27 Ocak 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Âlu İmran (1-25)(21)


“Euzübillahimineşşeytanirracim.”

“Bismillahirrahmanirrahim”



Sevgili dostlar bugün sizinle Kur’an ülkesinde çıktığımız gezinin yeni bir durağındayız. Bugün Âl-u İmran suresi ile dersimize devam edeceğiz.

Âl-u İmran suresi adını 33. ayetinde geçen bir aile isminden alır. Zaten Âl-u İmran da İmran ailesi demektir. İmran rivayetlere göre Hz. Musa ve Harun AS. ın babalarının ismi, hem de İsa peygamberin annesi Meryem’in ve onun annesi Hanne’nin içinde yer aldığı, hatta dolayısıyla, dolaylı bir akrabalıkla Zekeriya AS. ın, Yahya AS. da içinde yer aldığı, İsa peygamberin anne tarafından dedesi olan İmran ailesi içinde kullanıldığı söylenir.

Gerek Musa AS. ın ve Harun AS. ın babası olarak anlaşılsın, gerekse Hz. Meryem’in babası olarak anlaşılsın bu surede ele alınan bir olaydan yola çıkılarak bu sureye bu ismin verildiği müsellemdir.

Âl-u İmran suresi ittifakla Medenidir. Osman, İbn. Abbas ve Cafer kronolojilerinde bakara ve enfal suresinin ardından 3. sıraya yerleştirilir ki, bu konuda ittifak vardır.

İlk 83 ayet bir çok tefsire göre hicretin 9. yılında Necran Hıristiyanlarının Medine İslam devletini ziyaretleri sırasında indirildiği söylenir. Bu yıl; Am-ul mufit, yani elçiler yılı olarak ünlenmiştir tarihte. Necran’da yerleşik olan büyük bir Hıristiyan kitle, İslam’ın peygamberinin tüm Arabistan yarımadasını içine alan bir yönetim kurduğunu tabii ki öğrendiklerinde, kendileri de bir ekiple Resulallah’ı ziyaret ederler.

Bu ekip 64 kişilik bir ekiptir. İçlerinde ünlü din adamları da bulunmaktadır. Üstelik bu din adamları aynı zamanda Necran site devletinin de yöneticisidirler. Bu yöneticiler Resulallah’la peygamberin mescidinde birkaç gün karşılıklı tartışırlar, konuşurlar. Bir takım fikir alışverişinde bulunurlar. Özellikle tartışma İsa Peygamberin Hıristiyan ilahiyatında ki konumu üzerinde odaklanır.

Gelen heyetten bazıları İsa peygamberi; 3 uklum, yani 3 yaratıcının, ya da tanrının 3 elementinden biri, elemanından biri olarak alırken, bazıları da oğul olarak almakta Tanrının oğlu nitelemesiyle anmaktadır.

Yine daha bazıları Onu Kutsal Ruh olarak almakta ve onu tanrı ilan etmektedir. Yani bu heyetin kendi içerisinde de bir fikir birliği yoktur anlaşılan.

Resulallah bu insanlarla Hz. İsa’nın beşeriyeti üzerinde tartışır ve en sonunda bu insanlar pes ederler. Ancak Resulallah’ın İslam’a teslim olmaları çağrısına da müspet cevap vermezler. Hatta Resulallah bunları mülaene ye, yani “Hangimiz hak üzerindeyse, hak üzerinde olmayana Allah’ın lanetini dileyelim.” Diyerek lanetleşmeye çağırınca da heyet içerisinden aklı başında olanların uyarısıyla Necran’lılar bu mülaene davetinden yüz çevirirler. Çünkü Necran’lıların içerisinde Resulallah’ın gerçekten bir peygamber olduğunu iyi bilen ilim adamları vardır ve onlar Necran heyetini “Bir peygamberle lanetleşen kavim lanete uğrar.” diye uyarırlar.

Peygamber bu heyeti, Necran heyetini günlerce Medine’de misafir eder. Bu heyet ibadetlerini kendi dinlerine göre peygamber mescidinde eda ederler. Resulallah onları tüm konukseverliği ile ağırlar ve gönderir. Onlar da İslam’ın kendi site devletleri üzerindeki egemenliğini kabul ederler ve böylece bu ziyaret son bulmuş olur.

Tabii ki bu surenin ilk 83 ayeti bu münasebetle indi diyen bu rivayetler tartışılabilir. Çünkü bu ayetler içerisinde Yahudileri ima eden, onlara atıf yapan ayetler de vardır. Muhtemeldir ki söz konusu ayetler belki Bedir savaşının hemen sonrasında, hatta bazıları Bedir savaşından da önce nazil olmuş olmalıdır kanaatimizce.

Bu surenin muhtevası Hıristiyanlaşma diyebileceğimiz bir temayüle karşı Müslümanları uyarmak üzerinedir. Hatırlayacaksınız bakara suresi Müslümanları Yahudileşme tehlikesine karşı uyarıyordu. Biz Bakara suresini tefsir ederken Yahudileşme tehlikesinin somut bir takım tarihsel adımlarının neler olduğunu görmüştük. İşte bu sure de Müslümanları Hıristiyanlaşma tehlikesine karşı uyarıyor.

Hıristiyanlaşma tehlikesinin en büyük tezahürlerinden biride dinin temel referanslarını, ana kaynaklarını yanlış yorumlamak. Yani bir tür semantik ve hermolitik tahrife yol açmak. Zaten Hıristiyanlar da peygamberlerini ilahlaştırırken aslında İncil’de ki bir takım kelimeleri, bir takım cümleleri yanlış yorumlayarak ilahlaştırmadılar mı? Teslis inancının bir şirk inancı diyebileceğimiz 3 leme inancının, yani baba, oğul, Ruh-ul Kuds’ten oluşan 3. leme inancının aslında İncil’in bir takım metinlerinin tahrif edilerek elde edilmiş bir inanç olduğunu bilmiyor muyuz?

İşte bu tehlikeye Kur’an dikkatimizi çekerken bu surenin 7. ayetinde müteşabihat konusunda bir uyarıda bulunur. Yani Kur’an ın üstü kapalı ayetleri, ilk bakışta anlaşılamayan ayetleri ya da gaybi bir takım hakikatleri işaret eden, gaybi hakikatleri beşer zihninin seviyesine indirip insan lisanına tercüme eden bu bir takım ayetleri, metinleri yorumlama konusunda düşünen yanlış yada kasıtlı bir takım çarpıtmalar sonucunda Allah’ın kelamının yanlış algılanması ve yanlış anlaşılması diyebileceğimiz bir eğilimi, Hıristiyanlaşma eğilimi olarak adlandırabiliriz.

Onun için de Kur’an bütün bir Kur’an içerisinde sadece bu surenin 7. ayetinde ele aldığı bir tasnif yapıyor. Kur’an ın Muhkemat ve müteşabihat, muhkem ve müteşabih ayetlerden oluştuğu tezini işliyor. İşte bu tezi neden bu surede işlediğinin sorusu sorulduğunda buna verilecek en mugni cevap, bu surenin Müslümanları, Hıristiyanlaşmaya karşı bir uyarı oluşundandır diyebiliriz.

“Bismillahirrahmanirrahim”

1-) Eliif, Lâââm, Miiiym;


1 - Elif, Lâm Mîm,(elmalı)

1-) Eliif, Lâââm, Miiiym. (A.Hulusi)

Bu Mukadda harflerinin tefsirini Bakara suresinin 1. ayetini işlerken yapmıştık. Ben burada Bakara suresinin 1. ayetine atfederek bu surenin başında yer alan Mukadda harflerini uzun izaha gerek duymadan geçmek istiyorum. Lakin çok kısa birkaç özet vermek yerinde olur sanırım.

Eliif, Lâââm, Miiiym; Siz bunu A, B, C, ya da elif, be, te, fe diye de görebilirsiniz bir yoruma göre.

Kur’an da hemen hemen tüm surelerin ¼ e, yaklaşık ¼ i içine alan sayıda surenin başında bu tür harfler gelir. Bunlara huruf-u mukadda, mukaddaat harfleri adı verilir ve okunuşu da teker teker böyle okunur. Yani kesik kesik müstakil biçimde okunur. Onun için Mukadda denilmiştir.

Bir yoruma göre bu harfler aslında, “Ey insanlar elinizde tuttuğunuz bu metin, Allah’ın size hitap ettiği bu metin işte gördüğünüz bu harflerden oluşmuştur. Bakın Allah size harflerden oluşan bir metin içerisinde ebedi mesajını bildirmektedir.” Anlamına gelir. Bu yoruma göre mukaddaat harflerinin başında yer aldığı tüm surelerin Mukaddaatını alt alta dizdiğinizde ya birlidir, ya ikilidir, ya üçlüdür, ya dörtlüdür, ya beşlidir. Yani bir ile beş arasında değişir. En fazla beştir, en az bir dir.

Tabii ilginç bir tevafuk Arap dilinin tüm kelimeleri de birle beş harflidir. Ya1, ya 2, ya 3, ya 4, ya 5 harflidir. Arap dilinde bundan daha fazla harfli kelime bulunmaz. Adeta bununla verilen mesajın şu olduğu söylenebilir;

Bu görüşü savunanların bir delili de Kur’an da Huruf-u Mukaddanın yer aldığı tüm surelerin mutlaka girişlerinin vahye, Kur’an a ve ilahi kelama bir atıfla girmiş olmasıdır. Buna karşılık şu söylenebilir. Kur’an da Huruf-u Mukadda, yani böyle müstakil harflerle başlamayıp ta vahye atıf yaparak, Kur’an a atıf yaparak giren surelerde var. Başka surelerde var diyenler olmuştur. O halde kısaca Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Osman (R.A.)in de görüşlerinde olduğu gibi şunu söylememiz son tahlilde mümkündür; “Her kitabın bir sırrı vardır, bir gizemi, bir şifresi, bir anahtarı vardır. Kur’an ın şifresi, gizemi, anahtarı da bu harflerdir.” Demek mümkündür. Allah en doğrusunu bilir.
Sure, Huruf-u Mukaddanın hemen arkasından Allah’ı tanıtarak giriyor. İlahi kimliğe ait bilgiler veriyor bize ve diyor ki;

2-) Allâhu lâ ilâhe illâ HUvel Hayy'ul Kayyûm;

Allah, kendisinden başka tanrı olmayan, hayy ve kayyûmdur. (Elmalı)

Allâh O; tanrı ve tanrısallık yoktur, sadece "HÛ" (HÛ ismi, hüviyet-i Zât'a işaret eden isimdir ki birçok yerde önce "HÛ" denerek hüviyet-i Zât'ın âlemlerden ve tüm mânâlarla kayıtlanmaktan berî olduğu vurgulanır, sonra O'nda açığa çıkan bir özelliğe işaret eden isim belirtilir, sözü edilen konuya bağlı olarak); Hayy'dır (hayatın kendisidir) ve Kayyum'dur (âlemler O'nunla vücud bulur ve devam eder). (A.Hulusi)

Allâhu lâ ilâhe illâ HU; Kendisinden başka ilah olmayan Allah.
El Hayy'ul Kayyûm; Kimdir kendisinden başka ilah olmayan Allah? Hayatın ve varlığın dayanağıdır, kaynağıdır.
Bu bir kimliktir. İlahi kimliği veren bir ayet bu. Rabbimiz bizi muhatap alırken, bize hitap ederken, bize tenezzül ederken kendisini tanıtarak başlıyor. Konuşanın, insanı muhatap alanın, insanla diyaloga girenin kim olduğunu biz işte buradan, bu şekilde anlıyoruz. Ve biliyoruz ki “O” başka hiçbir ortağı olmayan, hiçbir naziri, şeriki, benzeri olmayan ve varlığın ve hayatın yegane kaynağı ve dayanağı olan bir Allah’tır.
Bununla şu söylenmek isteniyor; “Ey bu metnin tüm çağlardaki muhatabı olan insanlık, unutmayın siz de bu varlık içinde yer alıyorsunuz ve sizin de dayanağınızdır Allah. Sizinde kaynağınız Allah’a aittir. O halde Allah’ı dinlerken, Allah’ın sözlerine muhatap olurken, Allah’ın vahyinin karşısında, sıradan bir söz karşısındaymış gibi davranmayın. Unutmayın sizi muhatap alan, size söz söyleyen, şu anda sizinle diyaloga giren zat, sizin varlığınızın da kaynağıdır, dayanağıdır.”

3-) Nezzele aleykel Kitabe Bil Hakkı musaddikan lima beyne yedeyhi ve enzelet Tevrate vel İnciyl;

3 ve 4. ayetler. O, sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı ve İncil'i de yine O indirmişti. Evet bu Furkan'ı da O indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır. (elmalı)

Senin ellerin arasındaki, geçmişten gelen Hak bilgileri tasdikleyen bu Kitabı (Hakikat ve Sünnetullah bilgisini), Hakk'ın ta kendisi olarak, inzâl etti (bilincinde açığa çıkardı). Tevrat (Musa'ya gelen vahiyler) ve İncil'i (İsa'ya vahyolanı) de inzâl etmişti. (A.Hulusi)

Nezzele aleykel Kitab; İlahi kelamı senin üzerine parça parça indirdi.

Bil Hakkı musaddikan lima beyne yedeyh Bugüne ulaşan, yani hemen senin önünde bulduğun tüm hakikatleri tasdik eden, doğrulayan bu kitabı, bu ilahi mesajı sana peyder pey, aşama aşama O Allah indirdi.

Burada ki; lima beyne yedeyh İki el arasındaki motomot mana, birebir manası iki el arasında ya da hemen önünde anlamına gelen bu ibare aslında hakikatlerin zaman ve zemin üstü tüm hakikatlerin Kur’an tarafından içerildiğini de ifade etmektedir. Ve bu geçmiş kitaplara delalet etmekten daha çok, geçmiş tüm vahiylerin kalıcı olan boyutuna da delalet eder.

Aslında bu ibare zaman olarak geçmişe delalet etmez. Bu ibare hemen öndekine delalet eder. Yani kişinin hemen kendisine en yakın olan şeye. O halde buradan neyi anlayacağız; “Geçmişte ki tüm vahiylerin özü, geçmişte ki tüm mesajların çağlar üstü kalıcı olan boyutu sana kadar ulaşmıştır, o ulaşan boyutu da bu kitap içermektedir. İşte sana böyle bir vahiy indiren Allah’tır.”

ve enzelet Tevrate vel İnciyl; Biz bu manayı ayetin işte bu son cümlesi ile de doğrulamaktayız, Tevrat ve İncil’i de O indirmişti zaten.

Tevrat, kanun manasına gelen İbranice Tora kelimesinden mülhem. Pentatok ta deniliyor. Eski Yunan lisanına göre ilk 5 kitap. Bugün elimizde bulunan Kitab-ı Mukaddesin ilk 5 kitabına tora ya da pentatok adı verilen ilk 5 kitabına biz Tevrat diyoruz. Tevrat olarak bakıyoruz.

Zaten Kur’an da Tevrat derken daima ona vurgu yapıyor. Yoksa bugünkü Kitab-ı Mukaddesin, Tevrat’ın tamamı olarak bilinen, ama yanlış bir biçimde bilinen Kitab-ı Mukaddesin, 39 kitaptan oluşan ve İsrail oğlu peygamberlerinden bir çoğuna ait olan kitabı da bünyesinde barındıran Kitab-ı Mukaddese Kur’an Hiçbir yerinde Tevrat demez. Daima Kitap olarak anar. Tevrat dediği yerde biz biliyoruz ki Kur’an doğru bir biçimde Kitab-ı Mukaddesin ilk 5 kitabına atıf yapmaktadır.

İncil ise yine Yunanca bir kökenden gelen Evangelik ya da Evangelos aslından alınmadır ki Yunanca da İncil’e karşılık düşen bir kelimedir ve müjde anlamına gelir. İncil’de bilindiği gibi daha sonradan, İsa peygamberin vefatından ilk yazılan bugün elde ki resmi İncillerin ilk yazılanı, İsa Peygamberin vefatından yaklaşık 60 yıl sonraya tekabül eder. Ancak Kur’an ın burada beyan ettiği İncil’in o İncil olup olmadığı sorulursa eğer tabii ki burada özellikle bu ayette beyan edilen incilin, Hz. İsa’ya verilen ilahi mesaj olduğu açıktır.

4-) Min kablü hüden lin Nasi ve enzelel Furkan* innelleziyne keferu Bi ayatillahi lehüm azâbün şediyd* vAllahu Aziyz'un Züntikam;

3 ve 4. ayetler O, sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı ve İncil'i de yine O indirmişti..
Evet bu Furkan'ı da O indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır.(elmalı)

Önceden insanlara bir Hüda (hakikate erdirici, doğru yolu gösterici) olarak. Furkan'ı da (Hak ile bâtılı, hayr ile şerr olanı ayırt eden) inzâl etti. Muhakkak ki Allâh'ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ'sının açığa çıkışı olan işaretleri) örten, inkâr edenler var ya, onlar için şiddetli bir azap vardır. Allâh Aziyz'dir, Züntikam'dır (yapılanın sonucunu acıma söz konusu olmaksızın yaşatan). (A.Hulusi)

Min kablü hüden lin Nas Geçmişte insanlığa yol gösterici olarak Tevrat ve İncil’i de peyder pey indirmişti.

ve enzelel Furkan Ve yine o indirmişti Fürkanı.

Furkan, Vahyin bir sıfatıdır. Kur’an ın değil. Kur’an da Vahiy içinde olduğu için tüm vahiylerin bir sıfatıdır. Sadece Kur’an a özgü değildir. Kur’an da İncil içinde Furkan sıfatı kullanılır, Tevrat içinde. Demek ki Allah’tan gelen tüm mesajların böyle bir vasfı var. O halde bu vasıf nedir? Hakkı batıldan ayıran, iyiyi kötüden ayıran, doğruyu yanlıştan ayıran, haramı helalden ayıran, güzeli çirkinden ayıran özelliği demektir. Onun için tüm vahiylerin böyle bir özelliği var. Elbette ki Kur’an ında birinci özelliklerinden, birinci özelliği Furkan oluşudur. Onun için Furkan Kur’an a isim olarak ta verilmiştir.

innelleziyne keferu Bi ayatillahi lehüm azâbün şediyd Allah’ın mesajlarını inkar edenlere gelince işte onlar için korkunç bir azap vardır. vAllahu Aziyz'un Züntikam; Ve Allah izzeti olandır. Allah’ın izzeti vardır. İntikamı vardır.

Sevgili dostlar bu ayette de Rabbimiz vahyini tanıttı. Aslında hala kendi kimliğini tanıtmaya devam ediyor yukarıda ki ayetlerden itibaren. Nasıl bir Allah’ın muhatabı olduğumuzu, yaratıcının hangi özellikleri ile bizi muhatap aldığını biz bu ayetlerden anlıyoruz.

Ve yine bu ayetlerden bize nasıl büyük bir rahmet, mağfiret ve nimet verdiğini anlıyoruz. Allah’ın insanı muhatap almasının, Allah’ın insana tenezzül etmesinin, Allah’ın insana mesaj göndermesinin ne anlama geldiğini de bu ayetler bize veriyor.

Burada elbette ki mecazi ifadelerle, alegorik bir takım ifadelerle vahiy karşısında yabancılaşan insanın nasıl büyük bir azaba duçar olacağını, nasıl müthiş bir belaya uğrayacağını da görüyoruz. Aslında ayetin aziyz ve Züntikam, yani intikam sahibi olarak Aziyz'un Züntikam; olarak gelmesi Cenab-ı Hakkın iki vasfına dikkat çekilmesi anlamına geliyor ki, Allah’ın Aziyz olması burada vahyine karşı tüm insanlık birleşse, O’nun mesajına karşı tüm insanlık birleşse yine O’nun izzetinden, O’nun mesajının değerinden hiçbir şey kaybettiremez O’na. Bu İzzet bunu ifade ediyor ve ayetin son ibaresi Züntikam İntikam sahibi.

Aslında bildiğimiz manada bir öc alış değil. Bunlar tabii ki mecazi ibareler. Gabya ilişkin bir takım hakikatleri, Özellikle Allah’a ilişkin bir takım hakikatleri, insanın bilinç dünyasına çevirebilmek için, insanın bildiği kelimeler kullanılıyor burada. Zaten başkası da, başka türlüsü de mümkün değil. Ancak İntikam kelime anlamı itibarıyla cezalandırmak, yani yapılan bir suçu cezasız bırakmamak, karşılığını vermek anlamına gelir.

İşte Allah kendisine, kendi vahyine, kendi mesajına karşı ihanet edenlerin cezasını vereceğini ifade etmektedir.

5-) İnnAllahe la yahfa aleyHİ şey'ün fiyl Ardı ve la fiys Sema';

Şu da kesindir ki, ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.(elmalı)

İşte Allâh! Semâda (gökte - bilinç boyutunda - melekî boyutta - maddenin hakikati kuantsal boyutta) ve arzda (madde boyutunda - bedende - yeryüzünde) hiçbir şey O'na (hafî) gizli değildir! (Çünkü O Esmâ'sı itibarıyla her "şey"in hakikatidir. Ki gizlilik veya açıklık şey'iyet için söz konusudur.) (Hulusi)

Ve arkasından yine Allah kendi kimliğine bizim dikkatimizi çekmekte ve şöyle buyurmakta: Allah’tan gizli saklı değildir göklerde ve yerde olan hiçbir şey. Göklerde ve yerde olan hiçbir şey Allah’tan gizli ve saklı değildir.

Bu ibare vahiyden, Allah’tan bahsedilen ayetler grubunun içerisinde gerçekten de çok daha farklı bir anlama kavuşuyor. O Anlamda insan oğlunun vahye karşı aldığı sadece fiili tavır değil, Kalbi ve zihni tavır da Allah’tan gizli değildir anlamını taşıyor. Göklerde ve yerde olan hiçbir şey Allah’tan gizli saklı değilse eğer, İnsan nasıl Allah’ın hitabına karşı aldığı aykırı tavrı Allah’tan gizli zannedebilir ki. Bu tavır isterse yürekte gerçekleşsin, isterse zihinde gerçekleşsin yine de Allah’ın vahyine karşı alınan tavrı Allah mutlaka bilmektedir. Ve yine devam ediyor;

6-) HUvelleziy yüsavviruküm fiyl erhami keyfe yeşa'* la ilâhe illâ HUvel Aziyz'ul Hakiym;

Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur. Kendisinden başka tanrı olmayan, şan, şeref ve hikmet sahibi olan O'dur.(Elmalı)

Sizi rahimlerde (ana karnında - Rahıymiyetinde - varlığınızı oluşturan Esmâ mertebesinde) dilediği gibi şekillendiren (oluşturan - programlayan) "HÛ"dur! Tanrı yoktur sadece "HÛ"; Aziyz'dir, Hakiym'dir.(A.Hulusi)

HUvelleziy yüsavviruküm fiyl erhami keyfe yeşa' Rahimlerde size dilediği şekli verende odur.

Niçin böyle bir ibareye ihtiyaç duyuldu? Hatırlayın surenin girişinde. Surenin girişinde de varlığın kaynağı olduğu ifade edilmişti değil mi. Varlığın hem dayanağı hem kaynağı. Evet, işte varlığın kaynağı olan Allah varlığı nasıl yarattığını izah ediyor, açıklıyor burada. Yani Allah nasıl El Hayy, el Kayyûm’dur, nasıl varlığın kaynağı ve mutlak diridir. İşte o gerçeği bu ayetle açıklıyor.

HUvelleziy yüsavviruküm fiyl erhami keyfe yeşa' Rahimlerde size dilediği şekli veren O’dur la ilâhe illâ HU Evet, tekrar geldi. O kendisinden başka ilah olmayandır. Ve o; vel Aziyz'ul Hakiym; Yüce olandır. Her türlü noksanlıklardan münezzeh olandır. O İzzeti kendisinden olan bir Aziyz dir. O, tüm varlık O’na karşı tavır alsa yine onun izzetinden hiçbir şey eksilmez. Ama aynı zaman da O yapıp ettiği her bir şeyi hikmetle yapıp edendir.

Eğer şöyle bir soru soracak olursanız, kendisine karşı çıkacak, kendisine isyan edecek, sözünü dinlemeyecek, sözüne sırt çevirecek, Allah’ın kendisine tenezzül ettiği insan olarak, Allah’a tenezzül etmez tavırlara bürünecek insanları niçin yarattı diye soracak olursanız, işte cevabı; Çünkü O Hakiym dir. Hikmeti vardır. Kötü olmasaydı iyi bilinir miydi, çirkin olmasaydı güzelin, karanlık olmasaydı aydınlığın kıymeti bilinmezdi de ondan.

7-) HUvelleziy enzele aleykel Kitabe minhu ayatun muhkematun hünne Ümmül Kitabi ve uharu müteşabihat* fe emmelleziyne fi kulubihim zeyğun feyettebiune ma teşabehe minhübtiğael fitneti vebtiğae te'viylih* ve ma ya'lemu te'viylehu illAllah* ver Rasihune fiyl ılmi yekulune amenna Bihi küllün min ındi Rabbina* ve ma yezzekkeru illâ ulül elbab;

Sana bu kitabı indiren O'dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalplerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyiflerine göre te'vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te'vilini Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, "Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır." derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez.(elmalı)

"HÛ"dur; ki sana inzâl ettiği BİLGİ (Kitap) işaretlerinin bir kısmı muhkemdir (açık - net anlaşılır hükümler ihtiva eden), bilginin (Kitabın) anası - temelidir; diğerleri de müteşabihâttır (teşbih - misal benzetme yollu anlatım). Kalplerinde zey (art niyetli, olayı saptırmak isteyen düşünceye sahip) olan kişiler, fitne amaçlı tevilini (yorumunu - neye işaret ettiğini) yapmak üzere müteşabih olanlarıyla hükmederler. Bunların tevilini (kesin olarak ne kastedildiğini) ancak Allâh bilir. İlimde Rasih olanlar (derinlikli düşünenler): "İman ettik, onların tamamı Rabbimizin indîndendir" derler. Öze ermişlerden (Ulül Elbab) başkası bunu anlayamaz.(A.Hulusi)

HUvelleziy enzele aleykel Kitab Yine O’dur sana ilahi kelamı indiren. Yukarıda bir kez daha gelmişti hatırlayın. Ama yine hatırlatıyor. Öncelikle Vahyin ilk muhatabı olan peygamberi muhatap alarak hatırlatıyor, ama daha sonra vahyin kadim ve modern muhataplarının tümünü birden muhatap alıyor bu ayet. Ve diyor ki; Yine O’dur sana ilahi kelamı indiren.

Siz o sana ibaresinin içine kendinizi de koyun ve deyin ki bu ayetler sizin için nazil oluyor. Size nazil oluyor. Ve Allah’ın doğrudan muhatabı size, siz Allah’ın doğrudan muhatabısınız. İşte böyle bir yürekle, böyle bir zihinle yaklaşın o zaman göreceksiniz daha farklı algılayacaksınız.

minhu ayatun muhkematun hünne Ümmül Kitab O’nun ayetlerinden bir kısmının hükmü kesin ve nettir. ve uharu müteşabihat O’nun ayetlerinden bir kısmı da, ya da diğer kısmı da Müteşabihtir.

Müteşabih üzerinde bir nebze durmak gerekiyor.

Müteşabih benzer demektir. Birbirine benzeyen, benzetilen. Ama Kur’an da böyle bir tasnif yalnızca ve yalnızca tek bir yerde geçer, o da bu ayette. Kur’an ın aslında anahtar metinlerinden biridir şu okuduğumuz ayet. Şu okuduğumuz ibare hatta. Bu cümle Kur’an ı anlamanın anahtar metinlerinden biridir. Şu ilahi metne yaklaşacak olan insan, bu metni bir tasnife tabi tutacaksa eğer mutlaka bu ayette ifade edilen tasnifi göz önüne almak zorundadır.

Kur’an da bazı hakikatleri insana açan bir takım anahtar metinler vardır.İşte bu metin de o anahtar metinlerden bir tanesi, belki birincisidir. Bu metin bize Muhkem ve müteşabihat ayırımını veriyor.

Muhkem, yani kesin olanlar, yani tahkim edilmiş, güçlendirilmiş, ya da netleştirilmiş olanlar. Muhkemi biz tefsir ediyoruz. Açıyoruz, anlamını açıyoruz, tefsir ediyoruz. Bir de müteşabih var. Anlamı tek olmayanlar, kesin olmayanlar, ilk bakışta insanın anlamakta zorlandıkları, ya da ne kadar bakarsa baksın derin anlamını hiçbir zaman net ve tekbir biçimde kavrayamayacağı ayetler. İşte onlar da müteşabih ayetler. Biz de onları ne yapıyoruz? Te’vil ediyoruz.

Muhkem ayetler; Allah ne dedi sorusunun cevabını verirler. Cevabı olurlar. Ama müteşabih ayetler, Allah ne demek istedi sorusunu da mutlaka sordururlar. Allah’ın ne demek istediğiniz de orada mutlaka izah etmek lazım. İşte bir parça te’vil bu anlama geliyor aynı zamanda.

Muhkem ayetlerin yorumu semantik alana giriyor, müteşabih ayetlerin yorumu ise Hermolotik alana giriyor.

Müteşabih ayetler aslında sembolik ve alegorik ifadeler taşıyan ayetler, metnin gabya açılan penceresi diyebilirsiniz. Adeta metni ikiye ayırabilirsiniz. Metnin insan zihninin kavrayışını zorlayan, insan zihnini zorlayan, daha doğrusu zihnin kalıplarına girmeyen, zihnin kalıplarına sığmayan oradan taşan tarafı.

Metnin iki tarafı var, adeta Kur’an ın bir tarafı yücelerin yücesinde, bir tarafı yeryüzünde. İşte metnin ufukları aşan boyutu, aynı zamanda müteşabih boyutudur.

Müteşabihi 3 e ayırabiliriz.

1 – Gaybın sembolik ifadesi olan müteşabih türleri Kur’an da ki bunlar Allah hakkındaki, melekler hakkındaki, cin, şeytan, cennet, cehennem, ahiret hakkındaki ayetler hep bu kısma girer. Bunlar gaybın anahtarı mesabesinde olan müteşabihattır. Gayp insan idrakinin anlamakta acze düştüğü hakikatlerdir. Bu konulardaki ayetler, Yani Allah, cin, melek, cennet, cehennem, ahiret hakkındaki ayetler, bu insan idrakinin anlamakta acze düştüğü hakikatleri insan idrakinin seviyesine indirirler. Bir insan dine çevirirler. Yani öte dilinden insan diline çevirirler.

İşte bu çeviri sırasında tabii ki insanların kullandığı kelimeler kullanılır. Tabii ki insanların bildiği imajlar kullanılır. Tabii ki insanların bildiği eşyalar kullanılır. Örneğin; Cennet denilir, yani has bahçe. Ama insan en azından şunu bilmeli ki hiçbir bahçeye benzemeyen bir bahçe. Ne yaprağıyla, ne ağacıyla, ne suyuyla bildiğimiz, insan idrakinin ulaştığı bir bahçe gibi olmayan bir bahçe. Onun için aslında bu ibareler, bu ifadeler, sembolik ifadelerdir. Sadece biz kavramak için, insan zihnine indirmek için böyle ifadelerin seçildiğini bilmemiz gerekmektedir. Ondan öte hakikatini kavramamızın mümkün olmadığı şeylerdir bunlar.

2 – İkinci müteşabih, ayetlerin ikinci kısmı, zor bir düşüncenin imajılatif ifadesi, Yani gerçekten zor kavranabilen bir düşünce. Örneğin Kainatın yaratılışı. Bizim bilgi ufkumuzu aşan bilgiler. Böyle bir oluşu izah etmek için, elbette ki insan zihninin zorlanması lazım. İnsanın bildiği şeylerle izahta mümkün değil zaten.

Onun için bu hakikati, bu oluşu, kainatın oluşumunu izah ederken anafor metodunu kullanır Kur’an. Anaforik ifadeler kullanır. İşte varlığın yaratılışında olduğu gibi. Adem kıssasında olduğu gibi. İlk insanın ortaya çıkışında olduğu gibi. Allah’ın varlık üzerindeki tasarrufları ve Allah’ın insanla ilişkisini ifade eden ayetlerde olduğu gibi.

Bütün bunlar aslında zor ifade edilecek şeylerdir. Yani yüksek düşüncelerdir. Yüksek düşünceleri dile hemen kolay bir biçimde sığdırmakta mümkün olmamaktadır. Onun için dilin imkanlarını son sınırına kadar kullanıp mecaza başvurmak kaçınılmaz olmaktadır. İşte müteşabihatın ikinci kısmı da budur.

3 – Üçüncü kısmı ise sade bir fikrin çok edebi bir dille anlatılmasıdır ki bu da belegattır. Kur’an da bunu da bulabilirsiniz. Yani aslında ana fikir sade bir biçimde kavranabilir, insanın kavramakta zorlanmayacağı şeydir. Ama onu muhteşem bir üslupla, gerçekten bir belegat, bir beyan, bir bedii üslubuyla verir Kur’an. Bu da Kur’an ın icazının bir kısmıdır zaten.

İşte kısaca müteşabih ayetlerden anlayacağımız bu üç gruba giren ayetlerdir. Ve Kur’an hem müteşabih, hem de muhkem ayetlerden oluşmuş bir metindir tüm metinler gibi.

fe emmelleziyne fi kulubihim zeyğun Aslında bu tasnifi Kur’an niçin yaptı. Elbette ki muhkem ve müteşabih tasnifini Kur’an, Kur’an ı okurken biz bunları sadece tasnif olarak bilelim diye yapmadı. Aslında bu tasnifi yaparken Kur’an bir inanç problemine dikkat çekti. Bu inanç problemi Hıristiyanlaşma adını verdiğim şeyin ta kendisi idi. İlahi mesajı, kastetmediği bir anlama yormak, ilahi mesajı istismar etmek, ilahi mesajı bulandırmak. Tahrifin bir başka çeşidi. Buna siz hermolotik tahrif, yorum tahrifi de diyebilirsiniz.

Tarihte ilahi metinler 2 şekilde tahrif edilmiştir. Ya bizzat metnin kendisi yok edilerek tahrif edilerek tahrip edilmiştir, ya da manası, yorumu farklı yanlara çekilerek Allah’ın kastetmediği anlamlar çıkarılarak tahrif edilmiştir. İşte Kur’an bizi de böyle bir tahrif çeşidine karşı uyarmakta ve demektedir ki;

fe emmelleziyne fi kulubihim zeyğun Kalplerinde yamukluk bulunan kimseler, feyettebiune ma teşabehe min onun müteşabih olan kısmının peşine düşerler. Kalplerinde yamukluk olan kimseler Kur’an ın, ilahi mesajın müteşabih olan kısmının peşine düşerler. Niçin düşerler; İstismar etmek için kimileyin.

Kimileyin onun sırtından geçinmek için.

Kimileyin işine gelmediği için, hoşuna gitmediği için. Negatif öz benliği beğenmediği için.

Kimileyin Allah karşısında müstağni addettiği için kendisini. Kafa kaldırdığı için.

Kimileyin kendi menfaatleri ile çakışmadığı, çatıştığı için. Ama her ne sebeple olursa olsun tarihte hep bu tipler olagelmiş. İnandığı inancın, imanının referansı olan kaynakları tahrif etmek gibi iğrenç bir rolü oynayanlar daima çıkmış ve bugün de çıkmaya devam ediyor.

feyettebiune ma teşabehe minhübtiğael fitneti vebtiğae te'viylih Niçin onun müteşabih olan kısmının peşine düşüyorlarmış; Fitne çıkarmak ve Te’vil etmek amacıyla. Kur’an bu iki amacı öne çıkarıyor. Fitne çıkarmak ve Te’vil etmek. Te’vil etmekle de neyi amaçladır? Biraz önce saydım ya menfaati vardır, ya hoşuna gitmemektedir, ya Allah’ın tercihi ile kendi tercihi örtüşmemektedir, ya siyasi çıkarına, ya ekonomik çıkarına aykırı düşmektedir Allah’ın emri, Allah’ın mesajı. Onun içinde o mesajı ortadan kaldırmak ya da inkar etmek yerine, o mesajı tahrif etmektedir. Eğip bükmektedir, yamultmaktadır. Çünkü yamukluk nerdedir asıl? Yüreğindedir. Yamuk bakanlar hiçbir hakikati doğru göremezler.

Onun için öncelikle onlar suçu, hatayı, yamukluğu baktıklarında değil, bakışlarında aramalılar. Yüreklerinde aramalılar. Yamuk bir yürekle yaklaşanlar hiçbir hakikati doğru göremezler. Kur’an yamuk bir yürekle yaklaşanlara hiçbir doğruyu göstermez.

Onun için Kur’an sifaa ül lil mü-minin kendisine iman edenler için şifadır.

…ve la yeziyduz zalimiyne illâ hasara; İsra/82.

Allah’ın kendisine verdiği selim yüreği doğru yüreği yamultanlar, yamultan zalimlerin hüsranını arttırmaktan başka hiçbir fonksiyonu olmaz Kur’an. Onların sadece zararını ziyanını ve hüsranını arttırır diyor Kur’an.

ve ma ya'lemu te'viylehu illAllah Oysa onun gerçek Te’vilini Allah’tan başka kimse bilemez. Yani Allah’ın alagorik ifadelerle, mecazi ifadelerle düşünce dünyamıza indirdiği, daha doğrusu aşkın hakikatleri insanın zihninin algılaması için bizim dünyamızın kelimelerine çevirdiği hakikatler aslında hakikatiyle, olduğu gibi algılanamazlar. Olduğu gibi algılamak için bizim zihin dünyamız kafi değildir. Biz sadece benzetilen şeyle algılarız.

Örneğin Cenneti benzetildiği bahçe ile algılarız. Bizim cenneti algılayan zihnimiz bahçeden yola çıkarak, soyutlayarak ancak oraya kadar varabilir. Ondan ötesine varması için zihnin kapasitesinin çok daha fazla olması lazım. Ondan ötesine varabilmesi için zihin, cennetin hakikatine ait bir takım şeyleri ya görerek, ya da başka bir yöntemle bilmesi lazım. Keşfetmesi lazım. Oysa ki insanın algı kapasitesinin dışında bir hakikattir o.

O halde başka çareniz yoktur, sadece benzetilen şekliyle anlayacaksınız. Ondan ötesine geçemezsiniz. Yani siz sadece kopyasını gördünüz. Aslını görmüş gibi olamazsınız. Aslı bambaşka ama. Onun için işte burada söylenmek istenen gerçekte budur. ve ma ya'lemu te'viylehu illAllah onun gerçek te’vilini Allah’tan başka kimse bilmez.

ver Rasihune fiyl ılmi yekulune amenna Bihi küllün min ındi Rabbina İlimde derinleşenler derler ki; Biz O’na inanıyoruz amenna Bihi Biz O’na yüreğimizle, kesinlikle inanıyoruz. küllün min ındi Rabbina tümü Rabbimizin katındandır derler. Ve hiç tereddüt göstermezler. Nede? Çünkü İman ile bakmaktadırlar.

İman bir ön bilgidir. İman gibi bir ön bilgiyle yaklaşmayanlar ilahi metinlere, o metinlerin vermek istediği hakikati alamazlar. Onun için İman önbilgisine sahip olmak gerekiyor. İman insan bir ön bilgi verir. Bu ön bilgi sayesinde insan, önündeki metnin satır aralarını okur. Önündeki metinle bütünleşir. Önündeki metinle insan yüreği arasında bir alış veriş başlar. İşte bu İman sayesinde gerçekleşir. Onun için de bu metin nasıl başladı? Allah’ı tanıtarak başladı. Allâhu lâ ilâhe illâ HUvel Hayy'ul Kayyûm; diye başladı. Çünkü o iman olmazsa eğer, eğer bu ön bilgi olmazsa imanın verdiği ön bilgi siz ilahi kelamla muhatap olduğunuzda, ilahi kelam kendi sırrını, kendi yüreğini size açmayacak, sizin yüreğinizle ilahi kelam arasında bir iletişim kurulamayacaktır.

ve ma yezzekkeru illâ ulül elbab; Evet, söylediğimiz hakikatin en güzel ifadesi ayetin sonunda geldi. Bunu, bu derin hakikatleri, derin kavrayış sahiplerinden başkası fark edemez. Evet. Bu yukarıdan beri söylenen derin hakikatleri, bu hakikatlerin tasnifini, bu hakikatlerin hangisinin kendi bilinç dünyamıza indirilip hangisinin gerçekte aşkın bir hakikat olduğunu derin kavrayış sahipleri anlayabilir, kavrayabilir ancak.

8-) Rabbenâ lâ tuzığ kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünKE rahmeten, inneKE entel Vehhab;

Ya Rabbena bizleri hidayetine irdirdikten sonra kalplerimizi yamıltma da ledünnünden bize bir rahmet ihsan eyle. Şüphesiz sensin bütün dilekleri veren vehheb sen. (Elmalı)

Rabbimiz, bize hidâyet ettikten (hakikati gösterip idrak ettirdikten) sonra şuurumuzu (nefsaniyete - egoya) döndürme ve bize ledünnünden bir rahmet bağışla. Muhakkak sen Vahhab'sın.(A.Hulusi)

Rabbenâ O halde ey Rabbimiz;

Burada doğrudan Kur’an ilahi kelam insanın dilinden Allah’a doğru yükselen bir duaya dönüştü. Adeta Rabbimiz burada dua öğretiyor bize ve Allah’tan ne istememiz gerektiğini ifade ediyor. Kendisinden neyi isteyeceğimizi yine O’ndan öğreniyoruz. Ve bir şey daha öğreniyoruz. Bütün bu yukarıda sayılan problemlerin temelde bir yürek, bir kalp problemi olduğunu ve onun içinde şu duayı talim ediyoruz.

Rabbenâ lâ tuzığ kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünKE rahmeten Ey bizim Rabbimiz bize hidayet ettikten, bizi doğru yola ulaştırdıktan sonra kalbimizi kaydırma, ve heb lenâ min ledünKE rahme ve bize katından bir rahmet bağışla inneKE entel Vehhab; Hiç kuşkusuz senin karşılıksız, sınırsızca lütfeden bir ilahlığın var. Yani hiç kuşkusuz sensin karşılıksız ve sınırsızca lütfeden. Onun için karşılıksız ve sınırsız lütfünden bizde bir par istiyoruz Allah’ım. Bu pay yüreğimizin hakikat üzerinde sabit kalmasıdır. Çünkü yürekleri evirip çeviren sensin.

Kâlp dönek demektir. Yerinde duramayan demektir. Sabit bir noktada olmayan demektir. İnkılapta aynı kökten gelir. Devinen sürekli hareket halinde olan belki buradan yola çıkarak şunu da söyleyebilirsiniz. Merkezi seyyal olan güç. Nerede olduğunun tespiti zor olan güç. Onun içinde bakın bazı insanlara. Bazı insanların yüreği nefsindedir. Bazı insanların yüreği midesindedir. Bazı insanların yüreği aklındadır, bazı insanların yüreği ruhundadır. Bazı insanların yüreği daha kötü yerlerindedir. Daha basit daha aşağı, örneğin şehvetindedir.

Onun için belki de bununla bu söylenmek isteniyordur. Kalp lafzının, kalp sözcüğünün etimolojisi bize belki de bu hakikati vermektedir. Ama onu geçiyorum burada özellikle Allah’tan neyi istememiz gerektiğine bir daha dikkat çekiyorum.

Devam ediyoruz.

9-) Rabbena inneKE camiun Nasi liyevmin la raybe fiyh* innAllahe la yuhliful miy'ad;

Ya Rabbena muhakkak ki sen insanları geleceğinde hiç şüphe olmayan bir güne toplayacaksın. Şüphesiz ki Allah mi’adını şaşırmaz. Elmalı)

"Rabbimiz, muhakkak ki sen, oluşacağı konusunda şek, şüphe olmayan süreçte insanları cem edeceksin. Şüphesiz ki Allâh vaadinden dönmez."(A.Hulusi.)

Rabbena inneKE camiun Nasi liyevmin la raybe fiyh Geleceğinden kuşku duyulmayan o günde sen insanlığı bir araya toplayacaksın ey rabbimiz innAllahe la yuhliful miy'ad; Hiç kuşku yok ki Allah vaadinden sözünden dönmez, caymaz.

Bu duayı öğrettikten sonra Rabbimiz nasıl bir yürekle kendisine yakaracağımızı, aslında vahye doğru yaklaşabilmek için gerekli olan yüreğe nasıl sahip olacağımızın yöntemini gösterdikten sonra şimdi bu yüreğe sahip olamadıkları için inkar edenlerin durumuna geçiyor ve diyor ki;

10-) İnnelleziyne keferu len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minAllahi şey'a* ve ülaike hüm ve kudünnar;

O küfredenler, muhakkak ki onlara ne malları, ne evlatları Allah’tan zerrece faide vermeyecektir. Onlar ateşin çırasıdırlar. (Elmalı)

Muhakkak ki kâfirlere (inkârcılara), Allâh'tan açığa çıkacak şeye karşı ne malları ne de evlatları yarar sağlamaz. Bunlar ateşin yakıtıdırlar.(A.Hulusi)

İnnelleziyne keferu Böyle bir yüreğe sahip olamadıkları için küfre saplananlara gelince;

len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minAllahi şey'a Ne malları ne de çocukları onlara, Allah’a karşı yarar sağlamaz, hiçbir yararı olmaz. Ne malın, ne çocuğun, ne servetin, ne makamın, ne hiçbir dünyalığın Allah karşısında hiçbir yararı olmaz diyor ayet. Allah’ı bırakan insan, eşyanın çekim alanına girer dostlar. Allah’ı bırakan insan eşyanın çekim alanına girer. Eşyanın çekim alanına girdiğiniz zaman eşya sizi Allah’tan uzaklaştırır. Onun için hep yüreğinizle Allah’ın rahmetine, Allah’ın mağfiretine sürekli asılacaksınız ki, eşyanın çekim alanına giripte sizi eşya aşağıların aşağısına esfel-i safilin’e indirmesin.

Bir sele kapılır gibi kapılır insan. Unutmayınız insan bir gemi, yürek bir gemi hatta. Tüm sahip olduğunuz dünyalıklar bir okyanus. Eğer su geminin dışında kalırsa gemi rotası yönünde ilerler. Su gemi için cidden yararlıdır. Tıplı sahip olunan servet, makam eğer doğru kullanılırsa insana yol aldırır. Ancak su geminin içine girerse gemi batar.

İşte dünyanın yüreğe girmesi, malın, makamın yüreğe yer etmesi, yürekte olması. Paranın, altının, gümüşün buna benzer tüm dünyalıkların yürekte yer etmesi, suyun gemiye girmesi anlamını taşır. Su gemiye girince gemi batar.

Allah’a tutunan ruhlar yücelir. Eşyaya tutunan bedenler alçalır. Onun için şu bedeniniz eşyaya tutunduğu için dünyada kalıyor. Eğer ruhunuzdan yana geliştirirseniz, gelişirseniz o zaman dünyanın çekim gücünden kurtulabilirsiniz. O zaman yüce ruhlar arasında olabilirsiniz.

ve ülaike hüm ve kudünnar; Ve işte onlardır ateşin yakıtı olanlar.

Bu da yukarıdaki gibi sembolik bir ifade.İşte müteşabih ayetlerden biri de şu okuduğum cümledir. Onların, ateşin yakıtı olması. Hakikatte bu ateşin nasıl bir ateş olduğunu ne ben izah edebilirim, ne de siz kavrayabilirsiniz. Ancak biz sadece bize bu hakikat dünyadaki bir nesne, yakıcı bir nesne ile izah ediliyor o kadar. Ancak bu yanma nasıl bir yanmadır. Bildiğimiz bir tip yanma olmadığı bir gerçek. Bu ateşin bildiğimiz türden bir ateş olmadığı da bir gerçek. Ancak düşünce dünyamıza, beşer dünyamıza bu ilahi ve aşkın hakikat, ancak bildiğimiz kelimelerle izah edilip bildiriliyor o kadar. Onun için biz de böyle söylüyor, böyle algılıyoruz.

Lakin ilim sahipleri, ilimde derinleşenler bu kelimelerin gösterdiği, işaret ettiği temel hakikatlere dikkat çekildiğini hep göz önünde tutarak bildiğimiz eşyaya indirgemezler hakikati. Hakikatin daha öte bir mahiyeti, bir değeri olduğunu hiç unutmazlar. Onun için de ateş deyince gözlerinin önüne bildiğimiz bu dünyevi ateş gelmez. Onlar daha derin bir hakikatin ifade edildiğini, ay da edilmek istendiğini hemen anlıyı verirler.

Burada bize Kur’an ilahi mesaj karşısında kör ve sağır davrananların, ilahi mesaja doğru bir biçimde yaklaşmayanların, Tarihte nasıl bir örnek sergilediği konusunda bir misal veriyor. O misal de firavunun döneminden bir misal;

11-) Kede'bi ali fir'avne velleziyne min kablihim* kezzebu Bi ayatina* feehazehümullahu Bi zünubihim* vAllahü şediydül ıkab;
Tıpkı Âli fir’avnnin gidişi gibi, ki ayetlerimizi tekzip ettiler de Allah onları cürümleri ile tutup alıverdi Allah’ın ikabı çok şiddetlidir. (Elmalı)

(Onların gidişatı) tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi... (Onlar) işaretlerimizi (Esmâ'nın açığa çıkışı olan işaretleri) yalanlamışlardı. Allâh da onları bu suçlarıyla yakalayıverdi. Allâh Şediyd ül'Ikab'dır (yapılan suçun hak ettiği karşılığı vermede çok şiddetlidir).(A.Hulusi)

Kede'bi ali fir'avne velleziyne min kablihim Evet., Onların gidişatı da, yani yukarıdaki ayette ifade edilen ve Allah’a karşı dünyalıkların cazibesine kapılıp Allah’a sırt dönen ve küfredenlerin gidişatı, tıpkı firavun toplumunun ve onlardan öncekilerin gidişatı gibidir.

Kur’an bir kıyaslama yapıyor. Kur’an nasıl ki yüzlerce hatta binlerce yıl önce yaşamış olan firavun ve odan öncekilerin örneğini ilk muhatapları olan Miladi 7. y.y. ın insanına getirdi anlattı ise aynen o örneği biz de zamanın içinden çekip bu güne getirebiliriz. Bu günde bakabiliriz şöyle. Ve bu ayetin muhatabı olan insanları bugün de seçebiliriz. Tıpkı firavun ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi gidişatı olan grupları, toplumları, kitleleri bugünde ayrımsayabiliriz.

Ne yaptılar onlar? Onların ortak özellikleri var bunlardan tanırsınız.Bunlardan ayrımsarsınız onları. Nasıl tanıyacaksınız? İşte; kezzebu Bi ayatina Mesajlarımızı yalanladılar. Nasıl firavunlaşır, nasıl bir firavun toplumu oluşur, bunun birinci unsuru kezzebu Bi ayatina Ayetlerimizi yalanladılar.

Peki nedir akıbet? Ayeti yalanlayan, mesajı yalanlayan Allah’ın gönderdiği ilahi mesajı yalanlayan bir toplumun sonu ne olur? feehazehümullahu Bi zünubihim Ve Allah’ta onları günahları nedeniyle yakalayıverdi. vAllahü şediydül ıkab; Ve Allah cezalandırması çok şiddetli olandır.

12-) Kul lilleziyne keferu setuğlebune ve tuhşerune ila cehennem* ve bi'sel mihad;

O küfredenlere de ki;Siz mutlak yenileceksiniz ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz. O ise ne fena döşektir. (Elmalı)

Kâfirlere (hakikati inkâr edenlere) de ki: "Yenileceksiniz ve cehennemde toplanacaksınız... Ne kötü döşektir o!"(A.Hulusi)

Kul lilleziyne keferu setuğlebune ve tuhşerune ila cehennem* De ki bu tip, inkarı kendilerine meslek olarak seçenler, inkarında direnenler için de ki; setuğlebune yenileceksiniz. İnkarında direnen bu muannit kafirlere, bu münkirlere, bu nankörlere, Allah’ın kendilerine tenezzül edip, kendilerini muhatap alarak kendilerine gönderdiği mesajlara sırt çeviren bu inkarcılara, bu vahiy nankörlerine de ki; setuğlebune yenileceksiniz. Bu tavrınızla mutlaka alt olacaksınız. Alt olacaksınız çünkü Allah’a karşı baş kaldırdınız. Çünkü Allah’a karşı kibirlendiniz. Allah’ın mesajına sırt döndünüz. Hakikate sırt döndünüz. Hakikate sırt dönmenin bedeli, hem dünyada hem ahirette kaybetmektir.

Neyi kaybetmek? Kendinizi kaybetmektir başta. Çünkü kendinize sırt dönmeden Allah’a sırt dönemezsiniz. Kendi gerçeğinize göz kapamadan Allah gerçeğine göz kapayamazsınız. Onun için kendi gerçeğine göz kapayan kendisine yabancılaşır. Kendisine karşı yabancılaşan, eşyaya karşı yabancılaşır ve bu yabancılaşma en sonunda bir yenilgiyi getirir. İşte bu yeniliştir.

Neye yeniliş? Eşyaya yenileceksiniz, sahip oldum zannettiğiniz şeylere yenileceksiniz. Makama yenileceksiniz siz eşyadan daha şerefli olduğunuz halde, siz servetten daha şerefli olduğunuz halde, siz evden, makamdan, arabadan daha şerefli olduğunuz halde, sizden daha şerefsiz olan eşya sizi yenecek. Sizi alt edecek. Ve siz bunlarla çıktığınız güreşte sırtınız yere gelmiş olarak tuş olacaksınız. Yenileceksiniz. Neden? Çünkü sahip olduğunuzu zannettiğiniz şeyler size sahip oldu. Onun için de Allah’a sırt çevirdiniz. Hatırlayınız yukarıda;

len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minAllahi şey'a Ne malları ne de çocukları onlara, Allah’a karşı yarar sağlamaz diyordu ya, İşte buradaki hakikatte onun bir devamı adeta. setuğlebune ve tuhşerune ila cehennem ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne fena duraktır, ve bi'sel mihad; Ne fena döşektir, ne fena yataktır, ne fena beşiktir.

Aslında mihad; mehd’den gelir. Beşik anlamı daha hoş. Çünkü böyle bir sona ulaşan insanlar ruhen çocukturlar. Tabii ki safiyet olarak, temizlik olarak, bir bebe temizliğinde değiller, ama ruhları gelişmemiştir. Onun için de bebek gibi şuurları gelişmemiştir. Akılları gelişmemiştir. Ferasetleri, basiretleri, muhakeme yetenekleri gelişmemiştir. İyiyi kötüden ayıracak duyguları gelişmemiştir. Hiç bir şeyleri gelişmemiştir. Onun için de varacakları yer kötü bir beşik olacaktır. En kötü beşikte beleneceklerdir.

13-) Kad kâne leküm ayetün fiy fieteynil tekatâ* fietün tükatilü fiy sebiylillâhi ve uhra kâfiretün yeravnehüm misleyhim ra'yel ayn* vAllahu yüeyyidü Bi nasrihi men yeşa'* inne fiy zâlike le 'ıbreten liülil ebsar;

Muhakkak ki bir ayet oldu size; Çarpışan iki Cem’iyette;Bir cem’iyet Allah yolunda vuruşuyordu, diğeri de kafir. Onlaro göz göre kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah’ta Nusretiyle dilediğini te’yit buyuruyordu. Görecek gözleri olanlar için elbette bunda şüphesiz bir ibret var. (Elmalı)

Hakikat ki; sizin için, karşı karşıya gelmiş iki topluluğun hâlinde bir işaret - ibret vardı; bir topluluk Allâh için vuruşurken, diğerleri kâfirdi ve onları gözleriyle kendilerinin iki misli olarak görüyorlardı. Allâh dilediğini yardımıyla destekler. Muhakkak bunda basîret sahipleri için büyük ibret vardır. (A.Hulusi)


Kad kâne leküm ayetün fiy fieteynil tekatâ Karşı karşıya gelen iki ordu da sizin için bir mesaj vardır. fietün tükatilü fiy sebiylillâh Bu iki ordudan bir tanesi Allah yolunda savaşıyordu. ve uhra kâfiretün diğeri ise inkarında direniyordu. yeravnehüm misleyhim ra'yel ayn Onlar, yani müminler, mümin ordusu, burada Bedir savaşından bahsedildiğini söyler bir çok müfessir, ama ayetin genelinden El menar sahibinin de vurguladığı gibi ayetin genelinden çıkardığımız sonuç tarihin bir yasasına dikkat çekiliyor o da şu; Tarihin aktif öznesi daima çok olanlar değil, az olup ta imanlı ve disiplinli hareket edenlerdir. Tarihin pasif nesnesi daima kalabalık olsalar dahi disiplinsiz ve inançsız oldukları için sürüler, kalabalıklar, kitleler halinde pasif nesne olmaya razı olanlardır. Evet..!

İşte bu tarihi hakikati bu ayet bu ifadelerle dile getiriyor ve diyor ki; Karşı karşıya gelen iki ordu da sizin için bir mesaj vardı. Ordunun bir tanesi Allah yolunda harp ediyor, bir diğeri de küfründe direniyordu.

ve uhra kâfiretün yeravnehüm misleyhim ra'yel ayn onlar yani müminler ötekilerin iki misli olduğunu bizzat kendi gözleri ile görüyorlardı. Müminler kafirlere bakıyorlar, en az iki katı olduğunu görüyorlardı. Ki 3 katıydı biliyorsunuz, 3 katına yakındı Bedir’de. Müminler 300 küsur kişiyken, kafirler 1000 i aşkın ve çok iyi silahlanmış, iyi techiz edilmiş bir orduya malik idiler müşrikler. Ama çağlar üstü hakikatin ifadesi olarak alırsanız aslında daha doğru bir yaklaşımla anlamış olursunuz.

vAllahu yüeyyidü Bi nasrihi men yeşa Evet, asıl olan burada neydi? Allah’ın kimi desteklediği, yani hakikatin kimden yana olduğu idi. İşte onun için Allah ise dilediğini yardımıyla güçlendirir diyor Kur’an. Allah dilediğini yardımıyla güçlendirir. Allah gibi bir desteğiniz bir tutamağınız, bir barınağınız, bir sığınağınız varsa o zaman neye muhtaçsınız..! Allah’ınız yoksa neyiniz var. İşte bu noktada Allah’ın sizi desteklemesi aslında imanın, disiplinin, çabanın, gayretin size getirdiği kazançtır. Size verdiği değerdir.

inne fiy zâlike le 'ıbreten liülil ebsar; işte bu olayda basiret sahipleri için elbette ibretler vardır. Tabii ki basiretle bakanlar bu olaydan tarihin yasasını okuyacaklardır. Tarihin yasasını okuyacaklar çünkü tarihin yasası ulül elbab olan küçük bir azınlığın, yani düşünen öz akıl sahibi olan, sayısı az da olsa küçük bir azınlığın tarih boyunsa ekser'ün nâs, insanların çoğuna galip geldiği hakikatidir. Onun için sayıların sultasına teslim olan gerçekten kendisine yazık etmiştir.

Çokta değil Hak ta olmak esastır onun için. Kalabalıkların nerede olduğuna bakarak gidişatını tespit edenler, belirleyenler aslında tarihin aktif öznelerinin diama disiplin, iman ve düşünenler safında olduğunu unutanlardır.

kem min fietin kaliyletin ğalebet fieten kesiyraten Bi iznillah Bakara/249

Hatırlayın Bakara suresindeki bu ayeti Talut ve Calut kıssası anlatılırken, Nice az topluluklar vardır ki sayıca az topluluklar, disiplin ve imanlarıyla kalabalıkları, kendilerinden kat kat fazla kalabalıkları yenmişlerdir. Saf dışı etmişlerdir.

14-) Züyyine linNasi hubbüş şehevati minen Nisai vel beniyne vel kanatıyril mükantareti minezzehebi vel fiddati vel haylil müsevvemeti vel en'ami vel hars* zâlike metaul hayatid dünya* vAllahü 'ındehu husnül meâb;

İnsanlara; Kadınlar, oğullar,yüklerle altun ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden şehevat sevgisi bezendi. Fakat bunlar dünya hayatının geçici meta’ı, Halbuki Allah, akıbet güzelliği onun yanındadır. (Elmalı)

İnsanlara süslü gösterilerek, kadınlara, çocuklara, kantar kantar altına ve gümüşe, soylu atlara, sığırlara, ekinlere şehvetli bir düşkünlük oluşturulmuştur. Oysa bunlar geçici dünya zevkleridir. Allâh ise... Varılacak en güzel hedef O'nun indîndedir. (A.Hulusi)

Züyyine linNasi hubbüş şehevat Tutkulu bir sevgi duymak insanlara cazip kılındı diyor. Ne konusunda tutkulu bir sevgi duymak insana cazip kılındı? minen Nisai kadınlara, vel beniyne çocuklara özellikle oğullara, vel kanatıyril mükantareti minezzehebi vel fiddati Altın ve gümüş cinsinden yığılmış servetlere, vel haylil müsevvemeti alamet-i farika atlara, favori atlara vel en'ami sürülere, vel hars arazilere, arsalara, ekinlere karşı tutkulu bir sevgi duymak insana çok cazip göründü, çok çekici kılındı diyor Kur’an.

Aslında bunlar, o gün cazip kılınan şeyler. Siz bu güne de aktarabilirsiniz o gün cazip kılınan şeyleri ve çoğaltabilirsiniz.

zâlike metaul hayatid dünya Bütün bunlar dünya hayatının geçici değerleridir. Bütün bu sayılanlar dünya hayatının geçici değerleridir.

vAllahü 'ındehu husnül meâb; Fakat en güzel gelecek Allah katındadır. Gerçekten siz hangi istikbali istiyorsunuz. Hangi istikbali istediğinize önce karar verin, daha sonra neyin değerli olduğunu tespit edersiniz. Neyin değerli olduğunu tespitte ölçü eğer şehvetiniz olursa, işte o zaman bu ayeti tekrar okuyun. Bu sayılanlar sizin için değerlerin en yücesinde yer alacaktır.

Önemli bir anektot hubbüş şehevat şehvetin sevgisi, yani tutkulu bir sevgiden söz ediyor ayet. Tutkulu bir sevgi. Aslında bu sevgi de değil, tutku, tutkunun ta kendisi.

Dostlar, tutku tutuklar, sevgi özgürleştirir. Onun için burada insanı tutuklayan, insanın elini kolunu bağlayan, insanın yüreğine görünmez zincirler geçiren, eşyaya, mala, evlada olan tutkudan söz ediliyor. İşte bu tutku insanın duyargalarını kör eden ve insana ebedi istikbali değil, geçici geleceğe ayarlar ve insan ebedi istikbalini, geçici ufacık geleceği için feda edebilir. Ona bir dikkat çekiştir bu.

15-) Kul eünebbiüküm Bi hayrin min zâliküm* lilleziynettekav ınde Rabbihim cennatun tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha ve ezvacün mütahharetün ve rıdvanun minellah* vAllahu Besıyr'un Bil'ıbad;

De ki size o istediklerinizden daha hayırlısını haber vereyim mi? Korunan kullar için rablerinin yanında cennetler var ki altlarından ırmaklar akar. İçlerinde ebedi kalmak üzere onlar hem orada kendilerine gayet Pakize zevceler var. Hele Allah’tan bir Rıdvan var. Ve Allah görür o kulları. (elmalı)

De ki: "Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allâh indînde korunanlar için altlarında ırmaklar akan cennetler vardır ki, orada sonsuza dek kalıcıdırlar. Hem de orada tertemiz eşler (bilincin eşi kusursuz hastalıksız beden olarak da anlaşılabilir) ve Allâh'ın kendilerinden razı olması vardır. Allâh kullarının hakikatinde olarak Basıyr'dir." (A.Hulusi)

Kul eünebbiüküm Bi hayrin min zâliküm De ki onlara; Size bütün bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?

lilleziynettekav ınde Rabbihim cennatun tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha Rableri katında sorumluluk bilincine sahip olan kimseler için Rableri katında, içinden ırmaklar akan ve içinde kalıcı olacakları, yerleşip kalacakları has bahçeler vardır. ve ezvacün mütahharetün ve tertemiz eşler vardır, ve rıdvanun minellah ve dahası da vardır ki bu en büyüğüdür zaten, Allah rızası vardır. vAllahu Besıyr'un Bil'ıbad; Ve Allah kullarını bütünüyle görür.

Allah’ın kullarını bütünüyle görmesi ve bir kulun Allah’ın kendisini bütünüyle görmesi, basiyr sözcüğünün içerisinde. Çünkü mübalağa vardır burada, mübalağa ile görür. Bütünüyle çeviriyorum onun için. Bütünüyle görmesi, sadece dışını değil içini de görür. Sadece eylemlerini değil, yüreğini de görür. Sadece yaptıklarını değil, zihninden geçirdiklerini de görür. Görür ve buna göre akıbetini kararlaştırır.

İşte burada gaybi bir hakikatin insan bilincine nasıl indirildiğinin örneğini bu ayette görüyoruz. Bakınız bu ayette insana verilecek olan içinde ırmaklar akan cennet, yani has bahçe, tertemiz eşlerden söz ediliyor. Aslında bunlar da birer müteşabihtirler. Gaybi birer hakikattirler, lakin kendi düşünce dünyamıza, algı dünyamıza bu kelimelerle indirilmektedirler.

16-) Elleziyne yekulune Rabbena innena amenna fağfir lena zünubena ve kına azaben nar;

Onları ki ya Rabbena derler; İnandık, iman getirdik, artık bizim suçlarımızı bağışla ve o ateş azabından koru bizleri (Elmalı)

Onlar şöyle derler: "Rabbimiz, biz kesinlikle iman ettik. Artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi yanmaktan koru!" (A.Hulusi)

Elleziyne yekulune Rabbena innena amenna fağfir lena Ey rabbimiz bizi bağışla. Biz iman ettik, zünubena günahlarımızı da bağışla ve kına azaben nar; ve bizi ateşin azabından koru diyen kimseleri. Devam ediyoruz:

17-) EsSabiriyne ves Sadikıyne vel Kanitiyne vel Münfikıyne vel Müstağfiriyne Bil eshar;

O sabredenleri, o doğruluktan şaşmayanları, o elpençe divan duranları, o nafaka verenleri ve seher vakitlerinde o istiğfar edip yalvaranları (görür). (Elmalı)

(Onlar) sabredenlerdir, sadıklardır, kanitlerdir (kulluğunun idrakıyla boyun eğmişlerdir), (muhtaçlara) bağışlayanlardır, seher vakti (uyanma sürecinde) eksikliklerinden dolayı istiğfar edenlerdir. (A.Hulusi)

EsSabiriyne Direnenler, zorluk karşısında direnen kimseleri ves Sadikıyne iman sözüne sadakat gösteren kimseleri vel Kanitiyne Allah önünde boyun eğen, başka hiçbir şeyin önünde eğilmeyen kimseleri vel Münfikıyne Allah yolunda varlığından harcayan kimseleri vel Müstağfiriyne Bil eshar; seherlerde ya da Eshar İbn. Mansur’un Lisan-ı Arapta ifade ettiği gibi öz, iç, kalp,içinde, içi manasına geliyor, en doğru anlam şu olsa gerek ta..! yürekten, taa..! özden, ta..! ciğerden Allah’a af dileyen kimseleri, ne olsun bu kimseler? Yukarıda söylüyor aslında, Allah görür. Bunları görür Allah.

Ey bizim rabbimiz, biz sana iman ettik, bizi bağışla, günahımızı bağışla, bizi ateşin azabından koru diyen kimseleri, sabreden, direnen, imanında sadakat gösteren, Allah’a boyun eğen, Allah yolunda harcayan ve Allah’tan af dileyen ta..! özden, yürekten af dileyen kimseleri: vAllahu Besıyr'un Bil'ıbad; Allah bütünüyle görür. İşte bunları da görür.

Burada sevgili dostlar önemli bir hakikat ifade ediliyor. Bu da Allah’tan af dilemek. Resulallah’tan gelen seherde istiğfar konusundaki bir yığın rivayeti geçiyorum. Çok önemli bunlar. Ancak zaman darlığı nedeniyle geçmek zorundayım.

Resulallah’ın;

- Ben günde 100 defa Allah’a istiğfar ederim..! Deyişini hatırlayınız.

Aslında bu bir haddini bilmektir. İstiğfar, tevbe, Allah’tan af dilemek. Bu “Ben haddimi biliyorum ya rabbi.” Demenin öbür adı değil mi..! İnsanın kendi haddini itirafı değil midir..! Aslında bu ne anlama geliyor? Bu insanın kendisini bilmesi anlamına gelmiyor mu? Ben kendimi biliyorum ya rabbi.

Estağfurullah diyen, tevbe eden, Allah’tan af dileyen; Ben kendimi biliyorum ya rabbi, demiştir. Sınırlarını itiraf etmiştir Allah’a. Haddini bildiğini itiraf etmiştir. Eğer sınırlarını bilirse bir insan, haddini bilirse bir insan, İnsanın Allah’ı bilmesi haddini bilmesine bağlıdır dostlarım. İşte şimdi o ifade ediliyor, bu gerçek ifade ediliyor.

18-) ŞehidAllâhu enneHÛ lâ ilâhe illâ HUve, vel Melâiketü ve ulül 'ılmi kaimen Bil kıst* lâ ilâhe illâ HUvel Aziyz'ül Hakiym;

Şahadet eyledi ki Allah şu hakikatlelâ ilâhe illâ HU, başka tanrı yok, ancak O Bütün meleklerle ilim uluları da adl-ü Hakkaniyetle durarak şahid: Başka tanrı yok, ancak o, Aziyz o, Hakîym O. (Elmalı)

Allâh şehâdet eder, kendisidir "HÛ"; tanrı yoktur; sadece "HÛ"! Esmâ'sının kuvveleri olanlar (melâike) ve Ulül İlm de (ilim açığa çıkardığı mahaller) bu hakikatin Hak oluşuna şehâdet eder, Adl'i kaîm kılarlar. Tanrı yoktur, sadece "HÛ"; Aziyz, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

ŞehidAllâhu enneHÛ lâ ilâhe illâ HU Allah’ın bizzat kendisi, kendisinden başka ilah olmadığına şahittir. Ayet aynen böyle. Allah kendi kendisine şahittir ki O’ndan başka ilah yoktur.

vel Melâiketü ve ulül 'ılmi kaimen Bil kıst Meleklerde ve adaleti kendisine düstur edinen, adaleti kendisine esas edinen ilim adamları da bu hakikate şahittirler ki;

lâ ilâhe illâ HUvel Aziyz'ül Hakiym; Allah kendisinden başka ilah olmayandır, İzzet sahibidir, hikmet sahibidir. Allah’ta şahittir, melekleri de şahittir ve adaleti emreden ilim adamları da bu gerçeğe şahittirler diyor Kur’an.

İşte yukarıda ki istiğfar eden kimselerin, kendini bilen kimselerin Allah’ı da bildiği hakikatinin bir devamı olarak alınırsa, bu bilmenin şu iman temeli üzerine kurulması lazım. Yani kendi kendini bilmek ancak böyle bir iman temeli üzerinde mümkün olabilir. Eğer böyle bir iman üzerine şahsiyetini bina etmezse insan, kendi kendisinin sınırlarını da unutur. Kendi sınırlarını unutursa bazen bakarsınız ilahlığa kalkışabilir. İlahlık iddiasına kalkışabilir.

Elbette ki ben tanrıyım, ben ilahım demez, ama öyleymiş gibi yapar. Öyleymiş gibi davranır. Hatta Allah’ın işini üstlenmeye kalkar. Allah’ın sınırına müdahale etmeye kalkar. Allah’ın mesajına müdahale etmeye kalkar. Allah’ın mesajına sırt döner ve kendi mesajını Allah’ın mesajının önüne geçirebilir.

19-) İnned Diyne 'ındAllâhil İslâm* ve mahtelefelleziyne utülKitabe illâ min ba'di ma caehümül ılmü bağyen beynehüm* ve men yekfur Bi ayatillahi fe innAllahe seriy'ul hisab;

Doğrusu Allah indinde din İslam’dır. O kitap verilenlerin ihtilaf etmeleri ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki bağıyden, ihtirastandır. Her kim de Allah’ın ayetlerine küfrederse şüphe yok ki Allah çabuk hesaplıdır. (Elmalı)

Allâh indînde Din, İslâm'dır. Kendilerine Kitap (bu konuda bilgi) verilenler, onlara verilen bu ilimden sonra haset ve ihtirastan dolayı ayrılığa düştüler. Kim Allâh'ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ'sının açığa çıkışı olan işaretleri) örterse, muhakkak ki Allâh Seriy'ül Hisab'dır (yapılan işin hesabını anında sonuçlandıran). (A.Hulusi)

İnned Diyne 'ındAllâhil İslâm O halde, bu hakikatler hep birbirinin devamı. Allah katında tek din nedir? İslam’dır.

İslam 3 mastara birden izafe edilir. Selamdır, barıştır, teslimiyettir, Allah’a kayıtsız şartsız itaattir ve selamettir. Kurtuluştur. Elbette Allah’a kayıtsız şartsız teslim olan iç barışa erer. İçindeki savaş durur ve iç barışa ulaşır. Yüreğinde bir barışa kavuşur. Kendisi ile barışır ve barışa kavuşur. Kendisi ile tanışıp iç barışı kazanan kurtulur, selamete ulaşır. Ve devam ediyor.

ve mahtelefelleziyne utülKitabe illâ min ba'di ma caehümül ılmü bağyen beynehüm Daha önce kendilerine mesaj gönderilenler başka değil yalnızca kıskançlıktan dolayı kendilerine gerçeğin alameti gelmesine rağmen farklı görüşlere saptılar. Evet, kıskançlıklarından dolayı kendilerine gerçeğin alameti gelmesine rağmen farklı görüşlere saptılar. İnançlarını tartışmaya açtılar.

ve men yekfur Bi ayatillahi fe innAllahe seriy'ul hisab; Kim Allah’ın mesajlarını inkar eder, kim Allah’ın mesajlarını tanımazlıktan gelirse fe innAllahe seriy'ul hisab; O çok iyi bilsin ki Allah hesabı çabucak görendir, onun hesabını da bir gün görüverir.

20-) Fein haccuke fe kul eslemtü vechiye Lillahi ve menittebean* ve kul lilleziyne utül Kitabe vel ümmiyyiyne eeslemtüm* fein eslemu fekadihtedev* ve in tevellev fe innema aleykel belağ* vAllahu Basıyr'un Bil'ıbad;

Buna karşı seninle münakaşaya kalkışanlara de ki; “Ben yüzümü İslam ile tertemiz Allah’a tuttum. Bana tabi olanlar da.” O kitap verilenlerle verilmeyen ümmilere de de ki; “Siz İslam’ı kabul ettiniz mi?” Eğer nizayı keser İslam’a girerlerse doğru yolu bulmuşlardır. Yok yüz çevirirlerse sana da düşen ancak tebliğdir. Allah görüyordur o kulları da. (elmalı)

Eğer seninle tartışırlarsa de ki: "Vechim Allâh'a teslimdir; bana tâbi olanların da!" Hakikat - Sünnetullah bilgisi verilmiş olanlar ile ümmî olanlara (bu bilgiden habersiz olanlar - müşriklere) de ki: "Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?.." Eğer teslim olurlarsa hakikati kabullenmiş olurlar. Ama yüz çevirirlerse, işin onlara tebliğden ibarettir. Allâh, kullarındaki Esmâ'sının sonucu olarak da Basıyr'dir (değerlendirendir). (A.Hulusi)

Fein haccuke fe kul eslemtü vechiye Lillahi ve menittebean Şu halde eğer seninle tartışırlarsa de ki; Ben tüm varlığımla Allah’a teslim oldum ve menittebean bana uyanlar da Allah’a teslim oldular de. ve kul sor onlara lilleziyne utül Kitabe vel ümmiyyiyne eeslemtüm vahiy emanet edilenlere ve vahiyden bi haber olanlara. Yani hem ehli kitaba, kitap ehline, hem de müşriklere sor de ki; eeslemtüm siz Allah’a kayıtsız şartsız teslim oldunuz mu?

İşte İslam budur. İslam insanlığın değişmez değerlerinin öbür adıdır. Onun için İslam sadece bu ümmetin malı değildir. İslam tarih boyunca tüm insanlığın değişmez hakikatlerinin öbür adıdır ve tüm peygamberler İslam peygamberidir. Ve tüm peygamberlerin getirdiği din de İslam’dır. Ve kayıtsız şartsız Allah’a teslim olan herkes katıksız Müslüman olarak isimlendirilir, çünkü İslam teslimiyettir.

fein eslemu fekadihtedev Ve onun içinde ayet böyle diyor. Eğer kayıtsız şartsız Allah’a teslim olurlarsa hidayete ulaşmış olurlar, doğru yolu bulmuş olurlar.

ve in tevellev fe innema aleykel belağ Eğer yüz çevirirlerse, sırt dönerlerse sana düşen yalnızca ve yalnızca tebliğ etmektir.

vAllahu Basıyr'un Bil'ıbad; Allah kullarını bütünüyle görmektedir.

21-) İnnelleziyne yekfurune Bi ayatillahi ve yaktulunen Nebiyyiyne Bi ğayri Hakkın ve yaktulunelleziyne ye'murune Bil kıstı minen Nasi febeşşirhüm Bi azâbin eliym;

Her halde onlar, Allah’ın ayetlerini tanımayanlar ve haksızlıkla peygamberleri katleyleyenler ve insanlar içinde adl-ü insaf emreden kimseleri katledenler şimdi hep bunlara elim bir azap müjdele. (elmalı)

Allâh'ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ'sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkâr edenlere, Hakk'ın muradına karşı Nebileri öldürenlere, insanlardan adl ile hükmedenleri öldürenlere gelince; onları feci bir azap ile müjdele! (A.Hulusi)

İnnelleziyne yekfurune Bi ayatillahi ve yaktulunen Nebiyyiyne Bi ğayri Hakk Bu hakikati beyandan sonra hemen Kur’an, özellikle Yahudilerin peygamber katletmekle meşhur olan, tarihlerinde böyle bir sabıkaları olan Yahudilere yöneliyor ve diyor ki; İnnelleziyne yekfurune Bi ayatillahi Allah’ın ayetlerini, mesajlarını inkar eden ve yaktulunen Nebiyyiyne ve peygamberleri acımasızca katleden Bi ğayri Hakkın haksız yere acımasızca katleden kimseler, ve yaktulunelleziyne ye'murune Bil kıstı minen Nas ve insanlara adil davranmayı emredenlerin kanına giren şu kimseler febeşşirhüm Bi azâbin eliym; İşte bunları bu tipleri acıklı bir azap ile müjdele.

Adeta ince bir ironi var burada. Onlar kendilerinin cennetle müjdelenmesini bekliyorlar değil mi? Siz onları cehennemle müjdeleyin. Çünkü onlar kendi peygamberlerini katlettiler ey Muhammed. Seni inkar etmeleri aslında hiçte olağan dışı bir şey değil. Hiçte şaşırtıcı bir şey değil. Çünkü bizzat onlar kendi içlerinden çıkan peygamberleri taşladılar, öldürdüler, kimilerini kestiler, koyun gibi boğazladılar.

22-) Ülaikelleziyne habitat a'malühüm fid dünya vel ahireti, ve ma lehüm min nasıriyn;

İşte bunlar dünya ve ahirette amelleri heder olmuş kimselerdir ve onları kurtaracakta yoktur. (elmalı)

İşte onlar, dünyada da sonsuz gelecek sürecinde de yaptıkları boşa gidenlerdir. Onlara yardımcı da yoktur. (A.Hulusi)

Ülaikelleziyne habitat a'malühüm fid dünya vel ahireti Böyle davrananlar, ilahi mesaja sırt dönenler, ilahi mesajı duymak istemeyenler için bu ayet. Ülaikelleziyne habitat a'malühüm fid dünya vel ahireti Onların eylemleri dünya ve ahirette boşa gitmiştir. İlahi mesaja sırt döndükten sonra bir insanın Allah’tan bağımsız bir iyilik felsefesi geliştirmesi mümkün mü? Allah’tan bağımsız bir iyilik felsefesi geliştiremezsiniz, onun için sadece dinler bir vicdan yaratır. Din dışı hiçbir ideoloji, Allah’tan bağımsız bir vicdan meydana getiremez. ve ma lehüm min nasıriyn; Onlara yardım eden de bulunmayacaktır.

Bunun örneği nedir dostlarım? Küçük, öksüz bir kız çocuğunu yanına alıp büyütmek isteyen bir insan düşünün. Siz ilk etapta bu insanın bu davranışına hayran olunacak bir davranış gibi bakarsınız değil mi? Yoksul, sokakta kalmış bir kız çocuğunu, bir yetim kız çocuğunu evine alıp büyütüyor. Ancak bu insanın yüreğinde zihninin derinliklerinde şöyle bir niyet olsa siz hala hayran olunacak bir davranış olarak bakar mısınız. “Bu çocuğu büyüteyim ve bunu kötü emellerime alet edeyim.” Diye bu kız çocuğunu, bu yetim ve öksüz kız çocuğunu yanına alıp büyütmek isteyen bir insanın zihninin derinlerindeki bu kötü niyeti öğrenince ne dersiniz? “Ne kadar adi bir davranış..!”

Peki bir davranışı hem ne kadar yüce bir davranış, hem de ne kadar adi bir davranış olarak iki farklı kategoride değerlendirmenize sebep ne oldu? Onun niyetini bilmeniz değil mi? İşte Allah böyle niyetleri bilir.

23-) Elem tera ilelleziyne ûtû nasıyben minel Kitabi yüd'avne ila Kitabillahi li yahküme beynehüm sümme yetevella feriykun minhüm ve hüm mu'ridun;

Baksana o kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlara, aralarında hakem olması için Allah’ın kitabına davet olunuyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyorlar. Bunun sebebi. (elmalı)

Vahyedilen bilgilerden bir nasip verilmiş olanları görmedin mi; aralarında hüküm verilmesi için Allâh vahyine davet ediliyorlar, sonra onlardan bazıları yüz çevirip gidiyor. (A.Hulusi)

Elem tera ilelleziyne ûtû nasıyben minel Kitabi yüd'avne ila Kitabillahi li yahküme beynehüm Baksana şu kendilerine daha önce vahiyden bir pay verilenlere, aralarını bulmak için Allah’ın kitabına çağırılmıştılar onlar. sümme yetevella feriykun minhüm ve hüm mu'ridun; Sonra onlardan bir kısmı döneklik yaparak yüz çevirdiler Allah’ın vahyinden. Oysa ki onlar Allah’ın kitabına çağırılmıştılar daha önceden. Yani aralarındaki tüm ihtilafları Allah’ın kitabı ile halletmeye çağırılmıştılar. Yine burada aynı tarihsel gruba bir atıf var.

24-) Zâlike Bi ennehüm kalu len temessenen naru illâ eyyamen ma'dudat* ve ğarrehüm fiy diynihim ma kânu yefterun;

Çünkü onlar;”Sayılı günlerden başka bize asla ateş dokunmaz..!” demekte ve uydura geldikleri yalanlar dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. (Elmalı)

Bu onların "Sayılı günlerin dışında ateş bize dokunmayacak" diye düşünmelerinden ileri gelir. Uydurdukları gerçek dışı kabulleri dinlerine ihanettir. (A.Hulusi)

Zâlike Bi ennehüm kalu len temessenen naru illâ eyyamen ma'dudat Niçin böyle davrandılar biliyor musunuz? Çünkü onlar diyorlardı ki; “Bize ateş ancak sayılı birkaç günde dokunacak, birkaç gün dışında bize ateş dokunmayacak.” Niçin böyle diyorlardı? ve ğarrehüm fiy diynihim ma kânu yefterun; zira uydurmayı gelenek edindikleri şeyler onları inançlarında saptırmıştı.

Yani onlar Allah’a iftira ediyorlardı. Niçin böyle bir düşünceye saptılar onlar? Çünkü onlar ırklarının üstün ırk olduğuna inanıyorlardı. Irk gibi insanın seçmekte kendi dahlinin bulunmadığı ontik bir değeri üstünlük değeri olarak adlandırdılar. Yani kutsal ırkçılık yaptılar. Bu en basitinden adi ve basit bir materyalizm idi. Çünkü insanın seçmekte dahli bulunmayan bir değeri, insanın ölçüsünü, değerini tanımlayan bir ölçü olarak koymak en basitinden adi bir materyalizm idi.

25-) Fekeyfe iza ceme'nahüm li yevmin la raybe fiyhi ve vuffiyet küllü nefsin ma kesebet ve hüm la yuzlemun;

Bakalım o geleceğinde şüphe olmayan gün için kendilerini topladığımız ve hiç kimseye zulmedilmeyerek herkese her ne kazandıysa tamamen ödendiği vakit nasıl olacak? (elmalı)

Şüphesiz gelecek olan o süreçte, kendilerini bir araya getirdiğimiz zaman, hiç kimseye haksızlık edilmeden yaptıklarının getirisi verildiğinde, ne olacak (hâlleri)! (A.Hulusi)

Fekeyfe iza ceme'nahüm li yevmin la raybe fiyhi Bakalım halleri nasıl olacak iza ceme'nahüm li yevmin la raybe fiyhi onları, kendisinde kuşku duyulmayan bir günde bir araya topladığımızda ve vuffiyet küllü nefsin ma kesebet ve herkese kazandığı tastamam ödendiğinde ve hüm la yuzlemun; ve kimseye de zulmedilmediğinde bakalım onların halleri ne olacak..! İşte o zaman onların bu iddialarının doğru olup olmadığını işte o zaman göreceğiz ve o zaman onlar “Bize birkaç gün dışında ateş dokunmayacak.” diyen ve bunu derken de sırf kutsal ırkçılıklarını ve hasetliklerini ön plana alan bu kimseler, kendilerine gönderilen son peygamberin mesajlarına karşı sırt dönmenin bedelini nasıl ödeyecekler. İşte onu o zaman görelim.

Bu mesajları gönderen Allah’a sınırsız sayıda hamdolsun.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

20 Ocak 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Bakara (275-286) (20)


“Euzübillahimineşşeytanirracim.”

“Bismillahirrahmanirrahim”

Sevgili dostlar bugün dersimize bakara suresinin 275. ayetinden devam ediyoruz.

275-) Elleziyne ye'külunerRibâ la yekumune illâ kema yekumülleziy yetehabbetuhüşşeytanu minel mess* zâlike Bi ennehüm kalu innemel bey'u mislürRibâ* ve ehalellahul bey'a ve harremerRibâ* fe men caehu mevızatün min Rabbihi fenteha felehu ma selef* ve emruhu ilAllah* ve men 'ade feülaike ashabünnar* hüm fiyha hâlidun;
Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, "alışveriş de faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah'a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır.(elmalı)
Riba yiyenler, şeytan (cin) çarpmış (asılsız fikirlere obsede olmuş) kişi nasıl ayağa kalkarsa öylece kalkarlar. Bu onların, ribayı alışverişle aynı tutmalarından ileri gelir. Oysa Allâh alışverişi helal kıldı, ribayı haram. (Alışverişte aldığının karşılığı ödenir; riba ise verilen borcun çeşitli miktarlarda fazlasıyla karşılığının alınmasıdır. Riba, karşılıksız yardımlaşma "infak" anlayışının tam zıddıdır.) Artık her kim Rabbinden gelen öğüt ile ribadan vazgeçerse, geçmişi ona aittir, hakkındaki hüküm ise Allâh'ındır. Kim de döner riba alırsa, işte onlar ateş ehlidir. Onlar orada sonsuza dek kalırlar. (A.Hulusi)
Elleziyne ye'külunerRibâ la yekumune illâ kema yekumülleziy yetehabbetuhüşşeytanu minel mess Faiz yiyen kimseler şeytanın dokunduğu, şeytanın, kendisini aklını çeldiği, şeytanın ruhunu satın aldığı kimse gibi hareket ederler.

Hatırlayacak olursanız önceki dersimizde işlediğimiz ayetler infak ve sadakadan, karşılıksız yardımdan ve iyilik için harcamadan söz etmişti. Burada faizle ilgili bir konuya geçti Kur’an. İnfakla ilgili konuyla, faizle ilgili konu arasında bir bağ kurdu. İnfakla faizi, karşılıksız yardımla faizi birbirinin zıddı olarak karşı karşıya oturttu ve onun içinde toplumsal bir virüs, ekonomik bir mikrop ve sosyal bir çok olumsuzluğun kaynağı olan faiz illetini şöyle tanımladı bize. “Faiz yiyen kimseler, aklını şeytanın çaldığı, şeytanın ruhunu satın aldığı kimse gibi hareket ederler.” Yani faizci gerçekten de yüreği ile hareket etmez.

Burada öncelikle neden faiz yiyen kimse ruhunu şeytanın satın aldığı kimse gibi hareket eder. Neden faiz yiyen kimse şeytan çarpmış kimse gibi hareket eder..! Onun sebebini iyi bilmemiz için faizin tabiatına bakmamız lazım.

Faiz semantik açıdan kelime anlamı, taşmak, kabarmak manasına gelir. Ama Kur’an da geçen faiz yerine geçen kelime Riba. Aslında Riba’dır faiz değildir.

Peki Riba ne demek? Riba yine artmak, çoğalmak, üremek, fazlalaşmak, beden için gelişmek, büyümek anlamlarına gelir sözlük anlamı olarak.

Faizin riba yerine kullanılması semantik bir hile. Tahminimce Osmanlı döneminde Devletin batılılara borçlanmasını dindar halka izah edebilmek için galiba böyle semantik(Anlam bilim) bir hileye başvurulmuş. Ribanın yerine faiz denilmiş. Ama tabii ki aklı başında olan insanlar bu semantik hileyi hemen fark edip aslında faizin riba olduğunu anlamışlar ve faiz Türkçe de riba yerine kullanıla gelmiş.

Faiz konusunda ilk inen ayet, Rum suresinin 39. ayeti.

[Ve ma ateytüm min riben li yerbüve fiy emvalinNasi fela yerbu indAllah* ve ma ateytüm min zekâtin türiydune vechAllahi feülaike hümül mud'ıfun; Rum/39]

Nâsın mallarında nemalansın diye verdiğiniz ribâ (fâız) Allah yanında nemalanmaz, Allah yüzünü murad ederek verdiğiniz zekât ise katlayanlar işte onlardır. Elmalı)
İnsanların, malları artsın amacıyla riba almak üzere verdiğiniz şey, Allah indînde artmaz! Vechullahı isteyerek zekât (tezkiye, saflaştırma) olarak verdiğinize gelince; işte onlar kat kat arttıranların ta kendileridir!(A.Hulusi)
Bu ayette faizle verdikleriniz Allah katında size bir artış sağlamaz denilir. Yani faiz yerilmekle birlikte faiz yasağına doğru giden ilk basamak olmakla birlikte; Rum suresinin 39. ayeti, yine de bu ayette açıkça faiz yasaklanmaz ancak yerilir.

Faiz konusunda yasak kipiyle gelen Kur’an da ki tek ayet Alu İmran suresi 130. ayeti. Bu ayette;

[Ya eyyühelleziyne amenû la te'külürRiba ad'afen mudaafeten, vettekullahe lealleküm tüflihun; Al-u İmran/130

İbrahimin milletinden kim yüz çevirir? Ancak kendine kıyan sefîh, hakikat biz onu Dünyada ıstıfa ettik, Ahırette de o hiç şüphe yok salâhile seçilenlerdendir. (elmalı)

Ey iman edenler, kat kat arttırılmış riba (faiz) yemeyin (tefecilik yasaklanmıştır)! Allâh'tan (yaptıklarınızın getirisini kesinlikle yaşatacağı içindir ki) korunun; kurtuluşa eresiniz!(A.Hulusi)

Ey iman edenler iman iddianızı ispat etmek istiyorsanız kat kat faiz yemeyiniz.

Bu yasak kipiyle gelen tek ayettir. Onun için de Kur’an da faiz, kat kat sıfatıyla ilk defa Al-u İmran suresinde yasaklanmış. Lakin faiz yasağı belli bir süreç içerisinde son şeklini bu surede ki işte tefsirini yaptığımız bu ayetlerle almış.

Bildiğiniz gibi faiz vadeli borçlanmalarda verilen borca karşılık alınan fazlalıktır. Faizin İnfakın karşısına yerleştirilmesi aslında faizin insandaki iyilik duygusunu, insandaki yardım duygusunu öldürdüğünün bir işaretidir. Gerçekten de faiz İnsanlara iyilik etme, insanlara yardım etme, darda kalmış insanların elinden tutma gibi erdem ve faziletleri yok ediyor.

Bir toplumda faiz ne kadar artmışsa o toplumda yoksulluk ve iyilik duyguları da o denli azalmış, Bir toplumda faiz ne kadar azalmışsa yoksullukta o denli azalmış ve iyilik duyguları o denli artmıştır. Onun için faizi Kur’an ın karşılıksız yardım anlamına gelen infakın karşısına yerleştirmesi aslında toplumsal açıdan bir toplumun fazilet ve rezile tinin kaynağının ne olduğunu göstermesi açısından çok manidardır. Devam ediyoruz;

zâlike Bi ennehüm kalu innemel bey'u mislürRibâ İşte bu niçindir? Yani faiz yiyen kimseler niçin şeytan çarpmış gibi hareket ederler sorusunun cevabı nedir? Çünkü onlar; “Alış verişte faizdir.” Dediler. “Faiz gibidir” Dediler. Aslında alış verişle faizi aynı gören mantık, sakat bir mantık. Çünkü alışveriş mutlaka bir değer alınır o değer karşısında bir bedel ödenir. Alışverişte değeri alan insana bir şey geçer. Bir maldır, bir hizmettir, bir menfaat temin eder ve bu onun mülkiyetine girer. Bir malı alır ve onun mülkiyetine girer. Onun üzerinde tasarruf eder. Lakin faiz vermek için aldığı borçta bir mülkiyeti yoktur. Borçlananın aldığı borç üzerinde mülkiyeti yoktur. Onu geri verecektir. Bu bir.

İkincisi alışverişte üretilen bir değer takas edilir. Faizde ise üretilen hiçbir değer yoktur. Sırf paradan para kazanılır. Alış veriş karşılıklı rızaya dayalı karşılıklı menfaatleşme hadisesidir. Ama faiz insanların mecburiyetinden, insanların daralmasından, insanların ekonomik olarak sıkıntıya düşmesinden istifade ile adeta fırsatçılık yapmaktır ve bu fırsatçılığı paraya tahvil etmektir. Onun içinde bugün faiz belasının ne büyük bir toplumsal yara olduğunu, bizim içinde yaşadığımız bu toplumdan daha iyi kimse bilemez. Aslında enflasyonun en büyük sebebi faizdir, faizin sebebi de enflasyondur. Yani bunlar birbirini doğurur.

Bir ülke düşünün ki, o ülkede yeni doğan bir çocuğun gelecekte doğacak torunu dahi borçlu doğuyor. Bunun sebebi faizdir. Artık dünya toplumları faiz alanlar ve faiz verenler diye ikiye ayrılıyor. Faiz alanlar dünyayı sömürenler, faiz verenler se sömürülenler sınıfına giriyor.

Faiz alanlar aslında dünyanın %20 sini, %20 nüfusunu kendilerinde barındıkları halde, dünya gelirlerinin %80 ini alıyorlar. Faiz verenlerse dünya nüfusunun %80 ini bünyelerinde barındırdıkları halde dünya gelirinin sadece %20 sini alıyorlar.

Bu nasıl bir paylaşım. Bu taksimi eğer kurt kuzulara şah olsa yine yapmaz. Yapamaz. Ama böyle bir dünyada nasıl adalet olur, nasıl açlık önlenir, nasıl sosyal adalet sağlanır..!

İşte Kur’an ın faizi yasaklamasının temelinde yatan sebep budur. Yani sosyal adaletin sağlanması ve servetin; insanların zenginlerinin elinde bir devlete dönmemesi.

ve ehalellahul bey'a ve harremerRibâ Oysa ki Allah alış verişi helal, faizi ise haram kıldı.

fe men caehu mevızatün min Rabbihi fenteha Her kim Rabbinden kendisine öğüt gelir gelmez bu işe son verirse felehu ma selef evvelki kazandıkları kendisine kalır.

ve emruhu ilAllah onun hakkında karar vermekte Allah’a kalır.

ve men 'ade feülaike ashabünnar Kim de Allah’ın verdiği bu öğütten yüz çevirirse işte o; hüm fiyha hâlidun; İçerisinde ebedi kalmak üzere onun cezası cehennemdir, o cehennem ehlinden olacaktır.

Ever sevgili dostlar, biraz önce de ifade ettik faiz sosyal bir virüs. Faizi yasaklayan delilleri ulema 2 başlık altında ele almış.

1 – Kat’i deliller,

2 – Zanni deliller.

Bunlara göre de faizi 2 ye ayırmışlar.

1 – Kat’i delillerle yasaklanan vadeli borçlanmalarda ki faiz

2 – Zanni ve haber-i ahat (mütevâtir olmayan haberler) delillerle yasaklanan ya da kıyasla yasaklanan diğer faiz türleri.

Kat’i delille yasaklanan Kur’an da ki ayetlerle yasaklanan faiz türü; Vadeli borçlanmalarda uygulanan faiz türüdür. Bu faiz türü cahiliye döneminde yürürlükte olan, geçerli olan, yaygın olan tek faiz türüydü. Cahiliye döneminde vadeli borçlanma yapan insanlar, borçlandıkları insanlara belli vadelerde faiz öderlerdi. Para sahibi, yani borç veren, faizle borç veren sermayedar, vade dolduğunda borçluya gelir, ödeyecek misin, yoksa arttırayım mı derdi. Eğer borçlu ödeyemeyecek olursa mevcut oluşmuş faizi de sermayenin üzerine ekler ve onu tekrar faizle vermiş kabul ederdi. Bu şekilde üzerinden aylar, ya da yıllar geçince artık ödenemez duruma gelirdi. Öyle çoğalırdı ki kat kat olurdu verilen ana para. Ve bu şekilde yoksullar hep sermayedarların kölesi gibi kullanılır ve sermayedarlar da insanların emeğini hiç zahmet çekmeden sömürmüş olurlardı.

İşte cahiliye döneminde ki bu faiz türüne Riba-i nesie denilirdi. Yani vadeli borçlanma faizi.

Bir de zanni delillerle yasaklanan Riba fable var. Yani peşin alış verişlerde oluşan faiz. Peşin alışverişlerde de peşin ödemenin avantajını, alınan malın daha fazlasını alarak, almak isteyerek bu avantajı faize dönüştürürlerdi. Hatta bazen peşin ödeme yaparlar, peşin ödemeyle malın değerinin çok üstünde, ödenen miktarın çok üstünde bir mal alırlardı. Yani faizi tersinden çalıştırırlardı. İşte bu da Riba fadle idi. Riba fadleyi yasaklayan hadisler var. Bu anlamda şu meşhur hadis gerçekten de tüm kaynaklarımızda zikredilir;

Ez zehabu, biz zehebi. El varaku bil varaki, eş şairu biş şairi, el hıntetu bil hıntati, et temru bit temri ye dem biyet ve illa riban.
6 madde sayılır. Altın, gümüş, hurma, tuz, arpa, buğday. Bunlar aynı oranda ve peşin olarak değiştirilebilir birbirleri ile. Yani altın altınla, gümüş gümüşle oran değişmeksizin değiştirilebilir. Eğer aynı cinslerde oran değişirse o zaman faiz olur anlamını taşıyor. Lakin şu bir gerçek ki, örneğin İmam Malik, işlenmiş bileziği işlenmemiş altın para karşılığında satın alırken daha fazla ağırlıkta bir altın vermeye cevaz vermiş. Bunu da işlenmiş bilezikteki işçilik hakkı olarak görmüş.

Demek ki bu tip alışverişler daha çok içtihadi oluyor. Bu tip alışverişlerde aslında ahlaki bir ölçü olarak karşıdaki insanın aldanması, karşıdaki insanın sömürülmesi, karşıdaki insanın emeğinin haksız yere zulmen gasp edilmesi ölçü ve illet olarak konulmuştur. Eğer bu varsa o zaman orada bir haksızlık bir zulüm ver demektir. Zaten faizli muamelelerin illeti de budur. Yani haksız yere kazanılmış olması. Karşıdaki insanın emeğinin zulmen elde edilmiş olmasıdır.

İşte bu noktada ulema 2 ye ayrılmış. Bir kısmı faizi mutlak manada yasaklarken, bir kısmı mutlak manada yasak olan faizin lebanesie, vadeli borçlanmalar da faiz olduğunu söylemiş, diğerlerinde faizin şartlarının oluşmadığı sonucuna varmışlar ve bu noktada İbn. Abbas’ın da faizin sadece vadeli borçlanmalarda olduğunu, rivayet edildiğini görüyoruz kitaplarda. Ki İbn Abbas bu görüşüne şu hadisi delil getirmiş.

- La riba, illa fin nesie.
Yani vadeli borçlanma dışında hiçbir şeyde faiz geçerli değildir. Faiz yoktur manasına gelen bu hadisi delil getiriyordu. Ki İbn. Abbas bu hadisi Usame bin Zeyd’den duyduğunu söylemişti. Ama daha sonra kendisine Resulallah’tan gelen ve diğer faiz çeşitlerini de yasaklayan hadisler aktarıldığında;

- Ben bunu bilmiyordum..! Deyip bu görüşünden döndüğü de söylenir.

Aslında faizli muamelelerde esas olan şu olmalıdır. İnsanlar içinde yaşadıkları toplumda başkalarının mallarını haksız yere elde etmekten, başkalarının alın terini haksızca sömürmekten mutlak bir biçimde kaçınmalı ve bunun adı ne olursa olsun Kur’an ın ruhuna aykırı, Kur’an ın hükümlerine aykırı bir davranış olduğunu bilmeli.

Bu noktada ayrıntılara girerek hangi alışverişte faiz vardır, hangi faiz Kur’an ın bu ayetlerinin kapsamına girer, hangisi girmez diye bir tartışma açmak yersiz olacaktır. Asıl olan şudur; İnsanlar bu noktada ahlaki davranmak zorundadırlar. Kime karşı? Önce kendilerine karşı ve bunun içinde öncelikle fetvayı vicdanlarından, yüreklerinden almak durumundadırlar. Yoksa bir başkasından ısrarla devşirilmiş bir fetva ile insanlar eğer kurallara karşı, kanuna karşı hile yoluna gidiyorlarsa şunu iyi bilsinler ki Allah görmektedir ve kimse Allah’ı aldatamaz.

276-) YemhakullahurRibâ ve yurbis Sadekat* vAllahu la yuhıbbu külle keffarin esiym;
Allah ribayı mahveder de sadakaları nemalandırır, Hem Allah vebal yüklenici musırr kafirlerin hiç birini sevmez. (Elmalı)
Allâh ribayı (gelirini) mahveder, sadakayı (gelirini) ise arttırır! Allâh, suçlarında ısrar eden nankörlerin hiçbirini sevmez. (A.Hulusi)
YemhakullahurRibâ Allah faizin bereketini kaldırır. ve yurbis Sadekat ve karşılıksız yardıma bereket katar. vAllahu la yuhıbbu külle keffarin esiym; Allah günahta ısrar eden her inatçı kafiri sevmez. Burada ki külle keffarin esiym günahta ısrar eden inatçı kafir ya da nankör diye çevirebiliriz.

Neden böyle şiddetli bir hitap gelmiştir? Çünkü Allah’ın açık emrine rağmen eğer insanlar hala kat kat faiz yemeye devam ediyorlarsa, aslında yukarıdaki ayetin ifadesiyle bu bir çılgınlıktır. Şeytan çarpmış insan gibi hareket edenler diyor 275. ayet.

Faizcinin mantıklı hareket etmediği malum. Çünkü faizci gözünü hırs bürümüş biridir. Düşünmez karşıdaki insana verdiği paranın bu kadar gelir getirip getirmeyeceğini. Düşünmez karşıdaki insanın kendisinden aldığı borcun zararda edebileceğini. O borçla yapılan ticaretin nihayetinde, sonuçta kar da zarar da edebileceğini düşünmez.

Onun için faizci çılgın gibi hareket eder. Aklıyla hareket etmez. Mantığı ile hareket etmez. O iç güdüleriyle hareket eder. Hırsla hareket eder. Yığma tutkusuyla hareket eder. O sürekli kazanmak ister. Lakin kazancın bereketine bakmaz. Kazandıklarını rakama vurur. Lakin rakama vurduğu kazancın mutluluğuna ne kattığına bakmaz. Oysaki bu ayet; YemhakullahurRibâ ve yurbis Sadekat Allah faizin bereketini kaldırır diyor ve karşılıksız yardımlara, sadakalara bereket katar diyor.

Evet, siz para kazanabilirsiniz, lakin hiç kimse kazandığı paraya bereket katamaz. Kazandığınız paranın bereketini Allah verecektir. Bu da o kazancın temizliği ile orantılıdır. Kazanmak yalnız başına insani bir erdem değildir. Helal kazanç bir erdemdir.

Kazanç nereden gelirse gelsin, ama gelsin diyen insanlar, kazançlarının esiri olmuşlardır. Onlar aslında elleri ile efendisini tedarik eden bir köleye benzerler. Onlar mallarının kölesidirler. Paralarının kölesidirler. Onun için de akıllı hareket etmezler. Faizci aklıyla hareket etmez. İç güdüleri ile hareket eder. Daha fazla hep daha fazla, hep daha fazla ister.Gözü doymaz. Cebi doysa da kesinlikle gönlü doymaz. Bu doyumsuzluk onu, dünyayı yitip yutacak kadar hırslı hale getirir. Öyle bir hal alır ki sonunda kazanç hırsı, işte onun cin çarpmış gibi, şeytan çarpmış gibi mantıksız ve akılsızca, ömrünü sırf kar uğruna tüm değerlerini, tüm ahlaki değerlerini feda eden bir insan müsvettesi olarak karşımıza çıkar.

277-) İnnelleziyne amenû ve amilus salihati ve ekamus Salate ve atevüz Zekate lehüm ecruhüm ınde Rabbihim* ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun;
İman edib eyi işler yapan ve namaz kılıb zekât veren kimselerin Rabları ındinde ecirleri şüphesiz kendilerinindir ve onlara bir korku yoktur ve mahzun olacak değildir onlar. (Elmalı)
İman edip bunun gereği olan yararlı fiilleri uygulayan, salâtı ikame eden ve zekâtı verenlerin Rableri indînde özel karşılıkları vardır. Korku yoktur onlar için ve onları hüzünlendirecek bir şey de olmaz. (A.Hulusi)

İnnelleziyne amenû ve amilus salihati İman eden. Evet. İman öncelikle kendisinden bilgi ve akıl yoluyla emin olduğumuz şeydir. İman eden lafzıyla başlaması bu ayetin öncelikle faize karşı insanın aldığı tavırla alakalıdır. Bilgi ve akılla faizin, insanlığın zararına olduğuna inanmıyor musunuz. O halde Allah’ın, Eğer buna inanıyorsanız faizin bilgi ve akılla insanlığın zararına olduğuna inanıyorsanız, Ki tüm ekonomi teorilerinde faiz bir virüstür. Hiçbir ekonomi yüksek faizi, hatta faizi ekonomiye bir katkı olarak görmez. Onun için dünyanın en gelişmiş ülkeleri faizin en az, hatta 0 noktaya yakın olduğu ülkelerdir. Onun için Dünyanın en geri kalmış, en yoksul ülkeleri de faizin kat kat olduğu ülkelerdir.

Buradan bile yola çıkarsanız faizin ne büyük bir musibet, sadece uhrevi değil, dünyevi bir musibette olduğunu anlarsınız.

İşte bu noktada Allah bir şeyi yasaklıyorsa sizin aleyhinizedir ey insan dercesine ayet İnnelleziyne amenû diye başlıyor. Allah’a güven problemidir bu. Allah’a güvenenler Allah’ın yasakladıklarının kendilerinin hayrına olduğunu da bilirler. Onun için Allah’a iman şart. Allah’a sonsuzca güveneceksiniz ki O’nun emir ve nehiylerinin sizin hayrınıza olduğunu bilesiniz.

Yalnız bu yetmiyor tek başına. Allah’a güvenmek tek başına yetmiyor. Bunu amelle, eylemle taçlandırmak lazım. O halde ikincisi ve amilussalihat yararlı iş işleyenler. Evet, amelle taçlandırmak Allah’a güveni. Yani bu imanı harekete dönüştürmek, eyleme geçirmek. İman bir ağacın kökü ise amel de o ağacın meyvesidir demiştim daha önceki derslerimde. Ve devam ediyor:

ve ekamus Salate Ve namazı ayağa kaldıranlar, namazı ikame edenler, Kılanlar diyemiyorum. Çünkü ayetin vermek istediği anlamı tam vermiyor.

Namazı ikame etmek ne demek? Namazı hayata dönüştürmek. Namazı ayağa kaldırmak, namazı içselleştirmek, namazı canlandırmak demek. Salih amelden ayrı olarak ele alındığına göre namaz çok daha farklı bir fonksiyona sahiptir. Yani yalnızca Salih amel olarak değerlendirilemez.

Namazın fonksiyonu çok daha geniş, çok daha ulvi olsa gerek. Namazı ikame etmenin ne anlama geldiğini iyi öğrenmek için Maun suresine tekrar bakmak lazım. O surede namaz, yoksula yardım, yetimi gözetmek, başkalarına iyilikte bulunmak, açları ve yoksulları doyurmakla yan yana geliyor. Yani iç içe bunlar. Onun için namazı ikame etmekten maksat, namazın ruhunu hayata taşımak, hayatı namaza dönüştürmek olsa gerek. Ve devam ediyor.

ve atevüz Zekate ve zekatı verenler.

Zekat arınmak anlamına gelir. Temizlenmek anlamına gelir. Malından vererek iç zenginlik alanlar. Yani siz Allah rızası için servetinizden bir şeyler vereceksiniz, Allah’ta size manevi servet verecek yüreğinize. İç zenginlik verecek. Siz mal vererek içinizi arındırmış olacaksınız. İçinizi temizlemiş olacaksınız. Zekatın fonksiyonu da zaten budur. İşte bunlar;

lehüm ecruhüm ınde Rabbihim Bunların ücretleri, karşılıkları, ödülleri Rableri katındadır. Yani bunların ödülünü belirleyecek olan yalnızca Allah’tır.

ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; En önemlisi de nedir biliyor musunuz, onlar geleceğe ilişkin kaygı, geçmişten dolayı üzüntü duymayacaklar. Geleceğe ilişkin kaygı duymayan Allah’a güvenmiş insandır. Faiz alanlar geleceğe ilişkin kaygı ve korku duyanlardır. Güven içinde olmayanlardır. Gözünü para hırsı bürümüş bir insan, geleceğine kuşku ile bakan, gelecekten hiç emin olamayan insandır. Gelecekten emin olan, Allah’ın kendisini koruyup kolladığını bilen ve buna iman eden bir insanın gözünü hırs bürümez.

Çünkü o bilir ki kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlar.

Çünkü o bilir ki Allah Rezzak-ı Alemdir.

Çünkü o bilir ki kendisi Allah’ın kullarına merhamet ederse Allah’ta kendisine merhamet eder. Onun için; ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; Gelecek endişesi taşımazlar. Gelecek endişesi taşımadıkları için onları kimse korkutamaz. Satın alamaz. Satın alamaz, çünkü onlar hayatlarını ebedi değerler uğruna vakfetmişlerdir. Onlar bir tek varlığa satmışlardır varlıklarını, o da Allah. Allah’a sattıkları için onları kimse satın alamaz.

Onlar faiz yiyenlere dudak bükerek bakarlar, acıyarak bakarlar. Çünkü onlar akıllarıyla hareken eden değil, iç güdüleriyle, tutkularıyla hareket edenlerdir.

Çünkü onlar ebedi istikballerini geçici bir zevk için feda edenlerdir.

Çünkü onlar menfaatini bilmeyenlerdir.

Onun için işte bunlar gelecekten emin olmuşlardır. Allah’a güvenmişlerdir imanları bu anlama gelir.

Geçmişte yaptıklarından da üzüntü duymayacaklar, ve la hüm yahzenun; üzüntü duymayacaklar. Yani yaptıkları hayırlardan, insanlara yaptıkları fedakarlıklardan, verdikleri sadakalardan, doyurdukları yoksullardan, giydirdikleri açlardan, açıklardan dolayı pişman olmayacaklar. İyi ki yapmışız diyecekler. Memnun olacaklar. Hatta keşke daha fazla yapsaydık diyecekler. Hiç pişman olmayacak, aksine sevinecekler, memnun olacaklardır.

Pişman olacak olanlar faiz yiyenler, başkalarının mallarına haksızca saldıranlar, gözü gönlü doymayanlar, büyük bir hırsla Dünyaya abananlar ve dünyayı, malı efendisi haline getirenler olacaktır.

278-) Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe vezeru ma bekıye miner Ribâ in küntüm mu'miniyn;
Ey o bütün iman edenler! Allah dan korkun ve riba hesabından kalan bakayayı bırakın eğer gerçekten müminlerseniz. (elmalı)
Ey iman edenler, Allâh'tan korunmak için ribadan arta kalanı terk edin, eğer iman edenlerdenseniz. (A.Hulusi)
Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe vezeru ma bekıye miner Ribâ Ey iman edenler, iman iddiasını ispat etmek istiyorsanız Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve faizden kaynaklanan kazançlarınızın tümünden vazgeçin. İman iddianızı ispat etmek istiyorsanız. Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olursanız zaten Allah’ın bu davetine hemen icabet edersiniz. Vazgeçersiniz. Vazgeçmek ne kelime, sadece faizinden kaynaklanan kazançların tümünden vazgeçin diyordu Allah, ama siz eğer siz Allah’a tam teslim olursanız, hepsinden de vazgeçebilirsiniz.

Unutmayın, Hz. Ebu Bekir bir infak toplama sırasında elindeki, avucundakilerin tümünü Allah’ın Resulünün önüne getirip bırakmış, Allah’ın Resulü ona,”Çocuklarına ne bıraktın” diye sorunca; “Onlara Allah ve resulünü bıraktım.” Demişti. Gerçekten Allah’a tam teslim olan, Allah’a güvenen, istikbal denince ebedi istikbali anlayan bir insan bırakın faiz karşılığında verdiği borçların faizinden vazgeçmeyi, kendi kazandığı helal servetinden bile vazgeçip Allah yolunda onları harcayabiliyor. O halde inanan bir insan için ne kıymeti var Allah’ın bu teklifini yerine getirmenin.

in küntüm mu'miniyn; Tabii ki eğer gerçekten inanıyorsanız. Ayet böyle bitiyor. Eğer gerçekten inanıyorsanız faizden kaynaklanan kazançlarınızın tümünden vazgeçin diyor. Bunu yapabilecek bir insanın öncelikle bir haslete sahip olması lazım. O da Allah’a karşı sorumluluğunun bilincine varmak. Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olan, insana karşı da sorumluluğunun bilincinde olur. Allah’a karşı sorumluluk duymayan insana da sorumluluk duymaz. Bunlar birbirlerinin paralelidir. Birbirini getiren şeylerdir. Onun için Kur’an her Allah’a karşı sorumluluğa çağırdığında, siz aynı zamanda bunu kendinize insana ve eşyaya karşı sorumluluğa çağırmış gibi anlamalısınız.

279-) Fein lem tef'alu fe'zenû Bi harbin minAllahi ve RasuliHİ, ve in tübtüm feleküm ruûsü emvaliküm* la tazlimune ve la tuzlemun;
Yok eğer yapmazsanız o halde Allah ve Resulünden mutlak bir harb olunacağını bilin ve eğer tevbe ederseniz ne'sülmallariniz sizindir, ne zalim olursunuz ne mazlûm. (elmalı)
Eğer bunu yapmazsanız, bilin ki Allâh ve Rasûlüne savaş açmış olursunuz. Eğer bu yanlış tutumunuzu idrak edip bir daha yapmamak üzere vazgeçerseniz, anaparanızı almaya hak kazanırsınız. (Böylece) ne zulmetmiş ne de zulme uğramış olursunuz. (A.Hulusi)
Fein lem tef'alu fe'zenû Bi harbin minAllahi ve RasuliHİ Eğer yapmayacak olursanız o zaman iyi bilin ki Allah’a ve Resulüne karşı harp ilan etmiş olursunuz.

Gerçekten de çok şedid bir ibare. Allah’a ve elçisine savaş açmak. Niçin böyle değerlendiriyor Kur’an, Allah’ın faizden vazgeçin, faizli muamele yapmayın, insanların emeklerini kat kat haksız yere yemeyin teklifine evet demeyen insanı Allah, kendisine savaş açmış biri olarak niteliyor. Niçin? Çünkü eğer Allah’ın emrini dinlemiyorsa o zaman o insan ayartıcı öz benliğinin, şeytanın emrini dinliyor. Ayartıcı öz benliğinin emrini Allah’ın emrinin karşısına koyan bir insan, öz benliğini, ayartıcı güdülerini tanrılaştırmış oluyor. Yani bir tür Allah’ın karşısında sahte bir tanrı çıkarmış oluyor.

İşte bu Allah’a karşı açılmış bir savaştır. Bu anlamda Allah’ın emrine yönelebilecek her itiraz, ve bu itirazı yapan insan kendi benliğini, kendi nefsini Allah’ın karşısına sahte bir tanrı olarak çıkarıyor demektir. İşte bu Allah’a açılmış bir savaştır.

ve in tübtüm feleküm ruûsü emvaliküm Yok eğer tevbe ederseniz, ki tevbe, bir günahın enkazını ortadan kaldırmaktır. Tevbenin tam olabilmesi için bir günahın geriye bıraktığı olumsuzlukları temizlemek gerekmektedir. Ona tam tevbe denir. feleküm ruûsü emvaliküm o zaman sermayeniz size aittir. Yani haksız olarak elde ettiklerinizi verirseniz, telafi ederseniz zulmettiğiniz insanların uğradığı kaybı, o zaman sermayeniz size aittir.

la tazlimune ve la tuzlemun; Ne zulmedersiniz, ne de zulme uğrarsınız.

Zulmetmezsiniz faiz yiyerek. Peki zulme uğramak, özellikle günümüze taşırsak bunu. Enflasyona para kaptırmakta zulme uğramaktır. İnsanların servetlerini mallarını enflasyonla eritmekte tersinden faizdir. Sermaye sahiplerine zulümdür. Onun için zulmetmeyecekler, faiz yiyerek zulmetmeyecekler, lakin kimse onlardan enflasyona para vererek, enflasyon karşısında servetlerini eriterek zulme uğramalarını da istememelidir. Eğer alış veri yapan bir insan borcunu ödemeyi ertelediğinden dolayı satıcı zarara uğruyor, enflasyon dolayısıyla alacağı eriyorsa bu da müşterinin satıcıya olan zulmüdür. Bu da en az diğeri kadar nahoştur.

Ne zulmederler, ne zulme uğrarlar. Onun için de enflasyonist ekonomilerde vade farkı kesinlikle faiz kapsamında değerlendirilmemelidir. Ki bunu bugün için değil, ta..! bundan yaklaşık 700 yıl önce Razi kendi tefsirinde; Bir insan bir elbiseyi 10 liraya alır da bir ay sonra 11 liraya satarsa bu helaldir. 10 liraya peşin olarak sattığını 11 liraya bir aylık vade ile satarsa bu caizdir. Der.

Gerçekten de bu noktada bugün özellikle enflasyonun dev boyutlara ulaştığı bir enflasyonist ekonomide insanlar karşılarındakilere zulmetmemek istiyorlarsa, karşılıklı adaletin korunmasına, hak ve hukuka riayete davet edilmelidirler. Ve bu noktada kimse İslam’ın faiz yasağını, sermayenin enflasyon karşısında eritilmesine gerekçe göstermemelidir.

280-) Ve in kâne zû 'usretin fe nezıratün ila meyseretin, ve en tesaddeku hayrun leküm in küntüm ta'lemun;
Ve şayed borçlu sıkıntıda ise o halde bir kolaylığa intizar, bununla beraber tasadduk etmeniz hakkınızda daha hayırlıdır. (elmalı)
Eğer (borçlu) ödeme sıkıntısı içindeyse, kolaylıkla ödeyebileceği zamana kadar süre tanıyın. Bununla beraber alacağınızı bağışlamanız sizin için çok daha hayırlıdır, eğer bilirseniz. (A.Hulusi)
Ve in kâne zû 'usretin şayet borçlu güç durumdaysa, fe nezıratün ila meyseretin Rahatlayıncaya kadar ona vade tanıyın.

Burada ahlaki bir tavsiyede bulunuyor Kur’an borç veren kimselere. Eğer borçlular güç durum dalarsa, siz onların elleri genişleyinceye kadar onlara vade tanıyın deniliyor.

ve en tesaddeku hayrun leküm in küntüm ta'lemun; Eğer bilirseniz, sizin tamamen vazgeçmeniz, alacağınız parayı o muhtaç durumda olan, eli dar durumda olan, zor durumda olan insana bağışlamanız sizin için çok daha hayırlıdır diyor.

281-) Vetteku yevmen turce'une fiyhi ilAllahi sümme tüveffa küllü nefsin ma kesebet ve hüm la yuzlemun;
Eğer bilirseniz. Hem korunun öyle bir güne hazırlanın ki döndürülüp o gün Allaha götüreceksiniz, sonra herkese kazandığı tamamile ödenecek ve hiç bir zulme maruz olmayacaklar. (elmalı)
Allâh'a döndürüleceğiniz o günden korunun. İşte o zaman her nefse kazandığı tamı tamına verilir ve onlara zulmedilmez. (A.Hulusi)
Vetteku yevmen turce'une fiyhi ilAllah ve Kur’an burada sözü faiz konusunu da bitirdikten sonra sözü her zaman yaptığı gibi ebedi istikbale getiriyor.

Bütün bunları niçin yapacaksın, bütün bunları niçin yapmalısın ey insan diyor adeta. Ve gözünüzün önüne ebedi geleceğinize ilişkin bir pencere açıyor ve size istikbalinizi seyrettiriyor. Yani sizi ölümden sonrasını düşünmeye davet ediyor. Sizi geçici hayatın parametrelerine sıkışı kalmaktan kurtulmaya çağırıyor. Sizi içgüdülerinizin, ayartıcı öz benliğinizin ve tutkularınızın esiri olmamaya, ruhunuzun kanatlanıp ötelere ağmasına davet ediyor ve diyor ki;

Vetteku yevmen turce'une fiyhi ilAllahi Öyle bir günden, öyle bir günün gelmesinden korkun ki, ya da bilincinde olun ki, o günde Allah’a döndürüleceksiniz.

sümme tüveffa küllü nefsin ma kesebet Ardından herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenecek.

ve hüm la yuzlemun; Ve kesinlikle zulme uğramayacaklar.

İşte böyle bir günü hatırlatıyor Kur’an. Böyle bir günün bilincinde olmaya çağırıyor bizi. Ki, o gün Allah’a döneceğiz. Ki o gün herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenecek. Ve o gün kesinlikle kimseye zulmedilmeyecek. Bununla verilmek istenen mesaj;

Ey insan eylemlerin, geçici dünya hayatı ile sınırlı olmasın. İnsan olarak senin eylemlerinin bir de dünyayı aşan bir boyutu var. Onun için de yaptığın her bir şeyi işte o aşkın boyutu göz önünde bulundurarak yap. Yaptığın her bir şeyin, Allah nazarındaki değerini ölçerek yap. Ve şu soruyu hep sor. “Allah ne der”. Bu soruyu sorarsan, ki bu soruyu sormak için Allah bilincinde olman lazım, Allah bilincine ulaşman lazım, bu soruyu sorduğunda o zaman Allah’ın ne dediğine göre yapmaya çalışırsın.

Burada konu, evvelki konu ile ilişkili fakat daha farklı bir alana kaydırılıyor ve vadeli borçlanmalarla ilgili olan Kur’an ın en uzun ayeti geliyor sırada.

282-) Ya eyyühelleziyne amenû izâ tedayentüm Bi deynin ila ecelin müsemmen fektübûh* vel yektüb beyneküm kâtibun Bil'adl* ve la ye'be kâtibun en yektübe kema allemehullahu fel yektüb* velyümlililleziy aleyhil hakku vel yettekıllahe Rabbehu ve la yebhas minhu şey'a*, fein kânelleziy aleyhil hakku sefiyhen ev daıyfen ev la yestetıy'u en yümille huve felyümlil veliyyuhu Bil'adl* vesteşhidu şehiydeyni min Ricaliküm* fe in lem yekûna Racüleyni feRacülün vemreetani mimmen terdavne mineş şühedâi en tedılle ıhdahüma fe tüzekkira ıhdahümel uhra* ve la ye'beş şühedâu izâ ma dü'û* ve la tes'emu en tektübuhu sağıyran ev kebiyran ila ecelih* zâliküm aksetu ındAllahi ve akvemu liş şehadeti ve ednâ ella tertabu illâ en tekûne ticareten hadıreten tüdiyruneha beyneküm feleyse aleyküm cünahun ella tektübuha* ve eşhidu izâ tebaya'tüm* ve la yudârre katibün ve la şehiyd* ve in tef'alu fe innehu füsukun Biküm* vettekullah* ve yuallimukümüllah* vAllahu Bi külli şey'in 'Aliym;
Ey o bütün iman edenler! Muayyen bir va'de ile borclaştığınız vakıt onu yazın, hem aranızda doğrulukla tanınmış bir yazı bilen yazsın, bir yazı bilen de kendisine Allahın öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın; bir de hak kendi üzerinde olan adama söyleyib yazdırsın ve her biri Rabbı Allahızülcelâlden korkun da haktan bir şey eksiltmesin; Şayed borclu bir sefih veya küçük veya kendisi söyleyip yazdıramıyacak ise velisi dosdoğru söyleyip yazdırsın, erkelerinizden iki hazırı şahid de yapın, şayed ikisi de erkek olamıyorsa o zaman doğruluğuna emin olduğunuz şahidlerden bir erkekle iki kadın ki biri unutunca diğeri hatırlatsın, şahidler de çağırıldıklarında kaçınmasınlar, siz yazanlar da az olmuş çok olmuş onu va'desine kadar yazmaktan usanmayın, bu, Allah yanında adalete daha muvafık olduğu gibi hem şahadet için daha sağlam, hem şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir, meğer ki aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret olsun, o zaman bunu yazmamanızda size bir beis yoktur, alım satım yaptığınız vakit de şahid tutun, bir de ne yazan ne şehadet eden zararlandırılmasın, eğer ederseniz o mutlak kendinize dokunacak bir fısk olur, hem Allahtan korkun Allah size ilim öğretiyor, ve Allah her şeyi bilir. (Elmalı)
Ey iman edenler, belli bir süre ile borç verdiğinizde onu yazın. Aranızdan âdil biri yazsın. Yazmayı bilen de Allâh'ın kendisine öğrettiği gibi yazsın ve bundan kaçınmasın. Ayrıca hak üzerinde olan (borçlu) da yazdırsın. Rabbi olan Allâh'tan ittika edip, borcundan hiçbir şeyi eksiltmesin. Eğer borçlu anlayışı sınırlı veya çocuk ise, onun velisi yazdırsın. Erkeklerden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa o zaman şahitler bir erkek ve iki kadın olsun. Onlardan biri unutur veya şaşırırsa diğeri hatırlatır diye. Davet edildiklerinde şahitlikten de kaçınmasınlar. Küçük veya büyük borcu vâdesine kadar yazmaktan geri kalmayın. Bu Allâh indînde en uygun ve sağlam tarz olduğu gibi ileride şüpheye düşmemeniz için de en sağlam yoldur. Meğer ki aranızdaki alışveriş peşin paraya dayanan bir işlem olsun. O zaman bunu yazmamanızda bir beis yoktur. Alım satım yaptığınızda dahi şahit tutun. Bir de ne yazan ne de şahit bu işten zarar görmesin. Eğer onlara zarar verecek bir durum oluşursa bu kendinize verdiğiniz bir zarar olur. Allâh'tan korunun. Allâh size öğretiyor. Allâh Bi-küllî şey'in Aliym'dir. (A.Hulusi)
Ya eyyühelleziyne amenû izâ tedayentüm Bi deynin ila ecelin müsemmen fektübûh Ey iman edenler, birbirinizle borçlanmaya girdiğinizde mutlaka yazınız. Kayıt altına alınız.

Bu Kur’an ın en uzun ayetidir. Kur’an ın en uzun ayeti olmasının bir iması, bir işareti, bir hikmeti olsa gerek. Bu ayet, ekonomi ile ilgili bir ayettir. Vadeli borçlanmaların kayıt altına alınmasından söz eder. Ve tam bir sayfadır. Niçin Kur’an ın en uzun ayeti ekonomi ile ilgilidir diye bir soru akla takılabilir. Bunun ima ettiği bir şey var. Bir hakikat var. O da şu olsa gerek: Gelecekte insanlığın en büyük problemlerinin bireysel ve toplumsal olarak ekonomik olacağına Kur’ani bir işaret diye düşünüyorum ben bunu. Sebepsiz değil diyorum.

vel yektüb beyneküm kâtibun Bil'adl Aranızdan adil bir yazıcı, adil bir katip yazsın.

Niçin aranızdan adil bir yazıcı? Bu soruyu sormanız için, ya da bu soruya doğru cevap vermeniz için o dönemi iyi bilmeniz gerekiyor. Özellikle sözlü kültürün yaygın olduğu, okuma yazmanın çok kıt olduğu bir bölgede insanlar ticaretle uğraşıyorlarsa mutlaka bir takım sıkıntılar doğacaktı. İşte Kur’an Okuma yazmanın çok kıt olduğu, okur yazar insan sayısının parmaklarla sayılabildiği bir dönemde insanların ticari ilişkilerine hukuki bir zeminde, hukuki bir mesnetle yapmalarını istiyor. Bunun içinde bu uzun ayet indiriliyor.

ve la ye'be kâtibun en yektübe kema allemehullahu fel yektüb Katip, yazıcı yazmaktan çekinmesin Allah’ın kendisine öğrettiği gibi kendisi de yazsın. fel yektüb mutlaka yazsın, yazmaktan çekinmesin.

Neden bu ibare geliyor diye soracak olursanız, o dönemde elbette okuma yazma bilmeyen iki taraf var. Satan okuma yazma bilmiyor, alan okuma yazma bilmiyor. Bu iki taraf arasında 3. bir kişi var katip. Bu bu alışverişten hiçbir karı yok, hiçbir çıkarı yok. İki tarafta okuma yazma bilmediği için ne yazdığını da bilmiyorlar. İşte burada tüm şey katibin dürüstlüğü üzerine kuruludur. Onun için adil bir katip, adil bir yazıcı yazsın şartı bunun için getiriliyor. Böyle bir durumda gerçekten de çıkacak ihtilafların ne büyük sorun teşkil edeceğini fark edebilirsiniz. Onun için bu ayet indiği dönemde müminlerinin ticari işlemlerinin hukuka uygun yürümesi ve toplumsal bir yaraya dönüşmemesi için ticaretin o dönem için bu ayetin büyük bir devrim olduğunu da fark etmek gerekiyor.

velyümlililleziy aleyhil hakku Borçlu olan taraf borcunu kaydettirsin. Yani burada yazma işi özellikle, ısrarla borçlu olan tarafından yapılmalı. Bu ayetin borçlu olan tarafa yüklediği bir yükümlülük. vel yettekıllahe Rabbehu Rabbi olan Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olsun. ve la yebhas minhu şey'a Ve borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Borçlu kendi borcunu adil bir katibe yazdırırken kendisi elbette şifahi olarak söyleyecek. Şuna şu kadar borcum var diye.

Burada adil bir katip, yazıcı sadece iki tarafın sözlerini alarak kayda geçiriyor. Eğer sadece borcu, borçlu bu belgeyi düzenliyorsa bu sefer borçlunun ağzından çıkan belge haline dönüşecektir. Eğer borçlu burada yanlış bir beyanda bulunur, eksik ya da fazla bir beyanda bulunursa bu durumda belgeye öyle geçecektir. Özellikle borçlunun borcunu eksik göstermesi, ya da alacaklının alacağını fazla göstermesi işte burada kesinlikle yasaklanmış oluyor.

fein kânelleziy aleyhil hakku sefiyhen ev daıyfen ev la yestetıy'u en yümille eğer diyor, akli açıdan yetersiz ise fein kânelleziy Borçlu taraf. Eğer akli açıdan yetersiz ise sefiyhen sefih ise, ya da cahil, çok aşırı saf ve cahil de diyebiliriz. ev daıyfen ya da bedeni açıdan yetersiz ise, örneğin yaşı küçükse, ev la yestetıy'u en yümille yada kaydettirecek durumda değilse, huve işte o zaman felyümlil veliyyuhu Bil'adl onun menfaatlerini korumakla görevli olan kişi adil bir biçimde kaydettirsin.

vesteşhidu şehiydeyni min Ricaliküm Bütün bu işlemler olurken aranızdan iki erkeğin şahitliğine baş vurunuz diyor Kur’an.

Bir taraf var ümmi sadece, bir tarafta ümmi alıcı. İkisi de okuma yazma bilmiyor. Arada bir aracı var katip. O okuma yazma biliyor. Şimdi iki taraf daha oldu. İki kişi daha taraf oldu alışverişe. Bunlarda nedir, şahitler.

fe in lem yekûna Racüleyni feRacülün vemreetani mimmen terdavne mineş şühedâ Eğer iki erkek bulunmazsa razı olduğunuz kimselerden bir erkekle iki kadın şahit olsun yeter.

İşte burada, ayetin bu kesimi Kurban ı, İslam’ı bilmeyen cahillerin Kur’an ın kadın haklarına aykırı şeyler içerdiğini söylemeleri için bir bahane teşkil etmiştir. Bu nokta da İslam’a da Kur’an ada iftira etmişlerdir. Burada söyleneni şöyle iyice tetkik etmek gerekiyor. O zaman anlayacağız ki İslam’a yapılan iftira, bühtan, gerçekten de asılsızdır ve Kur’an bu noktada en büyük devrimi gerçekleştirmiştir. En büyük devrim derken bu ayetin indiği dönemde hatırlayınız ki kadınlar hiçbir hukuki süreçte bulunmuyorlardı. Hukuki sürece dahil edilmiyorlardı. Aslında sadece o bölgede değil, tüm dünyada böyleydi. Batıda da kadın medeni açıdan ölü sayılıyordu. Hukuk açısından ölü sayılıyordu. Yok sayılıyordu. Onun için onun cinsiyeti onun yok sayılmasına sebep oluyordu.

İşte böyle bir dünyada ilk defa kadını hukuki sürece dahil ediyor Kur’an.Burada dikkat edilmesi gereken şey, kadının hukuki sürece bir biçimde dahil edilmesidir.

Peki burada birilerinin iddia ettiği gibi iki kadın bir erkek yerine mi geçiyor, bu iddianın ne kadar yalan ve yanlış olduğunu aslında bu ayet açıkça söylüyor. Ayet diyor ki; İki erkeği şahit tutun, eğer o bulunmazsa, bir erkek iki kadın olsun.

Burada niçin diye soracaksınız niçin? Çünkü mutlaka hükümler illetleri ile beraber vardır. Hikmetleri ile beraber vardır. Bazen bu illetler bilinir, bazen bilinemez. Bilinen illetlerin bir kısmı hükmün kendi içinde olur, bir kısmı da hükmün bağlamından çıkarılır. Bu ayetteki hükmün illeti, hükmüm kendi içinde yer almaktadır. Yani illet, neden, hükmün hemen yanında yer almaktadır o da şudur. Niçin iki kadın diye soracak olursanız;

en tedılle ıhdahüma fe tüzekkira ıhdahümel uhra Eğer biri yanılır, unutur, şaşırır, saptırır ise diğeri ona hatırlatsın. Diğeri onun yerine geçsin diye. Açık, işte illet bu.

Şimdi buna niçin gerek duyulmuştur diye bir soru sorulması gerekir. Yani, niçin erkek için böyle bir şey gerekmezken kadın için biri yanılırsa diğeri hatırlatır, diğeri uyarır, diğeri şahitlik yapar denilmekte.

Şu müsellem bir gerçektir ki o dönemde kadınlar ticari işlemlerin dışında idiler. Özellikle ticaret erkeklerin yaptığı bir işti. Her ne kadar birkaç kadın, Örneğin Hz. Hatice gibi ticaretle uğraşıyorsa da bunların ticaretle uğraşması hiçbir zaman doğrudan olmamıştır. Doğrudan hesapları tutmamışlardır. Bunlar dolaylı olarak paralarını, sermayelerini erkeklere vererek ticaret yaptırtan kadınlar. Onun için o dönemde hiçbir kadın doğrudan ticaretin içinde bulunmuyordu. Onun için de ticari muamelelerden haberdar değillerdi.

Bu gerçeği göz önüne alan Kur’an o dönemde ilk defa bir uygulama başlattı. Kadınları ticari muamelede hukuki sözleşmelerin içine dahil etmek. Bu erkek merkezli bir toplumda tepki çekecek büyük bir devrimdi.

İşte bu devrimi yaparken Kur’an bir vakayı göz önünde tutarak, kadınların ticari tecrübesinin olmadığını göz önünde tutarak insanların maslahatını koruma açısından bu ilkeyi getirdi. İki kadın şahit. Ancak iki kadın şahit bir erkeğe berdel değil. Niçin mi? Çünkü biri unutursa diğeri hatırlatsın.

Şimdi matematiksel olarak düşünelim. Ahmet, Ayşe ve Fatma şahitler. Ahmet şahitlik yaptı, Ayşe unuttu, bu sefer Fatma’ya başvuruldu. Çünkü Ayşe unuttu. Fatma’ya dendi ki sen şahitlik yap. Ve Fatma da Ahmet’in şahitliğini tasdik eden şahadetini yaptı. Burada kaç kişi şahitlik yapmış oldu? İki kişi. Üç kişi değil. Peki iki kadının bir erkeğe eşit olması nereden çıktı, bu nasıl bir anlayış, bu nasıl bir yaklaşım. Böyle bir şey yok. Eğer birincisi yanılırsa ikincisi hatırlasın birincisi unutursa ikincisi hatırlatsın, yanılırsa ikincisi düzeltsin. Birincisi saparsa ikincisi doğrusunu söylesin diye. O zaman, ki, buradaki ifade;

en tedılle sapmak, unutmak, yanılmak, şaşırmak anlamlarına gelir ve daha bir çok anlama gelir bu çerçevede. O halde şaşıran, unutan, sapan, yanılan, hatta yanıltan kasti olarak ta olabilir. Yanıltan kadının yerine diğeri geçecektir. O halde iki kadın bir erkeğe denk safsatası nereden çıkıyor.

Kaldı ki yine Kur’an dan yola çıkarak bunun tersini ispat edebiliriz. Nisa 15 te; Fuhuş yapan dört şahit, fuhuş yapan bir kadın için, fuhuş yapan biri için dört şahit istenir. Kadın ve erkek ayırımı yapılmaz. Kadınlardan da olabilir, erkeklerden de olabilir. Kadın olunca 8 olsun diye hiçbir hüküm olmamıştır şimdiye kadar.

Yine Talak suresinin 2. ayetinde boşanmaya iki şahit istenir. Yine kadın erkek ayırımı yapılmaz. Bu surelerde şahit istenirken gelen kipleme eril kiplemesidir. Yani müzekkerdir. Ancak tağlip ilkesi uyarıncadır. Talibi yet hep o olduğu için galip üzere konuşulur. Arap dilinde de genelde eril, dişil değil de eril çoğul kullanıldığı zaman daima kendi içerisinde tüm erkek ve kadınlara hitap eder o hükümler.

Onun için Talak suresi 2. ayette de iki şahit istenir bunların erkek ve dişiliğine hiçbir işarette bulunulmaz.

Yine Nur suresi 4 ve 8. ayetlerde daha ilginç bir örneğe rastlıyoruz. Birbirlerine güvenmeyen ve birbirlerine zina iftirası atan eşler. Burada mülaeneye çağırılır. Lanetleşmeye Önce birinci eş erkek çıkar ve derki; 4 kere yemin eder.

- Allah adına yemin ederim ki ben zina yapmadım. 4 kere. 5. sinde ise;

- Eğer zina yapmışsam Allah’ın laneti üzerime olsun. Der.

Eşi, bu sefer alır, Zina iftirasına muhatap olan eş; O da 4 kere yemin eder, 5. sinde

- Lanet üzerime olsun. Der. Buna Mülaene denir.

Zina iftirasında taraflar birbirlerini mülaeneye çağırabilirler. Eğer kadın ve erkeğin şahitliklerinde farklılık olsaydı, eğer 2 kadın bir erkeğe denk olsaydı, ya da kadının şahitliği erkeğin yarısı olsaydı erkek dört kere yemin ederken kadın 8 kere yemin etmesi lazımdı. Ama böyle bir şey yok.

Yine Maide/106. ayette; sizden olmayan iki şahitten söz edilir. Maide/106 da. Sizden olmayan iki şahit. Yani Müslüman olmayan gayri Müslimlerden iki şahitte olabilirmiş. Şu durumda gayri Müslim bir erkek iki Müslüman kadına denk mi olacaktı. Böyle bir şeyi kim söyleyebilir. Kim söylemiştir daha doğrusu.

Onun için Kur’an a yapılan bu iftirayı açıkça reddetmek ayetin kendisinden de mümkündür, çünkü ayet hüküm, bağrında, bünyesinde taşıyor. Ne diyor;

en tedılle ıhdahüma fe tüzekkira ıhdahümel uhra biri unutur, yanılır, şaşırır, sapar, saptırırsa diğeri hatırlasın, düzeltsin, doğrusunu söylesin diye.

ve la ye'beş şühedâu izâ ma dü'û Ve şahitlerde çağrıldıklarında şahadet etmekten kaçınmasınlar.

ve la tes'emu en tektübuhu sağıyran ev kebiyran ila ecelih Küçük büyük demeden vadesiyle birlikte yazmaya üşenmeyin diyor. Yani aslında ayetin girişindeki cümle ile aynı anlamı taşıyor. Vadeli borçlanmaları mutlaka kayıt altına almaya çalışın.

Bu ibareleri gerek ayetin birinci cümlesini fektübû yazın. Kesinlikle yazın. Gerek bu cümleden yola çıkarak bu ayetin her mümine bir farz-ı ayn olan emir mi, yoksa bir tavsiye mi içerdiği alimler tarafından tartışılmış. Alimlerin çoğunluğu bunun bir tavsiye içerdiği yönünde görüş belirtmişler. Lakin bendeniz bu ayetin tavsiyeden öte yerine göre Farz olan bir emir, yerine göre de nafile olan bir şey olarak görüyorum. Çünkü illete mebnidir diyorum. İlleti ise yani vadeli borçlanmaları kayda geçirmenin illeti ise nedir diye soracak olursak işte hemen burada illeti veriliyor devamında.

zâliküm aksetu ındAllah İlleti neymiş, yazmanın, kayda geçirmenin. İşte bu, yani vadeli borçları kayda geçirmek, Allah katında daha adil, bir. İlletin birincisi adaletin gerçekleşmesi imiş. İkincisi; ve akvemu liş şehadeti İspatlama açısından daha güvenilir. İkincisi ispat güvenliği. Bir ihtilaf anında, bir anlaşmazlık vukuunda ispat güvenliği. Üçüncüsü; ve ednâ ella tertabu Kuşkuya kapılmamanız açısından daha uygun. Kuşkunun ortadan kaldırılması, tereddüdün ortadan kaldırılması. Üç illeti vardır.

Bir borçlanma ki, bir alışveriş ki eğer orada adalet, eğer orada ispat güveni, eğer orada kuşku oluşacağı ihtimali varsa mutlaka yazılmalıdır. Yok bir başka aletle, bir başka araçla, bir başka yöntemle kuşkuyu ortadan kaldırmak, adaletsizliğe düşmemek ve ispat güvenliğini sağlamak bir başka yöntemle mümkünse o zaman yazmak hiçte gerekmeyebilir. O zaman işte bu ayetler bir tavsiye olarak kalır.

Onun için adaletin sağlanması, kuşkunun giderilmesi ve ispatlamanın güvenli bir şekilde yapılması eğer başka bir yöntemle sağlanıyorsa ya da bu alanda sorun yoksa bu ayet bir tavsiye olarak anlaşılmalı. Yok bu üç illet sadece yazarak gerçekleşecekse işte o zamanda bu ayet bir emir olarak anlaşılmalıdır.

illâ en tekûne ticareten hadıreten tüdiyruneha beyneküm Fakat eğer alışverişiniz aranızda peşin muameleye dayanıyorsa bu durumda; feleyse aleyküm cünahun ella tektübuha size onu yazmamakta, kayıt altına almamakta bir vebal, bir günah yoktur.

ve eşhidu izâ tebaya'tüm birbirinizle alış veriş yapacağınız zaman şahit bulundurun ve la yudârre katibün ve la şehiydun şahide de katibe de bir zarar verilmesin. Şahitte, katipte bir zarara uğramasın. Yani şahit sırf şahitlik yaptığı için, katipte katiplik yaptığı için hiçbir menfaatleri olmadıkları halde zarara uğramasınlar. ve in tef'alu eğer yaparsanız bunu fe innehu füsukun Biküm yani eğer onlara zarar verirseniz, katibe de şahide de kalkıp zarar vermeye kalkarsanız, mesela zorlarsanız, yalancı şahitlik yapmaya zorlarsanız. Katibe gerçek olmayan bilgileri yazdırmaya kalkarsanız, bu sizin aleyhinize bir çıkış olacaktır.

füsukun Biküm, füsuk, fısk kökünden gelen bir kelime kullanılıyor. füsukun Biküm. Fısk kelimesi cahiliye de hiç bu anlamda kullanılmamıştır. O nötr bir anlamı vardı. Bir yerden çıkmak anlamına gelirdi. Ancak ben burada o anlamını da içinde bulunduran bir manayı tercih ettim. Bu sizin aleyhinize bir çıkış olacaktır diyerek.

Vettekullah Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varın.

ve yuallimukümüllah Bütün bunlarla Allah ne yapmak istiyor biliyor musunuz? Allah sizi eğitiyor. Sizi terbiye ediyor. Size öğretiyor.

vAllahu Bi külli şey'in 'Aliym; Allah iyi bilin ki her bir şeyi en ince ayrıntısına kadar bilir.

283-) Ve in küntüm alâ seferin ve lem tecidu katiben ferihanun makbudatün, fein emine ba'duküm ba'dan felyüeddillezi'tümine emanetehu velyettekıllahe Rabbehu, ve la tektümüş şehadete, ve men yektümha fe innehu asimün kalbüh* vAllahu Bi ma ta'melune 'Aliym;
Ve eğer seferber iseniz bir yazıcı da bulamadınızsa o vakıt kabzedilmiş rehinler, yok birbirinize emin olmuşsanız kendisine inanılan adam Rabbı olan Allahtan korsun da üzerindeki emaneti te'diye etsin, bir de şehadeti ketmetmeyin, onu kim ketmederse mutlak onun kalbi vebal içindedir ve Allah her ne yaparsanız bilir. (elmalı)
Eğer yolculuk hâlinde olur da kâtip bulamazsanız, alınmış olan rehinler sözler ile de yetinilebilir. Eğer birbirinize güvendiyseniz, güvenilen o güveni boşa çıkarmasın ve Rabbinden korksun. Şahit olduğunuz şeyi gizlemeyin. Kim şehâdetini gizlerse, muhakkak onun kalbi suçludur (kalbi hakikatini yansıtmamaktadır, hakikatinden perdelenmiştir). Allâh yapmakta olduklarınızı B işareti kapsamında bilmektedir. (A.Hulusi)
Ve in küntüm alâ seferin ve lem tecidu katiben ferihanun makbudatün Eğer yolculukta iseniz ve bir yazıcı da bulamamışsanız, ki o dönemi göz önüne aldığınızda, okuma yazmanın çok düşük olduğu bir toplumda, bu gerçeği göz önüne aldığınızda bu ayeti daha iyi anlayacaksınız, işte o zaman ferihanun makbudatün alınan bir rehin de yeterli olur.

fein emine ba'duküm ba'dan felyüeddillezi'tümine emanetehu velyettekıllahe Rabbehu eğer birbirinizden güven içindeyseniz, birbirinize karşı güveniyorsanız, felyüeddillezi'tümine emanetehu güvenilen kimse bu güvenin gereğini yerine getirsin. Emanete ihanet etmesin. Kendine olan güvenin gereğini yapsın. velyettekıllahe Rabbehu Rabbi olan Allah’a karşı sorumluluğunun farkına varsın.

ve la tektümüş şehadete ve şahadeti, şahitliği kesinlikle gizlemeyin.

ve men yektümha fe innehu asimün kalbüh Kim şahitliği gizlerse ve bundan dolayı da insanlar zarar görürse iyi bilsin ki o kalben günahkar olur.

Çok ilginç bir ibare, kalben günahkar olmak,

Kalbin günahkar olması. Yani beden ülkesinin başkentinin şeytanın eline geçmesi.

Kalbin günahkar olması, aynanın sırçasının dökülüp artık hakikati gösteremez olması.

Kalbin günahkar olması yürek cennetinin bir cehenneme dönüşmesi.

Kalbin günahkar olması; sızlamayan, özlemeyen, sevmeyen taş bir yüreğe dönüşmesi.

İşte kalbin günahkar olmasının sonucunda varılan nokta. Onun için de peygamber;

- Vücutta bir organ vardır ki iza fesedeha fesedel beden ve iza salahaha salahal beden ela vehiyel kalp. Buyuruyor.

- O iyi olursa tüm beden iyi olur. O bozulursa tüm beden bozulur. İşte o kalptir. Buyuruyor.

Yani bu noktada kalp beden ülkesinin başkenti olarak kimin iktidarına geçmişse, bu ülkenin taşrası olan el ayak, göz kulak, dil dudakta o iktidarın emrine amade olacaktır.

Hatırlayın Bakara 225. ayeti tefsir ederken de böyle bir ibare gelmişti. ve lâkin yuahızüküm Bi mâ kesebet kulûbüküm Allah sizi yaptığınız boş yeminlerden dolayı sorguya çekmez. Lakin kalplerinizin kazancından dolayı sorguya çeker deniliyordu ya o ayette. Kalplerin kazancı. Kalplerin kazandıkları. Onun için kalp deyip te geçmeyin dostlar.

Kalp, bir nükleer güç merkezidir. Orada ürettiğiniz güç aslında bu alemi viran etmeye de yeter, bu alemi cennet etmeye de yeter.

vAllahu Bi ma ta'melune 'Aliym; Allah yaptığınız her bir şeyi bilmektedir.

284-) Lillâhi mâ fiys Semâvâti ve mâ fiyl Ard* ve in tübdû mâ fiy enfüsiküm ev tuhfûhu yuhasibküm BiHİllâh* feyağfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâ'* vAllâhu alâ külli şey'in Kadiyr;
Allahındır hep Göklerdeki ve Yerdeki, siz nefislerinizdekini açsanız da gizlesiniz de Allah onunla sizi hisaba çeker sonra dilediğine mağfiret eyler dilediğine de azab, ve Allah her şey'e kadîrdir. (elmalı)
Semâlarda ve arzda ne varsa Allâh'ındır (Esmâ'sının açığa çıkması için)... Bilinçlerinizde (düşündüğünüz) ne varsa, açıklasanız da gizleseniz de Allâh varlığınızdaki Hasiyb ismi özelliğiyle size onun sonuçlarını yaşatır. Dilediğine mağfiret eder (örter), dilediğine de azap verir. Allâh her şeye Kaadir'dir.(A.Hulusi)
Lillâhi mâ fiys Semâvâti ve mâ fiyl Ard Göklerde ve yerde olan her bir şey Allah’a aittir.

Adeta sure bitmek üzereyken bir manifesto tamamıyla bu surede geçen tüm mesajların, Kur’an ın fihristi mesabesinde olan bu surede geçen tüm ayetlerin bir özeti olarak şu ayetler geliyor. Lillâhi mâ fiys Semâvâti ve mâ fiyl Ard Göklerde ve yerde olan her bir şey Allah’a aittir. Ey insan sen de Allah’a aitsin. Onun içinde Allah, kendisine ait olan insanın hayatını belirliyor. Kendisine ait olan insanın hayatı hakkında kurallar koyuyor. Eğer bu kuralları niçin koydun diye soruyorsan unutma ki sen ona aitsin. Ve unutma ki sadece göklerin ilahı değil, yeryüzünün de ilahıdır. Unutma ki o sadece ötelere karışmaz, buraya da karışır. Hayata karışır.

ve in tübdû mâ fiy enfüsiküm ev tuhfûhu yuhasibküm BiHİllâh İçinizde saklasanız da, açıklasanız da Allah sizi onun için hesaba çeker. Allah sakladıklarınızdan da, açıkladıklarınızdan da sizi mutlaka hesaba çekecektir.

Yukarıdaki konu ile bağlantısı var, şahitlik bağlamında. Gördüğünüz şahit olduğunuz bir gerçeği gizleseniz ne fark eder ki Allah’a karşı. Allah biliyor. Ama tabii ki bu ayetin kapsamı şahitliği falan aşan çok çok bir kapsamı var. Onun için de bu ayeti yukarıdaki konudan bağımsız olarak düşünmek ve insanın yaptığı her bir eyleme karşılık olarak düşünmek gerekiyor.

feyağfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâ' ve bunun ardından dilediğini cezalandırır, dilediğini de bağışlar.

vAllâhu alâ külli şey'in Kadiyr; Allah her bir şeye Kadiyr’dir.

285-) Âmener Rasûlü Bi mâ ünzile ileyhi min Rabbihî vel mu'minûn* küllün âmene Billâhi ve MelâiketiHİ ve KütübiHİ ve RusuliHİ, la nuferriku beyne ehadin min RusuliHİ, ve kalû semi'nâ ve eta'nâ ğufrâneke Rabbenâ ve ileyKEl masıyr;
Peygamber, Rabbından ne indirildi ise ona îman getirdi, mü'minler de, her biri «Allaha ve melâikesine ve kitablarına ve peygamberlerine: Peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırmayız diye» iman getirdiler ve şöyle dediler: semi'na ve eta'na, gufranını dileriz ya rabbena! sanadır gidiş. (elmalı)
Er Rasûl (Hz.Muhammed a.s.) Rabbinden (varlığını oluşturan Allâh'ın Esmâ bileşiminden) kendisine (şuuruna) inzâl olana (boyutsal bir geçiş yapan bilgiye) iman etmiştir. İman edenler de! Hepsi iman etti ("B" harfinin işaret ettiği anlam doğrultusunda) nefslerini oluşturan hakikatlerinin Allâh Esmâ'sı olduğuna, meleklerine (nefslerinin aslı olan Esmâ kuvvelerine), Kitaplarına (inzâl olan bilgilerine), Rasûllerine... Onun Rasûlleri arasında (irsâl olmaları konusunda) hiçbir ayırım yapmayız... "Algıladık ve itaat ettik, mağfiretini isteriz Rabbimiz; dönüşümüz sanadır" dediler. (A.Hulusi)
Âmener Rasûlü Bi mâ ünzile ileyhi min Rabbihî vel mu'minûn Elçi, Rabbinden kendisine indirilen şeylerin tümüne iman etti ve müminler de iman ettiler.

küllün âmene Billâhi Hepsi Allah’a iman ettiler.

ve MelâiketiHİ Onun gizli güçlerine iman ettiler. Meleklerine iman ettiler.

ve KütübiHİ Ve vahiylerine iman ettiler. Mesajlarına iman ettiler.

ve RusuliHİ Elçilerine iman ettiler. Ve dediler ki;

la nuferriku beyne ehadin min RusuliHİ Biz O’nun elçilerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Ne Yahudiler gibi onun elçileri arasından İsa ve Muhammed AS. ı inkar ederiz, ne de Hıristiyanlar gibi onun elçilerinden olan Muhammed AS. inkar ederiz. Biz Muhammed AS. inanmanın İsa’ya Musa’ya ve tüm elçilere inanmaktan ayrı tutulamayacağını biliriz. Ve elçilerin tümüne birden inanırız. Biliriz ki onların hepsi de aynı kaynaktan almıştır mesajları. Ve biliriz ki onların hepsi de Allah’ın seçip gönderdiği nebilerdir.

ve kalû semi'nâ ve eta'nâ Ve yine dediler ki, işittik ve itaat ettik.

ğufrâneke Rabbenâ ve ileyKEl masıyr; Bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz, varış sanadır.

Bu ayet yukarıdaki ayetin bir devamı. Yukarıda ki ayet geldiğinde hatırlayacaksınız;

..ve in tübdû mâ fiy enfüsiküm ev tuhfûhu yuhasibküm BiHİllâh İçinizde gizleseniz de, açıklasanız da Allah sizi onun için hesaba çeker denilmişti ya..! İşte bu ayet indiğinde bize gelen rivayetlere göre indiği gün, bu ayet duyulduğu gün Medine’de her evden cenaze çıkmış gibi ağıtlar yükseldiğini naklediyorlar raviler. Ve bir grup çok büyük bir üzüntü içerisinde Resulallah’a geliyor ve diyorlar ki;

- Ya Resulallah Namazla emrolunduk, kıldık. Oruçla emrolunduk tuttuk, Zekatla emrolunduk verdik, cihatla emrolunduk canımızı esirgemedik. Ama bu ayet; İçimizden geçenlerden hesaba çekileceğimizi söylüyor. İçimizden öyle şeyler geçer ki bazen, dünyanın malını bağışlasanız kimse kalbine öyle bir şey koymak istemez. Ama elimizde olmadan onlar geçer. Dediler. Resulallah;

- Siz sizden öncekiler gibi semi'nâ ve aseyna İşittik ve isyan ettik mi diyorsunuz? Diye sorar.


İşittik ve isyan ettik mi diyorsunuz? Onlar ağlamaktadırlar. Çünkü ayeti ciddiye almaktadırlar. Çünkü Kur’an ı ciddiye almaktadırlar. Çünkü Allah’ın kendileriyle konuşmasını ciddiye almaktadırlar. Onlar ayet karşısında kör ve sağır davranmazlar. Onun için de bu ayeti nasıl yaşayacağız diye düşünürler. Bu ayeti onun içinde indiğinde evlerinden cenaze çıkmış gibi geldiler ve Resulallah’a böyle dediler. Resulallah ise onlara şunu teklif etti.

- Böyle demeyin, deyin ki; semi'nâ ve eta'nâ ğufrâneke Rabbenâ ve ileyKEl masıyr; İşittik Ya Rabbi, itaat ettik ya Rabbi, bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz dönüş sanadır, varış sanadır deyin..! Buyurdu.

Onlar bu sözü tekrar ederlerken işte bu söz ayete dönüşerek göklerin derinlerinden yeryüzüne indi. İşte bu ayetin sebep-i nüzulü budur. Adeta bir muştudur, bir müjdedir bu ayet.

286-) Lâ yükellifullâhu nefsen illâ vüs'ahâ* lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet* Rabbenâ lâ tüahıznâ in nesiynâ ev ahta'nâ* Rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alelleziyne min kablinâ* Rabbenâ ve lâ tühammilnâ mâ lâ tâkate lenâ Bih* va'fü annâ, vağfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfiriyn;
Allah kimseye vüs'unden öte teklif yapmaz, herkesin kazandığı lehine yüklendiği aleyhinedir, ya rabbena! eğer unuttuk veya kasdımız bize bizden evvelkilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme, ya rabbena! hem de bize takatımız olmayanı yükletme, ve bizden günahlarımız afiv buyur ve bizlere mağfiretini reva, rahmetini atâ kıl, sensin mevlâmız, bizi mansur buyur artık seni tanımıyanlara karşı, kahrolsun kâfirler. (elmalı)
Allâh kimseyi kapasitesi dışındakinden mükellef tutmaz. (Yaptığı iyi işler sonucu) kazandığı da kendinedir, (zararlı işler sonucu) alacağı karşılık da kendinedir. Rabbimiz, unutursak veya hataya düşersek bizi bundan dolayı cezalandırma. Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemiş olduğun ağır vecibeleri bize yükleme. Rabbimiz, takatimizin yetmeyeceği şeyleri de bize yükleme. Bizi affeyle, mağfiret eyle, rahmet et. Sen mevlâmızsın. Tüm hakikati örten seni inkâr edenlere (kâfirlere) karşı bizi zafere erdir. (a.Hulusi)
Lâ yükellifullâhu nefsen illâ vüs'ahâ Müjde devam ediyor, Allah hiç kimseyi götüremeyeceğini yüklemez. Hiç kimseyi götüremeyeceği şeyle mükellef tutmaz.

lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği kötülük kendi aleyhinedir.

Ragıp el-İsfahani der ki; Birinci cümlede geçen kesb ile İkinci cümlede geçen iktisab farklı farklı anlamlara gelir. Kesb; İnsanın hem kendisinin kazandıkları, hem de başkasının kazandığına vesile olduklarıdır der. Yani vesile olduğunuz iyilikler de sizin kazandığınız gibi lehinize yazılıyor. Ama İktisap ise der, İnsanın sadece kendisinin kazandığı, kendisinin yaptığı kötülüklerdir der. Yani kötülüklerde bir sınır var, aleyhinize olan kötülüklerde. İyiliklerde ise bir sınırsızlık var.

Başkasına vesile olduğumuz iyilikler bile siz yapmış gibi yazılıyor.

Rabbenâ lâ tüahıznâ in nesiynâ ev ahta'nâ Ey bizim Rabbimiz, yanılırsak ya da unutursak bizi sorgulama, sorguya çekme.

Rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alelleziyne min kablinâ Ey bizim Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme.

Rabbenâ ve lâ tühammilnâ mâ lâ tâkate lenâ Bih Ey bizim Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz yükü bize taşıtma.

va'fü annâ Günahlarımızı Affet,

vağfir lenâ Bizi bağışla,

verhamnâ Bize merhamet et,

ente Mevlânâ Sen bizim velinimetimizsin, sen bizim Mevla’mız, sen bizim velimizsin. Sen bizim dayanağımız, tutamağımız, sığınağımız, Allah’ımızsın,

fensurnâ alel kavmil kâfiriyn; İnkarında direnen inkarcı güruha karşı bize zafer ver, bize başarı ver, bize fetih ver, bize nusret ver, Amin..! Vel Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn;
Bu dua kıyamete kadar müminlerin dilinde yankılanacak ve bu dua kıyamete kadar, hayatını iman ile taçlandıran tüm müminlerin hayatına anlam katmaya devam edecektir. Çünkü Allah’a iman eden, hayatına anlam katmış olur. Hayatına anlam katan insan ise değil sevinci, acısına dahi anlam katmış olur. Değil yaşamı, ölümüne dahi anlam katmış olur.

Hepinize anlamlı bir hayat niyaz ediyorum.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”