27 Kasım 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. HAŞR (12 - 21)(173-B)



B sayfasından devam.

12-) Lein uhricu lâ yahrucune me'ahüm* ve lein kutilu lâ yensurunehüm* ve lein nasaruhüm leyüvellûnel'edbare, sümme lâ yunsarun;

And olsun ki eğer onlar (yurtlarından) çıkarılsalar, onlarla birlikte çıkmazlar! And olsun ki eğer onlarla savaşılsa, onlara yardım etmezler! And olsun ki eğer onlara yardım etseler, mutlaka arkalarına dönüp kaçarlar! Sonra da yardım olunmazlar. (A. Hulusi)

12 - Celâlim hakkı için eğer çıkarılırlarsa onlarla beraber çıkmazlar ve eğer kıtal yapılırsa onlara yardım etmezler ve şayet yardım edecek olsalar mutlak arkalarına dönerler, sonra da kurtarılmazlar, (Elmalı)


Lein uhricu lâ yahrucune me'ahüm eğer onlar çıkarılsalar onlar, onlarla beraber çıkmazlar. İki yüzlüler çünkü. Hiçbir laflarına inanılmaz ki, ipleri ile kuyuya inilmez ki. Münafığın ipiyle kuyuya inilir mi? ve lein kutilu lâ yensurunehüm eğer onlara karşı savaş açılsa bu sefer onlara yardıma da gelmezler. ve lein nasaruhüm leyüvellûnel'edbar eğer onlara karşı zafer kazanılsa arkalarını dönüp kaçarlar. Bu seferde tabana kuvvet derler. sümme lâ yunsarun kimseden de yardım alamazlar.

Korku da şirk, aslında gerçekten de ki, bir sonraki ayetle beraber düşünelim. Benzer bir şeytani dayanışma için Enfal/48. ayetine atıf yaparak bir sonraki ayetle birlikte korkunun insanı nasıl Allah’a karşı rezil ettiğinin ilginç bir ifadesi geliyor.


13-) Leentum eşeddu rehbeten fiy sudurihim minAllâh* zâlike Biennehüm kavmun lâ yefkahun;

Muhakkak ki sizden korkuları, Allâh'tan daha şiddetlidir! Bu onların anlayışı kıt bir toplum olmalarındandır! (A. Hulusi)

13 - her halde onların yüreklerinde sizin korkunuz Allah’ınkinden ziyade, bu onların fıhıksız bir kavim olmalarındandır. (Elmalı)


Leentum eşeddu rehbeten fiy sudurihim minAllâh elbet onların içlerine Allah tan daha çok sizin korkunuz sinmiştir. Şuna bakın, Allah’tan daha çok insandan korkmak. Onlar Allah tan daha çok sizden korkuyorlar diyor vahiy münafıklar için veya Yahudilerin münafıkları için.

Korku da şirkten bahsediyor aslında. Allah’tan korkar gibi korktuklarını söylüyor. Nifakın temelinde yatan mikrop aslında korkuymuş. Allah’tan korkar gibi insandan korkmak. Belki de münafığı münafık yapan en temel güdü, yanlış, Allah’tan korkacağı yerde Allah dışında şeylerden korkmaktır. Bu da korku terbiyesinden mahrum olmaktır. Demek ki korku terbiyesi, terbiyelerin en önemlilerinden biridir.

zâlike Biennehüm kavmun lâ yefkahun işte bu onların akletmez, anlamaz, kavramaz bir topluluk olmalarından dolayıdır.

Bu pasajda ki ayetler 11 – 15. ayetler yani, nifakın bir inanç probleminden ziyade bir inanç ahlakı problemi olduğunu gösteriyor. İnanç ahlakı da mı varmış demeyin. İman, İman ahlakı ile birlikte olursa inanmak güvenmek anlamına gelir. Ama olmazsa ben Allah’a iman ettim ama güvenmiyorum gibi komik bir sonuç çıkar. Çok gördüğümüz bu sonuç, Allah korusun.


14-) Lâ yukatiluneküm cemiy'an illâ fiy kuren muhassanetin ev min verâi cüdür* be'suhüm beynehüm şediyd* tahsebuhüm cemiy'an ve kulubühüm şetta* zâlike Biennehüm kavmun lâ ya'kılun;

Onlar sizinle toplu hâlde, ancak tahkim edilmiş (kale gibi çevrilmiş) bölgelerde yahut duvarların arkasından savaşırlar... Onların kendi aralarındaki sorunları - sıkıntıları da şiddetlidir... Düşünceleri ayrı ayrı olduğu hâlde onları toplu sanırsın! Bu, onların aklını kullanamayan bir topluluk olmalarındandır. (A. Hulusi)

14 - Size hepsi toplanarak kıtal yapamazlar, ancak müstahkem mevki’lerde veya duvarlar, siperler arkasından yaparlar, aralarında beisleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın halbuki kalpleri dağınıktır, bu onların akıl etmez bir kavim olmalarındandır. (Elmalı)


Lâ yukatiluneküm cemiy'an illâ fiy kuren muhassanetin ev min verâi cüdür onlar ittifak kursalar dahi müstahkem mevkilerinde olmadıkça, ya da surların ardına saklanmadıkça sizinle asla ama asla savaşa yanaşmazlar. be'suhüm beynehüm şediydun kendi aralarında şiddetli bir rekabet içindedirler. Kendi aralarında da öyle çok dürüst değiller. Münafığın dostluğu olur mu? Münafık; dostum dediğine de ilk fırsatta mutlaka bir şeyler planlıyor demektir. Münafığın menfaati olur, dostluğu olmaz.

tahsebuhüm cemiy'an ve kulubühüm şetta sen onları birlik zannedersin dışarıdan bakınca, ama aslında kalplerini görmek mümkin olsaydı içlerinin paramparça olduğunu görürdün. Ve kulubühüm şetta, kalpleri paramparçadır. Dışarıdan bakınca birlik gibi görünürler, her birinin bir hesabı vardır, her biri bir hesap yapmıştır, küçük bir hesap yapmıştır. Eğer menfaat hesaplarına uymayan bir şey olsun bak nasıl yarı yolda bırakıyor. Allah’a dayanmayan, Allah’tan kaynaklanmayan dostluğun arkası gelir mi?

zâlike Biennehüm kavmun lâ ya'kılun işte bu da onların akletmeyen, kafalarını kullanmayan, seliym bir akla sahip olmayan bir toplum omları yüzündendir.


15-) Kemeselilleziyne min kablihim kariyben zâku vebale emrihim* ve lehüm 'azâbun eliym;

(Bu Yahudilerin misali) kendilerinden yakın (zaman) önce (Bedir'de) işlerinin vebalini tatmış ve kendileri için (sonsuz gelecekte) feci bir azap olan kimselerin meseli gibidir. (A. Hulusi)

15 - Yakında önlerinden geçenler gibi ki emirlerinin vebalini tattılar, daha da onlara elîm bir azâb var. (Elmalı)


Kemeselilleziyne min kablihim kariyben zâku vebale emrihim onların akıbeti de yaptıklarının vebalini yüklenen kendilerinden hemen öncekilerin akıbetine benzeyecektir. Atıf 2 yere bizce.Hem Bedir de helak olan Mekke’lilere, ki kendilerinden hemen önce helak olanlar onlar. Hem de sürülen ilk Yahudi kabilesi Kaynuka oğullarına. İkisi de olabilir. ve lehüm 'azâbun eliym onları çok elim bir azab beklemektedir.


16-) Kemeselişşeytani iz kale lil'İnsanikfur* felemma kefere kale inniy beriy'un minke inniy ehafullahe Rabbel'alemiyn;

(Yahudi münafıkların ibretlik durumu) insana: "Küfret (hakikatini inkâr ile bedenselliği yaşa esfeli sâfîliyn olan dünyaN yaşamında)!" diye fikir veren şeytanın ibretlik durumu gibidir! (İnsan) küfrettiğinde (hakikatini inkârda kilitlendiğinde ise), "Muhakkak ki ben senden berîyim! Doğrusu ben Rabb-ül âlemîn olan Allâh'tan korkarım" dedi. (A. Hulusi)

16 - Tıpkı Şeytanın meseli gibi ki hani insana küfret dedi de küfredince ben dedi senden beriyim, çünkü ben âlemlerin rabbi olan Allah dan korkarım. (Elmalı)


Kemeselişşeytan şeytanın misali gibi, tıpkı şeytanın yaptığı gibi. Nasıl yapmış? İlginç bir mesel bu, iz kale lil'İnsanikfur hani şeytan insana der ki inkar et. Böyle telkin eder. Küfret. İçinden fısıldar, şeytani öteki benlik. İç güdü iç.inden fısıldar; İnkar et ey insan felemma kefere kale inniy beriy'un mink ama insan onun lafını dinler de küfrederse, nankörlük ederse, ki bunu nankörlük et biçiminde de anlayabiliriz. Nankörlük ederse bu seferde şeytan döner der ki ben senden berîyim. Yani sana besmele çekiyorum der şeytan. Önce ayartır, sonrada ayarttığı insandan berî olduğunu söyler. inniy ehafullahe Rabbel'alemiyn ben alemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım. Der.

Demek ki şeytanın tipik bir özelliği, münafıklığı imiş. Demek ki her münafıkta şeytandan bir pay varmış. Aslında bunu gösteriyor. Şeytanın münafık tabiatına, daha temelde Nifakın şeytani tabiatına bir atıf. Bu şeytan 11. ayette anlatılan Ubey Bin Selül aslında tipi. Önce ayartır, sonra sorumluluk üstlenmez. Şeytan rolüne isyan eden Yahudilerin değil, onları ayartmaya kalkan münafıkların layık görülmesi ilginçtir, dikkat çekicidir. Münafıklar her iki tarafa da ihanet etmiş oluyorlar böylece.


17-) Fekâne 'akıbetehüma ennehüma fiynnari halideyni fiyha* ve zâlike cezâuzzâlimiyn;

Bu yüzden ikisinin de sonu, içinde sonsuz yaşamak üzere ateş oldu! İşte bu zâlimlerin cezasıdır. (A. Hulusi)

17 - Sonra ikisinin de âkıbeti ebediyen ateşte kalmaları oldu, ve işte zalimlerin cezası budur. (Elmalı)


Fekâne 'akıbetehüma ennehüma fiynnari halideyni fiyha sonuçta o iki zümrenin akıbeti de birbirine benzemiştir, aynı olmuştur. Yani önleri aynı olanların sonları da aynı olmuştur. İki zümre Yahudiler ve münafıklar. ve zâlike cezâuzzâlimiyn işte zalimlerin cezası budur.


18-) Ya eyyühelleziyne amenûttekullahe veltenzur nefsun ma kaddemet liğad* vettekullah* innAllâhe Habiyrun Bima ta'melun;

Ey iman edenler Allâh'tan korunun! Bir nefs yarın (vefat ötesi) için önceden ne gönderdiğine bir baksın! Allâh'tan korunun! Muhakkak ki Allâh yaptıklarınızda Esmâ'sıyla yaratanı olarak Habiyr'dir. (A. Hulusi)

18 - Ey o bütün iman edenler! Hep Allaha korunun ve baksın bir nefis yarın için ne takdim etmiş, hem Allah dan korkun, çünkü Allah her ne yaparsanız şüphesiz habîrdir. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenûttekullahe veltenzur nefsun ma kaddemet liğad  siz ey iman edenler, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Herkes, her nefis, her can yarın için ne hazırladığına, ne takdim ettiğine baksın. Nifakla ilgili bir pasajın ardından ahiretle ilgili ayetlerin gelmesi çok manidar dostlar. İki dünyası olanın tek yüzü olur, tek dünyası olanın iki yüzü olur. biz bunu anlıyoruz.

Vettekullah ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun şuurunda olun. Allah’a saygıda kusur etmeyin. innAllâhe Habiyrun Bima ta'melun hiç unutmayın ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.


19-) Ve lâ tekûnu kelleziyne nesullahe feensahüm enfusehüm* ülâike hümülfasikun;

Şu, Allâh'ı unuttukları için, Allâh'ın da onlara nefslerini (-n hakikatini) unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar inancı bozukların ta kendileridir! (A. Hulusi)

19 - Ve onlar gibi olmayın ki Allah’ı unutmuşlardır da Allah da onlara kendilerini unutturmuştur, onlardır ki hep fasıklardır. (Elmalı)


Ve lâ tekûnu kelleziyne nesullahe feensahüm enfusehüm Allah’ı unutan ve Allah’ın kendisini, kendisine unutturdukları gibi olmayın. Yani sorumsuzlar gibi olmayın. Yukarıda sorumluluk, takvadan bahsetti. Demek ki sorumsuzlukta buymuş. Takva sorumluluk, kendisini unutmakta sorumsuzlukmuş. Allah’ı unutan, Allah’ın da kendisini kendisine unutturduğu. Sizin Allah’ı unutmanız felaket değil, asıl felaket Allah’ın size, sizi unutturması. İnsan kendisini unutursa kendini kaybeder. Kendini kaybederse haddini aşar. Haddini aşarsa eğer o insan belasını bulmuştur.

ülâike hümülfasikun işte onlar yoldan çıkanların ta kendileridir. Önceki ayet takvaya çağırıyordu. Bu ayet sorumsuzluktan kaçınmaya çağırıyor. Nifakın psikanalizini yapıyor yani. Kişi ancak kendisini unutarak münafık olur diyor, ben böyle anlıyorum, yabancılaşma budur.


20-) Lâ yesteviy ashâbunnâri ve ashâbulcenneti, ashâbulcenneti hümülfâizûn;

Nâr ehli ile Cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli kurtuluşa erenlerin ta kendileridir! (A. Hulusi)

20 - Ashabı Nar ile ashabı Cennet müsavi olmaz, ashabı Cennettir ki hep murada irmişlerdir. (Elmalı)


Lâ yesteviy ashâbunnâri ve ashâbulcenneh ateş ehli ile cennet ehli asla bir olmaz. Yani ateşe layık bir hayat yaşayanla, cennete layık bir hayat yaşayan asla bir olmaz. Firavun gibi yaşayıp ta Musa’nın akıbeti ile akıbetlenmek istemeyin sakın, böyle bir beklenti içine girmeyin. ashâbulcenneti hümülfâizûn Cennet ehli var ya cennet ehli; işte asıl kurtulanlar onlardır. Rabbimiz burada kurtuluş tarifi yapıyor, başarı tarifi yapıyor. Kariyer planlaması yapanlara duyurulur, başarının tarifini Allah’tan almak lazım. Sizin tarifinizin hiç bir hükmü yok.


21-) Lev enzelnâ hâzelKur'âne 'alâ cebelin leraeytehu hâşi'an mutesaddi'an min haşyetillâh* ve tilkel'emsâlu nadribuhâ linNâsi le'allehüm yetefekkerun;

Eğer şu Kurân'ı (bildirdiği gerçeği) bir dağın (benlik sahibi bilinç - ego - eniyet) üzerine inzâl etseydik, elbette onu Allâh (ismiyle işaret edilen'in) haşyetinden (muhteşem azamet karşısında benliğinin hiçliğini fark ederek) huşû ederek, çatlayıp paramparça olduğu hâlde görürdün! İşte bu MİSALLERİ (sembolik anlatımları) insanlara tefekkür etsinler diye veriyoruz! (A. Hulusi)

21 - Biz bu Kuran’ı bir dağın üzerine indirseydik her halde Sen onu Allah korkusundan başını eğmiş çatlamış görürdün, o temsiller yok mu işte biz onları insanlar için yapıyoruz gerek ki tefekkür ederler. (Elmalı)


Lev enzelnâ hâzelKur'âne 'alâ cebelin leraeytehu hâşi'an mutesaddi'an min haşyetillâh eğer biz bu Kur’an ı bir dağa indirmiş olsaydık dağın Allah korkusundan haşyetle yıkılıp paramparça olduğunu görürdün. Zımnen ama onu dağa değil ey insan sana indirdik. Taş mı kesildin ey insan, dağ bile hallaç pamuğu gibi atılacakken vahyin altında sarsılırken, ya sen neden sarsılmazsın yüreğinle. Yahudiler ve münafıkların vahye karşı taş kalpliliğini ifade etse de aslında vahiy karşısında tüyü oynamayan insanın nifaktan korkması gerektiğini de söylemiş olmuyor mu.

ve tilkel'emsâlu nadribuhâ linNâsi le'allehüm yetefekkerun işte Allah böyle misaller veririz biz ki insanlara le'allehüm yetefekkerun ki onlar düşünüp doğru yola gelirler. Daha doğrusu biz bu misalleri düşünüp doğru yola gelsinler diye insanlara verdik. Eğere üzerinde düşünürsek, dağla kendimizi kıyaslarsak şu sonuca ulaşırız. Allah bu vahyi dağa değil bana, yani insana indirdi. Eğer ben vahyin karşısında kör ve sağır davranırsam insan olarak, mahlukatın şereflisi olarak, ahseni takvim üzere yarattığı ben kendime taş muamelesi yaparım. Taş kesilmiş bir kalple vahye yaklaşmış olurum. Yüreğimde kalp yerine taş taşımış olurum. Eğer böyle olursam yazık bana vah bana. Bundan büyük bela mı olur. Aslında Azab ta budur, ceza da budur bela da budur. Rabbim vahye karşı kör ve sağır davrananlardan etmesin.

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


173-B video parçasının sonu.
173-B video parçasını BURADA bulabilirsiniz.

26 Kasım 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. HAŞR (06 - 11)(173-B)



A sayfasından devam



6-) Ve ma efaAllâhu 'alâ RasûliHİ minhüm fema evceftum 'aleyhi min haylin ve lâ rikâbin ve lakinnAllâhe yusellitu usuleHU 'alâ men yeşa'* vAllâhu 'alâ külli şey'in Kadiyr;



Allâh'ın onlardan Rasûlüne verdiği ganimete gelince, siz onun için ne bir at koşturdunuz ve ne de bir deveye bindiniz! Ne var ki Allâh, Rasûllerini dilediği kimsenin üzerine yönlendirir! Allâh her şey üzerine Kaadir'dir. (A. Hulusi)



06 - Allahın Resulüne onlardan tahvil buyurduğu fey'e gelince siz ona ne at debrettiniz ne rikâb velâkin Allah Resullerini dilediği kimselere musallat kılar ve Allah her şey'e kadirdir. (Elmalı)





Ve ma efaAllâhu 'alâ RasûliHİ minhüm yine Allah’ın o kimselerden alıp elçisinin tasarrufuna bıraktığı, verdiği kansız ve zahmetsiz savaş gelirleri, devam edelim; fema evceftum 'aleyhi min haylin ve lâ rikâbin üstelik onu ele geçirmek için atlı ve develi akınlar da düzenlememiştiniz. İşte ne atlı, ne develi akınlar düzenlemeden Allah’ın resulünün tasarrufuna verdiği savaş gelirleri, Allah’ın resulünün tasarrufuna aittir. ve lakinnAllâhe yusellitu rusuleHU 'alâ men yeşa' Fakat Allah elçilerinden dilediğini ona sorumlu kılar. Yani zahmetsizce elde edilen savaş gelirlerinin sorumluluğunu Allah elçilerinden dilediğine verir. vAllâhu 'alâ külli şey'in Kadiyr Allah her bir şeye güç yetirendir.



Bu ibare ganimet ile fey arasında ki farkı da ifade ediyor dostlar. Onun için biraz uzun tercüme etmeye çalıştım, yani açtım metni. Ganimet savaş geliri. Direk savaşta zor alım yoluyla elde edilmiş gelir. Ama fey; savaşta kolay kendi gelen gelir. Tabir caizse ilki alınandır diğeri bırakılandır. Düşmanın bıraktığıdır. Burada da zaten düşmanın bıraktığı kolay yoldan ele geçen savaş gelirlerinden söz ediliyor, ona fey denir.,





7-) Ma efaAllâhu 'alâ RasûliHİ min ehlilkura feLillâhi ve lirRasûli ve lizilkurba velyetama velmesakiyni vebnissebiyli, key lâ yekûne duleten beynel'ağniyai minküm* ve ma atâkümurRasûlu fehuzûhu ve ma nehaküm 'anhu fentehu* vettekullah* innAllâhe şediyd'ül 'ıkab;



Allâh'ın, fethedilen bölge halkından, Rasûlüne verdiği savaşsız ganimet (fey'), Allâh'a, Rasûle, yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir... (Bu böyle takdir edilmiştir) ki (varlık) sizden (sadece) zenginler arasında elden ele dolaşan bir şey olmasın! Rasûl size ne verdi ise, onu alın (kabul edin); sizi neden engelledi ise, ona son verin! Allâh'tan (yaptıklarınızın sonucunu kesinlikle yaşatacağı içindir ki) korunun... Muhakkak ki Allâh "Şediyd'ül Ikab"dır. (A. Hulusi)



07 - Allahın Resulüne kurâ ahalisinden tahvil buyurduğu Fey'i de Allah için ve Resulü için ve karabet sahibi ve yetimler ve miskînler ve yolda kalmış kimseler içindir, ki sade içinizden zenginler arasında dolaşır bir devlet olmaya, bir de Peygamber size her ne emir verirse tutun, nehy ettiğinden de sakının ve Allah dan korkun, çünkü Allah «şediydul'ikab» dır. (Elmalı)





Ma efaAllâhu 'alâ RasûliHİ min ehlilkura Allah zalim beldelerin sakinlerinden alıp iade ettiği tüm savaş gelirlerini resulüne emanet etmiştir. Onun tasarrufuna vermiştir. Bu ayetin bir öncekinden farklı bir durumu düzenlediğini söylemiş bazı müfessirler. Ama ben o kanaatte değilim. Bu ayet bir önceki ayetin düzenlediği savaş gelirleriyle ilgili, feyle ilgili aynı durumun devamıdır. Farklı bir durumu düzenlemiyor, dolayısıyla farklı bir zamanda indiği görüş de isabetli değildir.



feLillâhi ve lirRasûli ve lizilkurba velyetama velmesakiyni vebnissebiyl kiminmiş feyler? Kilerle paylaştırılırmış? Öncelikle tasarrufu Allah resulünün elinde, Allah’a aittir. Resulüne aittir, resulü içindir, ve lizilkurba yakınlar içindir. Velyetama; Yetimler içindir. Özellikle de babasını savaşta kaybetmiş yetim çocuklar içindir. Velmesakiyni; miskinler için, yoksullar için fakirler içindir. Vebnissebiyl yol oğlu manasına gelir. bu genelde tefsir geleneğimizde yolcular içindir diye anlaşılmış ama bendeniz vebnissebiyl’i yola terk edilmiş evsizler, kimsesizler, bakacak kimsesi olmayan köprü altı çocukları, kimsesizlerin tamamını kapsadığını düşünüyorum, özellikle bu günün dünyasında anlayacak olursak.



key lâ yekûne duleten beynel'ağniyai minküm bunun gerekçesi servet sırf zengin sınıflarınız arasında dolaşan bir güç ve iktidar aracına dönüşmesin diyedir.



Değerli dostlar buraya dikkatinizi çekmek istiyorum Bu ibareyi bir daha okumak istiyorum. Neden Allah savaş gelirlerini, zekatlar içinde bu geçerli aslında dağıtmıştır. Toplumun tüm katmanlarına neden dağıtmıştır ın suali bu ibare. key lâ yekûne duleten beynel'ağniyai minküm Mihenk taşıdır bu ibare. Gelir dağılımı ve sosyal adaletin altın kuralıdır bu. Ganimetin 1/5 i Enfal/41. ayetinde de sayılan sınıflara verilir. Gerisi ise mücahitlere, cihada bizzat katılmış insanlara dağıtılır. Fey’in de öyle olduğunu buradan anlıyoruz. Ganimette olduğu gibi fey de öyledir.



Fakat ilginç, tarihimizde yaşanmış bu ayetin zahiri hükmüne uymayan Hz. Ömer’in bir uygulaması var. Nedir o? Suriye ve Irak topraklarını, savafi diye bilinen o verimli araziyi, özellikle de Mezopotamya da ki o verimli araziyi savaştan sonra ele geçtiği halde Hz. Ömer savaşan mücahitler arasında dağıtılması gerekirken onları dağıtmamıştır. Ne yapmıştır ya? Sahiplerine o arazileri ekip biçmek üzere yarıya vermiştir. Bu uygulama görünürde ayetin zahirine aykırı, ama maksat açısından baktığınızda aslında ayetin maksadına tıpatıp örtüşen bir uygulama.



İşte key lâ yekûne duleten beynel'ağniyai minküm servet zenginleriniz arasında dolaşan bir güç ve devlete dönüşmesin ilkesi ayetin maksadını gösteriyor. Demek ki aslolan maksattır. Maksatlarını göz ardı ederek biz nasları anlamaya kalktığımızda belki maksadının tersini bile yapma ihtimalimiz vardır. Onun için bir hükmün maksadı göz ardı edilerek hüküm anlaşılamaz. Buradan Hz. Ömer’in bu uygulamasından biz bunu anlıyoruz.



ve ma atâkümurRasûlu fehuzûhu ve ma nehaküm 'anhu fentehu Allah resulü ondan, (fey’den) size ne verirse onu alın, o fey’den neyi de sizden esirger, vermezse, men ederse ondan da uzak durun. Bu ibare kocaman, uzun bir ayetin arasında yer alıyor. Gördüğünüz gibi Haşr suresinin 7. ayeti. Fakat bu ibare parçacı yaklaşımla ait olduğu ayetin içinden çekip çıkarılıp, her yerde kullanılmış. Ama aslında ibarenin ait olduğu ayet bu ve bu ayetin ait olduğu pasaj da fey le alakalı. Eğer bir ibareyi ait olduğu bütünden koparırsak parçanın bütün ile ilişkisini kesersek parça bütüne aykırı da anlaşılma ihtimali doğar ki bu yanlıştır.



Vettekullah Artık Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varın. innAllâhe şediyd'ül 'ıkab şunu iyi bilin ki Allah’ın cezası pek şiddetlidir.





8-) Lilfukarailmuhaciriynelleziyne uhricu min diyarihim ve emvalihim yebteğune fadlen minAllâhi ve rıdvanen ve yensurunAllâhe ve RasûleHU, ülâike hümussadikun;



(O fey') yurtlarından ve mallarından çıkarılmış, Allâh'tan bir lütuf ve rıdvan isteyen; Allâh'a ve O'nun Rasûlüne yardım eden muhacir fukara içindir. İşte onlar sadıkların ta kendileridir! (A. Hulusi)



08 - O fukara muhacirler için ki yurtlarından ve mallarından çıkarıldılar, Allah dan bir fadıl ve Rıdvan ararlar ve Allaha ve Resulüne hizmet ederler, ta onlardır işte sadık olanlar, (Elmalı)





Lilfukarailmuhaciriynelleziyne uhricu min diyarihim ve emvalihim bu gelirler yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan mülteci göçmenler arasında ki fakirlere verilir, fakirler içindir. yebteğune fadlen minAllâhi ve rıdvane Allah’tan onlar ne yaparlar? Allah’ın lûtfunu ve rızasını umarlar. Yani paylaşımda eğer bundan bir pay düşmezse Allah’ın lûtfunu ve rızasını umarlar, rablerinin paylaştırmasına razı olurlar. Yoksa ne yapmış olurlar? Yoksa 4. ayette ifade buyrulduğu gibi Allah’a muhalefet etmiş olurlar. Onun için Allah’tan razı olacaksın arkadaş. Allah benden razı olsun diyorsan, Allah’ın paylaştırmasında da razı olacaksın. Belki de bir imtihandır bilmiyoruz. Kesinlikle öyledir.



ve yensurunAllâhe ve RasûleHU, ülâike hümussadikun evet Allah’a ve resulüne destek verenler, destek çıkanlar. Tabii Allah’a nasıl destek çıkılır? Allah’ın dinine destek çıkılır. İşte onlar var ya, onlar sadık olanların, Allah’a verdikleri iman sözüne sadık kalanların ta kendileridir.





9-) Velleziyne tebevveüddare vel'iymane min kablihim yuhıbbune men hâcere ileyhim ve lâ yecidûne fiy sudûrihim hâceten mimma ûtû ve yü'sirune 'alâ enfüsihim velev kâne Bihim hasâsatun, ve men yuka şuhha nefsihi feülaike hümülmüflihun;



Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine'ye) ve imana yerleşmiş olan kimseler (Ensar), kendilerine hicret edenleri severler. Onlara (muhacirlere) verilenlerde gözleri yoktur, buna ihtiyaç duymazlar! Kendileri ihtiyaç içinde olsalar da, onları kendi nefslerine tercih ederler! Kim nefsinin (bilincinin) cimriliğinden - ihtirasından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir! (A. Hulusi)



09 - Ve şunlar ki onlardan önce yurdu hazırlayıp imana sahip oldular, kendilerine hicret edenlere muhabbet beslerler, ve onlara verilenden nefislerinde bir kaygı duymazlar, kendilerinde ihtiyaç bile olsa iysar ile nefislerine tercih ederler, her kim de nefsinin hırsından korunursa işte onlardır o felah bulanlar, (Elmalı)





Velleziyne tebevveüddare vel'iymane min kablihim bir de onlardan önce yurdu hazırlayan ve imanı yerleştiren kimselere verilir. Yani feyden onlara da pay verilir. Yurdu hazırlayan ve imanı yerleştiren kimseler kim? Bir öncekiler muhacirlerdi. Mekke’den Medine’ye bir çok şeylerinden fedakarlık ederek gelmiş olanlar. Burada ise onlara yurdu hazırlayanlar Medine’deki yerli Ensar yani.



yuhıbbune men hâcere ileyhim onlar kendilerine hicret eden kimselere sevgi gösterirler. ve lâ yecidûne fiy sudûrihim hâceten mimma ûtû diğerlerine verilenden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymazlar. Yani kalpleri daralmaz, karınları şişmez. Onlara verildi de bize verilmedi diye dedikodu yapmazlar. İçlerinde sıkıntı duymazlar, Allah’ın paylaştırmasından razı olurlar.



ve yü'sirune 'alâ enfüsihim velev kâne Bihim hasâsa dahası, kendileri çok muhtaç bir halde bulunsalar dahi başkalarına kendilerini tercih ederler. Burada ki yü’sirune, iysar, başkasını kendine tercih etmek, başkasını kendi nefsine tercih etmek, işte Ahlakın zirvesi. Sen muhtaçsın, fakat o da muhtaç. Onu kendine tercih ediyorsun. Bunun tarihi örnekleri yaşandı İslam tarihimizde. Biliyorsunuz bu muhteşem örnekleri burada tümüyle aktarmak için zaman yetmez.



Fakat Nebiye açlıktan dizinde derman kalmadığını söyleyen bir zat gelir. Hz. Peygamber bunu kim misafir edecek der. Ebu Talha isimli sahabe; Ben ya ResulAllah der. Fakat işin ilginci, Ebu Talha nın evinde küçük bebesinin yiyeceğinden başka hiçbir şeyi yoktur. Ama yine de götürür. Ve bir mizansen hazırlarlar. Eşine der ki Ebu Talha gizli bir kuytuda; Sen kandilin fitiliyle oynarken fitilini içine düşür. Misafire sofrayı hazırla, ortalık karanlık kalsın. Çünkü bize yemek yetmez. Sadece bir kişilik yiyecek var. Biz yermiş gibi yapalım ama misafir yesin, onu doyuralım.



Dediği gibi de yapar. Ve sonuçta misafiri doyururlar. Sabah namaz için mescidi nebiye gittiğinde Ebu Talha der ki (Peygamber); “Allah sizden razı oldu. Ne yaptınız da Allah’ı böyle memnun ettiniz.” Evet Allah bu gece sizden razı oldu diyecekti.



Yine Yermük savaşında bir sahne; Kur’an şairimiz Akif bunu çok güzel resmeder. Yermük savaşında şehitler arasında gezmektedir nakleden zat. Biri su diye bağırır, su diye inler yaralı. Yarasından oluk oluk kan gitmektedir. Ona suyu doldurup verdiğinde tam içecekken hemen beri taraftan ince bir inilti gelir. su..! Eliyle ona görür der, içmez. Tam ona götürür varır, elinde ki suyu ona vermişken bir başka yerden su..! diye bir inilti daha gelir. Ona gider. Ona götür der. O da içmez.



Ve böyle böyle 4 veya beşinci kişiye kadar ulaşır, en sonunda su..! diyene vardığında şahadet şerbetini içmiş görür. Teslimi ruh etmiştir. Bari öncekine varayım der, gelir, hepsinin de Şehiyd olduğunu görür. Bu da muhteşem bir iysar  örneğidir, başkasını kendine tercih etme örneği.



 ve men yuka şuhha nefsihi feülaike hümülmüflihun Evet, kim başkasının elindekine göz dikmekten korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Buhl, bahıyl cimri demektir. Buhl cimrilik. Elindekini paylaşmamaya buhl, başkasının elindekine göz dikmeye ise şuhh denir.





10-) Velleziyne câu min ba'dihim yekulune Rabbenağfir lenâ ve liıhvâninelleziyne sebekunâ Bil'iymâni ve lâ tec'al fiy kulâbinâ ğıllen lilleziyne âmenû Rabbenâ inneKE Raûfun Rahıym;



Onlardan, sonra gelenler şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve imanda bizden öne geçmiş olan kardeşlerimizi mağfiret et, kalplerimizde iman etmiş olanlar için hatalı düşünce ve duygu oluşturma. Rabbimiz! Muhakkak ki sen Raûf'sun, Rahıym'sin." (A. Hulusi)



10 - Ve şunlar ki arkalarından gelmişlerdir, Şöyle derler: ya Rabbena bizlere ve önden iman ile bizi geçmiş olan kardeşlerimize mağfiret buyur ve gönüllerimizde iman etmiş olanlara karşı kin tutturma ya Rabbena şüphe yok ki sen raufsun rahîmsin. (Elmalı)





Velleziyne câu min ba'dihim yekulun onlardan sonra gelenler onlar için şöyle dua ederler; Rabbenağfir lenâ ve liıhvâninelleziyne sebekunâ Bil'iymâni ve lâ tec'al fiy kulâbinâ ğıllen lilleziyne âmenû Rabbenâ inneKE Raûfun Rahıym rabbimiz bizi bağışla. Kardeşlerimizi, daha önce yaşamış, göçüp gitmiş olan kardeşlerimizi de bağışla. İman ile göçüp gitmiş kardeşlerimizi. ve lâ tec'al fiy kulâbinâ ğıllen lilleziyne âmenû iman etmiş, iman ile göçüp gitmiş olan kardeşlerimize ilişkin kalbimizde en ufak bir kin, buğz, adavet, düşmanlık bırakma ya rabbi. Zerresini bırakma ya rabbi. Rabbenâ inneKE Raûfun Rahıym Ey rabbimiz sen çok şefkatlisin, sen merhamet menbaısın. Göçüp gitmiş olan mü’minlere dua ve rahmet dilemek Kur’an ın talimiymiş görüyorsunuz sevgili Kur’an dostları.





11-) Elem tera ilelleziyne nafeku yekulune liıhvanihimulleziyne keferu min ehlilKitabi lein uhrictum lenahrucenne me'aküm ve lâ nutıy'u fiyküm ehaden ebeden, ve in kutiltüm lenensurenneküm* vAllâhu yeşhedu innehüm lekâzibun;



Görmedin mi o ikiyüzlüleri (Yahudi münafıkları) ki, ehl-i kitaptan hakikat bilgisini inkâr eden (Rasûlullâh'a ihanet eden Ben-i Nadir Yahudisi) kardeşlerine: "Andolsun ki eğer siz (yaşadığınız yerden) çıkarılırsanız, elbette biz de sizinle birlikte çıkacağız! Sizin hakkınızda hiçbir kimseyi ebediyen dinlemeyeceğiz! Eğer sizinle savaşılırsa, mutlaka size yardım edeceğiz" dediler. Allâh şahittir ki kesinlikle onlar yalancılardır! (A. Hulusi)



11 - Bakmaz mısın şu münafıklık yapanlara? Ehli kitaptan o küfreden ihvanlarına şöyle diyorlar: Yemin ederiz ki eğer siz çıkarılırsanız her halde biz de sizinle beraber çıkarız, ve sizin hakkınızda ebedâ kimseye itaat etmeyiz ve şayet size kıtal yapılırsa muhakkak size yardım ederiz, hal bu ise Allah şahadet ediyor ki onlar katiyen yalancıdırlar. (Elmalı)





Elem tera ilelleziyne nafeku baksana şu nifakı, iki yüzlülüğü ahlak haline getiren kimselere. yekulune liıhvanihimulleziyne keferu min ehlilKitabi lein uhrictum lenahrucenne me'aküm derler ki kardeşlerine, yani nankörlükte kardeşlerine, küfretmiş kardeşlerine. Burada ki küfrü nankörlükle beraber düşünmek lazım. Küfrün ahlaki tanımı nankörlüktür çünkü. Ehli kitaptan nankörlük yapan küfürde dostlarına; lein uhrictum lenahrucenne me'aküm eğer sizi çıkarırlarsa biz de sizinle beraber çıkarız. Anca beraber kanca beraber derler. ve lâ nutıy'u fiyküm ehaden ebede sizin hakkınızda kimsenin sözünü dinlemeyiz derler. ve in kutiltüm lenensurenneküm eğer size savaş açılırsa size yardım edeceğimize söz veriyoruz derler. vAllâhu yeşhedu innehüm lekâzibun ama Allah şahittir ki onlar sahtekarlık yapıyor, yalan söylemektedirler.



Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

173 B videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

25 Kasım 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. HAŞR (01 - 05)(173-B)



Değerli Kur’an dostları, şimdi Kur’an ın 114 burcundan yepyeni bir burca daha giriyoruz. Buy burcun adı Haşr suresi. Haşr suresi gerçekten de Kur’an ın çok özel surelerinden biri. Adını 2. ayetinden alıyor. Toplanma anlamına geliyor. Burada ki vurgusu;İ kalkışma ayaklanma. İbn. Abbas sureyi Ben-i Nadîr suresi olarak anar.

Surenin zamanı; Sure Medine de inmiş Hicri 4. yılda indiği kanaatindeyim şahsen. Nadîr oğullarının sürüldüğü tarih çünkü o tarih. Konusu ise isminden de anlaşılacağı gibi Yahudi kabilelerinden Nadîr oğullarının Medine den sürülüş sürecini ele alan bir suredir. Yahudileşmiş bir toplumun ihanetini aktarır. Ben-i Nadîr bölgeye M.S. 70 yılında, bir başka rivayete göre daha Hz. Musa’nın vasiyeti üzerine hemen ölümünden sonra gelmiştir.

Hicretten sonra Hz. Peygamber Medine de ki Yahudilerle bir anlaşma yaptı. İşte Medine vesikası diye bilinen bu anlaşmaya göre Medine de ki Yahudilerle Müslümanlar arasında bir savunma işbirliği anlaşması yapıldı. Savunma iş birliği anlaşmasının bir parçası da şuydu; Eğer Mü’minlerden veya müttefiklerden herhangi biri hataen veya başka bir şekilde bir adam öldürür de bir diyet boynuna vacip olursa bu diyette ortak olacaklardı anlaşmaya imza atan kabileler. Fakat Ben-i Nadîr buna ihanet etti. Bu maddeye ihanet etti. Ki daha önce ben-i Nadîr in bir kolu sayılan Kaab bin Eşref ve kabilesi ihanet etmiş ve Kaab bin Eşref özel bir operasyonla ortadan kaldırılmıştı. Çünkü Allah Resulünün eşleri başta olmak üzere İslam’ın en yüce hanımlarına aşk şiirleri yazacak kadar ahlaksızlaşıyordu. Böyle bir ahlaksızlığın ardından yapılan sözleşmeye ihanetinin cezasını hayatıyla ödemişti.

İşte bu surenin özetle konusu bu. Nebi onlara bu ihanetleri üzerine 2 seçenek sundu. Ya yenilenin her şeyi bırakıp gitmesi, ya da sonuna kadar savaş. Onlar 10 gün süre istediler, mühlet istediler. 10 gün sonunda Hz. Peygamber onlara Abdullah Bin Ubey’i gönderdi. Ki onların eski müttefiki. Biraz da kendisinin aşırı ısrarı üzerine.

Kim Abdullah Bib Ubey; İlerde Münafıkların reisi olduğu gün gibi ortaya çıkacak olan ve o güne kadar da hayli sabıkası olmuş olan bir münafık elebaşı. Ve onlarla konuşmaya gittiğinde sakın terk etmeyin dedi. Biz size yardıma geleceğiz, 2.000 kişiyle destek vereceğiz size. Eğer savaşırlarsa sizinle birlikte savaşırım. Eğer ölürseniz sizinle birlikte ölürüz diye de onları tahrik ve teşvik etti. Ve tabii ki onlar da bu tahrike kanarak 10 gün sonra, verilen mühletin sonunda Allah resulüne isyan ettiler. Allah resulü önce kaleyi kuşattı, bir rivayette 15, bir rivayette 17, bir rivayette 3 haftalık, 21 günlük kuşatma sonunda kale düştü ve kendi hukuklarında ne yazıyorsa Allah resulü onu uyguladı. Her 3 aileye bir deve olmak üzere 600 develik bir kervanla çıkıp gittiler. Evlerinin kapılarının söğelerini dahi söktüler. Evlerini elleriyle yıktılar ki mü’minlere yaramasın diye.

İşte bu olay üzerine indi. Bu olayın sürecini anlatan, bu olayın çeşitli safhalarını anlatan bir sure. Sure onlardan elde edilen savaş gelirlerinin yani fey üzerinden tüm zamanların mü’minlerine ahlaki öğüt veriyor. Dünyevileşme tehlikesine dikkat çekiyor. Asıl sureden alacağımız ders bu. key lâ yekûne duleten beynel'ağniyai minküm (7) diyerek Kur’an ın içerisinde servet ahlakı konusunda muhteşem bir ilke koyuyor. Servet; zenginlerin elinde temerküz edip ta bir devlete dönüşmesin. İşte bu muhteşem ilke bu surede yer alıyor.

Ve sure Kur’an ın içinde en seçkin metinlerden biri ile bitiyor. Allah hakkında konuşan metinler. Yani, rabbimiz kendisi hakkında konuşuyor. Bu surenin son 3 ayetinde. "HU"vAllâhulleziy ler bu surenin son 3 ayetinde geliyor. O her sabah namazından sonra okunması efendimizin tavsiyesiyle Şuyû bulmuş olan ve uygulanan o meşhur ayetler Haşr suresinin son ayetleri. Orada Allah kendi zatını tanıtıyor. Sıfatlarıyla tanıtıyor tabii ki. Vahyin zirvesi, vahyin Allah hakkında konuştuğu yerdir. Onun için vahyin zirvesiyle bitiyor bu surenin sonu. Ve nihayetinde alacağımız ders dünya fani Allah bakî. Her şey fani, Allah bakî. Şimdi surenin tefsirine geçebiliriz.



1-) Sebbeha Lillâhi ma fiysSemavati ve ma fiyl'Ard* ve "HU"vel'AziyzülHakiym;

Semâlarda ne var ve arzda ne varsa Allâh'ı tespih (ortaya koydukları işlevle Esmâ özelliklerini açığa çıkararak kulluklarını yerine getirmeleri) içindir! O Aziyz'dir, Hakiym'dir.

01 - Tesbih etmekte Allah için Göklerdeki ve yerdeki, hem de azîz hakîm o. (Elmalı)


Sebbeha Lillâhi ma fiysSemavati ve ma fiyl'Ard göklerde olan şeyler de, yerde olan şeyler de Allah adına hareket ettiği için bu sonuç alındı.

Son söylediğim ibare metinde var mı? Yok. Fakat fahvel hitap, söz geliminden bu anlaşılıyor. Sebbeha’ya Allah adına hareket etme anlamı verdim. Çünkü Sebbaha, se be ha fiili Arap dilinin çok özgün kelimelerinden biridir ve belki de başka hiçbir dilde rastlamadığımız tersi, mananın tersini ifade eden kelimeler grubundandır. Se be ha; Ha be se nin zıt manalısıdır. Habese; Hapsetti tuttu, Sebaha; bıraktı hareket etti. Redde, derre. Derre geçirgen oldu, dürri deyince oradan gelir. Redde yalıtkan oldu. Nehera , Rahene Kelimeyi ters çevirin, manayı ters çevirin. Nehera; Nehir oradan gelir. kaynağından bıraktı aktı, koyverdi. Rahene kaynağında tuttu, rehin aldı. Buna çok daha örnek verebilirim,

İşte bu kelimeler grubundandır. Hareket etmek öz manasına gelir ve Allah adına hareket etti de her şey bu sonuç alındı. Hangi sonuç yerinden kalkmaz kımıldamaz, hiç kimse yerinden oynatamaz dediği yüzlerce yıllık Medine’nin yerli bir kabilesi olan Ben-u Nadîr’i, Nadîr oğullarını Allah yerlerinden söktü ve temizledi manasını, vurgusunu alıyoruz biz buradan.

ve "HU"vel'AziyzülHakiym O dur yüceler yücesi olan ve her şeyi hikmetle yapan. Aslında bu da bir öncesine bir vurgu taşır. Bir öncesiyle ilişkili olarak anlamak lazım Allah galip gelmiştir. ve "HU"vel'AziyzülHakiym Hakiym olan, bu sonucu doğuran sebepleri halk etmiştir. Yani siz muhteşem bir zafer elde ettiniz ama aslında bu zaferin gerçek sahibi Aziyz ve Hakiym olan Allah’tır, teşekkürü O’na edin, bu vurgu.


2-) "HU"velleziy ahrecelleziyne keferu min ehlilKitabi min diyarihim lievvelil haşr* ma zanentum en yahrucu ve zannu ennehüm ma ni'atühüm husunuhüm minAllâhi feetahümullâhu min haysü lem yahtesibu ve kazefe fiy kulubihimurru'be yuhribune buyutehüm Bieydiyhim ve eydilmu'miniyne fa'tebiru ya ulil'ebsar;

O, odur ki, Ehl-i Kitap'tan hakikat bilgisini inkâr edenleri, savaş için toplandıklarında (daha savaşmadan) yurtlarından çıkardı... Siz onların (yurtlarından) çıkacaklarını sanmamıştınız... Onlar da kalelerinin (kendilerini) Allâh'tan (gelene) mâni olacağını zannetmişlerdi! Allâh onlara hiç ummadıkları yerden geldi ve kalplerine korku attı! Kendi elleriyle ve iman edenlerin elleriyle evlerini tahrip ediyorlardı! Ey basîret sahipleri ibret alın! (A. Hulusi)

02 - O ki Ehli kitaptan o küfredenleri ilk haşr için diyarlarından çıkardı. Siz çıkacaklarını zannetmediniz onlar da zannettiler ki kendilerini Allah dan koruyacak manialarıdır kaleleri, istihkâmları, fakat Allah onları hesap etmedikleri cihetten bastırdı ve kalplerinin içine korku düşürdü, öyle ki evlerini bir taraftan kendi elleri bir taraftan da mü'minlerin elleriyle harap ediyorlardı, düşünün de ibret alın ey görecek gözleri olanlar! (Elmalı)


"HU"velleziy ahrecelleziyne keferu min ehlilKitabi min diyarihim lievvelil haşr O’dur kitap ehlinden nankörlük eden kimseleri ilk kalkışma da, yani haşr i kalkışma olarak bu bağlamda anmıştım daha önce, ilk kalkışma da yurtlarından çıkaran O’dur. ma zanentum en yahrucu oların gideceğine asla ihtimal vermezdiniz değil mi? Yani kim söker Benu Nadîr gibi güçlü bir topluluğu, kabileyi derdiniz. Daha önce size biri söylese haydi canım şaka yapma derdiniz. Ama Allah nasıl söktü dercesine.

ve zannu ennehüm ma ni'atühüm husunuhüm minAllâh onlar da kalelerinin kendilerini Allah’a karşı savunacağını zannederlerdi. Tabii yanıldılar. Hiçbir kale içindekileri Allah’a karşı savunamaz. feetahümullâhu min haysü lem yahtesibu ve kazefe fiy kulubihimurru'b evet, Allah onların üzerine hiç beklemedikleri yerden geldi ve kalplerine derin bir korku saldı. yuhribune buyutehüm Bieydiyhim ve eydilmu'miniyn öz evlerini öz elleriyle mü’minlerin elleriyle yıkıyorlardı. Evet, Yani Allah yardım ederse, adama öz elleriyle öz evini yıktırır. Allah mü’minlere yardım etmeyi dilerse, düşmanlarının evlerini kendi elleriyle yıktırır, kalelerini kendi elleriyle yıktırır.

Buradan alacağımız öğüt şu; Allah’ın hatırını hoş tutmaya bakın. Allah’ın hatırını hoş tutarsanız sadece dostlarınızı sizin yanınıza vermekle kalmaz, düşmanlarınıza karşı da size kalkan olur, korur. fa'tebiru ya ulil'ebsar ey derin akıl sahipleri, ey basiret sahipleri ibret alın ‘itibar. İnfial babı gereği eşyanın hakikatini sebep sonuç gerekleriyle birlikte kavrayıp icabını yerine getirmektir. ‘İtibar budur. İtibar; ubur, arkasına bakmak demektir, arkasına geçmek demektir. ubur geçiştir. Yani lafzı meale, meali manaya, manayı maksada, maksadı hakikate perde yapmamaktır. Evet, satırlardan sadırlara geçmek. Satırların arasından satırların arkasına geçmek. Ne dedi demekle yetinmeyip ne demek istedi diye sormaktır.


3-) Ve levla en ketebAllâhu 'aleyhimulcelâe le'azzebehüm fiyddünya* ve lehüm fiyl'ahıreti 'azâbunnar;

Eğer Allâh onlar üzerine topluca sürülmeyi yazmasaydı, onları elbette dünyada azaplandırırdı! Sonsuz yaşamda onlara ateşin azabı vardır. (A. Hulusi)

03 - Ve eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı lâbüd Dünyada kendilerine azâb edecekti, Âhirette ise onlara ateş azâbı var.(Elmalı)


Ve levla en ketebAllâhu 'aleyhimulcelâe le'azzebehüm fiyddünya Allah onlar için sürgünü takdir etmemiş olsaydı eğer, onlara dünyada daha beter mahrumiyetler yaşatırdı. Azab; kök anlamıyla mahrumiyet, çevirimde kök anlamını esas alıyorum. ve lehüm fiyl'ahıreti 'azâbunnar ahirette onları daha beter bir ateş azabı bekleyecektir. Bu dünyada ki, Bir de ahirette onları bekleyen bir azab vardır.


4-) Zâlike Biennehüm şakkullâhe ve RasûleHU,;

Çünkü onlar, kendilerini kopardılar Allâh'tan ve Rasûlünden! Kim Allâh'a bağını kopartır (hakikati olan Esmâ özelliklerini - ruhunu - şuur varlık olarak sonsuz yaşayacağını inkâr ederse, kendini toprak olacak beden kabul ederse), muhakkak ki Allâh "Şediyd'ül Ikab"dır (azabı çok şiddetlidir)! (A. Hulusi)

04 - Çünkü onlar Allah ve Resulü ile karşılaşmağa kalkıştılar, her kim de Allah ile karşılaşmağa kalkışırsa şüphe yok Allah «şediydul'ikab» dır. (Elmalı)


Zâlike Biennehüm şakkullâhe ve RasûleH işte bu onların Allah ile muhalefetlerinden dolayı başlarına gelmiştir. Allah’a karşı muhalif olmalarından dolayı bu onların başına gelmiştir. Biraz önce meydan okumadan söz etti ayetler. Şimdi de Allah’a muhalefet etmeden söz ediyor bakınız. Aslında benzer anlam alanına sahip.

ve men yuşakkıllâhe feinnAllâhe şediyd'ül 'ıkab kim Allah’a meydan okursa iyi bilsin ki Allah’ın cezalandırması pek şiddetlidir, pek acıdır.


5-) Ma kata'tüm min liynetin ev terektumûha kaimeten 'alâ usuliha feBiiznillâhi ve liyuhziyel fasikıyn;

(Savaş isteyenlerin) hurma ağacını kestiniz yahut onu kökleriyle bıraktınız ise, (bu) Allâh'ın izniyledir (Bi-iznillâh) ve bozuk inançlıları rezil - rüsva etmesi içindir. (A. Hulusi)

05 - Her hangi bir hurma ağacı kestiniz veya kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa hep Allahın izniyle ve o fâsıkları perişan edeceği içindir. (Elmalı)


Ma kata'tüm min liynetin ev terektumûha kaimeten 'alâ usuliha feBiiznillâh Onların hurma ağaçlarından her ne kesmiş, veya kökü üzere bırakmışsanız hepsi de Allah’ın izni ile gerçekleşmiştir. Buradan anladığımız şey açık değil mi; Demek ki bu savaş sırasında düşmanın hurmalarından kesilenler olmuş. Zımnen Allah’ın izni olmadığı durumlarda, savaşta bile ağaç kesemezsiniz diyor bu ayet. Savaşta bile olsa, savaş için bile olsa Allah’ın izin vermediği durumlarda ağaç bile kesemezsiniz, savaşta bile kesemezsiniz diyor.

Mü’minler çok stratejik noktada bulunan en az iki, en fazla 6 hurma ağacını kesmişlerdi ve o bile ayete girmiş bakınız.  Bu dikkat edilecek, altı çizilecek bir husustur aslında. Yahudiler senin kitabın da bu da mı var ey Muhammed diye istismar etmeye kalktılar. Ayet onlara şamar gibi, tokat gibi indi işte. Bu ibarenin burada yer almasının sebebi nüzulü de bu.

ve liyuhziyel fasikıyn gerekçesi de bunun sapıkları cezalandırmaktır. Yani o ağaçları kesmenin gerekçesi de sapıkları cezalandırmaktır. Çünkü onlar sadece insanları, bitkileri ifsat etmiyorlar, aynı zamanda yer yüzünü fesada veriyorlardı. İsyanlarıyla, küfürleriyle, tuğyanlarıyla.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
        173 B videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.