2 Ağustos 2010 Pazartesi

GAYBLA İLGİLİ PROGRAMIN VİDEO ÇEVİRİSİ.

- Gayb meselesini sağlıklı, sıhhatli dengeli, sağını solunu bozmadan, ezmeden değişik vakalara düşmeden nasıl anlayabiliriz. Bu meseleyi Kur’an ın ve sünnetin çerçevesinde gerçekten sıhhatli bir şekilde nasıl anlayabiliriz. Hz. Peygamberin gaypla olan münasebetini hem haberler çerçevesinde hem de sağlıklı bir tefekkürle nasıl yerli yerine oturtabiliriz, bu güne dair sağlıklı projeksiyonlar sunabiliriz?

Mü’min olmanın en temel vasıflarından biri gabya inanmak, bu imanın temel gereklerinden biri. Bu gayb meselesi birçok istismarı ile beraber, bir çok ayak kayma noktaları, çukurları, engelleri manileri dikkate alarak, Kur’an ın adesesinden, penceresinden baktığımız da nasıl anlayacağız. Gaybın şimdi ve burada ya bakan yönlerini nasıl anlayacağız. Bir Mü’min olarak duruşumuzu gayb karşısında nasıl netleştireceğiz. Örneklere nasıl bakacağız.

- Bismillahirrahmanirrahim. Aslında Gaybı konuşmak bir yerde susmak manasına geliyor. Sözün bittiği yer, Konuşulamayan şey hakkında susmalı. Biz aslında burada gaybı konuşmuyoruz, Gayba dair konuşuyoruz. Yani gaybı konuşmakla gayba dair şeyi konuşmak farklı şeylerdir.

Gayp Hakikaten de imanımıza umde olan bir husus Bakara suresinin girişinde;

“Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar..” Bakara/3

O hidayete eren muttakiler ki gayba iman ederler. Demek ki gayba iman hidayetin şartlarından biri.

İslam’ın 3 ana umdesi var. Tevhid, nübüvvet, mead (ahiret)

Tevhid malum Allah ile, Allah’ın birliği ile ilgili hakikat. Varlığın fani, Allah’ın baki oluşu ile ilgili bir hakikat. Varlığın Allah’a muhtaç oluşu ile ilgili, yani mümkin varlık olan mahlukatın vacip varlık olan Allah’a muhtaç oluşu ile ilgili hakikat.

Nübüvvet ise malum; Allah’ın iradesini insana bildiren müessesenin mensuplarına nebi diyoruz. Bu aslında bir ucu ile gayb dır. Çünkü Nebiyi nebi kılan vahyin kökeni gayba dayanır. Vahyin imkanını hiç şüphesiz ki biz gaybi bir hakikat olarak iman ederiz. Fakat bu hakikati izah ederken, aklı izahlarda bulunabiliriz. Bu izah vahyin gaybi boyutunu sadece istidlal yolu ile (Delil getirmek. Bir delile dayanarak netice çıkartmak) akıl yürütme, kıyas yolu ile, bir benzetme, teşrihtir. (Bir kitap veya ibareyi anlaşılır şekilde açıklamak,) Yine iman orada durur. Nedir mesela; Görünen varlıklar alemi; madenler, nebatlar, hayvanlar ve insanlar. Şeklinde dört kategoriye ayırabiliriz. Madenlerin alemi ile bitkilerin alemi arasında bakarsınız bir iletişim vardır. Bir nebe (haber) vardır. O iletişimi bakarsınız; Mercanlar hem maden özelliği verirler, hem bitki özelliği veririler. Resifler öyledir. Hem maden hem bitki özelliği verirler. Adeta bir alt kategorinin bir üst kategori ile haberleştiği noktayı temsil eder.

Bitkilerle hayvanlar arasında da bir haberleşme, irtibat noktası vardır. Bazı bitkiler var ki böcek yer mesela, nepentes çiçeği gibi. Adeta iki alem arasında haber verirler.

Biraz önce bahsettiğimiz nebe önemli bir şifredir. Haberden daha öte bir şey, nebe hayati haber demek. Yani alınmaması durumunda zarara uğranılacak alınması durumunda ise insana hayatiyet veya saadet verecek çok önemli haber demektir.

Bunu nebat ile cemat arasındaki ilişkiye getirerek irtibatlandırmak orijinal oldu. İlginç bir nokta düşünülecek bir nokta.

Yine hayvanlar la insanlar arasında mesela velûl hayvanlar vardır, velil hayvanlar vardır. Aynı şey değildir. Mesela Rabbimiz mülk suresinde bize yeryüzünü velûl kıldığını buyurur. Onun iki omzuna basın bilin, Yani ben onu zelûl kıldım, zelul kılmak zelil kılmak değildir. Yeryüzünü bize Allah’ımız zelûl kılmıştır.

Ne demektir zelûl kılmak; Bizim emrimize amade kılmıştır ama yine onurludur. Mesela atlar zelûl dür fakat zelil değildir. Yani sahibini sırtına bindirir. Boyun eğdirilmiştir ama aşağılanmış değildir. Bir at asla eğer biliyor ve görüyorsa, sahibinin katilini sırtına bindirmez. Bu çok önemlidir. Köpek mesela hem zelû dür hem zelildir. Zeluldür çünkü boyun eğmiştir, teennüs (Kadınlaşma. Kadın gibi hareketlerde bulunma.) eder.İnsanla ünsiyet kurar. Zelildir aynı zamanda bir kemiğe satar. Yaltaklanır. Tilki Zelûl değildir ama zelildir. Onun için evcilleştirilemez. Bir tavuğa koca bir çiftliği mahveder. Ona söz dinletemezsiniz. Aslan ne Zelûldür ne zelildir.

Hayvanlar aleminde zelu^l olup ta zelil olmayanlar insana en yakın olanlardır. Onlarla arasında bir nebe, ünsiyet ilişkisi vardır.” Hatta hatta yaralanan sahibini gidip te eve haber veren atlar var. Veyahutta çok sevdiği birini öldüreni 30 sene sonra Kitab ül hayavan da delili de yazmıştı sevdiği kişinin katilini öldüren deve var. Yani insanla hayvan arasında da bir ünsiyet bir iletişim bir nebe var.

İnsan iki boyutu olan bir varlıktır. Bir maddi boyutu, bir manevi boyutu, Ruhani bir boyutu vardır. Şimdi insanla bırakacağız mı varlık kategorilerini. Varlık kategorisi insana geldi durdu. İnsandan aşağı devam ediyor, insandan yukarı neden devam etmesin. İnsana geldi çünkü insan da kendisinden aşağıdakilerde olmayan bir artıya kavuştu varlık alemi. Neye, Ruha. Kendisinden aşağıdakilerde can vardı, maddi varlık vardı. Üçüncü bir varlığa daha kavuştu insana verilince ruh. Ruh- u menfuh. Hayvanda yoktur o. Hayvandaki can. Ama insanda o üçüncü unsur içinde aklın ve iradenin olduğu ruh. O üçüncü unsura kavuşunca insan, maddi varlık kategorisinin en zirvesinde, ama kendisinden üstteki varlık kategorilerin de altı olmuş oldu.

Şimdi devam edecek. Tekamülün devam etmesi lazım. Orada kalamaz, duramaz. Eğer tekamül devam edecekse o zaman maddi varlığa bağımlı sayamayız. Maddeden arındığında da tekamül devam edecek demektir. O zaman ruhun da kendisi ile haberleşebileceği üst varlıklar, alem i melekut, alem i lahut. Ruhunda seferleri. Tıpkı aşağı kategorideki varlıklar gibi üst kategorideki varlıkların da nebe, haber alması, iletişim kurması gerekmektedir. İşte insan türünün içinden seçilmiş bazı insanların bir üst kategoriden haber almasına biz nübüvvet diyoruz. Diriltici, ihya edici, kurtarıcı, saadet verici haber. Sonsuz saadeti müjdeleyen haber. İşte nübüvvetin imkanını biz bu açıdan baktığımız da
Makul olarak ta ortaya koyabiliyoruz. Fakat bir yönü ile hep gaip kalıyor. Nasıl meselesine geldiğimiz de gayp kalıyor.

Efendimiz işte Şura suresinde;

Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O çok yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Şura/51)

Bir beşerin Allah ile konuşması olacak şey değildir, şu üç halin dışında.

Vahy ile., bir perde gerisinden, bir de elçi aracılığı ile. Yani elçi melek aracılığı ile. Oradaki elçi rasul, elçi manasındadır. Kendisine vahy edileni elçiye vahy eden elçi. Dolayısıyla üç unsur efendimiz de kitab ı bed il vahy de zikredildiği gibi buharinin, kendisine vahy geliş şekillerinden bahsediyor. Fakat bu bahiste müteşabih bir bahis. Yani muhkem bir bahis değil sadece benzetme. Orada da zaten benzetme yapılıyor; çan sesi gibi diyor. Gibi hep gibiler. Ama ondan öte yok. Dolayısıyla bir ucu hep gayp. Zaten Vahyin çıkış kaynağına nispeti gayptır. Onun için biz vahye iman ediyorsak aynı zamanda gaybe iman ediyoruz demektir bu manasıyla.

Vahyin varış noktasında müşahede var. Ama çıkış noktasında gayp var. Meat; ahirettir. İşte haşri ile hesap günü ile kıyameti ile, son saatiyle tüm bir ahiret gününe meat diyoruz..

Akaidin temel kuralı, dinin esasını bu üç madde teşkil eder.

- Adalet ve ibadeti ve ediyorlar bazı tasnifler, bu diğerlerine dahil midir?

Aslında biz burada akaitten konuşuyoruz. Ama adalet ve ibadet dediğinizde amelden konuşuyor olursunuz. Biz burada akaitten konuşuyoruz.

Bu noktayı izah ettikten sonra gaybın üç dairesine gelmek istiyorum. Daha doğrusu varlık üç dairedir.

Birinci dairede görünen varlıklardır. Zatı da eseri de görülüyor zahir olan varlık cinsi. Ağaç gibi taş gibi gök gibi vs.

Rüzgar nedir kendisi görülmüyor ama eseri görülüyor?

Rüzgarın kendisi bir zat değil. Eserdir. Çünkü havanın dalgalanmasından oluşur. Rüzgarın zatı havadır, havanın sıfatıdır rüzgar.

İkinci varlık dairesine gelirsek; Eseri zahir, zatı ise gayp olan varlıklar. Bunun örneği Allah’tır. Eseri zahirdir, zatı gaiptir. Zatı mutlak gayp eseri mutlak zahirdir. Mesela kainat onun eseridir. Fiili zahirdir. Fail gaiptir.

Üçüncü derece varlık dairesi çok daha ilginçtir; Hem zatı hem de eseri gayp olan varlık. Bu neymiş derseniz; Bunun örneği ahirettir. ahiretin zatı da gayptır, eseri de gayptır. Eseri olmaz. Şu ahiretin eseridir diyemeyiz. Ahiretten dünya ya hiçbir şey gelmemiş. Olamaz çünkü kategori farklı zaten. Mahiyet farklı onun için zatı da eseri de gayptır. Şimdi anlaşılıyor mu Ahirete imansız Allah’a iman, iman sayılmıyor da, Ahirete iman edince Allah’a iman, iman sayılıyor.

Ruh konusuna gelirsek. Ruhun; bedendeki akıl, davranış, akletme faaliyeti ruhun eseridir. Ruhun askerleridir. İrade ruhun arazı dır. Akıl ruhun arazıdır. Bu bir bakıma ikinci kategoriye giriyor denebilir. Eserleri var ama zatı gayp. Ama bizler zatını eserlerinden tanıyoruz.

Bu üç kategori üzerinden varlık alemini tasnif edebiliriz. Yani varlığı bu üç kategori üzerinden gayp alemine mi, şahadet alemine mi dahil olduğunu anlayabiliriz.

Allah’ın eserleri mutlak surette biliniyor yani zahir, fakat zatı mutlak gayp, sorgulanması düşünülmesi de yasaklanıyor.

Aslında yasaklanmasa da imkansız. İmkansız çünkü insan zihni buna müsait değil. Mukayyet olan mutlakı anlayamaz. Sonsuz olanı sonlu olan kavrayamaz. Kavramak adı üstünde ihata etmektir. Allah’ı ihata edebilecek olan da ancak Allah’tan büyük olması gerekirdi.

Allah’ın mutlak zahir olan eserlerinde kendi içinde daha zahir, daha az zahir bir kategori olabilir mi? Kendi içinde de yani -gaypten şahadete doğru- Çünkü daha latif olanlar var, Daha kesif olanlar var, yani mahlukatın Allah’ın eserlerinin de kendi içinde bir sıralama var mıdır.?

Melekler de Allah’ın eseri, insanlar Allah’ın eseri, cinler Allah’ın eseridir. Bu üçü de Allah’ın eseri çünkü bu üçü de mahluk, Halık olmadığına göre mahluktur, yaratılmıştır. Ama bu üçünün zuhuru, yani görünürlüğü aynı değildir. Melek bir peygambere şahit, şahadet alemi itibarı ile görünürken, peygamber olmayan birine gaiptir. İşte burada nispi gayp devreye giriyor. Mukayyet gayp. Yani vahiy meleği bir peygamber için şahadet alemine girerken, peygamber olmayan biri için gayp alemindedir. Dolayısıyla peygamberin vahiy meleği ile irtibat açısından ona imanı, bizzat gördüğü bir şeye iman olur.

- Bir mertebe daha ele alırsak, bugün baharda muazzam şekilde açılmış kırmızılı bir olağan üstü renklerle dolu bir ağaca baktım.

- Erguvan.

- Erguvan ağacına bakışta, birkaç bakış var.
Birisi bakıyor orada amana görüyor. Diyor ki burada işaret var, izler var terkip var, mizan var, sanat var, Oradan bir letafet bir mana ilişkisi süzülüyor, onu seyrediyor.

Diğeri bakıyor “Aaa..! gül bu satsak olur mu, ne kadar para eder “ diyor.

Veya o ağaca baktığında odun olarak görüyor. Yani bu yanar mı ne kadar yanar filan diye bakıyor.

Bunlar arasında da aynı zahir varlık, Bu iki bakış arasında da latif ve kesif farkı, dolayısıyla şahadet ve gayb arasında mertebe farkı varmış gibi görünüyor. O gördüğümüz ağacın da kendi içinde ne kadar somut olursa olsun, bir derecelenmesi varmış, kendi içinde taşıdığı anlam derinlikleri varmış gibi sanki. Bu tahlilinize uyar mı.

Doğrusu düşünmedim. Burada siz misali verince zihni bir intikal yapmaya çalıştım, Hakikaten şöyle diyebilir miyiz acaba nerenizle bakıyorsanız, onun orası ile irtibat kuruyorsunuz. Her eşyanın bir zahiri, bir de batını, bir şahadet alemine giren boyutu bir de gayp alemine giren boyutu vardır. Yani kişinin de gayp alemine giren bir boyutu var. Lüb ü lüb, fihi ma fih, için içi, özün özü.

İnsanında özünün özü var. Bazen öyle ki kendi duygularınıza ulaşamıyorsunuz. Kendi özünüze ulaşamıyorsunuz, kendi 40 . odanıza ulaşamıyorsunuz. O mahal size gayb oluyor. Gözünüzden kayboluyor.
Kendiniz gayb oluyorsunuz. Kendinize ulaşamıyorsunuz. Yani kendinizin gaybına ulaşamazken başka bir eşyanın gaybına ulaşmak o kadar kolay değil. İkincisi gaybınızdan baktığınızda, karşınızdaki eşyanın gaybına bakıyorsunuz. Bir tür diyalogu nerenizle kurduğunuzla alakalı bir şey.

Burada bir su var. Bunu sadece bir serinletici, bir H2O kimyasal bir element. Görürsünüz. O zaman bunu ayrıştırırsak iki hidrojen bir oksijen çıkar, biri yanıcı diğeri yakıcı gazdır vs. vs…! Bu ne kadar indirgendiğini gösterir. Bunu bira daha yükselttiğinizde su dersiniz. Su üzerinden düşünmeye başladığınızda hayat kaynağı bilginiz, tetebbuatınız (Araştırıp incelemeler), tefekkür yeteneğiniz, muhakeme yeteneğiniz, nereye düşüyorsa o kadar suya vakıf olunacaktır. Ama bir üst derece daha yaptığınız da Allah’ın indirdiği bir şey, mai münzel olarak gördüğünüz de acaba buna müvekkel melekler ne durumdadır şu an, yani suyun melekleri. Bakınız nereden nereye gelindi. Müvekkel meleği gören birisi ile, onu sadece H2O olarak gören birisi arasındaki fark çoktur.

Su içerken besmele çekmemiz ne H2O yadır, ne de suyadır. Besmele çekmemiz müvekkel melekleredir. Bambaşka bir yere girdiniz.
Eşya aslında bir zahir bir gaip olarak iki boyutu olan bir tarafeyndir. İki boyutlu bir vaka Allah’a bakan yüzü ile belki Gayp, bize bakan yüzü ile eşya zahirdir. Allah’a bakan yüzünü gördüğümüz de eşyanın Allah ile bağını, yani bir eser olarak anlıyoruz.

Daha önce ne dedik, eseri görünen zatı gaip olan Allah’tır dedik. Eşyayı da Allah’ın eseri olarak koyduk ortaya. Eser iz dir, işarettir, alamettir, belirtidir. Tüm bunlar bir şeyi belirtiyor. Bir şeyi gösteriyor. Parmakla ayı gösterirseniz aya bakarlar parmağınıza değil. Camdan bakarlar cama değil. Bu mana da eşya bir camdır. Eşya bir parmaktır. İşte eşyanın gösterdiğine baktığımızda gayba bakıyoruz. Demek ki eşya bir yere dikkatimizi çekiyor. Orası da gayb aslında.

Peki gayba bakan yerimiz ne?

Gayba bakacak cihazlarında sanki bize konulduğunu yani manevi dürbünlerin, manevi teleskopların da içimizde olduğunu, mesela sezgi, diye tıpkı nasıl hayvanlar deprem olmadan evvel rabbimizin bildirmesi ile (mutlaka kendileri bilemezler) onlarda ki cihazlar alıcılar, sensörler dolayısıyla huzursuzluk göstermeye başlıyorlar, çırpınıyorlar, atlar tepiniyorlar, kişniyorlar. O zaman insanını da gayba bakacak cihazlarının anlayacak ihata edecek demiyorum, yani o eşyanın, eserin gaybi, latif taraflarını izleyecek görecek cihazlarının konulduğunu görüyoruz. Asap deriz, latifeler deriz, İnsanda ki ince duygular, hassas duygular, onlar da bazı şeyleri hissedecek, sezecek şekilde var edilmiş, konulmuş.

Aslında gaybi hakikati biz iman ederken, bu bir tür iman da, bir tür bilmektir aslında, iman akl ile bilmek değil, kalp ile bilmektir. Yani iman bilginin dışında bir şey değildir. O zaman marifeti imandan saymazsak, imanı saymamış oluruz. İman ağacının kökü marifettir. Dolayısıyla iman aslında kalbin bildiğinden emin olma halidir. Mutmain olma haline de itminan diyoruz. İşte yakin orada geliyor.

Dolayısıyla iman aslında bilme, bilmenin en yüksek halidir. En rafine hali. Bu manada gayba iman denince aslında orda bir tür bilme halidir. Ama bu akli, entelektüel bilme hali değil, malumat bilgisi değildir bu. Alime ile ifade edilen bir bilgi değildir. Veri data anlamında bir bilgi değil. Arafe ile ifade edilen bir bilgi. Yani rezon akılla algılanan değil bu.

Peki nedir burada? Burada o bilgi, kalbin hissettiği bilgi. Dolayısıyla sezgi dediğimiz yer, oraya kalbe dayanıyor yani hissediyorsunuz. Ama bunu tam tahlil edemiyoruz. Yani hissediyorsunuz da mı iman ediyorsunuz, yoksa iman ediyorsunuz da mı hissediyorsunuz.

Aslında bu iki alternatif bir birini destekler niteliktedir. İmanı laboratuara koyamıyoruz tahlil edemiyoruz, ampirik bir bilgi değil bu başka bir şey. Galiba gabya iman eden yerimiz ile gayp arasında gaybi bir ilişki var gibi.

Burada bir konu açıldı Hz. Ali (RA.)nin perde i gayp açılsa yakınim artmaz yani içindeki gaybi ilişkiyle öyle bir imanı var ki emniyet duygusu, kesinlik taşıyor ki yakiyn mertebesinde ki perdeler açılsa bile benim için değişmez diyebiliyor.

Gaybı bilinenin biraz istismarından bahsetmemiz lazım. Yani Gayp ulu orta bilinen, herkesin bilebileceği bir şey midir. Ben haber aldım, bana şöyle geldiler, şöyle söylendi gibi, ben görüşüyorum vs. diye gündeme getirilen bazı bu işin yanlışları var. Bunlara da bir sorumluluk icabı değinilmesi, tavzihinin yapılması lazım. Başta Hz. Peygamber bizim modelimiz ise onun şahsına vurulması, test edilmesi lazım, bu konuları ele alalım. Mesela Hz. Peygamber gabya dair bilgiyi nasıl alırdı, mesela kendi başına bazı şeyleri bilebilir miydi. Karşılaşır mıydı. Gaybi mucizeleri dediğimiz bazı hallerden bahsediliyor, Bunları nasıl anlayacağız. Mesela Bizans’ın fethedileceğini gibi. Bu tür şeylere nasıl yaklaşacağız, bu konudaki istismarların önünü nasıl kesebiliriz. Yani yaklaşım farklılıkları, abartılar ifratlar tefritler, nasıl bakacağız.

Efendim istismar dediniz de hakikaten, içimizi dağlayan bir istismar problemi var. Bazı alanlar da istismar olur, bazı alanlarda istismar edenler kendilerini gizleyemezler, bunları herkes görür ve istismarcı olarak damgalanırlar. Lokal bir sapma olarak kalır. Fakat bu alanda ki istismar yayılmaya o kadar müsait ki hakikaten ben Allah Resulü’nün hatırasına bundan büyük haksızlık olmayacağını düşünüyorum. Çünkü efendimiz yaşıyor iken karşı çıktığı bir şeye, efendimiz yaşamıyor iken Onun adına yapılması yaygınlaştırılması ve sulandırılması, aslında Allah Resulünün hatırasına sadece saygısızlık değil, ona karşı işlenmiş bir cinayet olarak görülmeli. Çünkü bir peygamberin misyonu, kendisinden sonra bıraktığı mirasıdır.

Risalet misyonu yaşıyor, Rasul Dar ı beka’ya göçtü ama risalet yaşıyor. Ebedi risalet yaşayacak, alemlere rahmet devam edecek. Alemlere rahmetinin devam etmesi için, Alemlere rahmet olanın örnekliğinin devam etmesi lazım.

Onun örnekliği nedir. Burada ona bakmak lazım. Onun örnekliği eğer doğru nakledilirse problem yok. O zaman örneklik dediğimiz şey zaten üretilebilir bir şey olduğu için örneğin aslı bundan 1400 sene evvel yaşadı, örneğin bugün bu çağda üretilen örnekleri ise onu örnek aldıkları kadar muhterem, saygın, o kadar el üstünde tutulurlar. Bunun için ne lazım örneğin ve örnekliğin bilinmesi, doğru bilinmesi lazım.

Örnek yanlış bilinirse, yanlış anlatılırsa örneğin sadece yanlış bilinmesi, bilgi yanlışlığı olarak kalmıyor. Asıl üzücü, iç parçalayıcı taraf bu. Örnek yanlış bilinince bugün o örnek adına üretilen de yanlış oluyor. İşte o zaman problemin büyüğü buradan çıkıyor. Bu işte örnek tanıtılanın aslında örnek ile alakası yok. O zaman diyorsunuz ki o bunu örnek olarak gösterdi, örnek olarak alıyor. Peygamberin varisi olarak görüyor. Peygamberin varisleri olarak gördüğü ve örnek aldığı bu insan, eğer bu insanı örnek alıyorsa, o zaman bu insanın zihninde ki peygamber de peygamber değil. Peygamber tasavvuru doğru değil. Yamukluk ta tasavvurdan geliyor.

Bu bazen de şuradan oluyor; önce yanlış bir örneği seçiyor. Yanlış birini önder seçiyor. Yanlış birinin arkasına takılıyor. Sanki yanlış bir lokomotifin arkasına eklemlenmiş vagon olmuş. Bu mesela Mekke’ye gidiyor diye, hicaz demiryolu diye binmiş ama terenin yolu Moskova’ya doğru gidiyor. Arkasına eklemlenmiş gidiyor. Sorarsanız zaten hacca gidiyorum der. Üstelik o kadar emin ki ihramını falan da sırtına almış gibi. Görünürde; Lebbeyk Allahümme lebbeyk diyor. Fakat Yönleri bilen biri, kendisi yönleri de bilmiyor. Coğrafyayı da bilmiyor, daha önce de gitmemiş görmemiş. Oysa yol üzerinde geçiyor işte, bakıyorsun Edirne’yi geçiyorsun, bakıyorsun Bükreş’i geçiyorsun görmüyor. Gözlerini kapatıyor. Öyle bir derdi yok. Bizimkinin arkasına iliştik, bu nereye götürürse oraya eyvallah.

Şimdi böyle bir hal. Daha önce gitmiş gelmiş, yolu bilen, hali bilen, doğruyu bilenler; Yahu sen nereye gidiyorsun? Hacca gidiyorum..! Ama bu tren Moskova’ya gidiyor, O hala diyor yaa..! ben hacca gidiyorum, ben üçü beşi bilmem demiş gibi oluyor. Dolayısıyla minareyi çalmış kılıfını hazırlıyor. Nasıl oluyor, bu örnek bu örnekse ben bunu da örnek almışsam, o zaman peygamber de böyledir. Kanaati oluşuyor. Hatta peygamberin hayatından da kendi zihniyetine uygun bilgiler de topluyor.

Siz bir şeye ön yargı beslerseniz, yargınızı doğrulayacak bilgiyi bulmakta hiç zorluk çekmezsiniz. Yani bu dünya da en dürüstünden en sapığına varıncaya kadar herkesin kullanacağı bir bilgi var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder