A sayfasından devam.
5-) Yüdebbirul'emre mines Semai ilel'Ardı sümme
ya'rucü ileyhi fiy yevmin kâne mikdaruhu elfe senetin mimma te'uddun;
Emri (hükmü) semâdan (dışsal olarak; burçlar diye tanımlanan Esmâ özelliklerinin
açığa çıkmasıyla oluşan yapılardan yayılan kozmik elektromanyetik dalgalarla
ağırlıklı olarak karındaki ikinci beyni ve dolayısıyla bilinci etkileyerek; ya
da, içsel olarak, holografik gerçeklik gereği beyindeki datadan açığa çıkan
Esmâ mertebesinden. A.Hulûsi) arzı (yeryüzü veya beyni) tedbir
eder... Sonra miktarı, bin sene olan süreç içinde O'na urûc eder (ruh beden yaşam boyutuna yükseliş veya boyutsal aslına
dönüş. A.H.). (A. Hulusi)
05 -
Semâdan Zemine (yukarıdan aşağıya) emri tebdir (bir şeyi başka bir hale veya
şeye değiştirmek) eder, sonra da o ona urûc eyler: bir günde ki miktarı sizin
sayınızdan bin sene eder. (Elmalı)
Yüdebbirul'emre mines Semai ilel'Ard
gökten tere kadar bütün oluşumu, bütün var oluşu O düzenler. Biraz önce de
hatırlatmıştım esteva alel 'Arş bunu
hatırlayın; arş üzerine kurulmak, yani hükümranlık makamına, hükmetme makamına
kurulmak. Hükmümü ele almak. Onun bir devamı aslında. Gökten yere kadar bütün
bir oluşu O düzenler. Yaratır ve geri çekilmez. Yani boşluk bırakmaz. Allahsız
bir alan tasavvuru küfürdür. Hayatın herhangi bir alanına ilahi müdahalenin
olmadığını düşünmek, o alanda bir tanrı var etmeyi gerektirir. İşte o da doğal
olarak şirki getirecektir. Çünkü eğer o alana Allah’ın müdahil olmadığını
düşünüyorsanız, o alana birinin müdahale etmesi lazım. O müdahale edeceğini
tasavvur ettiğiniz kimse o; o oranın tanrısı hükmüne geçecek. Onun için
Allah’ın müdahil olmadığı bir alan fikri şirktir.
sümme ya'rucü ileyhi fiy yevmin kâne mikdaruhu elfe
senetin mimma te'uddun en sonunda bütün bir oluş sizin hesabınıza
göre 1.000 yıl kadar süren bir günde ona yükselir.
Elf; 1.000 demektir Arap dilinde.
Yani sizin hesabınıza göre 1.000 diyor burada, 1.000 yıl kadar süren bir gün.
Günün biraz önce kinai tabiatına değindik, görece tabiatına yukarıda değindik.
Burada da yıla değinelim, Elf.
Elf Arap dilinde sayı
sıfatlarının zirvesidir. Arapça da binden yukarıda bir sayı yoktur. Binden
yukarıda sayı saymak zorunda kalırsa Arapça konuşan biri, yine 1.000 le ifade
etmek zorundadır. Milyon diyecek, yoktur milyon. Elfe elf. Milyon böyle der.
Yani elfi tekrarlamak zorundadır. Milyar diyecek evet bin bin diyecek. Onun
için elf Arap dilinde zirvedir. Sayı sıfatlarının zirvesi. Bu neyi ifade eder?
Binden sonrasını ille binle ifade eder. Sayı tasavvurunun zirvesi bu olduğuna
göre burada da söylenen aklınıza gelen zaman tasavvurunun en sonu nedir onu
düşünün. Biz bunu böyle anlayacağız zımnen.
Hac/47. ayetinde keelfi
senetin diye geçer, buna benzer ibare. Devamı da aynıdır. Evet, keelfi
senetin mimma te'uddun. (hac/47) diye biter. Oradaki kâf, teşbih edatı yani
1.000 sene gibi, tut ki 1.000 sene. Zaten Kur’an da 1.000 rakamı başka
alanlarda da görece olarak kullanılır. Mesela; lev yu'ammeru elfe seneh. (Bakara 96)
Yahudileşmiş bir İsrail oğulları mensubu ister ki 1.000 yıl yaşasın. 1.000
yaşamak kinayedir. Yani sonsuzca yaşasın. Ölmek istemez. Onun için 1.000
rakamının kullanıldığı Kur’an da çok yerde kullanılışı böyle kinai bir anlam
içerir. Aritmetik olmayan bir anlam bu. Yani yaratılış peryotlara tabidir.
Fakat bunlar insanın aklının alacağı aritmetik hesaplarla sınırlandırılamaz.
Yukarıdan itibaren ayetlerin tümünü göz önüne alırsak söyleneni, böyle tefsir
edebiliriz. Yani yaratılışın peryotları insan aklının alacağı rakamlarla
sınırlandırılamaz. Aritmetik bir hesap yapmaya kalkma ey insan.
Peki son olarak nihai olarak
nedir? Zımnen şunu söylüyor gibidir. Ey insan bütünü görmüyorsun bari bütünü
gören birine iman et de kurtul. Bütünü görmüyorsun, parçayı bile görmekte
zorlanıyorsun, bari bütünü görene teslim olda şu işi yerine teslim et. Doğru
yap. Yoksa parçayı bütüne galip kılarsın, parçada gördüğünü bütün zannedersin
ve mahvedersin. Parça çirkin görünebilir ama bütün içine koyduğunda mükemmel
duracaktır. Bunu yapamıyorsun bari bütünü bilen biri olduğunu bil ve iman et,
teslim ol.
İşte, "kuvvetli ruh" ya da "ruhu kuvvetli" tasarruf
sahibi kişiler, dediklerimizin oluşturdukları olayın sebebi de budur! (Devam
ediyor) (A. Hulusi- BEYİN-RUH İLİŞKİSİ)]
[Ek bilgi; BEYİN-RUH İLİŞKİSİ
Beyin-ruh ilişkisinde, daha
önceki açıklamalarımda; beynin, 120. günden itibaren kişinin kendi dalgasal
bedenini meydana getirdiğini; bu dalgasal yapının, beyindeki tüm özellikler ve
kuvvetlerle yüklenmiş olduğunu; ve bu ruhun bedenden ayrılacağını, anlatmıştım.
Ancak, açıklamadığım bir husus vardı, o da şu.
Beyin
ile ruh arasındaki karşılıklı ilişki!
Beyin, enerjiyi üretiyor,
dalgasal bedene yüklüyor. Fakat, öte yandan, ruh da kendisindeki bu güçle,
beyni takviye ederek kişinin hayatiyetini devam ettiriyor!
Şayet ruh, bedenden
ayrıldığında, herhangi bir sebeple geri dönmezse, beyin bu enerjiden yoksun
kaldığı için, hayatiyeti de son buluyor; ve ölüm dediğimiz olay gerçekleşiyor.
Ruhun, bedenle bağlantısının kopması denen olay meydana geliyor.
Yani, beyin bir taraftan kendi
ruhunu üretip, meydana getirip, ona belli enerjiyi, kendisindeki özellikleri yüklerken;
bu enerji, "feed back"le geri dönmek suretiyle, aynı zamanda da
beynin ve vücudun enerjisini takviye ediyor.
Burada şu noktaya da dikkat
ediniz.
Beynin biliyorsunuz ki, yüzde
üç-beş gibi çok sınırlı bir bölümünü kullanabiliyoruz. Şimdi buraya dikkat!
RUHA, yani dalgasal beyne,
biyolojik beynin sadece çalışan bölümü yüklenir! Yani, çalışan kadarı, kendi
kopyası veya ikizi olan dalgasal beyni üretir! Dolayısıyla da kişinin ruh gücü
ve ilmi, sadece beyninin çalışan bölümü kadar gerçekleşir.
Zira dalgasal beden ve dolayısıyla ışınsal beyin,
biyolojik beyinden ayrıldıktan sonra, bir daha gelişme şansına sahip değildir!
Bu yüzden de ruh kuvvetin, kapasiten, ölmeden önceki son ulaştığın beyin
kapasiten olarak sâbitlenir! Eğer beynini geliştirebildiysen, ruhunu
güçlendirdin demektir.
6-) Zâlike 'Alimul ğaybi veşşehadetil 'Aziyzur
Rahıym;
İşte
(Allâh) gaybı (algılanamayan) da şehâdeti (algılanan) de Bilen'dir; Aziyz'dir, Rahıym'dir. (A. Hulusi)
06 -
Odur işte gaybı de şahadeti de bilen, azîz rahîm. (Elmalı)
Zâlike 'Alimul ğaybi veşşehadetil 'Aziyzur
Rahıym işte geldi. Bu ayette onu diyor zaten. İşte idraki aşan
hakikatleri de, idrak ve tecrübe edilebilen gerçekleri de bilen hem yüceler
yücesi olup, hem de merhamet kaynağı olan zat, yalnızca O’dur. Yalnızca O’dur
gerçekten de.
7-) Elleziy ahsene külle şey'in halekahu ve
bedee halkal İnsani min tıyn;
O ki,
yarattığı her şeyi mükemmel yapmıştır! İnsanı oluşturmaya balçıktan (yumurta) başlamıştır. (A.
Hulusi)
07 - O
ki yarattığı her şey'i güzel yarattı ve insanı yaratmağa bir çamurdan başladı.
(Elmalı)
Elleziy ahsene külle şey'in halekah
O her şeye, yaratılıştan en güzel olma, kemalini bulma yeteneğini her şeyin
bünyesine yerleştirmiştir. Fıtrat bu. Bir şeyin fıtratı o şeyin kemaline
ulaşacak süreçleri içinde taşıması. Yani potansiyel olarak her şey kemaline
ulaşabilecek şekilde yaratılmıştır. Hilkati budur.
Bu nokta da söylenecek gerçekten
çok şey var. İradesiz varlıklar bu kemali bağlı olduğu yasalarla
gerçekleştirir. Statik varlıklar; yer, gök, güneş, ay, yıldızlar, dağ, taş, su
kemale doğru ilerleyen yaratıkların her bir yerinde bir görev üstlenirler. Su
bu manada görevini yapar, güneş bu manada görevini yapar. Onun için bu görevi
yapışa secde diyor Kur’an.
(Eş Şemsu veşŞeceru yescudan = Hatalı)
Eş Şemsu
velKameru Bi husban, (Rahman/5)
VenNecmu
veşŞeceru yescudan. (Rahman/6)
Güneşte, ağaçta
secde etmektedir. Nedir bu secde? Surenin adını izah ederken söylemiştim.
Allah’ın koyduğu yerde durmakta, Allah’ın koyduğu yörüngede dönmektedir. Yani
görevini yapmaktadır. Buradan zımnen şu; ey insanoğlu sen niye yörüngenden
ayrılıyorsun, Allah sana da bir yörünge tayin etti ama sen onlar gibi değilsin,
sen statik değil dinamik kadere tabisin. Onun içinde iradeni kullanmalısın.
Onun içinde itaatin cennetle, isyanın cehennemle karşılanacak. İşte burada
aslında insanın diğer iradesiz varlıklardan farklı oluşuna da bir atıf var.
Tabii
biyolojik ve psikolojik yaratılışı da böyle aslında. Tıpkı güneş gibi, ay gibi,
yer gibi, gök gibi. İnsanın biyolojik yaratılışı. Fakat insanın psikolojik
yaratılışına geldiğimizde iş değişiverdi. Orada irade devreye giriyor. Şimdi
insanın yaratılışından örnek vererek devam edecek sure. Bakalım ne diyecek;
ve bedee halkal İnsani min tıyn öyle
ki insan türünü yaratmaya balçıktan başlamıştır. Bu bir. Nedir bu? İnsanın
element er kökenine atıf. Bu da tıpkı yerler ve gökler gibi statik kadere tabi.
Bilinç dışı gerçekleşiyor o işlem. Balçıktan. Aynı zamanda ima ettiği hakikat
zımnen şu: Çok basit bir şeyden başladı. Devam edelim;
8-) Sümme ce'ale neslehu min sülaletin min main
mehiyn;
Sonra
onun neslini basit bir sudan (meni) meydana getirdi. (A. Hulusi)
08 -
Sonra da bir sülâleden, bir hakıyr sudan neslini yaptı. (Elmalı)
Sümme ce'ale neslehu min sülaletin min main
mehiyn sonra onun neslini (en az o kadar) basit bir sıvı özünden
sürdürmüştür. En az o kadarı böyle algılayalım, yani yukarıya nispetle en az o
kadar basit, Mehiyn, pek ifadeye gelmez şekilde bir özden, sıvı özünden
yaratışı sürdürdü. Bu ikincisi. Bu da neye delalet eder? 1. si element er
kökene, bu da biyolojik kökene. Embriyolojik, anne karnında ki sürece. Daha
devam edelim; Yine bilinç girmedi işin içine, ne zaman girecek bilinç? Şimdi
girecek.
9-) Sümme sevvahu ve nefeha fiyhi min ruhıHİ ve ceale
lekümüssem'a vel ebsare vel ef'idete, kaliylen ma teşkürun;
Sonra
onu (beyni, Esmâ mânâlarını açığa çıkaracak şekilde) tesviye etti (nöronların
Esmâ özelliklerini açığa çıkartacak dalga boylarını değerlendirecek şekilde
oluşturulması) ve onda kendi ruhundan nefhetti
(nefh = üfleme içten dışadır; nefholan yani
içten dışa yani beynin data boyutundan açığa çıkarılan Esmâ mânâlarının
özellikleridir ki, varlık âlemindeki "Allâh'ın ruhu" diye işaret
edilen de budur Allâhu âlem)... Sizin için
sem' (algılama),
basarlar (gözler - görme) ve FUADLAR (Esmâ mânâ
özelliklerini beyne yansıtıcılar - kalp nöronları) oluşturdu... Ne az şükrediyorsunuz (değerlendiriyorsunuz)! (A. Hulusi)
09 Sonra onu tesviye edip içine ruhundan nefh
buyurdu ve sizin için o işitmeyi, o görmeleri ve gönülleri yaptı, siz pek az
şükrediyorsunuz. (Elmalı)
Sümme sevvahu sonra onu, yaratılış
amacını gerçekleştirecek bir donanıma sahip kılarak ve nefeha fiyhi min ruhıHİ kendi
ruhundan üflemiştir.
Evet, şimdi geldi. Sürecin 3. ve
mükemmel aşaması. O kendi ruhundan üfleme, 3. süreç bu. 2. süreç, biyolojik
süreç. 1. süreç element er süreç, 3. süreç psikolojik süreç. İnsanın iç
dünyasının, manevi dünyasının tohumunun atılması, ruh tohumunun. Ve devam
ediyor;
ve ceale lekümüssem'a vel ebsare vel ef'ideh
işte o tohum atıldığında gerçekleşecek şeyler bunlar. Derken sizi hem işitme ve
görme, hem de duyup düşünme melekeleriyle donatmıştır.
Ef’ideh; Üstad M. Tahir bin
Aşur’un çok güzel ifade ettiği gibi, ki diğer lügatlarda bulamadım bunu; Hem
duyma, hem düşünme de dahil olmak üzere insanın iç dünyasında ki tüm
fakülteleri temsil ettiği için çoğul gelir. Fuad’ın çoğulu, Ef’ideh. Duyup
düşünme, işitip görme melekeleri, demek ki ruhun insana verdiği melekeler. Yani
ruhu candan ayıran şeyde budur işte. Duyup düşünme, hissetme. Onun için insan
candan daha üstün olan ve duyup düşünme, akletme, fikretme, fıkhetme melekesini
de içinde barındıran ruha sahip bir varlık.
Dikkat buyurdunuz mu bilmiyorum,
burada ince bir nükte var. Ruha gelinceye kadar hep o zamiri kullanıldı. 3.
tekil şahıs zamiri. Bakınız Sümme ce'ale
neslehu min sülaletin (8) Neslehu, onun soyunu. Yine yukarıda; ve bedee halkal İnsani min tıyn (9)
yani ondan bahsediyor.
Geldi geldi, ruh üflendikten
sonra zamir değişiverdi. Nasıl? ve ceale lekümüssem'a siz. O, o, o geldi,
biyolojik süreç, element er köken, biyolojik köken o olarak geldi. Ama ruh
üflenip de akıl sahibi olunca siz. Allah muhataba değer buldu insanı. Yani
hitaba değer buldu ve muhatap aldı. Siz dedi artık muhatabım oldunuz. Ey insan
aklınla muhatabım sana, biyolojinle değil. Ey insan element er kökeninle
muhatabım değilsin. Yani toprak olacak tarafınla değil, olmayacak tarafınla
muhatabımsın.
kaliylen ma teşkürun ne kadar da az
şükrediyorsunuz. Her nimetin şükrü kendi cinsindendir. Aklın şükrü aklederek,
fehmin şükrü fehmederek, muhayyilenin şükrü hayal ederek, hafızanın şükrü hıfz
ederek, hatırlayarak korunur, eda edilir.
[Ek bilgi: İNSANIN OLUŞUMU
İnsanı bu yönleriyle
tanıdıktan sonra bedenin özellikleri ve insanın özellikleri diye ikiye
ayırabileceğimiz özelliklerin devamına bakalım.
Dünya'da insan, tabiatının
gerektirdiği bir biçimde mutlaka yiyecektir, içecektir, seks yapacaktır,
uyuyacaktır. Normal sıhhatli bir beden için bunlar zaruri gereksinimlerdir...
Bazı beyin rahatsızlıkları uyku olayını kısmen kaldırabilir, ama bu kişi çabuk
yıpranır.
Ayrıca bir de beyindeki uyku
olayı dışarıda normal bildiğimiz uyku şeklinde gözükmez, fakat o kişideki yine
bir uyuma hâli söz konusudur. Başka türlü mümkün değil...
Seks mutlaka olacaktır. Bu
kişi hiç evlenmesin, onda yine seks fiili vardır! O kişide, ama uykuda ama
uykusuz, ama idrar arasında, mutlaka belli hormonların meydana getirdiği üretim
olacak ve bu salgı dışarı atılacaktır. İçmek, yemek, zaruri olarak olacaktır...
Çünkü bedenin hammaddesini oluşturan materyal bir yandan alınır, enerji
işlenir, ham posası dışarı atılır. Ve beden bu şekilde ayakta durur. Tabii
olarak bedende böyle bir olayın olması zaruridir. İşlev bittiği zaman, yani
dışarıdan ham enerjiyi alıp işleyip, posayı dışarı atmak denen olay bittiği
zaman, zaten bedenin yaşamı ve fonksiyonu biter!..
Yalnız burada, bu beden düzeyinde
tabiatı ne şekilde kullanmak ve yönlendirmek gerekir. İşin birinci yönü, bu
husus!.. İkinci yönü bu akıl, fikir, idrak, vehim, şekillendirme, hayal
dediğimiz özellikleri ne yönde kullanmak lazım? Genelde bu özellikler,
şartlanma ve tabiat istikametinde vehim hükmü altında kullanılır!..
Normal olarak bütün
insanlardaki bu özellikleri kullanım, "vehim" hükmü altında ve
şartlanmalar istikametindedir. Çevre neyi "değerli" diye empoze
etmişse, o değerli dediği şeyi elde etmek için çaba sarf eder ve bunu elde
etmediği takdirde büyük zarar göreceğini düşünür insan!.. Vehmin birinci
fonksiyonu, o kişiye kendisini "kişi" olarak kabul ettirmesidir!..
Kendini bir kişi, bir beden olarak kabul etmesi ve bu bedeninin ötesinde de
başka bir varlığı olmadığını kabul etmesidir!
Psikiyatrik olarak, kişinin
kendini beden kabul etmemesi bir "ruh hastalığı"olarak
nitelendirilir!.. Yalnız bu konunun iyi bir incelemeye tâbi tutulması
zaruridir!.. Kendini bir beden, bir insan olarak kabul etmeyip, bir tavuk, bir
horoz kabul eden vardır! Bu bir hastalıktır! Yanlış algılama hastalığıdır!
Ama bir kişi, eğer temelde
maddenin varlığını ve oluşumunu biliyorsa, beden denilen varlığın hücrelerden
yapıldığını, hücrelerin asitlerden meydana geldiğini, asitlerin atomlardan
meydana geldiğini, atomların elektromanyetik dalgalardan meydana geldiğini...
Tabii atomların değişik parçalanma şekilleri var... Elektronlar, nötronlar,
nötrünolar, pozitronlar, mezonlar gibi daha bölünmüş parçalar!
Bugün henüz Dünya üzerinde
atomları görebilecek kapasitede, büyüklükte bir mikroskop daha tam
gerçekleştirilemedi. Yapılmasına çalışıyor! Baktığın zaman bu mikroskopla
atomları görebileceksin... Böyle bir mikroskop şu anda gerçekleşiyor, ama bunun
daha ötesine henüz geçilmedi!
Eğer ki yapılırsa, o zaman varlık zaten tümüyle manyetik
dalgalar âlemi olarak müşahede edilecek!
Şimdi bu müşahede içinde,
"kişinin", bir noktada, "şuur" dediğimiz nesne olmasının
ötesinde bir fonksiyonu, bir varlığı olmadığı görülecek...
Şuur nerede mevcut?.. Bu şuur,
akseden bir şuur, yani mutlak Akl-ı Evvel'den beyne yansıyıp ruhta oluşan bir
şuur! "Ruh"un olmasa, Ziya diye bir şey olmayacak ve Ziya'nın şuuru
da var olmayacak!
Şimdi bu silsile içinde, bu
ruh oluşmuş ve bu ruhta ya bilinçli olarak, şuur oluşu yolundaki bir bilinç
neticesinde, bir varlığı, benliği oluşmuş; veyahut şartlanmalar istikametinde
kendini falanca bir kişi olarak kabullenmiş! Ama neticede, ortada bir kişilik
söz konusu!.. Yalnız birincisindeki kişilik, "şuursal" bir kişilik;
ötekindeki kişilik, "bedensel" bir kişilik!.. Şuursal kişiliğin
ortadan kalkması mümkün müdür?.. Veya bedensel kişiliğin ortadan kalkması
mümkün müdür?
Tabiatını kontrol altına alma
ve terkibini aşma dediğimiz şeyler ne oluyor? Tabiatını kontrol altına alma
demek, senin yeme, içme, seks ve uyku fonksiyonlarını kontrol altına almandır!
Namaz, oruç, zikir gibi
ibadetler dahi bir yönden bunlarla alâkalıdır!.. Mesela senin tabiatın!..
Sabahın o saatinde kalkıp abdest alıp, namaz kılmak istemez: veya gece
yatacaksın, uykun gelmiş, yatsıyı kılmamışsın, o saatte kalkıp abdest alıp o
uykulu hâlinle, uykudan vazgeçip namaz kılmak bedeninin tabiatına ters düşer...
Bunu yapmak suretiyle önce
bedenin tabiatıyla karşı karşıya gelip, tabiatına hükmetmek gerekir! Bedeninin
tabiatına hükmedemediğin zaman, zaten sen kendini bedeninin tabiatına
kaptırmış, kaybetmiş durumdasın!.. Kısacası, tabiat bataklığında, tabiat
zindanında boğulmuşsun!..
Tabii yönden mücadele
verilecek olan hususlar bunlardır... Ayrıca süslü giyim, seks, yiyip içme
zevki, veyahut da bunlar ayarında olan başka bedenî zevkler! Mesela bunları,
bedeninin tabiatı istediği tarzda kullanmamak veya o şeylerden vazgeçmek!.. Tâ
ki alışkanlığı, bağlılığı terk edesin!
Bu; işin birinci, fiil
düzeyindeki mücadelesi; bir de bunun terkip yönündeki yani seni meydana getiren
isimlerin mânâlarının, terkibinin seni ittiği düzeydeki mücadelesi var...
Sana kolaylaştırılanlar var! Sana kolaylaştırılan şeyler,
senin tabii terkibinin, yani senin varlığını meydana getiren mânâların
terkibinin seni ittiği şeylerdir... Sen, bu seni oluşturan mânâların terkibinin
ittiği şeyleri değil; onların aksini yaşamaya çalışacaksın! Bir süre için,
kendini kontrol altına alana kadar bunu yapmak zorundasın!
Senin terkibin, seni
çevrendekilerin herhangi bir konuda yardımına koşmakla zorluyor. Ne kadar ulvî
bir duygu!.. Aman onun yardımına koş, ona şunu öğret, ona bunu öğret diyor! Ve
sen bunu, bu tabii hâlinle zaten yapıyorsun!.. Bunu bir süre için yapmaman
gerekir!.. Bu seni itekleyen şeye hâkim olabilene kadar bunu yapmaman
gerekir!.. (A. Hulusi – İnsan ve sırları/1)]
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
130. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder