31 Aralık 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. MÜNAFIKUN (01 -02) (176 - A) (b)



(a) sayfasından devam



Rahman, Rahiym olan Allah adına. Herkes bildirileri, bildirinin sahibi adına okur. Okuduğumuz bildiri ise Allah’ın bildirisidir. Sahibi O’dur, biz de O’nun adına okuruz. Besmele budur.


1-) İzâ caekelmünafikune kalu neşhedu inneke leRasûlullah* vAllâhu ya'lemu inneke leRasûluHU, vAllâhu yeşhedu innelmünafikıyne lekâzibun;

İkiyüzlüler (münafıklar) sana geldiklerinde dediler ki: "Senin muhakkak Rasûlullâh olduğuna şehâdet ederiz!" Allâh biliyor ki kesinlikle sen, O'nun Rasûlüsün! Allâh şahittir ki muhakkak ki ikiyüzlüler yalancılardır. (A. Hulusi.)

01 - Sana geldikleri vakit o münafıklar dediler ki: şahadet ederiz hakikaten sen şüphesiz Allahın Resulüsün, Allah da biliyor ki: hakikaten sen şüphesiz onun Resulüsün, bununla beraber Allah şahadet ediyor ki doğrusu münafıklar katiyen yalancıdırlar. (Elmalı)


İzâ caekelmünafikune kalu neşhedu inneke leRasûlullah Münafıklar sana geldiklerinde, iki yüzlüler sana geldiklerinde dediler ki; Hiç tereddüdümüz yok biz şahidiz ki sen muhakkak Allah’ın elçisisin. Böyle dediler.

El Münafikun nüzülde geçtiği ilk yer burası değil, Ankebut/11. ayetinde ilk defa kullanılmış. İlginç değil mi Ankebut suresi hicrete yakın ama hicretten önceki surelerden biri. Münafık Nefak kökünden geliyor. Nefak köstebek yuvası manasına geliyor. Neden münafık oradan türetilmiş? Çünkü ne zaman nereden girip nereden çıkacağı belli olmaz. Yer altından gider. Yer üstünde görmezsiniz, yer üstünde sadece teptiği toprağı görürsünüz. Bu da şunu gösteriyor, çok güzel bir etimolojik aslında, kök açıklaması, Münafık (Köstebek) kendini gizlediğini zanneder ama teptiği topraktan anlaşılır.

Bir de çok ilginç köstebek kördür. Demek ki münafığın yürek gözü de kör, kalp gözü de kör. Kör olmasa Allah resulüne gelip de Allah adına yalan söylemeye, yemin etmeye kalkar mı, vahiy alan bir peygambere. Demek ki kör.

Bir üçüncü özelliği daha var köstebeğin o da şu; Milletin ekip biçtiği yumrulu bitkileri, soğan gibi, sarımsak gibi, patates gibi yumrulu bitkileri yerin altından çeker götürür yaptığı yuvada biriktirir. İlginci onları tüketmez de. Münafığın servete bakışı da bu. Yemeyeceğini, tüketmeyeceğini, paylaşmayacağını biriktirir. Üstelik yer altında biriktirir, yani zarar verir. Yiyecek olandan alır, kendisi de yemez. Münafığın servetle ilişkisi de bu çerçeve de anlaşılmalı. Çünkü bu sure öyle bir hususiyete sahip ki nifakla başlıyor, infakla bitiyor.

Çok ilginç. Nifakla başlayıp infakla bitmesi ne demek surenin? Nifakla infak arasında bir ilişki mi var? Ses benzerliği var, mana benzerliği de var, birbiriyle hiç uyuşmaz gibi görünse de kökende. Ama asıl belki de bu surenin verdiği ders şu; İnfak;nifak’ın panzehiridir. Nifak hastalığına deva bulmak istiyorsa bir insan infak etsin. Son söyleyeceğimizi ön söylemiş oluyoruz böylece.

Tek dünyalıdır münafık, onun için çift yüz taşır, maske taşır. İki yüzü vardır. İşte burada da aslında münafığın iki yüzünden bahsediliyor. Belki 200 yüzünden demek daha doğru olur. Yine Neşhedu diyor ayette; Biz şahadet ederiz ki, münafıklar. Yakıyn fiillerinden neşhedu, eşhedu. Bizde şahadette kullanırız. Bu yakıyn fiillerinden. Bu fiil Ebu Hanife tarafından yemin olarak ta alınmış. Hatta yemin sigasının başında geldiği söylenmiş. Ki fıkhen yemin sigasına girer Ebu Hanife’nin görüşüne göre.

Enes Bin Malik’in sözü önemli burada. Münafıktan bahis açıldığında bu sözü hep söylerim. Ben diyor bir tek sahabe, Allah resulünün bir tek arkadaşını tanımadım ki acaba ben münafık mıyım diye tir tir titremiş olmasın. Biz bunu sahabe de görüyoruz. Sahabe de4 bu hassasiyeti görüyoruz. Bu hassasiyet aslında bu sözü münafık olmayanlar söyler. Hiçbir münafık ben münafık mıyım diye düşünmez. İşin garibi de bu. Ben münafık mıyım diye tir tir titreyenin, mü’minliğinin delilidir bu aslında.

Biz Hz. Ömer’i görüyoruz. Hz. Ömer, bu ümmetin emini diye bilinen Ebu Huzeyfe’nin kılmadığı cenazeyi kılmazmış Allah resulünden sonra. Bakarmış bir cenazede Ebu Huzeyfe varsa o da olur, yoksa gidermiş. Ebu Huzeyfe’ye Allah Resulünün münafıkların bazılarının isimlerini, 36 ismi açıkladığı rivayet edilir. Yani münafık cenazesini kılmayın. Çünkü münafıksa ona rahmet dilenilmez. Eğer kesin biliniyorsa. Hz. Ömer de bu hassasiyeti hep gösterirmiş. Fakat bir gün biri ölmüş. Öyle biri öldü ki diyor eğer milletin içerisinde cennetlik birkaç kişi varsa biri de bu derdik. Ama Hz. Ömer diyor ki baktım Ebu Huzeyfe’yi bulamadım. İçime bir kurt düştü. Olamaz dedim kendi kendime, yani asla olamaz, bir işi vardır gelmemiştir, bir mazereti vardır gelmemiştir. Ama bu olamaz.

Ama yine de diyor içim rahat etmedi. Sokak aralarında bir ileri iki geri bakınırken Ebu Huzeyfe’yi başı iki dizinin arasında perişan bir halde buldum. Dedim ki ya Eba Huzeyfe yoksa buda mı? Cevap vermedi, kafasını kaldırdığında gözlerinde yaş gördüm, anladım. Ondan sonrasını görgü şahidi anlatıyor. Ömer Medine sokaklarında o münafıksa vallahi Ömer de münafık diye hem ağlıyor, hem bağırıyor, hem koşuyordu.

Ya..! iş vahim. İman ucuz değil. İman çok değerli, çok pahalı. İmanın kıymetini bilenler yapıyor bunu. Onun içinde sahabenin bu olaya, nifak olayına bakışı ve hassasiyetini göstermek için naklettim bunu.

Hanzala Bin Rebi (r.a.) Bir gün Hz. Ebu Bekir’e geliyor; Ya Eba Bekir, Hanzala münafık oldu diyor. İki gözü iki çeşme..!
“Ne oldu sana ey Hanzala?
“Hanzala münafık oldu ya Eba Bekir.” Bakıyor ki söz dinleyecek gibi değil, tutuyor ResulAllah’a götürüyor. ResulAllah’a geliyor Hanzala bin Rebi. Allah resulü elini uzatıyor,
“Bir münafığın elini mi tutacaksın ya ResulAllah” diyor. İki gözü iki çeşme; “Hanzala münafık oldu Ya ResulAllah..!”
“Ne olmuş sana Hanzala” diyor. Sakaletke ümmeke; “Anan seni kaybetsin”, Araplarda söylenen bir sözdür. “Ne oldu sana böyle.”
“Ya ResulAllah geliyoruz senin yanına cenneti anlatıyorsun görür gibi oluyoruz, Cehennemi anlatıyorsun görür gibi oluyoruz. Sen konuşurken adeta yaşıyoruz. Çoluk, çocuğu, işi, gücü, hepsini dünyayı malı meali unutuyoruz. Ama ya Resulallah buradan, senin huzurundan ayrılıp gittiğimizde sanki hiç burada yaşamamışız, sanki hiç o hissiyatı duymamışız gibi işe güce, çoluk çocuğa, mala melale karışınca bura, burada kalıyor.”
“Anan seni kaybetsin ey Hanzala o muydu derdin” diyor. “Bazen öyle olacak, bazen böyle olacak.”

Hatta hadis derlemelerinde bununla bitişik, yan yana gelen bir başka hadis hemen arkasından nakledilir; “Eğer siz günah işlemeseydiniz Allah sizi helak eder yerinize günah işleyen bir toplum, bir tür yaratırdı.” Yani insan melekleşmeyecek.

Efendimizin sözünün devamında; Eğer siz dışarıda da o anda ki gibi olsanız, o hassasiyeti sürdürseydiniz, yolda giderken melekler sizinle musafaha yapar, tokalaşırlardı.” Buyuruyor. Yani bu aslında insan doğasında olan bir şey. Ama bazen öyle bazen böyle oluyorsa, fakat hep öyle oluyor hiç böyle olmuyorsa, ondan korkmak lazım. İşte sahabenin hassasiyeti.

inneke leRasûlullah hiç şüphe yok ki sen Allah’ın elçisisin diyorlar ya münafıklar, iz bırakıyorlar aslında. Allah var diye bir mü’minin söze başlaması gibi, onlar da öyle başlıyorlar, yani Allah var. diye başlarız ya söze, Allah var, o şöyle. Allah var hakkını inkar edemem deriz ya. Onlar da böyle başlıyorlar. Fakat nifak Allah’a karşı işlenmiş bir suçtur, onun farkında olmuyorlar. Nifak; Kula karşı işlenmiş bir suç değil, Allah’a karşı işlenmiş bir suç. Çünkü sözün kendisi doğru değil mi? Sen Allah’ın resulüsün diyorlar. Bu doğru. Fakat söyleyen yanlış, söyleyen yamuk. Yamuk adam doğruyu söyleyince doğru adam olmuyor. Bakınız işte şimdi gelen ibare onu söylüyor.

vAllâhu ya'lemu inneke leRasûluH Allah’ta biliyor ki gerçekten de sen O’nun Resulüsün. Yani münafıklar söylemese de Allah senin kendi Resulü olduğunu biliyor. vAllâhu yeşhedu innelmünafikıyne lekâzibun ve Allah şahit ki münafıklar kesinlikle yalancıdırlar.  Bu çok hoş bu çok ilginç, gerçekten hepimizin ibret ve örnek alması gereken bir husus. Yani rabbimiz; onlar bir hakikati ikrar ediyorlar, söylüyorlar ama, bunu söylemeleri onların münafık olmalarından kaynaklanıyor. Söyledikleri söz doğru, fakat inandıklarını söylemiyorlar, inanmadıkları bir şeyi söylüyorlar. Te’kit edatları var bakınız; İnne edatı, le edatı. Lâm-ı te’kit. Te’kit edatları ve yeminler ne kadar çoksa, yalanları da o kadar çok olduğunu gösteriyor aslında, ona delalet ediyor.


2-) İttehazû eymanehüm cünneten fesaddu 'an sebiylillâh* innehüm sâe ma kânu ya'melun;

Yeminlerini bir kalkan edindiler de Allâh yolundan alıkoydular... Yapmakta oldukları gerçekten ne kötüdür! (A. Hulusi.)

02 - Yeminlerini bir kalkan edinip de Allah yolundan yan çizmektedirler, hakikat bunlar ne fena yapıyorlar. (Elmalı)


İttehazû eymanehüm cünneh onlar yeminlerinin arkasına sığınıyorlar. Yeminlerini kalkan ediniyorlar, cünne. Perde ediniyorlar. Kalkan ediniyorlar. fesaddu 'an sebiylillâh Allah’ın yolundan hem çevriliyorlar, hem de başkalarını çeviriyorlar. Saddu ‘an hem müteaddi, hem lazım manasını verir. innehüm sâe ma kânu ya'melun Onlar ne berbat iş işliyorlar, ne fena davranışta bulunuyorlar.

Devam ediyor (c) sayfasına geçiniz.
Münafikun suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

30 Aralık 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. MÜNAFIKUN (GİRİŞ) (176 - A) (a)






Kovulmuş, taşlanmış, mel’un ve matrud olan şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım. Özünde merhametli, işinde merhametli olan Allah’ın adıyla başlarım.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Rabbimiz hayırlısıyla başlat, hayırlısıyla aç, hayırlısıyla tamamlat, hayırlısıyla kapat. Rabbim kolaylaştır, güçleştirme, amin..!

Değerli Kur’an dostları, değerli can dostları bugün 114 burçlu Kur’an ülkemizin yepyeni bir burcuna daha tırmanacağız. O burcun can alıcı sokaklarında gezeceğiz. Yani pasajlarında. O burcun göz kamaştırıcı köşklerini seyredeceğiz, yani ayetlerini. O köşklerin içine, odalarına gireceğiz, elmas vari odalarına, yani kelimelere ve o odaların içinde tek tek duvarlarında göz gezdireceğiz, gözümüzün izi kalacak orada, yani harflerinde. Ve gözümüzde oranın izi kalacak inşaAllah. O burç Münafikun suresi.

Elimizdeki mushafta 63. sırada yer alan Münafikun suresi adını münafıklardan bahsettiği için muhtevasından alıyor. Daha Hz. peygamber döneminde bu adla anılıyor sure. Ki her sure böyle değil, ama bu surenin ismi daha ResulAllah döneminde oturmuş gözüküyor.

Sure ittifakla Medine’de nazil olmuş. Muhammed Bin Ka’b el Kurazi Tebük’te indi diyor bu sure için. Fakat bu görüşe pek katılamıyoruz, çünkü Tebük’te inmesi demek bu surenin 8. yılda inmiş olması anlamına geliyor ki 8. ayetinde surenin; leyuhricennel e'azzu minhel ezel (8) mutlaka oradan, Medine’den şerefli olanlar şerefsizleri kovacak, çıkaracak diyen münafıkların ele başısı İbn. Ubey bu sözü, Münafıkların Medine’de güçlü olduğu bir zamanda söylemiş olmalı Yoksa söyleyemez, yani cesaret edemez. Münafıkların ele başısı; Biz Medine’ye dönelim de şerefliler şerefsizleri oradan çıkarır, yani biz sizi oradan çıkarırız diyecek kadar küstahlaşabiliyorsa, demek ki daha erken bir tarihte inmiş olmalı. Çünkü 8. yılda zaten Medine de münafık problemi hemen hemen halledilmişti. Ki Tebük seferi ise 9. yıl olmuş oluyor. Dolayısıyla bu sure bu sözün ifade edildiğinin nakledildiği rivayetlere bakıldığında Beni Mustalik seferi sırasında, veya Beni Mustalik seferinden dönüşte nazil olmuş olmalıdır ki bu da takriben 5. yıla, hicretten sonraki 5. yıla tekabül eder. Bu durumda Muhammed bin Ka’b el Kurazi’nin 9. yıl görüşü pek isabetli görünmüyor.

İttifakla suremiz 11 ayet, Münafikun suresi Cabir bin Zeyd tertibinde 102. sırada yer almış, yani iniş sıralamasında, nüzul tertibinde Cabir’e göre 102. sıraya yerleştirilmiş. Tabii bu iniş sıralamaları da tek değil. Hz. Osman’ın tertibi var, Hz. Cader’in tertibi var, daha başka tertipler de var, bu da Cabir’in tertibi. Ki o tertipte 114 sure arasında 102. sırada yer alıyor.

Surenin nüzul sebebini bilirsek sureyi daha kolay anlarız. İniş nedeni surenin kısaca, özetle şu. Zeyd Bin Erkam (R.A.) anlatıyor bize aktarıyor. Bizzat olayın kahramanlarından. Bu surenin içinde zımnen kendisine atıf yapılan kahramanlardan biri o.

İbn. Ubey’in müttefiklerinden, yani münafıkların ünlü reisi Abdullah İbn. Ubey’in müttefiklerinden Cüheyne’li bir genç, -ki Sinan’mış ismi bu gencin- deve suluyor. O deve sularken Hz. Ömer’in işçisi Cah Cah isimli biri. Geliyor; Haydi yeter artık biraz da ben sulayayım diye şaka vari, şaka ile karışık uyarıyor. Hatta bir de ensesine şöyle bir hafifçe dokunuyor. Yine şaka vari bir dokunuş. Fakat o, ona mukabele ediyor, bunu ciddiye bindiriyor, hatta bir kavgaya dönüştürüyor. İkisi de yetişin ey ensar, yetişin ey muhacirler diye bağırmaya başlıyorlar. Biri ensardan Medine’li, diğeri Mekke’den Medine’ye göç etmiş, Allah resulüyle birlikte imanlarının bedelini ödemiş muhacirlerden.

Çok önemli altı çizilmesi gereken bir nokta burası değerli Kur’an dostları Allah resulü bunu duyduğunda ömründe çok az gösterdiği bir tepkiyi gösteriyor. Yüzünün rengi atıyor, alnında ki o kızdığı zaman kalkan damar yine kalkıyor ve diyor ki;

- Ma balû davel cahiliyye. Bu cahiliye davası da nereden çıktı, ne oluyoruz.

Cahiliye dediği peygamberin ne? Bir gencin yetişin ey Muhacirler, öbürünün de yetişin ey ensar diye çağırmış olması. Dikkat çekmek istediğim nokta şurası. Muhacirler de Ensar da İslami birer kavram. Yani ırkçılık çağrıştıran kavram değil, asabiyet çağrıştıran kavram değil, fakat asabiyete alet ediliyorlar. Yani iki güzel kavram, iki İslami kavram bir yanlışa alet edilerek kullanılıyor. İşte önemli olan bu ve altı çizilmesi gereken de bu. Yani kavramların masum olması hiçbir şeyi değiştirmiyor, eğer o kavramları siz asabiyete alet ederek kullanıyorsanız Allah resulünden yiyeceğiniz şamar; Bu cahiliye davası da nereden çıktı şamarıdır. Allah Resulü bunu cahiliye davası olarak niteliyor. İsterse bu kavramlar İslam’ın öz kavramları olsun. Değil mi ki onu asabiyete, değil mi ki onu merdud asabiyete alet ediyorsunuz. Milliyetçiliğe, kavmiyetçiliğe, ırkçılığa, soyculuğa, boyculuğa, cinsiyetçiliğe, yani hangi ad altında olursa olsun her tür takva dışında ki üstünlük iddiası merdud bir asabiyettir.

Ve bunun üzerine İbn. Ubey Ensarın Muhacirlerden desteğini çekmesini istiyor. Münafıkların başı Medineli Müslümanların Mekke’den göç etmiş kardeşlerinden desteklerini top yekün çekmesini istiyor. Yani şeytanın rolünü oynuyor ve hatta ardında da o meşhur sözü söylüyor.

Medine ye dönünce (şerefliler kendileri olmuş oluyor, münafıklar). Şerefsizleri, {onlarda muhacirler olmuş oluyor, mü’minler olmuş oluyor samimi (Haşa)} oradan çıkaracak. Çirkin sözünü söylüyor. Ve Zeyd bu sözü duyuyor, amcasına haber veriyor, amcası da Hz. Peygambere haber veriyor. Ki Zeyd o savaşa, o sefere Allah resulünün arkasında, bineğinin terkisinde giriyor. Yani ResulAllah onu terkisine alıyor. Ama yine de doğrudan söylemiyor.

O zaman taze bir delikanlıdır, bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlıdır Zeyd. Amcası ResulAllah’a söylüyor, ResulAllah bunu duyunca Abdullah Bin Ubey bin Selül’ü çağırtıyor, münafıkların ele başını; Sen böyle böyle böyle demişsin öyle mi? Yemin billah ediyor, Allah adına üstelik. İşte tipik bir münafık tavrını görüyoruz orada. Gören bir Allah’a iman edememiş, Allah’ın gördüğünü dahi içine sindirememiş, üstelik yemini bir peygambere ediyor. Aman Allah’ım..! bir peygambere. Demek ki adam, demek ki her nifak birazcık sahibini ahmaklaştırıyor. Bunu bir peygambere yapıyor üstelik.

Ve Allah resulü o an için beyana itibar ediyor. Bu da bize ders. Çünkü damgalamıyor, mühürlemiyor. Allah mühürlemedikçe ResulAllah mühürlemiyor ve münafıkların ele başının sözüne itibar ediyor, o zaman bana gelen haber doğru değil diyor. Bunun üzerine Amcam diyor Hz. Zeyd, “Bana; Sen Müslümanların arasını açmak için, kendine yalancı dedirtmek için mi çalışıyorsun.”

Benim başımdan kaynar sular döküldü diyor. Sanki gök tepeme düştü. Olanca genişliğine rağmen yer yüzü bana dar geldi. Ne olduğumu bilemedim. O duygular içerisinde sarhoş bir koyun gibi başımı vuracak taş arayıp yürürken kafileyle birlikte birden gece ilerlemiş bir vakitte ResulAllah yanımdan geçerken kulağıma elini uzattı, şefkatle okşadı başıma da böyle sevecen bir gözle bakarak okşadı ve vurdu.

Arkadan Hz. Ömer Bin Hattab görmüş. Resulallah sana ne yaptı dedi. Gece, karanlık görünmüyor. Böyle böyle böyle gözün aydın aslanım dedi. Anlıyor hemen tabii. Allah seni doğruladı. Hz. Ebu Bekir aynısını soruyor, o da gözün aydın aslanım, Allah seni doğruladı. Anlıyorlar tabii ve sabah olunca Allah Resulü ayetleri, Münafikun suresinin tokat gibi ayetlerini okudu ve herkes ne oldu ortaya çıktı. Yani hakikat güneşi doğunca gecenin yalanı dağılıverdi, karanlığı dağılıverdi.

Daha sonra Hz. Ömer ve daha başkaları Zeyd’i gördüklerinde kulağını okşarlarmış. Peygamberimizde Zeyd’i gördükçe Allah bu kulağı tasdik etti diye kulağını okşarmış. Yani demek ki sevilmeye layık kulaklar da var. İşte böyle bir arka planı var Münafikun suresinin. Bu olayı bildiğimizde sureyi anlamamız zor olmaz. Şimdi bu kısa girişten sonra sureyi tefsire geçebiliriz.

Devam ediyor (b) sayfasına geçiniz.
        Münafikun suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

24 Aralık 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. CUMA (08 - 14) (175 - B)(b)



(a) suresinden devam

8-) Kul innelmevtelleziy tefirrune minhu feinnehu mülâkıyküm sümme tureddune ila 'Alimilğaybi veşşehadeti feyünebbiüküm Bima küntüm ta'melun;

De ki: "Kendisinden kaçmaya çalıştığınız ölüm mutlaka size ulaşacaktır! Sonra gayb ve şehâdeti Bilen'e döndürülürsünüz; sizde yapmakta olduklarınızın getirisinin haberini açığa çıkarır!" (A. Hulusi)

08 - De ki: haberiniz olsun o kaçıp durduğunuz ölüm muhakkak gelip size çatacak, sonra, o bütün gayb ve şahadeti bilene iade olunacaksınız da o size neler yaptığınızı haber verecektir. (Elmalı)


Kul innelmevtelleziy tefirrune minhu feinnehu mülâkıyküm de ki şu kendisinden kaçtığınız ölüm var ya, şu köşe bucak kaçtığınız ve öldürmeye çalıştığınız ölüm ey Yahudileşen İsrail oğulları, işte o sizi mutlaka yakalayacaktır. Aslında onlara değil hitap sadece tümümüze. Ey bu hitabın muhatabı, ey ilahi hitabın muhatabı olan insan, ölümden ne kadar kaçarsan kaç o mutlaka sizi gelip yakalayacaktır, bulacaktır.

sümme tureddune ila 'Alimilğaybi veşşehade sonra görünen ve görünmeyen, açıkladığınız ve gizlediğiniz. Maskeniz ve onun altında sakladığınız yüzünüzü bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O’nun huzuruna çıkarılacaksınız. Yani Allah’tan kaçamazsınız, Allah’ı atlatamazsınız, Allah’ı ıskalayamazsınız (haşa). Onun için aklınızdan ölümü öldürmeyi silin. feyünebbiüküm Bima küntüm ta'melun ve en sonunda Allah yaptığınız her şeyi bir bir size haber verecek, bir bir bildirecektir.


9-) Ya eyyühelleziyne amenû izâ nudiye lisSalâti min yevmilcumu'ati fes'av ila zikrillâhi ve zerulbey'a, zâliküm hayrun leküm in küntüm ta'lemun;

Ey iman edenler!.. Cuma'nın günü'ndeki o salât için çağrıldığınızda, Allâh zikrine (Hakikatinizi HATIRLATMA çağrısına) koşun ve alışverişi bırakın! İşte bu sizin için daha hayırlıdır; eğer (işin gerçeğini) kavrayabilirseniz. (A. Hulusi)

09 - Ey o bütün iman edenler! Cuma günü namaz için nida olunduğunda hemen Allahın zikrine koşun ve alım satımı bırakın, o sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû izâ nudiye lisSalâti min yevmilcumu'ati fes'av ila zikrillâhi ve zerulbey'a ey iman edenler, siz ey iman edenler ailesi. Eyyuha kalıbı bir aileyi ifade eder, aile vurgusu taşır. Onun için bu kalıbın geçtiği yerlerde aile vurgusunu da tercümeye yansıtmaya çalışıyorum. Siz ey iman edenler ailesi. İnsanlık boyunca bir ailesiniz aslında. Eğer ailenize layık olmak istiyorsanız ne yapın?

izâ nudiye lisSalâti min yevmilcumu'a Cuma günü, toplantı günü namaz için çağrıldığınızda fes'av ila zikrillâhi ve zerulbey' alışverişi hemen, derhal keserek Allah’ın zikrine koşun. Zımnen; Ey iman edenler ifadesi, eğer imanınızda samimi iseniz, kitap yüklü eşek durumuna düşmemek için şöyle yapın manasını içerir, vurgusunu içerir.

Cumu’a geçiyor bu ayette. Kur’an da bu kelimenin bu formuyla geçtiği tek yer burası, onun için de sureye Cumu’a = Cuma suresi ismi verilmiş. Cuma’nın İslam öncesi kullanıldığına dair elimizde sağlam ve reddedilmesi imkansız bir delil yok. İslam öncesinde Cuma günü aslında cumu’a diye bilinmiyor, Yevm-ül aruba deniyor bu güne. Arapların toplantı günü. Araplar günü.

Medine’de Cuma namazı peygamberimiz hicret etmeden önce kılınmaya başlandı. Efendimizin Medine’ye öğretmen olarak gönderdiği Mus’ab Bin Ümeyr ve onun eliyle imana ermiş olan, veya ondan önce Akabe bey’atlarında imana ermiş olan Mü’min Medine’lilerle birlikte Cuma kılıyorlardı. Fakat peygamberimiz ilk cumayı Hicretin 5. günü Salim oğulları yurdunda kıldırdı.

Yine ilâ zikrillah var, Allah’ın zikrine koşun. Zikrillah namaz mı Hutbe mi. Bu ikisi konusunda ihtilaf edilmiş. Ama doğrusu Said Bin Müseyyeb ve katılan bir çok otorite Zikrillah’ı hutbe olarak görmüşler. Ki bendeniz de bu tercihi şiddetle destekliyorum, çünkü Cuma namazı Öğleye niyabeten kılınan bir namazdır, Cumayı kılanın üzerinden öğle namazı düşer. Ama öğle namazı 4 rekat farz, Cuma namazı neden 2. İşte Cuma namazı 2 rekatını öğle, 2 rekatını hutbeye vermiştir. Hem de asli iki rekatını vermiştir. Son iki rekatını değil, ön iki rekatını. Çünkü Hutbe cumadan önce ediliyor.

O zaman hutbe nedir? Hutbe bir yaygın eğitim türüdür. Eğer ayetin isimlendirmesiyle zikrullah olarak alacak olursak demek ki hutbe aslında vahyin merkezinde olduğu bir bilgilendirme, bir eğitim ve öğretim seferberliğidir. Düşünün 10 yıl Cuma kılan biri 540 kez derse katılmış olacak. 20 yıl kılan biri 1080 kez derse katılmış olacak. Bu müthiş bir eğitim modeli, yaygın eğitim modeli. 1.5 milyarı kapsayan böyle bir eğitimin içinin doldurulması halinde, hakkının verilmesi halinde, Cumanın Cuma kılınması halinde ümmetin nasıl yetişeceğini ve bunun ne muhteşem gelişmelerle sonuçlanacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Hz. Ömer Namazın hutbeden dolayı kısaltıldığını söyler. Cessas nakleder bunu. Ki öyle iki asli rekatını hutbeye vermiştir diye biraz önce söylemiştim.

Yine: ve zerulbey' var ayette. Alış verişi hemen kesin. Alış verişi kesme emri her tür meşgaleyi kapsar. Kazanılan paralar, iç ezan okunduktan, Cuma namazı bitinceye yani imam selam verinceye kadar kazanılan para helal değildir. Allah bunu yasaklamıştır kesinlikle. Kim ve ne gerekçeyle olursa olsun.

zâliküm hayrun leküm in küntüm ta'lemun eğer hayır ile çıkar arasında ki farkı, -ben böyle açımlıyorum- eğer hayır ile çıkar arasında ki farkı bilirseniz, bu sizin için çok daha hayırlıdır. Yani ahiret kazancı daha hayırlıdır. Dünya kazancı yanında hediye olarak sunulur.

Cuma; İlahi bir içtima çağrısıdır değerli dostlar. Güneşin üzerine doğduğu en hayırlı gün; Haftanın en hayırlı günü cumadır buyuruyor peygamber efendimiz. Tüm mü’minler dahil, kadın, yolcu, mahkum gibi mazereti olanlar da dahil Cuma’yı kılarlarsa boyunlarından öğle namazı kalkar, farzıyyeti düşer. Dolayısıyla Cuma emri herkes içindir. Fakat kadınlar toplum içerisinde üstlendikleri fıtri rol gereği muafiyet hakkını daha fazla kullanıyorlar. Bu kadınların Cumaya gitmeyeceği anlamına hiç gelmiyor. Efendimizin mescidi kadın ve erkeklerle tıka basa dolu olurdu.

Dolayısıyla bu o anlama gelmediği içinde bir kadın Cumaya gelse ve Cumayı kılsa onun üzerine öğle namazı hala farz olur mu? elbette ki olmaz. Eğer bir kadın için Cuma nafile ise o zaman Cumayı kılınca öğle namazının farzı düşmemesi lazım. Çünkü nafile farzı sakıt kılmaz. Eğer farz ise öğlenin farzı bir kadının boynundan düşer cumayı kılınca. O halde kadınların muafiyet hakkını fazlaca kullanmalarına 3 ile sınırlandırılmamış olmasına bakarak kadınların cumaya hiç gelmemelerinin sanki söylendiği gibi yaygın bir toplumsal ve geleneksel kanaat hiçte doğru olmasa gerek. Mazereti varsa zaten herkes öğleyi eda eder.

Şehir şartı ki cumanın sıhhat şartları sayılmış. Sıhhat şartları içerisinde sayılan şehir şartı, yani bir şehir, Cuma kılınacak bir yer ancak bir şehir olmalı şartı. Bazı imamlar bu şartı koşmuş. Bazı imamlar sayı şartını koşmuş. 3 ten aşağı Cuma kılınmaz diyen imamlar olduğu gibi, İman Şafi gibi 40 kişiden aşağı kılınmaz şartını koşanlar da olmuş. Yine bir belde de tek cami şartını koşanlar olmuş. İmamlardan bazıları bir belde de iki camide birden Cuma namazı eda edilmeyeceğini, edilirse sahih olmayacağını söylemişler. Yine bazıları Devlet başkanının izni şartını koşmuşlar. Eğer meşru otoritenin izin vermediği bir camide Cuma kılınırsa onun sahih olmayacağını söyleyen imamlar olmuş.

Peki bütün bu şartlar gerçekten de cumanın farzıyyetini düşüren şartlar olarak anlaşılabilir mi? Asla. Çünkü içtihatla hiçbir farz bir mü’minin boynundan düşmez, bu şartların hepsi içtihadidir. Allah resulünün ve sahabenin eda ettiği cumadan yola çıkarak istidlal ve akıl yürütmeler yoluyla varılmış sonuçlardır bunlar. Dolayısıyla bir farz eğer nasla sabit bir farz ise içtihatla sakıt olmaz. Usül kuralıdır bu. Dolayısıyla bu sayılan unsurların biri, 2. veya 3. bulunmasa dahi, bu bir mü’minin boynundan Cuma farzıyyetini düşürmez. Onun içinde bu içtihadi şartlardan biri veya bir kaçı yerine gelmezse eğer, cumam zaafa uğrar, bari öğle namazını kılmış olayım diye arkasına ilave edilen zuhru ahar diye kılınan namaz, gerçekten de herhangi bir delili olmayan bir namazdır.


Onun için delili olmamaktan daha öte bir niyet kuşkuya dayanamaz. Kuşku varsa niyet olmaz. Eğer şu olmazsa bu olsun şeklinde niyet, niyet değildir. Çünkü niyeti niyet yapan kasıttır, kasıt ise alternatiksizliktir. Bir insan Yevm-i şekk de eğer bugün Ramazan’sa Ramazan orucu olsun. Yoksa nafile karşılama olsun diye oruç tutamaz. Tıpkı onun gibi bir namaz olursa olur, olmazsa öğle olsun diye iki farz bir arada olmaz. Onun içinde zuhru ahar diye yaygın olarak kılınan namaz gerçekten de terk edilmelidir ve eğer kılınmak isteniyorsa nafile kılınmalıdır.

Son öğle namazı anlamına gelen zuhr-i âhir; bir fıkıh terimi olarak, Cuma namazının sahih olmaması ihtimalinden dolayı ihtiyaten kılınması kabul edilen öğle namazıdır.
Bir kısım İslâm bilginleri, Cuma namazının toplanılması ve hutbe okunması için meşru kılındığı gerekçesine, Hz. Peygamber ve hulefa-i raşidîn döneminde tek bir yerde Cuma namazı kılınmış olmasına dayanarak, bir zorunluluk bulunmadıkça, bir yerleşim yerinde sadece bir yerde Cuma namazı kılınabileceğini ileri sürmüşlerdir.
Böyle düşünen bilginlere göre ihtiyaç yokken, birden fazla yerde kılınması halinde, namaza ilk başlayanların Cuma namazları sahih olur, diğerlerinin o gününün öğle namazını kılmaları gerekir. Cuma namazını kimlerin önce kıldığının tespit edilememesi durumunda ise, ihtiyaten hepsinin öğle namazını kılmaları bir çözüm olarak öngörülmüştür.
Bir kısım bilginler ise, şüphe ile yapılan ibadetin geçerli olmayacağı düşüncesinden hareketle, zuhr-i âhir namazının kılınmaması gerektiğini söylemişlerdir. Bunlara göre, "belki Cuma namazı sahih olmamıştır" diye zuhr-i âhir kılmak doğru olmaz. Ayrıca zuhr-i âhir namazı kılınması gerektiğini ileri sürmek, halkın gözünde, Cuma namazının farz olmayıp, sadece öğle namazının farz olduğu ya da bir vakitte ikisinin de farz olduğu zannını uyandırır.
Diğer bir kısım bilginler ise, daha da ileri giderek, Hz. Peygamber, sahabe ve tabiîn döneminde böyle bir namaz bulunmadığından hareketle, zuhr-i âhir kılmayı bidat kabul etmişlerdir.
Zuhr-i âhir ile ilgili olarak tarafların ileri sürdükleri görüşlerin delilleri göz önünde bulundurulduğunda, bu namazı kılmanın gerekli olmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber zamanında Cuma namazının sadece bir yerde kılınmış olması, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınamayacağı anlamına gelmez. Zira o dönemde böyle bir ihtiyaç söz konusu değildi. Ayrıca yeni inen âyetleri Hz. Peygamber'in ağzından işitme iştiyakı içinde bulunan sahabenin, başka bir yerde Cuma namazı kılmalarını düşünmek mümkün değildir.
Bir yerleşim biriminde bir yerde Cuma namazı kılınmaması sebebiyle Cumanın sahih olmayacağını söyleyen müçtehitlerin tamamı, ihtiyaç halinde birden fazla yerde Cuma namazının kılınabileceğini kabul etmişlerdir. Günümüzde ise, çoğunlukla bir yerleşim biriminde tek camide Cuma namazı kılınması mümkün olmadığından birden fazla yerde Cuma namazı kılınması kaçınılmaz olmuştur.
Diğer taraftan Cuma namazının farz olduğunu ifade eden ayet ve hadislere karşı, birden fazla yerde kılınmasının caiz olmayacağı konusunda dinî bir delil bulunmamaktadır. Bir yerde kılınması şartını ileri sürenlerin, ihtiyaç bulunduğunda kılınabileceğini belirtmeleri de bunu göstermektedir. Kaldı ki Kur'ân-ı Kerim'de, "Allâh bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar" (Bakara, 2/286); "Allâh dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi." (Hac, 22/78) buyrulmaktadır.
İbadetler, kabul edileceği inancı ile kılınmalıdır. Hz. Peygamber Yüce Allâh'ın, "Ben kulumun benim hakkımdaki zannına göre muamele ederim" (Müslim, Zikir, 1; Tirmizî, Zühd, 51), "Ameller niyetlere göredir" (Buharî, Bed'ü'l-vahy, 1) buyurduğunu bildirmektedir Bu itibarla Cuma namazının kabul olunacağına inanarak kılınması ve bunda şüpheye düşülmemesi gerekir.
Buna göre bir yerleşim yerinde birden fazla camide Cuma namazı kılınabileceğinden, zuhr-i âhir namazının kılınmasına gerek yoktur. Ancak, herkes dilediği kadar nafile ibadet yapabileceğinden zuhr-i âhir namazını kılmak isteyenler kılabilirler, bunun yadırganmaması gerekir. (İ.P.)(Din işleri yüksek kurulu fetvası )]


10-) Feizâ kudıyetisSalâtu fenteşiru fiyl'Ardı vebteğu min fadlillâhi vezkürullahe kesiyren le'allekum tüflihun;

O salât tamamlandığında arzda yayılın, Allâh'ın fazlından talep edin ve (el Esmâ'sıyla hakikatiniz olan) Allâh'ı çok zikredin (HATIRLAYIN) ki kurtuluşa eresiniz! (A. Hulusi)

10 - Sonra da namaz kılındı mı Yer yüzünde dağılın da Allahın fazlından nasip arayın ve Allah ı çok zikredin ki felâh bulabilesiniz. (Elmalı)


Feizâ kudıyetisSalâtu fenteşiru fiyl'Ard namaz tamamlandıktan sonra yer yüzüne dağılın. Yer yüzüne artık nasıl toplanmışsanız, Cuma gün cami de; Bakınız hem cami hem Cuma toplar, bir araya getirir. Fakat keşke bedenlerimizi topladığı gibi dağılmış kalplerimizi ve kafalarımızı da toplayabilseydi cumalar. O zaman çok farklı olurdu. O zaman sadece biz cumayı kılmazdık, Cuma da bizi kılmış olurdu.

vebteğu min fadlillâh ve Allah’ın fazlından, kereminden cömertliğinden arayın. Yer yüzüne dağılıp rızkınızı arayabilirsiniz. Aslında bu bir emir değil. İlle de Cuma günü namazdan sonra çalışın manası çıkmaz. Çalışabilirsiniz, işiniz varsa devam edebilirsiniz. Manası çıkar.

vezkürullahe kesiyra Allah’ı da hiç hatırdan çıkarmayın ki le'allekum tüflihun kurtuluşa erebilesiniz. Zımnen Allah’tan bağımsız alan yoktur ey mü’min. Ticarette buna dahildir. Yani ticaret söz konusu olunca Allah ticarete karışmaz demeyin, Allah’sız ticaret helal olmaz. Onun için Allah ticarete de karışır işte tıpkı bu ayette olduğu gibi.


11-) Ve izâ raev ticareten ev lehveninfaddu ileyha ve terekûke kaima* kul ma 'indAllâhi hayrun minellehvi ve minetticareti, vAllâhu hayrurrazikıyn;

(Allâh'a yönelip hakikatlerini hatırlamak varken) bir ticaret yahut bir eğlence gördüklerinde dağılıp ona gittiler de, seni (Cum'a salâtının imamı Hz. Rasûlullâh'ı) kaîm hâlde terk ettiler! De ki: "Allâh indîndeki, eğlenceden de ticaretten de daha hayırlıdır... Allâh yaşam gıdasıyla besleyen, en hayırlıdır!" (A. Hulusi)

11 - Böyle iken bir ticaret veya eğlenti gördüklerinde ona fırladılar da seni ayakta bıraktılar. De ki: Allahın yanındaki, eğlentiden de ticaretten de hayırlıdır ve Allah rızk verenlerin en hayırlısıdır. (Elmalı)


Ve izâ raev ticareten ev lehveninfaddu ileyha ve terekûke kaima bir ticaret ya da eğlence gördükleri zaman seni olduğun yerde, ayakta bırakıp ona seğirttiler. Ticarete ve eğlenceye koşu verdiler. Aslında bu Cabir Bin Abdullah’ın Medine’ye getirdiği kervanla ilgili. Mü’minler Cuma namazı kılarken dışarıda Medine de o günlerde bir yokluk yaşanıyor. Dışarıda kervanın zilleri duyuluyor. Allah resulü hutbede konuşurken sahabe bir rivayette 40 kişi kalıncaya, bir rivayette 12. kişi kalıncaya kadar boşalıp kervanın mallarına koşuyorlar. Veya kervanın şenliğine koşuyorlar. İşte bu tarihi olayı dile getirerek vahiy; Ey Ümmeti Muhammed, Ümmeti Musa gibi Yahudileşmeyin mesajını veriyor hepimize.

kul ma 'indAllâhi hayrun minellehvi ve minetticara de ki Allah katında olan oyundan eğlenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Bir insan değerli dostlar yaptığı şeyi 3 şey için yapar. Hayır için yapar, ya da çıkar için yapar, ya da haz için yapar. Bu ibarede üçü de var. Hayır var zaten adıyla geçmiş minellehvi bu da hazzı ifade eder. ve minetticare bu da çıkarı ifade eder. yani hayır mı, çıkar mı, haz mı diyorsanız siz hayır olanı tercih edin. Hayırda çıkarda vardır, hatta haz da vardır. Ama hazzı tercih ederseniz haz da %99,9 hayır yoktur.

vAllâhu hayrurrazikıyn ve Allah sonuçta rızık verenlerin en hayırlısı değil midir. En hayırlısıdır. O halde siz rızkı kimden istiyorsunuz. Siz Rezzak-ı alem olan, Alemlere rızık veren Allah dururken ona sırtınızı dönüp de neyi kazanacağınızı umuyorsunuz, Allah’tan isteyin. Allah’tan isterseniz hem hayrı alırsınız, hem yararı, çıkarı alırsınız, hem de haz alırsınız. Rabbim kendisinden isteyenlerden ve hayrı talep edenlerden kılsın. Hayrı hayırlı bir yolla, hayırlı bir üslûpla, hayırlı bir yöntemle isteyenlerden kılsın bizleri inşallah.


Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

Cuma suresinin sonu.
Cuma suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

23 Aralık 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. CUMA (01 - 07) (175 - B)(a)



           BismillahirRahmanirRahıym]



Şimdi 114 burçlu Kur’an ülkemizin yepyeni bir burcuna daha tırmanıyoruz. Cum’a suresi. Sure adını yaygın eğitim modelinin insanlık tarihinde ki en başarılı örneği olan Cuma namazının dünyevi meşgaleye öncelenmesini emreden 9. ayetinden alır. Surenin iniş zamanı yoğun bir Yahudi, Müslüman ilişkisini gerektirdiği için mutlaka bu surenin indiği zaman dilimi Medine’de ki son Yahudi kabilesi ayrılmadan inmiş olmalıdır bu fakire göre. Bir çok otorite bu surenin 6. yılda veya daha sonra nazil olduğu yönünde görüş beyan etmiş, fakat surenin içinde Yahudilerle ilgili ayetlerin geçiyor olması yoğun bir Yahudi Müslüman ilişkisini gerektirdiği için bizce sure 3 veya 4. yıllar arasında inmiş olmalıdır. Saff ve Haşr sureleri arasında yer alır ki, bizce de isabetlidir.



Surenin konusu ana teması; Ey Müslümanlar sakın Yahudileşmeyin uyarısıdır. Kitap yüklü eşekler örneğini verir sure. Ve bu örnek Yahudiler üzerinden verdiği bu uyarıcı ibare ve ifade Kur’an ı yüklenip de onu hayata taşımayan kimseler, yani hepimiz içinde geçerlidir.



Cuma namazı, Cumartesi hikayesini hatırlatır bize. Hani Yahudiler cumartesi yasağını aşmak için Cuma akşamından oltayı, ağları gerip Cumartesi akşamı topluyorlar ve hesapta hile-i şer’iyye uyguluyorlardı ya. Bize Yahudileşmeyin mesajını işte Cuma namazı üzerinden verir. Yani dünyalığı cumaya tercih etmeyin. Para kazanmayı cumaya tercih etmeyin. Allah’ın davetini önceleyin uyarısıdır. Temel hastalık budur, Allah’a güvensizlik. O rızık verenlerin en hayırlısıdır. Zaten bunun için gelir. Bu kısa girişten sonra sureyi tefsire geçebiliriz.





1-) Yüsebbihu Lillâhi ma fiysSemavati ve ma fiyl'Ardıl MelikilKuddûsil'AziyzilHakiym;



Semâlarda ve arzda her ne varsa; Melik, Kuddûs, Aziyz ve Hakiym olan (dilediği mânâları açığa çıkarması için onları yaratan) Allâh'ı (işlevleriyle) tespih etmedeler! (A. Hulusi)



01 - Tesbîh eder Allah için Göklerde ki ve Yerdeki o öyle lekesiz Kuddus melik ki hem azîz hem hakîm. (Elmalı)





Yüsebbihu Lillâhi ma fiysSemavati ve ma fiyl'Ardıl MelikilKuddûsil'AziyzilHakiym göklerde ve yerde her ne varsa, mutlak otorite sahibi, el Melik. El Kuddûs; Mukaddes olan. El Aziyz; yüceler yücesi olan ve El Hakiym; Her işinde hüküm ve hikmet sahibi olan Allah adına hareket eder. Yüsebbihu; Sebbeha üzerinden bir önceki surede ve daha öncekilerde izah ettiğim için ayrıca izah etmeye gerek duymuyorum.



Kozmik ilahiye katılım çağrısıdır bu ayet. Zımnen her şey Allah adına hareket ediyor ey insanoğlu. Ya sen kimin adına hareket ediyorsun, kimin adına. Otur ve karar ver.





2-) "HU"velleziy be'ase fiyl'ummiyyiyne Rasûlen minhüm yetlu 'aleyhim âyâtiHİ ve yüzekkiyhim ve yu'allimuhümülKitabe velHikmete, ve in kânu min kablu lefiy dalâlin mubiyn;



O ki, ümmîler içinde kendilerinden Rasûl bâ's etti ki; onlara O'nun işaretlerini okuyan, onları saflaştıran ve onlara Kitabı (hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi) ve Hikmeti (oluşum sistemi bilgisi) öğretsin. Oysa onlar daha önce apaçık bir inanç sapıklığı içindeydiler. (A. Hulusi)



02 – O’dur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbuki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler. (Elmalı)





"HU"velleziy be'ase fiyl'ummiyyiyne Rasûlen minhüm yetlu 'aleyhim âyâtiHİ ve yüzekkiyhim ve yu'allimuhümülKitabe velHikme kitaptan mahrum olan, ümmiyyin; yani Kitapsız olan topluma ayetlerini okumak, onları arındırmak kitabı ve hikmeti öğretmek için kendi elçilerinden bir elçi gönderen O Allah’tır, yani O’dur.



Hikmetten murat nedir burada? Kur’an da iyiyi kötüden ayırma yeteneğine hikmet adı verilir, Furkan yani. Bu yetenekle ortak doğruya ulaşmaya ve dosdoğru yola yönelmeye delalet eder hikmet. Kitap ve hikmet, ikisi bir araya gelince kitap adeta gökten inen hakikatler, hikmette bu hakikatleri insanın anlayacağı, yaşayacağı, hayata geçireceği bir muhakeme. Ben böyle anlıyorum bu ikisini yan yana. Yani inen hikmet, inen hikmeti yaşamak için hikmetli bir anlayış muhakeme. Budur.



ve in kânu min kablu lefiy dalâlin mubiyn ki onlar daha önceden derin bir sapıklık içindeydiler.





3-) Ve âhariyne minhüm lemma yelhaku Bihim* ve "HU"vel'AziyzülHakiym;



Onların dışında, henüz kendilerine katılmamış başkalarına da (O Rasûlü bâ's etti)! O Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A. Hulusi)



03 - Ve daha onlardan başkalarına ki henüz onlara lâhık (Yetişen, ulaşan) olmadılar, o öyle azîz öyle hakîm. (Elmalı)





Ve âhariyne minhüm lemma yelhaku Bihim üstelik henüz onlara katılmamış, dahil olmamış, ama katılmayı bekleyen (Henüz onlara katılmamış ama katılmayı bekleyen bir o kadar daha var, Ve âhariyne minhüm bir o kadar daha var. yani arkadan katılacak.)



Aslında bu ayet, bu ibare ilahi bir ihbardır, gelecekten haber vermedir aziz Kur’an dostları. Mucizevi bir ihbardır üstelik. Mücahid; Ahariyn i tüm insanlıktır diye tefsir eder. Aslında İslam davetinin, Kur’an vahyinin, Muhammedî davetin daha doğru ifadeyle, çünkü İslam deyince tüm peygamberlerin davetini kastetmiş oluruz. Tüm peygamberler içinde son peygambere gelen Muhammedî davetin İslam’ın son mütekamil vahyinin çağrısına yer yüzü insanlığının doğudan batıdan, güneyden kuzeyden, fevç fevç katılması bu mucizenin gerçekleşmesinden başka bir şey midir. Tarih bunun şahididir.



ve "HU"vel'AziyzülHakiym zira O’dur yüceler yücesi, O’dur üstün hikmet sahibi olan. Yine böyle anlayabiliriz. Katılmasa ne olur ki? Allah’ın yüceliğinden bir şey mi eksilir, veya O öyle yücedir ki O’nun yüceliği her türlü engeli aşar ve iman daveti en umulmadık yerlerde yüreklere ulaşır. Bir kılıç kalkmadan, bir ok atılmadan Endonezya’ya, 17.000 adadan oluşan bu geniş coğrafyaya, Malezya’ya, Filipin’lere, Java’ya, Seylan’a, yani dünyanın daha sayamadığımız bir çok yerine bir tek ok atmadan, bir tek kılıç kalkmadan yürek yürek taşınarak ulaşır tarihin şahit olduğu gibi.





4-) Zâlike fadlullahi yü'tiyhi men yeşa'* vAllâhu Zülfadlil 'Azıym;



İşte bu Allâh'ın fazlıdır, onu dilediğine verir! Allâh aziym lütuf sahibidir. (A. Hulusi)



04 - İşte o, Allahın fazlıdır, onu dilediğine verir ve Allah çok büyük fazl sahibidir. (Elmalı)





Zâlike fadlullahi yü'tiyhi men yeşa' işte bu Allah’ın dilediğine vermeyi, aslında isteyene vermeyi dilediği diye de çevirebiliriz ama eğer bunu biz imana koşanlar adına anlarsak.ç Yok Hz. Peygamber olarak anlarsak o zaman dilediğine verdiği bir ihsanı, bir fadlıdır diye çevirebiliriz.



vAllâhu Zülfadlil 'Azıym Allah sonsuz kerem sahibi, sonsuz cömertlik sahibidir.



Seçilmiş kavim sapkınlığını reddediyor zımnen bu ayet. İman; Kulun Allah’a değil, Allah’ın kula lûtfudur değil mi? Hani Hucurat/17. ayetinde. İman ettiler diye seni minnet altına almaya çalışıyorlar. Oysa ki Allah onlara imanı lûtfettiği için Asılo kendileri Allah’a minnet etsinler demiyor mu? Yani iman etmeleri bir lütuf mu, Allah’a lûtfetmiş mi oldular, yoksa Allah onlara mı lûtfetti.





5-) Meselülleziyne hummilutTevrate sümme lem yahmilûha kemeselilhımari yahmilu esfara* bi'se meselülkavmilleziyne kezzebu Biâyâtillâh* vAllâhu lâ yehdilkavmezzâlimiyn;



Kendilerine Tevrat yükletilip sonra onu taşıyamayanların misali, büyük kitaplar taşıyan eşeğin misali gibidir! Allâh'ın işaretlerini yalanlayan toplumun durumu ne kötüdür! Allâh zâlimler topluluğunu hakikate erdirmez. (A. Hulusi)



05 - Kendilerine Tevrat yükletilen sonra onu hâmil olmayan kişilerin meselî, ciltlerle kitab taşıyan eşeğin haline benzer, Allahın âyetlerini tekzip eden kavmin meselî ne çirkin! Allah zalimler güruhunu doğru yola çıkarmaz. (Elmalı)





Meselülleziyne hummilutTevrate sümme lem yahmilûha Tevrat’ı taşıma sorumluluğu kendilerine verilip de onu taşımaktan, onu hayata taşımanın gereğini yapmayanlar kemeselilhımari yahmilu esfara kitaplar yüklü eşekler gibidirler bi'se meselülkavmilleziyne kezzebu Biâyâtillâh Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin, topluluğun misali ne kötü bir örnekliktir.



Yahudileşme tehlikesi dediğim işte bu değerli dostlar, Yahudileşmek dediğim bu. Hamal olmak, kitap yüklü eşek olmak aslında. Ayeti kerimede hummilu yani kitabın hamallığını yapmak diyor. Efendimizin aynı kelimeyle geçen Kur’an hakkında bir hadisi var biliyor musunuz? Eşrafu ümmeti hamaletül Kur’an. Ümmetimin en şereflileri Kur’an ı hamledenlerdir.



Ne demek o zaman hamletmek? Bu ayetten yola çıkarak anlayacağız. Hayata taşımak. Sırtta taşımak değil. Heybesinde Kur’an taşıyan merkepler neyi taşıdıklarını ne bilsinler. Merkep için fark eder mi heybesinde karpuz taşımak la Kur’an taşımak. Ne farkı var ki. Çünkü neyi taşıdığını bilmiyor. Taşıdığının içinden istifade etmiyor, taşıdığını anlamıyor, taşıdığını yaşamıyor. Onun için kemeselilhımari yahmilu esfara diyor. Yani kitap taşıyan eşek benzetmesi. Ağır gibi dursa da aslında tam yerine denk gelmiş bir benzetme. Bundan güzel bundan edebi bir benzetme olabilir mi. Böyle bir mantık, böyle bir akıl için.



İşte efendimizin bu hadisini de doğru anlamak için buradaki; hamaletül Kur’an ı, Kur’an ı sadece hafızasına alanlar, ezberleyenler şeklinde anlamamız gerçekten bu sözü hiç anlamadığımız, hele bu ayeti hiç okumadığımız anlamına gelir. Kur’an ı yüklenmek, onu hayata taşımaktır. Onun anlamını önce zihne, sonra yüreğe, sonra hayata, sonra da etrafa taşımaktır. Bunun içinde anlamak lazımdır. Anlamadan insan hayata nasıl taşır vahyi.



vAllâhu lâ yehdilkavmezzâlimiyn zira Allah zalim bir toplumu asla doğru yola iletmez. Zalim bir toplum Allah’ın rehberliğini hak etmez.





6-) Kul ya eyyühelleziyne hadu in ze'amtum enneküm evliyau Lillâhi min dûninNasi fetemennevulmevte in küntüm sadikıyn;



De ki: "Ey Yahudi olanlar! İnsanlardan yalnızca kendinizin Allâh'ın velîleri (himaye ettiği dostları) olduğunu sanıyorsunuz! Sözünüzde sadıksanız, hadi ölümü temenni edin!" (A. Hulusi)



06 - De ki ey o Yahûdî olanlar! Siz sair insanlardan başka olarak Allahın dostları bulunduğunuzu zu'm (Şüphe, yanlış zan) ediyorsanız haydin ölmeyi temenni edin, eğer (davanızda) sadıklarsanız öyle yapın. (Elmalı)





Kul ya eyyühelleziyne hadu de ki ey Yahudileşmiş olanlar, ey Yahudileşenler. Ben en doğru karşılığın ey Yahudileşenler olduğu kanaatindeyim. Çünkü Yahudilik icat edilmiş bir kimliktir. M.Ö.6. yy.da Babil sürgününden sonra icat edilmiştir. Onun içinde eyyühelleziyne hadu formunu bazı lügatlar ey saratehevvedu, yani daha sonradan Yahudileşmiş olanlar diye verir. Aslında bunlar önceden Müslüman İsrail oğulları idiler. Hz. Musa’ya iman etmiş, Hz. Musa’ya gelen İslam’a iman etmiş Müslüman İsrail oğulları daha sonradan sümmet tedarik bir kimlikle, icat edilmiş bir kimlikle Babil sürgünü sonrasında Yahudi kimliği icat edildi. Onun içinde Yahudi kimliği tarihte, hini hacette kullanılmak üzere icat edilmiş sentetik bir kimliktir.



hadu in ze'amtum enneküm evliyau Lillâhi min dûninNas eğer siz öteki bütün insanları dışlayarak sadece kendinizin Allah’ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız fetemennevulmevte in küntüm sadikıyn o zaman haydi, ölümü istesenize, ölümü temenni etsenize tabiî ki eğer sözünüze sadıksanız.



Allah’a dost olan tanrının halkı. Kendilerine öyle diyorlar tanrının halkı. Ona kavuşmaya can atar değil mi? Madem kendinizi tanrının halkı addediyorsunuz haydi Ona kavuşmaya can atsanıza?, Fakat hiç ölmeyi istemiyorsunuz. Ölmemek için binbir dereden su getiriyorsunuz. Ölümden sizin kadar nefret eden yer yüzünde bir başka kavim yok. Neden? Fakat siz ölümü öldürmeye can atıyorsunuz aslında.





7-) Ve lâ yetemennevnehu ebeden Bima kaddemet eydiyhim* vAllâhu 'Aliymun Bizzâlimiyn;



Elleriyle yaptıkları yüzünden onu (ölümü) ebediyen temenni etmezler! Allâh zâlimleri Aliym'dir! (A. Hulusi)



07 - Halbuki ellerinin takdim ettiği günahlar yüzünden onu ebeden temenni edemezler, Allah zalimleri bilir. (Elmalı)





Ve lâ yetemennevnehu ebeden Bima kaddemet eydiyhim onlar, elleriyle yaptıkları yüzünden asla ölümü temenni etmezler. vAllâhu 'Aliymun Bizzâlimiyn Allah zalimleri çok iyi bilmektedir.



Devam ediyor (b) sayfasına geçiniz.
        Cuma suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.