El Hamdu Lillahi
Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi
ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy;
(Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver,
kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!
Değerli Kur’an dostları bugün
Ahzab suresinin tefsirine geçeceğiz. Ahzab suresi adını 9 ve 27. ayetler
arasında geçen, Müslüman olmayan güçlerin oluşturduğu ittifakla Medine’de ki
İslam cemaati üzerine onları ebediyen yok etmek üzere yürüyüşünü anlatan pasajdan
alır.
Ahzab; müttefikler manasına
gelir. Medine’de nazil olmuştur. Ahzab suresi gerçek bir çok konulu suredir.
37. ve 40. ayetleri arasında Hz. Zeyd ve Hz. Zeynep olayından bahsedilir. Bu
olay aynı yılın zilkade ayında, hicri 5. yılın zilkade ayında vuku bulmuş.
Hendek savaşı ise Hicri 5. yılın şevval ayında.
Yine surede Resulallah’ın
evliliğine sınırlama getiren 52. ayet yer alır. Bu ayeti, ki bu ayetin
bağlamına surenin başında ve ortasında yer alan başka ayetleri de dahil etmek
mümkün. Ama özellikle Resulallah’ın evliliğine sınırlama getiren 52. ayet
Hayber den önce inmiş olamaz. Çünkü Resulallah Hayber de müminlerin annesi
Safiyye ile evlendi. Yani Resulallah’ın yaptığı son evlilik Hayber’in hemen
akabinde vuku buldu. Buna göre bu surenin iniş zamanını aşağı yukarı hicretten
sonra 5. yıl ile 7. yıl olarak tarihleyebiliriz.
Sure Kur’an ın en yoğunluklu
surelerinden iri. İnsan ilişkileri işleniyor. Özellikle Resulallah’ın yakın
çevresi bağlamında bir takım ahlaki ve hukuki ilkeler ve düsturlar getiriliyor.
37. ve 40. ayetler arasında ele alınan Hz. Zeynep ve Hz. Zeyd olayı
Resulallah’ın vahiyden hiçbir şey saklayamayacağına en büyük delil olarak
gözümüzün önünde duruyor. Ki Hz. Aişe öyle demişti; “Eğer Resulallah bir tek ayeti gizleyecek olsaydı bu ayeti gizlerdi.”
Demiştir.
Bu ayetler aynı zamanda Kur’an
vahyinin nebinin şahsından bağımsız bir kaynaktan indiğinin en büyük delilidir.
Eğer nebi vahyin inişinde söz sahibi olsaydı, gizlemek arzu ettiği böyle bir
şeyin açıklanmasına asla gönlü elvermezdi. Ama Allah, yani vahyin indiği zattan
bağımsız olan kaynağı ne dilerse o oldu. Onun için vahyin kaynağının insani
olmayıp, beşeri olmayıp ilahi olduğuna, başka hiçbir delil olmasa bu sure
içinde ki Zeyd ve Zeynep olayı yeterlidir.
Sure bu olaylar bağlamında
aslında toplumsal baskıyı, bir takım toplumsal uydaşım yoluyla gelen
geleneklerin hukuki norma temel ve delil oluşturamayacağı gerçeğini işler. Yani
fiili durumlar defakto durumlardan, hukuki ilkeler çıkarma uyanıklığı ve
kurnazlığına son verir. Çünkü Hukuk toplumun alışkanlıklarına değil, mahza
adalete dayanmak zorundadır. İşte bu sure makro planda muhatabına bunu verir.
Peygamber ve eşlerinin örneklik
misyonuna dikkat çeker sure. Resulallah’a en çok nida edilen surelerden biri,
belki 1. si budur. Yine Resulallah’ın eşleri bağlamında Ya nisaen Nebiy (30) diye doğrudan
Resulallah’ın yakın çevresine en çok hitap edilen sure de budur. Surede ayrıca
bu ümmetin Yahudileşme tehlikesine dikkat çekilir. Ve önceki vahyin mensupları
olan İsrail oğullarının nasıl Yahudileştiğinden yola çıkarak bu ümmet uyarılır.
Bu surenin ana eksenini teşkil
eden bütün bu konular, ama özellikle de Hendek savaşının hemen arkasına tekabül
eden bir takım hukuki ilkeler ve insan ilişkileri konusunda ki düsturlar neden
bu sureyle geldi sorusu aslında bu surenin tarihi bağlamını iyi bilmekle
cevaplanır. Ki biz bu sureye gelinen, yani Hendek savaşına kadar ki o kritik
süreci kısaca bir özetleyelim.
Malum Hicretin 3. yılında Uhud
savaşı gerçekleşti. Uhud müminlerin ağır bir imtihanı idi. Komutanı peygamber,
ordusu askeri sahabe olan bir ordu yenilir mi idi. Yenmek ve yenilmek neydi.
Eğer yenilmezlik sadece Komutanı peygamber olmaya endekslenmişse o zaman Uhud’u
nereye koymalıydık. İşte aslında bu soruların cevabını vermek için adeta ilahi
senaryo gereği Uhud yaşanmıştı ve Uhud kayıpları verildikten sonra Ebu Süfyan
kendi ordusunu toplayıp götürmüş, bu onlara yeter demişti. Hatta giderken de
gelecek sene tekrar karşılaşacağız diye tehdit etmiş, Resulallah’ta
yanındakilere ona cevap verin, tamam tekrar karşılaşacağız demişti. Fakat
gelecek seneye kalmadı. Müşrik ordusu geriye dönüp Bedr’e kadar vardığında
Resulallah savaştan arta kalan müminleri topladı, ki sayıları 630 u buluyordu.
Müşrik ordusunun ardından Hamra ül Esed denilen yere kadar vardı.
Ebu Süfyan Bedr’e yakın bir yerde
konakladığında eyvah, ne yaptık biz, ayağımıza kadar gelmiş olan fırsatı geri
teptik diye geri dönmek istedi. Yani bu yenilgiyi kalıcı hale getirelim ve
ebediyen Medine’den Müslümanları sökelim diye niyetlenmişti ki, arkasından
Resulallah’ın geldiğini öğrendi.
İşte Resulallah’ın gösterdiği bu
kararlılık Ebu Süfyan’ı bu fikrinden caydırdı. İki ay sonra Necip’ten, çöl
kabilelerinden Ben-i Esed savaşa hazırlandığı haberi geldi. Bu Haber üzerine
Resulallah Ebu Seleme komutasında bir müfreze yolladı ve tehdit ortadan
kaldırıldı.
Hicri 4. yılın sefer ayında Adel
ve Kare kabileleri Resulallah’tan öğretmen talep ettiler. Fakat bu bir
tuzaktı. Bu talebe Resulallah 4 kişiyi göndererek cevap verdi. Yolda bu 4
öğretmenden ikisini şehit ettiler, geriye kalan Zeyd bin Desinne ve Hubeyd (Bin
Adiy) (r.a.) ı esir ederek Mekkelilere sattılar. Bildiğiniz gibi Hubeyb
r.a. İslam döneminde ilk defa asılarak şehit edilen sahabi genç, yiğit bir
sahabidir.
Hicri 4. yılın yine sefer ayında
Ben i Amir kabilesinin talebi üzerine 70 kişilik, ya da bir rivayete göre 40
kişilik bir öğretmen kafilesi yollandı. Fakat bu da bir tuzaktı. Bu
öğretmenleri talep eden insanlar bir gece yarısı bu kafile üzerine hücum
ettiler, kafileyi kılıçtan geçirdiler.
Resulallah’ı çok çok üzmüştü. 1.
hadise zaten yaralamıştı. 2. hadise ise, yani Bi’r i Mâune faciası ise gerçek
bir facia, bir katliamdı. Resulallah’ın kanatlarını kırmıştılar adeta. O
gerçekten de zor şartlar altında ashab-ı sûffeyi, İslam’ı öğreten öğretmenler
olarak yetiştirmiş ve onlarla yüreklere iman taşımayı hesap etmişti. Ama hemen
hemen ashab-ı sûffenin en iyi yetişmiş öğrencileri bir tek olayda baştan sona
şehit edilmişti. İşte bu Resulallah’ın yüreğinde bir yara oldu.
Yine hicri 4. yılın Rebiül evvel
ayında Beni Nadir, yani Medine de yerleşik 3 Yahudi kabilesinden biri olan
Nadir oğulları Resulallah’a suikast tertiplediler. Onun üzerine damdan bir
değirmen taşı atarak Resulallah’ı öldürmeyi kuruyorlardı. Resulallah bunu özel
kaynağı ile haber alınca bu kabile üzerine yürüdü kuşattı ve onları Medine’den
çıkmaya mecbur etti.
İne hicri 4. yılın sonlarında Ben
i Gatafa’nın savaşa hazırlandığı haberi geldi. Resulallah 400 kişi ile
Zatürrika adı verilen sefer idi bu, 400 kişi ile bu kabile üzerine baskın yaptı
ve bu tehdidi de ortadan kaldırdı.
Hicri 4. yılın Şaban ayında, yani
Uhud’un yıldönümünde Hz. Peygamber 1. 500 kişi ile, daha önceden Ebu Süfyan la
ahitleştikleri gibi Bedir’de hazır bulundu. Ebu Süfyan 2.000 kişi ile Merruz
zehran dan öteye gidemedi. Yani Bedr’e gelemedi, gözü yemedi. Müminlerle
karşılaşmaya yürekleri yetmedi. A. İmran/124 ve devamındaki ayetlerde bu olay
ele alınır.
Hicri 5. yılın Rebiülevvel ayında
Dû’met ül Cendel, -ki Şam sınırında bir yer- 1.000 kişilik bir ordu gönderildi,
ama orada Müslümanlara karşı hazırlık yapan grup savaştan kaçtı.
İşte Hendek savaşının öncesinde
vuku bulan olaylar bunlar. Yani gördüğünüz gibi Uhud la Hendek arası çok yoğun,
çok kesif bir hareketliliğe sahip. Müminlerin üzerine her taraftan saldırı
hazırlıkları var ve gerçekten de güvenlik tehdit altında. İşte bu çerçeve de bu
surenin işlediği ana konu olan Hendek savaşı bu çerçeve içinde düşünülmeli.
1-) Ya eyyühen Nebiyüttekıllahe ve lâ tutı'îl
kafiriyne vel münafikıyn* innAllâhe kâne 'Aliymen Hakiyma;
Ey
Nebi! Allâh'tan (açığa çıkarttıklarının
sonuçlarını yaşatacağı için) korunanlardan ol!
Hakikat bilgisini inkâr edenlere ve münafıklara (ikiyüzlülere) uyma! Muhakkak ki Allâh
Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
01 -
Ey o Peygamber! Allah dan kork ve kâfirlere, münafıklara itaat etme, muhakkak
ki Allah bir alîm hakîm bulunuyor. (Elmalı)
Ya eyyühen Nebiy sen ey peygamberler
ailesinin ferdi. Eyyühe; ibaresi nida edatına bitiştirildiğinde bir ailenin
ferdine hitap edildiği anlaşılır. Yani ey peygamber sen, senden önceki
peygamberler ailesinin bir üyesisin. Ey peygamberler ailesinin ferdi, üttekıllahe ve lâ
tutı'îl kafiriyne vel münafikıyn Allah’a karşı sorumlu davran.
Küfürde direnenlere ve iki yüzlülere uyma. İki yüzlülere, münafıklara, tek
dünyalılara. Tek dünyası olanın iki yüzü olur. İki dünyası olanın iki yüzü
olmaz. Çünkü ahirete iman eden maskeyle yaşamaz.
innAllâhe kâne 'Aliymen Hakiyma
Unutma ki Allah zaten her şeyi bilendir, hikmetle edip eyleyendir.
“Ey peygamber” hitabının en çok
geçtiği sure olduğuna değinmiştim girişte. Burada doğrudan bir uyarı var.
Cahiliye toplumunun evlatlıkla ilgili bir geleneği bu surede ortadan
kaldırılıyor. Benzer bir mesaja sahip olan Tahrim suresi de böyle başlar. Onda
da Resulallah’a doğrudan uyarı vardır bu uyarı ile girilir. Çünkü Resulallah;
peygamber dahi olsa Allah’ın kendisi için biçtiği rolden başkasını oynayamaz.
Zaten her peygamber Allah’a mutlak teslim olmuş insan demektir. Onun için Ya eyyühen
Nebiy diye başlıyor. Yani Allah’ın iradesi karşısında alternatif bir irade
koyma. Bu isterse sana gelen mesajı savunmak bahanesiyle olsun. Ki
Resulallah’ın burada gösterdiği tavır kendisinin şahsına yönelecek herhangi bir
iftira, bühtan ve ayıplamadan daha çok misyonuna yönelecek bir ayıplama, kınama
ve iftiradan çekiniyordu. Çünkü Misyonuna yönelik her tür saldırı mesajının
alanını daraltıyordu. Ama buna rağmen rabbi onu teskin ediyor, tatmin ediyor ve
uyarıyordu.
Sıcak savaş müşrikler tarafından
kaybedildi. Artık kazanamayacaklarını anlamışlardı Hendekle birlikte. Zaten
Hendek bir dönüm noktasıydı, onun için Hendek’ten bir sabah Mü’minler
kalktıklarında düşman müttefik güçlerin çekip gittiğini gördüğünde Resulallah
şöyle demişti; “Artık sıra sizde.” Gerçekten de bir dönüm noktasıydı.
Peki duracaklar mıydı? Boş mu
duracaklardı düşman güçler. Hayır, boş durmadılar. Savaşı yiğit olmayan
yöntemlerle yapmaya başladılar. Yani psikolojik savaşa başladılar, çamur
savaşına başladılar. İftira, bühtan, dedikodu ve her tür hile bu savaşta
kullanılıyordu. İşte Hz. Aişe’ye yönelik iftira da bu savaşın bir parçasıydı
aslında.
Hz. Peygamber işte onların kural
tanımayan bu savaşından çok çekiniyordu. Çekinmekte de haklıydı, çünkü
silahlarıyla geldiklerinde silahlarınızla karşı çıkardınız. Fakat iftiraları
ile geldiklerinde sizin silahınız yok. Yani karşı iftirayla çıkamazsınız. Çünkü
sizin ilkeleriniz var. Ama sizinde rabbiniz var. Onların ilkeleri yoktu,
iftiraları vardı, karalamaları vardı, çamurları vardı ama sizin de Allah’ınız
var. İşte Resulallah’ın endişesi buydu.
Ve vahiy bütün bu süreçte
muhataplarını sadece şahsiyet kazandırmakla kalmıyor, toplumun öznesi
yapıyordu. Yani toplumsal bir takım alışkanlıklar var, öteden beri kullanılan,
öteden beri uygulanan bir takım alışkanlıklar gelenekler, adetler var. Peki
vahiy geldikten sonra hala bu geleneğe dokunulmayacak mı, gelenekler olduğu
gibi mi kalacak. Yani vahiy bireyleri inşa ettiği gibi toplumu da inşa etmemeli
mi. Vahyin inşa ettiği bireyler toplumun geleneklerini de süzmeli değil mi.
İşte burada vahyin muhataplarının sadece bireysel bir özne değil; toplumsal,
sosyal bir özne olmaları işleniyor. Onun içinde o toplumda ki evlatlık
müessesesinin çarpık boyutu, yani fiili bir durumdan hukuki sonuçlar çıkarmak
isteyiş, fırsatçılık. Bu fırsatçılıktan da birilerinin belki istismarını
önlemeye çalışıyordu vahiy. İşte bu çerçeve de anlayacağız bu ayetleri.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
131. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder