının, terkibinin seni ittiği düzeydeki mücadelesi var...

Sana kolaylaştırılanlar var! Sana kolaylaştırılan şeyler, senin tabii terkibinin, yani senin varlığını meydana getiren mânâların terkibinin seni ittiği şeylerdir... Sen, bu seni oluşturan mânâların terkibinin ittiği şeyleri değil; onların aksini yaşamaya çalışacaksın! Bir süre için, kendini kontrol altına alana kadar bunu yapmak zorundasın!



Senin terkibin, seni çevrendekilerin herhangi bir konuda yardımına koşmakla zorluyor. Ne kadar ulvî bir duygu!.. Aman onun yardımına koş, ona şunu öğret, ona bunu öğret diyor! Ve sen bunu, bu tabii hâlinle zaten yapıyorsun!.. Bunu bir süre için yapmaman gerekir!.. Bu seni itekleyen şeye hâkim olabilene kadar bunu yapmaman gerekir!.. (A. Hulusi – İnsan ve sırları/1)]





Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

130. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder