31 Ekim 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. NEML (070-079)(120-C)



B sayfasından devam


70-) Ve lâ tahzen aleyhim ve lâ tekün fiy daykın mimma yemkürun;

Onlar üzerine mahzun olma... Kurmakta oldukları hilelerinden sıkıntı da duyma! (A.Hulusi)

70 - Ve onlara karşı mahzun olma, yaptıkları mekirlerden bir darlığa da düşme. (Elmalı)


Ve lâ tahzen aleyhim ve lâ tekün fiy daykın mimma yemkürun yine de sen onlar için hüzünlenme. Ve lâ tahzen aleyhim onlar için kederlenme, hüzünlenme ve lâ tekün fiy daykın mimma yemkürun ve onların hile ve desiselerinden dolayı sıkıntılanma. Resulallah’ı teselli ediyor, aynı zamanda inşa ediyor. Yani hem onlar için hüzünlenme.

Hani daha önce işledik hatırlayacaksınız Lealleke bahı'un nefseke ella yekûnu mu'miniyn. (Şuârâ/3) mümin olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin diyordu ya. Öylesine üzülüyordu Resulallah, öylesine hüzünleniyordu. Bu teselliler ara ara geliyor. Ama bunun arkasından onların hile ve tuzaklarından dolayı da endişeye kapılma diyor. Bir garanti daha veriyor. Yani onlar hile ve tuzak kuracaklar, fakat unutma ki Allah seni koruyacak.

Tabii daha sonra Resulallah’a yönelik tüm suikast, hile ve tuzakların aslında Resulallah’ı hiç yıldırmayışı Kur’anî inşanın sonucudur. Hatırlayacaksınız Sevr mağarasında ayak sesleri mağaranın kapısına kadar yaklaştığında yanında ki Ebu Bekir Resulallah’a bir şey gelir endişesiyle tir tir titrerken sevgili nebi onun şöyle teselli ediyordu;

- Ya Eba Bekir telaşlanma, 3.sü Allah olan 2 kişiye kim ne yapabilir.

3. sü Allah olan 2 kişi..! Bu kadar garanti bilmek, bu kadar iman etmek, bu kadar5 Allah’a güvenmek. İşte vahyin inşa ettiği şahsiyet bu.


71-) Ve yekulune meta hazel va'dü in küntüm sadikıyn;

"Eğer doğru söylüyorsanız, bu tehdidiniz ne zaman?" derler. (A.Hulusi)

71 - Bir de ne zaman bu vaad gerçek iseniz? Diyorlar. (Elmalı)


Ve yekulune meta hazel va'dü in küntüm sadikıyn bir de diyorlar ki; azaba ilişkin bu vaadiniz ne zaman gerçekleşecek, daha doğrusu bu tehdidiniz ne zaman gerçekleşecek eğer doğruysanız haber verseniz ya?


72-) Kul asâ en yekûne radife leküm ba'dulleziy testa'cilun;

De ki: "Acele istediğinizin bir kısmı belki de sizin arkanıza takılmıştır!" (A.Hulusi)

72 - De ki: «belki o ivdiğinizin bir kısmı ensenize binmiş bulunuyor».(Elmalı)


Kul asâ en yekûne radife leküm ba'dulleziy testa'cilun onlara cevap ver, de ki; kim bilir belki de, -Kim bilir girişi bir ayet için uygun olmayabilir, Allah bilir tabii- beklide acele gelmesini istediğiniz o azabın bir kısmı çoktan peşinize düşmüştür bile.

Evet, radife lekûn, hemen arkanıza düşmüştür, peşinizden sisi kovalıyordur kim bilir. Hakikaten peşlerine düşen o belanın Bedir’de onları nasıl yakalayıp boğazladığını dünya tarihi gördü, şahit oldu.


73-) Ve inne Rabbeke lezû fadlin alenNasi ve lâkinne ekserehüm lâ yeşkürun;

Muhakkak ki senin Rabbin insanlara lütuf sahibidir... Fakat onların ekseriyeti şükretmezler. (A.Hulusi)

73 - Ve her halde rabbin insanlara karşı mutlak bir fazıl sahibidir ve lâkin onların ekserisi şükretmezler. (Elmalı)


Ve inne Rabbeke lezû fadlin alenNasi ve lâkinne ekserehüm lâ yeşkürun yine de unutma ki senin rabbin, rabbeke; senin rabbin formu daima Resulallah’ı teselliye yönelik bir ima içerir. Yani seni koruyan, seninle beraber olan, seni hiç bırakmayan, seni sımsıkı tutan rabbin. Hep böyle bir ima içerir. Evet, senin rabbin insanlığa karşı pek lütufkârdır. Ve fakat insanların çoğu lâ yeşkürun; şükretmemektedirler.


74-) Ve inne Rabbeke leya'lemu ma tükinnü suduruhüm ve ma yu'linun;

Muhakkak ki senin Rabbin onların içlerinde sakladığını da, açığa vurduklarını da bilir. (A.Hulusi)


74 - Halbuki sîneleri ne gizliyor ve ne ilân ediyorlar rabbin her halde hepsini biliyor. (Elmalı)


Ve inne Rabbeke leya'lemu ma tükinnü suduruhüm ve ma yu'linun Yine de unutma ki senin rabbin onların kalplerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da elbette çok iyi bilir. Demek ki muhataplar her zaman söylediklerini düşünmüyorlar. Vahye karşı inkâr eden, vahye karşı bir takım inkâri söylemler tutturan insanların, haddi zatında içine doğru bir yolculuk yapmak mümkün olsa o söylemlerinden bir çoğunu kendi içlerinde de kabul etmediklerini, haddi zatında sırf inatlarından dolayı o söylemlere sarıldıklarını belki görebilirdik. Fakat biz bunu göremiyoruz, ama Allah görüyor. Yani sadece inkarından, küfri inadından dolayı vahyin söylediği hakikatlere direnen bir çok insan var ki eğer kendi vicdanıyla baş başa kalsa orada, size söylediği o şeyleri söylemeyecek, veya size söylediği o şeyleri kendisine söyleyemeyecek, çünkü kendisini ikna etmeyecek. Ama Allah bunu biliyordu tabii ki.


75-) Ve ma min ğaibetin fiys Semai vel Ardı illâ fiy Kitabin mubiyn;

Semâda ve arzda, hiçbir gayb yoktur ki mubiyn kitapta (kâinat kitabında - varlıkta apaçık ortada) olmasın! (Gayb oluşu algılayana GÖREdir! Allâh dilerse istediğine, gayb hükmünden çıkartır.) (A.Hulusi)

75 - Ve Yerde, Gökte hiç bir gâyb yoktur ki açık bir kitap da olmasın. (Elmalı)


Ve ma min ğaibetin fiys Semai vel Ardı illâ fiy Kitabin mubiyn ne gökte ne de yerde gizli ve gizemli, ğaibe. Aslında hem her şeyi ile gizli olana tekabül eder hem de açık ama bazı boyutlarıyla gizli olan, gizemli olan şeylere tekabül eder. Onun için ne gökte ne de yerde gizli ve gizemli olan hiçbir şey yoktur ki açık ve açıklayıcı, mubiyn; hem açık, hem açıklayıcı olan kayıtlı bir yasaya tabi olmamış olsun. Burada; illâ fiy Kitabin mubiyn bu açık ve açıklayıcı kayıtlı bir yasa.

Aslında kitap; ilahi yasaların kayıtlı tabiatına bir atıftır. Yani ilahi yasalar. ve len tecide lisünnetillahi tebdiyla. (Ahzap/62) diye buyrulan Allah’ın yasasında bir değişme bulamazsın diye ifade buyrulan o yasalar kayıtlı. Allah onları kayıt altına almıştır. Onun için o kayıtlı yasalar çerçevesinde deveran eder her şey. Varlık o kayıtlı yasalara bağlıdır. Onun için ilahi yasaların kayıtlılığına bir atıf olarak bu fiy Kitabin mubiyn geliyor.

Belki şöyle de okunabilir şu ibare Ve ma min ğaibetin fiys Semai vel Ard ne gökte ne de yerde gizli ve gizemli hiçbir şey yoktur ki, ne insan üstü alemde, ne insan altı alemde. Bu gök ve yeri böyle bir mecazi anlama da gelebilir. Onun için ne insan üstü alemde ne de insan altı alemde hiçbir gizli ve gizemli şey yoktur ki Allah onu kayıtlı bir yasaya bağlamamış olsun.


76-) İnne hazel Kur'âne yekussu alâ beniy israiyle ekserelleziy hüm fiyhi yahtelifun;

Muhakkak ki şu Kur'ân, İsrailoğullarına, hakkında ayrılığa düştükleri şeyin çoğunluğunu hikâye edip açıklıyor. (A.Hulusi)

76 - Haberiniz olsun ki bu Kur'an Benî İsraîl’e ihtilâf edip durdukları şeylerin ekserisini anlatır. (Elmalı)


İnne hazel Kur'âne yekussu alâ beniy israiyle ekserelleziy hüm fiyhi yahtelifun hiç şüphesiz bu Kur’an İsrail oğullarını üzerinde ihtilafa düştükleri bir çok konuya açıklık getirmektedir. Tabii bu birçok konu nedir; Bunlar; bir takım metafizik konular olamaz. Ya da nihai tahlilde insan oğlunun karar veremeyeceği bir takım teolojik kelami tartışmalar da olamaz. Yani Allah’ın zatına ilişkin, mahiyete ilişkin bir takım kelâmi tartışmalarda olamaz çünkü bütün bunlar orada, ahirette tüm gerçekliğiyle Allah tarafından insana sunulacak.

Peki burada Kur’an ın bize haber verdiği o ihtilaflar  nerede? Hukuki ve ahlaki hükümlerde yaptıkları tahrifi tashih etmiştir Kur’an. Yani, İsrail oğullarının kendilerine gelen vahiy içerisinde hukuki ve ahlaki hükümlerde yaptığı bir takım tahrifat var. Onların gerçeğini onların özünü bize haber verdi bu konuda ihtilafı kesti, bu konuda sözü kesti Kur’an. Onun için haddi zatında İsrail oğullarına şunu söylemek lazım. Yahudilere şunu söylemek lazım; Gelin Tevrat’ı Kur’an dan okuyun. Gelin kendinizi Kur’an dan öğrenin. Bu ayet aslında bunu zımnen söylüyor.


77-) Ve innehu lehüden ve rahmetün lil mu'miniyn;

Muhakkak ki O (Kur'ân), iman edenler için hakikate erdirici ve rahmettir. (A.Hulusi)

77 - Ve hakikat o doğruyu gösterir katî bir hidayet ve mü'minler için mahzı rahmettir. (Elmalı)


Ve innehu lehüden ve rahmetün lil mu'miniyn çünkü o da inananlar için bir rahmet ve bir rehberdir.


78-) İnne Rabbeke yakdıy beynehüm Bi hükmiHİ, ve "HU"vel Aziyzül Aliym;

Muhakkak ki senin Rabbin aralarındaki hükmünü açığa çıkartır onlarda... "HÛ"; Aziyz'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)

78 - Elbette rabbin hükmiyle beyinlerinde kazasını infaz buyuracaktır, ve azîzdir o alîmdir. (Elmalı)


İnne Rabbeke yakdıy beynehüm Bi hükmiH elbette senin rabbin onlar arasında kendi verdiği hükmü uygulayacaktır. ve "HU"vel Aziyzül Aliym zira O en yüce olandır, her şeyi bilendir.


79-) Fetevekkel alAllâh* inneke alel Hakkıl mubiyn;

O hâlde Allâh'a tevekkül et! Muhakkak ki sen apaçık hakikat üzeresin. (A.Hulusi)

79 - O halde Allaha itimat et sen şüphesiz açık bir Hakk üzerindesin. (Elmalı)


Fetevekkel alAllâh en yüce olan ve her şeyi bilen bir rabbiniz varsa eğer size ne düşer? O’na, yalnızca O’na dayanmak düşer değil mi? O halde Fetevekkel alAllâh yalnızca Allah’a dayan. Eğer her şeyi biliyorsa ve yüce ise, yani sen O’na hiçbir zarar veremezsin, sana hiçbir şekilde muhtaç değil. İnsana muhtaç değil, varlığa muhtaç değil. Dolayısıyla sana yaptıklarından hiçbir çıkarı yok.

Bu şu demektir. sen O’nun rakibi değilsin. Sen O’nun hasmı da değilsin. O sana bir şey yapıyorsa mutlaka iyi niyetli olarak yapar, mutlaka. Çünkü rakip değilsin. Çünkü hasım değilsin senin iyiliğine yaptığından emin ol. Aksi mümkün değil. Çünkü aziyz dir, bir de aliym dir. Madem hiçbir şeyi gizleyemezsin, hiçbir şeyi kaçıramazsın, hiçbir şeyi saklayamazsın her şeyi bilir. Sana düşen bir tek durum var; O’na dayanmak. O halde yalnız O’na dayan.

Yani burada belki de mef’umu muhalifinden şöyle bir şey de çıkarmak mümkün olur mu acaba; aliym ve aziyz olmayan birine dayanmaya kalkma. Ne yapar? Ona dayanmaya kalkarsan o yıkılır sen de yıkılırsın. Veyahut ta seni istismar eder. Dayanırsın, el aziyz değil. Yani nihayetinde senin rakibin olabilir. Çünkü aynı düzlemdesiniz, aynı varlık düzlemine mensupsunuz. Önce kendisi için isteyecektir. Senin dayanmanı istismar edebilir. Senin dayanmandan menfaatle ne bilir. Senin dayanmanı yanlışa referans olarak sunabilir. Onun için eğer birine dayanacaksan o dayanacağın El aziyz ve El aliym olmalı. Yalnızca O’na dayan.

inneke alel Hakkıl mubiyn çünkü senin dayanağın doğruluğu açık ve kesin olan hakikat. Evet, inneke alel Hakkıl mubiyn yani sen apaçık bir Hakk üzeresin onun içinde El Hakk’a dayan. Sen madem açık ve kesin bir hakikatin üzerindesin. Yani kaynağın hakikat ise hedefin de hakikat olsun. Çıkış noktan hakikatse yaslandığın şey de Hakk olsun, El Hakk olsun.

Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
120. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/10/26/islamoglu-tef-ders-neml-059-093120/ bulabilirsiniz.

30 Ekim 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. NEML (064-069)(120-B)



A sayfasından devam

64-) Emmen yebdeül halka sümme yu'ıydühu ve men yerzükuküm minesSemai vel Ard* eilâhun meAllâh* kul hatu burhaneküm in küntüm sadikıyn;

Yoksa yaradılmışları ibda edip (açığa çıkarıp) sonra onu (ilk hâline - hakikatine) iade eden; sizi semâdan ve arzdan yaşam gıdasıyla besleyen mi? Allâh yanı sıra tanrı mı? De ki: "Hadi getirin kesin kanıtınızı, eğer doğru söyleyenler iseniz?" (A.Hulusi)

64 - Yoksa halkı iptida yaratıp duran sonra onu iade edecek olan ve size Gökten ve Yerden rızık veren mi? Bir tanrı mı var Allah la beraber? De ki haydin getirin bürhanınızı (delil) sadıksanız. (Elmalı)


Emmen yebdeül halka sümme yu'ıydüh Allah değilse kimdir yaratılışı ilk defa başlatan ve onu tekrar tekrar yenileyen?

Hatırlayalım o ölümsüz Kur’anî ibareyi; ve "HU"vel Hallâkul Aliym; (Yasin/81) yaratmayı meslek edinen bir O. Yani devamlı yaratandır sürekli yaratandır.

Yine başka bir ayet; külle yevmin HUve fiy şe'n. (Rahman/29) O her an bir şa’nda dır, her an yaratmadadır. İlk yaratış ve sürekli yaratış. Yaratılışın çevrimsel yasasına bir atıf bu ayet. Yani ilk kez yarattı ve bu yaratılışı bir yasaya bağladı. Bağladığı bu yasa gereğince yaratılışı sürekli kıldı ve işte bu süreklilik içerisinde, bu çevrim içerisinde her şey akmakta, hayat O’nun takdir ettiği çevrime göre sürekli dönmekte. Unutmayınız gece ve gündüz, dünya ve ahiret işte bu çevrim çerçevesinde hayat deveran etmekte döne durmakta.

ve men yerzükuküm minesSemai vel Ard dahası kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah değilse. Yaratmakla yetinmedi yarattıklarını doyurdu. Yarattıklarının yaşaması için gerekli olan her şeyi de yarattı. Bu Er rab sıfatının bir gereği idi. Yaratan, yarattığını görüp gözeten, koruyup kollayan, yarattığını terbiye eden yarattığına hedef koyan, koyduğu hedefe ulaşması için aletler, araçlar veren, akıl gibi, irade gibi, nübüvvet gibi, risalet gibi, vahiy gibi maddi ve manevi bir yığın nimet veren ve o amaca peyderpey, aşama aşama ulaştıran Er rab budur işte. Yani sadece yaratmadı, yarattığı için bir de yaşaması için gereken her şeyi ortaya koydu, rızkını da yarattı, doyurdu.

eilâhun meAllâh şimdi ne yani Allah’tan başka bir tanrı öyle mi? Var mı böyle bir şey. Yani böyle yapan bir insan, Allah’tan başka birine yönelen bir insan aslında bütün bu şeylerin yaratıcısına nankörlük etmiyor mu? Allah versin de başkasına teşekkür etmeye kalksın, Allah versin de O’nu unutup yönünü başka tarafa çevirsin. eilâhun meAllâh Allah’la beraber başka bir ilah ha?

kul hatu burhaneküm in küntüm sadikıyn De ki; eğer doğru söylüyorsanız haydi delilinizi, belgenizi, ikna edici argümanınızı getirsenize? Yani eğer Allah’tan başka bir ilah olduğuna inanıyorsanız veya öyle görüyor öyle hareket ediyorsanız bu konuda ikna edici bir delil getirsenize.


65-) Kul lâ ya'lemu men fiysSemavati vel Ardıl ğaybe illAllâh* ve ma yeş'urune eyyane yüb'asûn;

De ki: "Semâlarda ve arzda gaybı Allâh'tan başka kimse bilmez... Ne zaman bâ's olunacaklarına da şuurları yoktur!" (A.Hulusi)

65 - De ki: Göklerde ve Yerde Allah dan başka kimse gaybı bilmez, onlar da ne zaman ba's olunacaklarını bilmezler. (Elmalı)


Kul lâ ya'lemu men fiysSemavati vel Ardıl ğaybe illAllâh De ki göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse insan idrakini aşan hakikatleri bütünüyle kavrayamaz.

Evet değerli dostlar burada özellikle el gayb kavramı, ki Kur’anî kavramlardan biridir. Belki Kur’an ın yeniden kavramlaştırdığı ıstılah olarak kullandığı kelimelerden biridir bu el gayb. Bu kavramı insan idrakini aşan hakikat diye çevirdim. Bu çevirim boşuna değil, bunun böyle açılıma sahip olduğunun en güzel gerekçesi bir sonraki ayettir. O ayeti tefsir ederken irtibatı da kurmaya çalışacağım.

Bu ibare aynı zamanda insan aklının sınırlılığına bir göndermedir. Yani göklerde ve yerde sadece sizin bildikleriniz değil bilmedikleriniz de var. Sırrına eremedikleriniz, bilginizin ulaşamadıkları. Bu manada, peki bu bağlamda niçin gelmiş diyecek olursak, unutmayınız ki bu bağlam Ahirete müteallik bir bağlamdır. Hep ahirete iman ile ilgili ayetler yer alıyor. Bu bağlamda ahiretle ilgili, Allah ile ilgili tüm anlatımlar mutlaka mecazi olmak durumunda. Bunun ötesinde mutlak hakikate insanın aklı kavramaz. Mutlak hakikati tümüyle kavramaz. Onun içindir ki Allah’ı zatıyla değil sıfatıyla biliriz. Allah’ı zatıyla düşünmemiz yasaklanmış hatta. Çünkü zatıyla düşünmeye kalktığınızda bildiğiniz nesnelerden bilmediğimizi çıkarmaya kalktığımız için, insan aklının düşünme mekanizması böyle olduğu için Allah’ı da şeyleştiririz. Cisimleştirmeye kalkarız. Onun içindir ki insan aklı gaybın künhüne vakıf olamaz. Gayba sadece atıflar yolu ile vakıf olur.

İşte burada haddi zatında göklerde ve yerde daha bir çok bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz, havsalamızın almayacağı, idrakimizin kapsayamayacağı bir çok varlık olduğu da ima edilmiş olur bu ayette.

ve ma yeş'urune eyyane yüb'asûn hiç kimse öldükten sonra ne zaman dirileceğini de bilemez.

[Ek bilgi; “Gayb oluşu algılayana GÖREdir! Allâh dilerse istediğine, gayb hükmünden çıkartır. (A.Hulusi 75. ayet.)]


66-) Belid dareke ılmuhüm fiyl ahireti, bel hüm fiy şekkin minha* bel hüm minha amun;

Hâlbuki sonsuz gelecek yaşam hakkında onların bilgileri birikmiştir. Hayır, onlar ondan kuşku içindeler... Hayır, onlar ondan kördürler! (A.Hulusi)

66 - Fakat Âhiret hakkında ılımları tevalî etmekte fakat onlar ondan bir şekk içindedirler, daha doğrusu onlar ondan kördürler. (Elmalı)


Belid dareke ılmuhüm fiyl ahireh değilse ahirete ilişkin hakikatler onların idrak edebileceği bir biçimde kendilerine sunulmuştur. Bu ibarenin nasıl anlaşılması gerektiği daha ilk nesilden itibaren problem olmuştur. Onun içinde bize tefsirler İbn. Abbas’tan ve diğer 2., 1. ve 3. neslin müfessirlerinden farklı okuyuşlar ve farklı anlayışlar taşırlar.

Bu ibarenin tam zıddı bir anlamda taşıdığını söylemek mümkün. Şöyle de çevirebiliriz. Hayır onların ahirete ilişkin bilgileri yeterli değildir. Benim çevirim ahirete ilişkin hakikatler onların idrak edebileceği bir biçimde kendilerine sunulmuştur şeklindeydi. Hayır onlar ahirete ilişkin bilgileri yeterli değildir. Yani ahirete ilişkin bilgi konusunda yeterli değillerdir şeklinde de çevrilebilir. Ama itiraz şöyle edilir bu çeviriye; “Bel” edatı sonrasını olumsuzlamaz. Dahası bereke yüksek bir şeyi alçak olan bir şeyin seviyesine indirmeye denir. İddareke, tedarük kelimesinin kökeni olan dereke yüksek bir şeyi alçak bir şeyin seviyesine indirmektir.

Aslında burada ayetin de anlamı ortaya çıkıyor. Yüksek hakikatler, yani kâinatın hakikatleri yüksek hakikatler. Allah’a ilişkin özellikler en yüksek hakikat. Allah’a ilişkin en yüce hakikati insan zihnine indirmeden insan zihni nasıl kavrayacak. O nedenle bu hakikati insan zihnine indirmiştir vahiy. Vahyin inmesi aynı zamanda böyle manevi bir inişe de tekabül eder. Yani sadece mekansal bir iniş değil, sadece makami bir iniş değil aynı zamanda, bir de insanın idrakine indirilmesi. Mutlak hakikatin mukayyet akla indirilmesi. Sınırsız hakikatin sınırlı aklın anlayacağı bir seviyeye getirilmesi. İşte aslında Berake bu.

Yine tedarük tedareke fiil olarak en arkadaki en öndekine yetişti demektir. Tebareke; en arkadaki en öndekine yetişti. Bu durumda burada söylenen şu; Onlara idraklerini aşan hakikatler bütünüyle, yani en arkadaki de dahil, baştan sona idraklerine indirildi. Zaten ayetin devamında ki ibare de bu tercümemizi doğruluyor onu da okuyalım;

bel hüm fiy şekkin minha ger gör ki onlar, ondan yana hala şüphe içindedirler. bel hüm minha amun daha beteri ondan yana kördürler.

Yine 66. ayetin ilk cümlesi İbn. Abbas tarafından farklı bir okumayla istihza içerdiği de söylenmiştir. Hatta soru içeriği ile anlayan da olmuştur. Bu ayeti. Bu ayetin söylemek istediği şey aslında açık. Eğer tabiata bakarsanız ey insanoğlu, eğer tabiata bakarsan hayatı okuyabilecek bir zihinle bakarsan o zaman ahiretin varlığına aklen kani olursun. Yani şöyle bak etrafına. Allah’ın varlığına ahiretin varlığına, yani gözünle göremediğin hakikatlerin varlığına eğer aklınla doğru biçimde okursan aklınla görürsün. Gözünle göremediğin mutlak hakikatleri aklınla kavrayabilirsin. Ama doğru bak.

Bak yere bak göğe. Suyu kimin indirdiğini düşün, bu yer yüzünü kimin dizayn ettiğini düşün. Bu geceyi ve gündüzü kimin dizayn ettiğini düşün. Bunların insana vermeye çalıştığı dersleri düşün. Bütün bunları doğru okursan eğer Allah’ı da layıkıyla bilirsin ahireti de. O zaman görür gibi inanırsın. Görmezsin, göremezsin, çünkü göz sınırlıdır. Fakat görür gibi inanırsın. Görmek için gitmen lazım, gidemezsin. O halde gidebileceğin bir yerin var; akıl. İntikal edebilirsin. Bilinç gözün aşamadığı duvarları aşar. Onun için bilincinle aşabilirsin. İşte burada bu ayetin hepimize söylediği gerçek bu.


67-) Ve kalelleziyne keferu eizâ künna türaben ve abaüna einna lemuhrecun;

Hakikat bilgisini inkâr edenler dediler ki: "Biz ve atalarımız toprak olduğumuzda, gerçekten çıkarılacak mıyız?" (A.Hulusi)

67 - Ve o küfredenler şöyle dediler: bir toprak olduğumuz vakit mı biz ve atalarımız? Hakikaten bizler mutlak çıkarılacak mıyız? (Elmalı)


Ve kalelleziyne keferu bu yüzden inkârda direnen kimseler şöyle dediler eizâ künna türaben ve abaüna einna lemuhrecun ne yani biz ve atalarımız toprağa karışıp gittikten sonra yeniden çıkarılacağız öyle mi? Yani bu mümkün olacak mı?


68-) Lekad vu'ıdna hazâ nahnu ve abaüna min kablü in hazâ illâ esatıyrul evveliyn;

"Andolsun ki biz de önceki atalarımız da bununla tehdit edildik! Bu eskilerin masallarından başka bir şey değil." (A.Hulusi)

68 - Yemin ederiz ki bu bize de vaad olundu bundan evvel atalarımıza da, bu, eskilerin esatîrinden başka bir şey değil. (Elmalı)


Lekad vu'ıdna hazâ nahnu ve abaüna min kabl doğrusu bu vaad bize ve atalarımıza önceden de yapılmıştı. Yani daha önceden de böyle şeyler vaat edenler olmuştu. Demek ki bu ayetlerin ilk muhatapları daha önceden gelmiş olan vahiylere ilişkin azda olsa, kıt ta olsa bu bilgilere sahipler. Daha önce de yapılmıştı diyorlar. in hazâ illâ esatıyrul evveliyn bu eskilerin masallarından başka bir şey değil.

Kur’an da nerede eskilerin masalları ifadesi gelirse orada mutlaka bağlam olarak ahirete atıf vardır. Onun için çoğunluğun zannettiği gibi eskilerin masalları, Kur’an da anlatılan peygamber kıssalarına gitmiyor, ona ima içermiyor. Aksine ahiret hayatına ima içeriyor. Yani bunu söyleyen inkârcı mantık eskilerin masalları diye peygamber kıssalarına demiyor Ahiret hayatına diyor,ahiretin varlığına diyor.

Eskilerin masalları..! Yani insanoğlu neden ahireti inkâr için bu kadar direnir?Ahireti inkâr etmek insana ne kazandırır? Oysa ki aksine kaybettirir. Çünkü insan eğer üstünde düşünürse kendi varlığını bir sürüngenin, bir haşaratın bir solucanın varlığıyla eşitlemiş olur ahireti inkâr ederse. Yani insan yaratılmışların en zirvesinde oturan bu bilinçli, akıllı varlık, kendisi üzerine düşünebilen yegane varlık nasıl olurda yani mahlukat içerisinde kendisi üzerine düşünebilen, kendisi hakkında düşünebilen, nede, niçin, nasıl diye sorabilen ender varlık. Böyle bir varlık nasıl kendi varlığını haşaratlarla eşitleyebilir.

İşte bu sorunun cevabını bulmak için insanoğlunun ahireti neden inkar ettiğinin delillerine bakmak lazım. İnsanoğlu ahireti sorumluluktan kaçınmak için inkâr eder. Yani hesap vermemek için. Bu ne demektir? Kısacı bir hayatın hesabını vermemek için sonsuz bir hayatı reddetmek gibi büyük bir ahmaklık. Kısacık bir hayatın lezzetinden zevkinden mahrum kalmamak için ebedi hayatı satmak, aslında satamamaktır tabii. Satmaya kalkmaktır. İnsanın kısa lezzetleri uğruna, geçici hazları uğruna nasıl bir ihanet edebileceğinin de göstergesidir bu. Kendisine ihanet edebileceğinin. Çünkü ahireti inkâr insanın kendisine ihanettir, ruhuna ihanettir, ölümsüz tarafına ihanettir. Ölümlü olan tarafını hoşnut edeceğim diye, ölümsüz olan tarafını satıyor, satmaya kalkıyor.

Düşün, bu en değerli şeyini, en ucuza satan bir ahmak gibi. İnsan geçici dünya hayatını daha da lezzetleştirmek, daha da zevklendirmek için ebedi hayatını satabiliyor. Onun için inkâra yöneliyor. Yoksa ahireti inkârdan insanın çıkarı ne olacaktır. İnsan kendisine hakaret etmektedir aslında. Kendi varlığını sürüngenlerin varlığı ile eşitlemektedir. İşte vahiy ahireti inkâr üzerinde bu kadar şiddetle durması aslında insana bu gerçeği öğretmek için.


69-) Kul siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn;

De ki: "Arzda seyredin de, suçluların sonu nasıl oldu, bir bakın." (A.Hulusi)

69 - De ki; hele, Arzda bir gezinin de bakın mücrimlerin akıbeti nasıl olmuş? (Elmalı)


Kul siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn de ki; yeryüzünde dolaşın da günahı tabiat haline getirenlerin sonu ne olmuş görün.

Kur’an da yaklaşık 7 – 8 yerde geçer, tam sayısını hatırlayamıyorum bu çağrı. Gezin yer yüzünü, dolaşın yeryüzünü, görün suçluların sonu ne olmuş, görün sahtekarların sonu ne olmuş, görün hainlerin sonu ne olmuş. Hep bu çağrıyı yapar. Aslında bu seyahati bir bilgi objesi olarak görmektir. Yani seyahati sadece zevk, sadece insana keyif veren bir şey olarak değil, amaçsız değil amaçlı bir bilgi objesi olarak görmektir seyahati. Seyahat aynı zamanda bir kitap okumaktan daha değerli bilgiler verebilir insana. İşte burada yıkılmış uygarlıkların kalıntısı ibret vesikası olarak okunursa insan için aslında hakikate doğru insanı yönelten bir parmak olur. Bir işaret, bir levha olur.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

29 Ekim 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. NEML (059-063)(120-A)






Değerli Kur’an dostları bugünkü dersimize Neml suresinin 59. ayeti ile devam ediyoruz. Hatırlayacaksınız daha önceki dersimizde aynı surenin içerisinde yer alan Salih peygamber kıssasını işlemiştik. Haddi zatında surenin başından buraya kadar 3 kıssa nakledildi. Bir tanesi Musa peygamber kıssası, diğeri Hz. Süleyman ve Sebe melikesi kıssası, üçüncüsü de Salih peygamber kıssası. Surenin başına surenin konusuna değinirken demiştik ki bu surede anlatılan kıssalar doğrudan Hz. Peygamberin şahsiyetini, onun şahsında tüm müminlerin şahsiyetini inşa ediyor. İşte bu tespitimizi doğrulayan ve tasdik eden bir ayetle giriyoruz derse.


59-) Kulil Hamdü Lillâhi ve Selâmün alâ 'ıbadiHİlleziynestafa* Âllahu hayrun emma yüşrikûn;

De ki: "Hamd, Allâh'a aittir... Selâm, kullarından seçip sâfiyetine kavuşturduğu içindir... Allâh mı daha hayırlı yoksa ortak koştukları mı?" (A.Hulusi)

59 - De ki hamd Allaha, bir de selâm ıstıfa buyurduğu kullarına Allah mı hayırlı yoksa müşriklerin şirk koştukları mı? (Elmalı)


Kulil Hamdü Lillâhi ve Selâmün alâ 'ıbadiHİlleziynestafa de ki; Tabii ki bu emir vahyin başta ilk muhatabı olan Resulallah’a daha sonra tüm vahyin muhataplarına yani hepimize. Vahyin modern muhatabı olan bizlere de. Ne diyelim? Elhamdülillah..! Elhamdülillah de. Hamd olsun Allah’a de. ve Selâmün alâ 'ıbadiHİlleziynestafa yine selâm olsun onun seçip beğendiği kullarına de.

Neden böyle bir ayet kıssaların hemen arkasına? Çünkü bu kıssalar bir hikaye değil, bu kıssalar Allah’ın kendisini destekleyeni tarih içinde nasıl desteklediğinin birer canlı örnekleri. Onun içindir ki bu örnekler muhatabını inşa ediyor, muhatabında bir şahsiyet inşa ediyor ki o şahsiyet Allah’a teslim olmuş ve bu teslimiyetin karşılığını da güven biçiminde almış olan bir şahsiyet.

İşte ilk muhatabına ve tüm muhataplarına bu örneklerle verdiği ders Kur’an ın eğer sizde bu çizginin mensubu olursanız, bu çizgiye nasıl muamele edilmişse size de öyle muamele edilir. Tabii vahyin ilk muhatabı olan Hz. Peygambere nebilere selâm ile emredilmesi, Hz. Peygamberin selâm etmesinin emredilmesi çok manidar. Allah’ın seçtiği peygamberlere, kullara selâm et. Yani sen onların bir devamısın. Sen hiç kimsenin bilmediği bir şey getirmiyorsun, sen İslâm’ın bir peygamberisin. Senden önce de İslâm’ın peygamberleri geldi ve geçti. Sen onların çağrısını zirveye taşıyan son nebisin. Onun için senden öncekilere selâm et, onları an, onların hatıralarını yad et, onların hakkını ver. Onları;bu çizginin birer mensubu olarak selâmla. İşte nübüvvet müessesesinde ki, peygamberlik müessesesinde ki devamlılık ta burada bir nükte olarak yer alıyor.

Âllahu hayrun emma yüşrikûn şimdi söyle, ya da söyleyin bakalım Allah mı daha hayırlı, yoksa ortak koştukları mı. İlginçtir, bu ibarenin muhatabının öncesinden tamamen farklı olarak müşrikler olduğu açık. Aynı ayetin ortasında ibarenin muhatabı değişiyor. Adeta ayetin üst kısmı, üst pasaja girerken, son kısmı alt pasaja giriyor.

Onlar vahyi inkar ettikleri için onlara nakli delil olan yukarıda ki peygamber kıssaları kâr etmez, etmeyecektir. Fakat onlara kâr edecek olan farklı bir delil türü daha vardır Kur’an ın sunacağı. O da akli deliller, kâinat delilleridir. İşte buradan itibaren Kur’an farklı bir muhatap kitlesine, farklı bir delil ile hitap ediyor. Diğerleri gökleri, suları, bağları, bahçeleri yani kâinat kitabını delil olarak ileri sürüyor.

Bu belki bize şu üslubu ve usulü öğretiyor; Muhatabınızın tipine, cinsine, fikrine tavrına göre delilinizi ayarlayın. Yani her delil, her muhataba işlemez. Eğer muhatabınız inanan biri ise nakilden delil getirebilirsiniz. Fakat inkâr eden biri ise ona gördüğü kâinattan, yani inkâr edemeyeceği bir şeyden delil getirin, ki Kur’an da şimdi bunu yapıyor.


60-) Emmen halekas Semavati vel Arda ve enzele leküm minesSemai maen, feenbetna Bihi hadaika zâte behcetin, ma kâne leküm en tünbitu şecereha* eilâhun meAllâh* bel hüm kavmün ya'dilun;

Yoksa semâları ve arzı yaratan ve sizin için semâdan bir su inzâl eden mi? Onunla göz - gönül açıcı bahçeler yetiştirdik... Onun bir ağacını bile inbat etmeniz sizin için olacak şey değildi... Allâh ile beraber tanrı mı? Hayır, onlar Hak'tan sapan bir kavimdir. (A.Hulusi)

60 - Yoksa Gökleri ve Yeri yaratıp sizin için Semâdan bir su indiren mi? Bir su ki indirip de onunla gözler gönüller açan hadîkalar bitirmekteyiz, siz onların ağacını bitiremezdiniz, bir tanrı mı var Allah la beraber? Hayır onlar sapkınlık ediyorlar. (Elmalı)


Emmen halekas Semavati vel Arda ve enzele leküm minesSemai maen Allah değilse kimdir gökleri ve yeri yaratan ve gökten sizin için su indiren.

“em” bağlaç edatı, bir bağlaç. Fakat em’in istifhamı inkâri, yani inkara yönelik bir soru içeren boyutu da var. Onun için bu edatın o boyutunu önceleyerek böyle bir çeviri yaptım. Allah değilse kimdir gökleri ve yeri yaratan ve gökten size su indiren.

feenbetna Bihi hadaika zâte behcetin, ma kâne leküm en tünbitu şecereha üstelik onunla yani o su ile sizin bir tek ağacını bile yetiştiremeyeceğiniz göz kamaştırıcı bağlar, bahçeler yetiştirmişiz. Burada; hadaik, bahçe. Cennet te bahçedir, bahçe demektir. Fakat hadaik cennet sözcüğünden farklı olarak içinde su çıkan bahçedir. Onun için cennetten söz edilen yerlerde “tecriy min tahtihel enhar” açıklaması gelir. Tabanından ırmaklar çağlayan, sular çağlayan. Fakat hadaika’da ona gerek yok, zaten sulu bahçe demektir. Hatta Hadaika köken olarak göz bebeğinden türetilir. Hadkadül ‘ayn; göz bebeği demektir. Yani insana göz bebeği gibi sevimli bahçe. Gözünüzün bebeği gibi koruduğunuz bağlar, bahçeler.

eilâhun meAllâh Allah ile beraber başka bir tanrı ha? Düşünülebilir mi bu, mümkin mi bu. Adeta cümlenin, metnin altında böyle bir şey akıyor. Yani imkanı var mı böyle bir düşüncenin. Allah’la beraber başka bir tanrı ha? bel hüm kavmün ya'dilun yoo..! asla, hayır onlar yoldan sapmış bir toplumdurlar.


61-) Emmen ce'alel Arda karâren ve ce'ale hılaleha enharen ve ce'ale leha revasiye ve ce'ale beynel bahreyni haciza* eilâhun meAllâh* bel ekseruhüm lâ ya'lemun;

Yoksa arzı (bedeni) bir karargâh kılan, aralarında nehirler (lenf kan damarları) oluşturan, onun için onda sâbit dağlar (organlar) meydana getiren ve iki deniz (bilinç - beden) arasında engel kılan mı (hayırlı)? Allâh ile beraber tanrı mı? Hayır, onların çoğunluğu anlamıyorlar. (A.Hulusi)

61 - Yoksa Arzı bir karargâh kılıp aralarında ırmaklar akıtan ve onun için oturaklı dağlar yapıp iki deniz arasına bir hâciz koyan mı? Bir tanrı mı var Allah la beraber? Hayır ekserîsi ilim ehli değiller. (Elmalı)


Emmen ce'alel Arda karâren ve ce'ale hılaleha enhare Allah değilse kimdir yer yüzünü bir dinlenme, bir karar yeri yapan ve orada ırmaklar çağlatan, orada vadilerinden ırmaklar akıtan Allah değilse kimdir. ve ce'ale leha revasiye orada yerinden sökülmez dağlar inşa eden Allah değilse kimdir. ve ce'ale beynel bahreyni hacizen ve iki farklı su kütlesi arasına, iki farklı su arasına, boğaz olur, körfez olur, deniz olur, okyanus olur, her ne olursa iki farklı su kütlesi arasına görünmez bir engel koyan Allah değilse kimdir.

Tabii bu kadar şeyin arkasından şu soruyu sormak şart oldu. eilâhun meAllâh, Allah ile beraber başka bir tanrı ha?Öylemi, düşünülebilir mi? Yani bu kadar düzen, bu muhteşem nizam, bu mükemmel intizam Allah dışında kimin eseri olabilir.

Yer altından 10.000 yıl önce karşı karşıya konmuş iki düz taş çıkıyor, sadece taş. İki tane düz, hiçbir özelliği olmayan sıradan taş. Fakat karşı karşıya konmuş. Yani belli ki insan eli değmiş. Oradan yola çıkarak bu taşları birinin diktiğini anlıyorsunuz, söylüyorsunuz, bu sonuca varıyorsunuz. Sadece karşı karşıya dizilmiş iki taş. Bu kadar basit bir şeyden yola çıkarak siz insanlık tarihinde ki medeniyet sürecini çıkarmak için delil olarak kullanıyorsunuz. Ve diyorsunuz ki insan taşı şu kadar bin yıl önce kullanmış. Peki bu kadar basit bir şeyi bile yapanın insan olduğunu düşünüyorsunuz da, bu muhteşem şu mükemmel nizam ve intizamın nasıl kendiliğinden olduğunu düşünüyorsunuz, söyleyebilirsiniz. Nasıl tesadüf eseri olduğunu söyleyebilirsiniz. İki sıradan taşın karşı karşıya konmasını, ya, kendiliğinden tesadüf olmuş diyemiyorsunuz da nasıl bu muhteşem nizam ve intizama tesadüf tanrına atfediyorsunuz. Onun için burada aslında bu çarpık ve sapık aklın, mantığın içine düştüğü çelişkiyi yüzüne vuruyor.

bel ekseruhüm lâ ya'lemun yoo..! yo. Onların çoğu nereden bakacaklarını bilmiyorlar. Ya da; bu nereden bakacakları tefsiri bir açıklama. Ya da onların çoğu nasıl korkunç bir çelişkiye düştüklerini bilmiyorlar. Ya da onların çoğu nasıl çuvalladıklarını bilmiyorlar. Yani böyle düşünmekle kâinatta bir yaratıcının olmadığını düşünmekle, birden fazla yaratıcının olduğunu düşünmek neticede aynı kapıya çıkar. Onun için bu ayetler sadece bir müşrik akla cevap değil, aynı zamanda inkârcı, ateist akla da cevap olarak okunabilirler.


62-) Emmen yüciybül mudtarra (muzdarre) izâ deahü ve yekşifüssue ve yec'alüküm hulefael'Ard* eilâhun meAllâh* kaliylen ma tezekkerun;

Yoksa darda kalıp O'na dua ettiğinde icabet eden, sıkıntısından kurtaran ve sizi arzın halifeleri kılan mı? Allâh'la beraber edinilen tanrı mı? Bunları ne kadar az anıp düşünüyorsunuz? (A.Hulusi)

62 - Yoksa, sıkılan kendisine duâ ettiği zaman ona icabet edip fenalığı açan ve size Arzın halifeleri kılan mı? Bir tanrı mı var Allah la beraber? Siz pek az düşünüyorsunuz. (Elmalı)


Emmen yüciybül mudtarra (muzdarre) izâ deahü ve yekşifüssu’ Allah değilse kimdir dua ettiğinde darda kalanın yardımına yetişen ve sıkıntıyı anında gideren.

Burada dikkat buyurunuz üstteki ayette fiiller mazi kipiyle geldi. 4 kez ceale fiili kullanıldı. Hep mazi olarak, geçmiş zaman kipiyle. Ama burada kip değişti muzari fiiline; Hem geniş hem gelecek zamanı da içine alan muzari fiile geçti fiil. Emmen yüciybül mudtarra izâ deahü ve yekşifüssu’ Allah değilse kimdir dua ettiği zaman insanın çağrısına davetine yetişen, yetişecek olan, yetişiyor olan, yani her zaman bunu yapan ve tabii ve yekşifüssu’ ve ondan eziyeti, ondan o darlığı gideren, gideriyor olan ve gidermeye devam edecek olan.

ve yec'alüküm hulefael'Ard Burası daha ilginç ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve sizi yer yüzünün halifeleri kılacak olan. Yani sadece geçmişte olmuş bitmiş bir olay nakledilmiyor burada.aslında fiilin kipine bakarsak gelecekte olacak bir müjde veriliyor. Ey Kur’an ın muhatabı olan ümmeti Muhammed; Allah sizi yeryüzünün mirasçıları kılacak.

Bu ayetlerin indiği zaman dilimi, Mekke döneminin 5 ya da 6. yılları unutmayın. O zaman diliminde daha mü’minler Mekke de kendi hayatlarında dahi emin değiller. Bireysel yaşamlarını bile korumak konusunda sıkıntılılar. Onun için Habeşistan’a kadar hicret etmişler. Onun için birçok mü’min eza ve cefa altında imlemekte. Böyle bir dönemde böyle bir ayet geliyor. Gelecek zamanı da içine alan bir kiple sizi yeryüzünün iktidarıyla müjdeleyen Allah’tır diyor. Ve çok geçmiyor bu müjde bu tarihten yaklaşık 15 yıl sonra, daha çeyrek yüz yıl geçmeden müthiş bir biçimde gerçekleşe biliyor ve yer yüzünün süper güçlerinin hazineleri vahyin şahsiyetlerini inşa ettiği mü’minlerin ayalarına dökülüyor. Onun için adeta bu ayette bir mucizeye de işaret var.

eilâhun meAllâh Allah’la beraber başka bir tanrı ha? Yani bunu Allah’tan başka kim gerçekleştirebilir ki. Böyle bir şeyi düşünün, tabii düşünemezsiniz, hayal bile edemezsiniz. Ama sizin hayal edemeyeceğiniz, sizin hayalinizin ulaşmadığı yere Allah’ın meş’iyeti ulaşır. Sizin düşünmekten aciz kaldığınız şeyi Allah yapar. Onun için böyle bir Allah’a ortak koşmak öyle mi?

kaliylen ma tezekkerun  belleğinize ne kadar da az başvuruyorsunuz. Yani hafızanızı ne kadar da az kullanıyorsunuz. Oysa şöyle geçmişe baksanız Allah’ın bunu kaç kez yaptığını görürsünüz. Geçmişe baksanız zulmü anaların rahmine kadar uzanmış firavunun elinden kurtardığı İsrail oğullarına nasıl bir yer yüzü nimeti verdiğini görürsünüz. İşte şu Süleyman, işte şu Davud, işte bu baba oğul; Ataları firavunun elinde inim inim inleyen dedelerin torunları bunlar. Allah yeryüzünde böyle bir iktidar verdi onlara. Onun için tarihi okumayı bilirseniz yani hafızanıza başvurursanız, belleğinize başvurursanız bunun örneklerini geçmişte de görürsünüz. Fakat çok az baş vuruyorsunuz.


63-) Emmen yehdiyküm fiy zulümatil berri vel bahri ve men yursilürriyâha büşran beyne yedey rahmetiHİ, eilâhun meAllâh* teâlAllâhu amma yüşrikûn;

Yoksa karanın (madde boyutuna ait) ve denizin (ilim - fikir boyutuna ait) karanlıkları içinde size hidâyet eden (hakikatin yolunu gösteren) ve Rahmetinin önünde müjdeciler olarak rüzgârları (Rasûlleri) irsâl eden mi? Allâh yanı sıra tanrı mı? Allâh, onların ortak koştuklarından Yüce'dir. (A.Hulusi)

63 - Yoksa o kara ve deniz karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci gönderen mi? Bir tanrı mı var Allah la beraber? Yüksek, çok yüksek Allah onların şirk koştuklarından. (Elmalı)


Emmen yehdiyküm fiy zulümatil berri vel bahr Allah değilse kimdir karanın ve denizin zifiri karanlıklarında yol bulmanızı sağlayan.

Adeta İnne me'al 'usri yüsrâ. (İnşirah/6) ayetini hatırlatıyor bu ayet. Her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır. Yani her karanlığın arkasında bir aydınlık gizlidir. Her gecenin ardından mutlaka bir gündüz gelir. Evet her gece iki gündüz arasındadır bir başka ifade ile. Onun için burada bu metefor aslında gece ve gündüz meteforu kur’an da çok sık kullanılır. Bu meteforun kullanıldığı yerlerde bakıyoruz Hakk ve batıla bir atıf var. İman ve küfre bir atıf var. Küfür gecesinin arkasından iman gündüzünün gelmesi sizi niye şaşırtıyor.

Allah karanlıkların içerisin de bile size yol bulmayı nasip eder, buldurur diyor burada. Yani zifiri karanlıkların içerisinde yol bulmanızı sağlar. Öyle de manevi karanlıklarınızın içinde size vahiy aydınlığı göndermesine niçin şaşırıyorsunuz. Bakın, zifiri karanlığınızda yol bulmak için yıldızları size rehber yaptı. Ayı size ışık kaynağı yaptı. Allah sizin şu yeryüzü hayatınızı dahi böyle düşünürken ebedi hayatınızı düşünmez mi? Kararan yüreğinize bir ışık göndermez mi? Kaybolmuş yolunuzun önüne peygamberden bir kılavuz, yıldız gibi, kutup yıldızı gibi bir kılavuz koymaz mı.

ve men yursilürriyâha büşran beyne yedey rahmetiH ve rüzgârları rahmetinin önü sıra müjdeci olarak gönderen Allah değilse kimdir, başa atfedeceksek eğer. Yine rüzgâr, yağmur metaforu da karanlık ve aydınlık meteforu gibi Kur’an da kullanıldığı her yerde mecazen vahyin Mekke ve Medine’sine atıftır. Yani rüzgâr yağmuru müjdeler. Ama siz arkasından gelecek yağmuru unutursanız ortalığı bir birine katışına bakarak sanki bir felaket gibi algılarsınız. Fakat önce ortalığa haber verir. Önce ortalığı bir birbirine katar, ama ondan sonra yıkar pırıl pırıl eder, tertemiz eder. Mekke öyledir. Yani önden gelen rüzgâr gibidir. Ama arkasından mutlaka bir rahmet gelecektir. Yani Medine gelecektir. Onun için bunu yapan Allah değilse kimdir.

[Atlanan; ama tefsire dahil olan cümle. eilâhun meAllâh ]

teâlAllâhu amma yüşrikûn Allah onların ortak koştukları her şeyden aşkın, yüce ve münezzehtir.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz
120. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/10/26/islamoglu-tef-ders-neml-059-093120/ bulabilirsiniz.

26 Ekim 2012 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. NEML (048-058)(119-E)



D sayfasından devam

48-) Ve kâne fiyl mediyneti tis'atü rehtın yüfsidune fiyl Ardı ve lâ yuslihun;

O şehirde, ortalıkta bozgunculuk yapan ve düzene uymayan dokuz kişilik bir çete vardı. (A.Hulusi)

48 - Şehirde dokuz çete vardı, hep Arzda fesat yaparlar, salâha yaramazlardı. (Elmalı)


Ve kâne fiyl mediyneti tis'atü rehtın vakıa, malum kentte dokuz elebaşı vardı. Çete başı da diyebiliriz biz bunlara. Aslında raht değerli dostlar birden dokuza kadar Arap dilinde gruplar için kullanılır. Kişi içinde kullanılır. 9 kişi de diyebiliriz buna bu bağlamda daha uygun düşüyor. Ama çete başı dersek konunun ruhuna daha uygun bir çeviri olur.

yüfsidune fiyl Ardı ve lâ yuslihun bunlar düzeltmedikleri gibi bozgunculuktan geri durmuyorlardı, yani ortalığı karıştırıyorlardı, terör estiriyorlardı.


49-) Kalu tekasemu Billâhi le nübeyyitennehu ve ehlehu sümme lenekulenne li veliyyihi ma şehidna mehlike ehlihi ve inna lesadikun;

"Billâhi" diye yeminleşerek dediler ki: "Ona ve ailesine gece baskın yapalım (öldürelim), sonra da Onun velîsine: Biz Onun ve ailesinin öldürülmesinden habersiziz; kesinlikle doğruyu söylüyoruz" deriz. (A.Hulusi)

49 - Allaha yeminleşerek kavl ettiler, and olsun ona ve ehline bir gece baskını yapalım, sonra da velisine: yemîn edelim biz onun helâkine şahit olmadık diyelim, şüphesiz sözümüz sözdür, sadığızdır dediler. (Elmalı)


Kalu tekasemu Billâh Allah adına yemin ederek dediler ki; le nübeyyitennehu ve ehleh ona ve yakınlarına geceleyin baskın yapıp işlerini bitirelim. Gece baskını yapalım, suikast planlıyorlar. sümme lenekulenne li veliyyihi ma şehidna mehlike ehlihi ve inna lesadikun ardından da kanını dava edecek olanlara biz onun ailesinin ortadan kaldırılmasına asla karışmadık, çünkü biz kesinlikle özü, sözü doğru olanlarız diyelim dediler. Evet, böyle bir plan yaptılar.

Aslında buradan yola çıkarak ilk muhataba bir uyarıda seziliyor. Nedir o; İlk muhatap olan Resulallah’a; dikkat et bu Mekke’nin çeteleri de sana tıpkı Semud’un çetelerinin Salih’e yaptıklarını yapabilirler. Böyle bir uyarı. Veya gelecekte olacak olan bir şey haber veriliyor. Ve tabii hem haber veriyor, hem de arkadan garanti belgesini veriyor. Nedir o;


50-) Ve mekeru mekren ve mekerna mekren ve hüm lâ yeş'urun;

Onlar bir tuzak kurdular, biz de farkında olmadıkları bir tuzağı onlara kurduk. (A.Hulusi)

50 - Böyle bir mekir kurdular, halbuki haberleri yok biz de bir mekir kurmuştuk.(Elmalı)


Ve mekeru mekren ve mekerna mekren ve hüm lâ yeş'urun derken onlar bir tuzak kurdular biz de bir tuzak kurduk. Onlar bir tuzak kurdular daha doğrusu biz de onlar farkına varmadan tuzaklarını bozarak karşı bir tuzak kurduk. Yani tuzaklarını başlarına geçirdik. Allah’ın tuzak kurması böyle anlaşılmalı. Zaten hep başkalarının kurduğu tuzağın ardından ifade edilir bu. Bu da şudur; Onların kurduğu tuzağı başlarına geçirdik. Bozacak bir tuzak bu.

Resulallah’a verilen bir garanti bu tabii ki tüm muhataplara verilen. Eğer Allah yolunda size karşı bir tuzak kurulmuşsa unutmayın ki o tuzağı boşa çıkaracak olan Rabbinizin garantisidir aynı zamanda. Evet, düşünecekler, tuzak kuracaklar, tertip yapacaklar, fakat başaramayacaklar. Yani bunu düşünecekler ama başaramayacaklar. Bu garanti işte.


51-) Fenzur keyfe kâne akıbetü mekrihim enna demmernahüm ve kavmehüm ecme'ıyn;

Onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu bir bak! Onları da, onların toplumlarını da toptan yerle bir ettik! (A.Hulusi)

51 - Şimdi bak! mekirlerinin akıbeti nasıl oldu? Kendileri ve kavimlerini toptan tedmir ediverdik. (Elmalı)


Fenzur keyfe kâne akıbetü mekrihim dön de bir bak bakalım onların tuzaklarının akıbeti ne olmuş. enna demmernahüm ve kavmehüm ecme'ıyn elbette ki biz onları ve toplumlarını topyekun yerle bir ettik.


52-) Fetilke buyutühüm haviyeten Bima zalemu* inne fiy zâlike leayeten likavmin ya'lemun;

İşte zulümleri yüzünden yıkılıp harap olmuş evleri... Muhakkak ki bu olayda anlayışlı topluluk için bir işaret - ders vardır. (A.Hulusi)

52 - Daha: evleri çökmüş zulümleri yüzünden bomboş, şüphe yok bunda ilim şanından olan bir kavim için ibret alacak bir âyet var. (Elmalı)


Fetilke buyutühüm haviyeten Bima zalemu bak, işte onların mekanları. Yani ne demek istiyor? Aslında işte bunların mekanları derken unutmayalım tüm Mekke’liler buraları iyi biliyorlardı çünkü kervan yolu üzerinde bulunuyordu. Şam’a, Suriye ye, Filistin’e, Akdenize getirip götürdükleri, alıp sattıkları tüm malları Medaiyn-i Salih üzerinden, Semud kavminin yaşadığı bu yerden gelip gidiyorlardı, götürüyorlardı, taşıyorlardı. Gelip giderken de bu beldeleri görüyorlardı. Orada kadiym bir uygarlığın, muhteşem bir uygarlığın yaşamış olduğunu ve sonuçta, akıbette o uygarlığın yok olup gidip geriye ıssız kalıntılar bıraktığını görüyorlardı. Onun için buradaki atıf ona.

Bak diyor işte onların mekanları. İşledikleri zulümler yüzünden ıssız ve viran kalmış haviyeten Bima zalemu zulümleri yüzünden ıssız ve viran kalmış Haviye; hem yıkılmak düşmek, hem de boşalmak anlamına geldiği için ıssız ve viran anlamını oradan çıkarıyoruz.

inne fiy zâlike leayeten likavmin ya'lemun elbet bunda işin bilincinde olan bir toplum için alınacak bir ders mutlaka ama mutlaka vardır.

Sebe teslim oldu ve kurtuldu. Semud isyan etti ve helak oldu. İşte alınacak ders bu. Önceki kıssayı hatırlayın, bu kıssayı hatırlayın. Öncekiler teslim oldular kurtuldular bunlar isyan ettiler helak oldular. Tercihinizi ona göre yapın demeye getiriyor vahiy.


53-) Ve enceynelleziyne amenû ve kânu yettekun;

İman edenleri ve korunmakta olanları kurtardık. (A.Hulusi)

53 - Halbuki iman edip korunur olanları necata çıkardık. (Elmalı)


Ve enceynelleziyne amenû ve kânu yettekun yine iman edip sorumluluk bilinciyle hareket eden kimseleri kurtarmış olmamızda da, ki söylenmiyor o üç noktada ne var, bir ders vardır. Burada aslında sorumluluğunu yerine getiren müminlerin akıbette mutlaka kurtulacaklarını ve onların peygamberle birlikte olacaklarına bir gönderme var. Yani peygamberi ayırmıyor sadece kurtuluşta. Peygamberle birlikte olanlar peygamberle birlikte kurtuluyorlar.

Bu sadece dünyaya yönelik bir anlayış değil, ahirete yönelikte anlaşılmalı. Eğer siz sorumluluk bilincinizi yaşadığınız çağda, yaşadığınız zamanda tam yerine getiriyor ve peygamberin mirasını yıkmadan devirmeden götürebiliyorsanız, ihanet etmiyorsanız sonuçta akıbette yeriniz peygamberlerin yanı olacaktır. Buna da bir ima içerse gerektir.


54-) Ve Lutan iz kale li kavmihi ete'tunel fahışete ve entüm tubsırun;

Lût... Hani kavmine dedi ki: "Siz bile bile o hayâsızlığı uyguluyorsunuz!" (A.Hulusi)

54 – Lût’a da risalet verdik, o vakit ki kavmine demişti: siz gözünüz göre göre o fuhşu yapacaksınız ha? (Elmalı)


Ve Lutan ve Lût’u da kurtarmıştık. Yeni bir kıssaya girdi sure. Lût peygamber biliyorsunuz bugünkü Lût gölünün güney ucunda bulunan, ama bugün artık bulunmayan çünkü helâk olduğu için 60 metre suyun altına gömülmüş olan o verimli, yeşil vadide bulunan 6 kente gönderilmiş bir peygamber. Bu kentlerin başında da Sodom geliyor. Gomore geliyor ve daha başka şehirlerde var orada. Bu vadiye gönderilmişti bu peygamber. Lût peygamber bildiğiniz gibi Hz. İbrahim’in de yakınıydı, yeğeniydi.

Bu kıssa Kur’an da yine Salih kıssası gibi bir çok surede anlatılır. A’raf, Şuârâ suresinde anlatılır diğer bir çok surede anlatılır.

 iz kale li kavmihi ete'tunel fahışete ve entüm tubsırun hani o bir zamanlar kavmine şöyle demişti; Siz fıtrattan sapma olduğunu göre göre, ki burada ve entüm tubsırun göre göre buyruluyor, ama biz bunun neyi gördüklerini düşündüğümüzde, fıtrattan sapma, yani bir sapıklık olduğunu göre göre, bu tür bir fuhşu işlemeyi sürdürecek misiniz. Demişti.


55-) Einneküm lete'tuner ricale şehveten min duninnisa'* bel entüm kavmün techelun;

"Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklerle mi yatıyorsunuz? Hayır, siz cahillik yapan bir kavimsiniz." (A.Hulusi)

55 - Sahih siz kadınları bırakıp şehvet için mutlak erkeklere mi gideceksiniz? Doğrusu siz ne yaptığınızı bilmez bir kavimsiniz. (Elmalı)


Einneküm lete'tuner ricale şehveten min duninnisa' şimdi siz kadınları bırakıp ta şehvetle erkeklere yöneliyorsunuz öyle mi? bel entüm kavmün techelun Yoo..! siz aslında onun getireceği sonucu bilmiyorsunuz. Yani siz bilmiyorsunuz diye bitiyor ayet. Fakat ilginçtir 54. ayette ve entüm tubsırun diye bitiyordu ayet. Yani göre göre işliyorsunuz, bile bile işliyorsunuz. 55. Ayet ise entüm kavmün techelun diye bitiyor. Siz bilmiyorsunuz, yani cahillik yapan bir toplumsunuz..!

Şimdi hem göre göre işleyecekler, hem de bilmeyecekler. Peki o zaman nasıl anlamalıyız? Doğru anlama şu; Siz yaptığınızın ahlaksızlık olduğunu pekala biliyorsunuz. Bunun fıtrata uygun olmadığını pekala biliyorsunuz. Fakat bilmediğiniz, görmezden geldiğiniz şey, böyle bir ahlaksızlık nasıl bir felaket getirir. İşte bunu göz ardı ediyorsunuz.


56-) Fema kâne cevabe kavmihi illâ en kalu ahricu ale Lutın min karyetiküm* innehüm ünasün yetetahherun;

Halkının cevabı: "Lût Ailesi'ni şehirden sürün! Onlar temiz yaşayan insanlar" oldu. (A.Hulusi)

56 - Buna kavminin cevabı sade şu olmuştu: çıkarın şu Lût ailesini memleketinizden, çünkü onlar çok temizlik taslar kimseler, demişlerdi. (Elmalı)


Fema kâne cevabe kavmihi illâ en kalu ahricu ale Lutın min karyetiküm* innehüm ünasün yetetahherun Peki Lût peygamberin bu uyarısı karşısında o azgın ve sapkın kavmin tepkisi ne oldu? Yani biz yanlıştayız, bunun yanlış olduğunu da biliyoruz, vaz geçelim mi dediler. Aslında vazgeçselerdi tevbe etmiş olacaklardı. Fakat öyle demediler. Bakınız her çağda aslında azgınların ve sapkınların örneğini gösterdiği bir şeyi yaptılar.

Buna karşılık kavminin cevabı Lût ve yakınlarını ülkenizden çıkarın. Belli ki bunlar pek temiz, pek pirupak insanlarmış demekten başka bir şey olmadı. Yani bir de alay ediyorlar, dalga geçiyorlar..! Temizlermiş, diyorlar. Aslında ahlaksızlar, ahlaktan rahatsız olurlar. Haramdan beslenenler helalden rahatsız olurlar. İffetsizler iffetlilerden rahatsız olurlar. Kötüler iyilerden rahatsız olurlar. Tahammül edemezler. Çünkü iyileri her görüşte kötülüklerini hatırlarlar. Çünkü onlar aynadır. Aynaya bakarlar kendilerini görürler.

Eğer iyilerden arındırılırsa toplum, aslında toplumun kötülükte eşitlenmiş olacağını düşünerek vicdanlarının böylece kendilerini rahatsız etmeyeceği sonucuna varırlar. Çünkü unutmayınız en kötü olanın içinde bile vicdanın bir sesi vardır. Kötülüğü işler, kötünün kötü olduğunu da bilir. Çünkü ona bildirir o fıtratı. Fakat onun içindir ki kötülükten vazgeçmek istemeyenler iyilerden vazgeçmek isterler. Kötülükten vazgeçmek istemeyenler iyileri feda etmeye kalkarlar. Toplumu iyilerden arındırarak kötülükte eşitlemeye çalışırlar. İşte Lût kavminin de tavrı bu oldu.

Bugün bu tavrı görüyorsunuz, görüyoruz. Etrafınıza bakınız aslında hiçte yabancı, garip bir tavır değil. Sizden rahatsız olurlar. Rahatsız olmaları aslında iyiyi görünce kötüyü hatırlamalarındandır. Aslında iyi olmaya niyetli olmadıklarının bir göstergesidir. Sizi yok etseler vicdanları kendilerini rahatsız etmeyecektir. Öyle zannederler. Onun içinde sizi yok etmek için size savaş açarlar.


57-) Feenceynahu ve ehlehu illemraeteh* kaddernaha minel ğabiriyn;

Biz de Onu ve ehlini kurtardık, karısı müstesna... Onu, geride kalıp helâk olanlardan (olmasını) takdir ettik. (A.Hulusi)

57 - Bunun üzerine onu ve ehlini necâta çıkardık ancak karısını kalanlardan takdir etmiştik. (Elmalı)


Feenceynahu ve ehlehu illemraeteh* kaddernaha minel ğabiriyn derken biz onu ve yakınlarını kurtardık. Ancak karısının geride kalanlar arasında yer almasını kararlaştırdık.

Evet. Burada Feenceynahu ve ehlehu buyruluyor. Onu ve yakınlarını. Ehl; Kan bağı ile sınırlı bir çerçevesi yok bu kelimenin. Yani kan bağı ile sınırlı değil. Onun içinde Nuh’un oğlu için Kur’an da ..leyse min ehlik. (Hûd/46) o senin ehlinden değildir buyrulur. Oysa ki oğlu, oğlu ama inancından olmadığı için ehlinden de değil.

Burada çok özel bir inanç ailesi tanımı yapılır. Aile demektir ehl. Fakat aileniz iman ile sınırlanmalı. İman ailenizin sınırlarını belirlemeli. Bu anlamda Kur’an ın getirdiği bu yepyeni aile tanımına Resulallah’ın katkısı şu olmuştu; Selmanu minna min ehli beyti. Selman bizdendir, ehli beytimdendir. Oysaki Selman atadan dededen anadan, Araplarla hiç ilişkisi olmayan bir kavimden di. Yani İran’lıydı, Fars’tı. Yabancı bir toplumdan çıkmış gelmişti. Ama Resulallah’a amcasından daha yakındı. Onun için aileden saydı Resulallah onu. Çünkü ailenin kapsamını iman belirliyordu. Kan bağı, din bağı ile sınırlanmıştı. O nedenle de burada ki ehli de o bağlamda anlamak lazım.

Niçin Hz. Lût’un karısının istisna tutulduğu döndürülüp döndürülüp söylenir tekrarlanır? Çünkü yakınlık kan bağı, hısımlık tek başına belirleyici değildir. Yani eğer bir peygamberin hidayet dağıtmak elinde olsaydı önce eşine verirdi. Onun için her insan kendi sorumluluğunu kendisi yerine getirecek, kendi yönelişini kendisi tespit edecek, tercihiyle bulacaktır hakikati. Peygamberler sadece yol gösterirler. Eğer hidayeti kaşık kaşık içirmek mümkün olsaydı bundan bir tasta öz çocuklarına Nuh gibi, Öz eşlerine Lût gibi, öz babalarına İbrahim gibi içirirlerdi. Ama bunu yapamadılar. Onun içindir ki sevgili efendimiz bu gerçeği öz kızı Fatıma’ya; “Kızım fatıma nefsini Allah’ın elinden satın al, babam peygamber deme, vallahi yarın senin içinde bir şey yapamam.” Diye uyarıyordu.


58-) Ve emtarna aleyhim metaren, fesae metarul münzeriyn;

Ve onların üzerine bir yağmur da yağdırdık ki! Uyarılanların yağmuru ne kötüdür! (A.Hulusi)

58 - Ve onların üzerlerine öyle bir yağmur yağdırmıştık ki ne kötüdür o münzerîn yağmuru? (Elmalı)


Ve emtarna aleyhim metaren nihayet bela sağanağını üzerlerine boca ettik fesae metarul münzeriyn gör ki uyarılan fakat uslanmayan kimselerin maruz kaldığı sağanak, bela sağanağı ne berbat bir beladır.

Rabbim her türlü bela sağanağından bizleri muhafaza kılsın. Ama hepsinden önce de vahye sırt dönmek, peygamberin yüce çağrısına koşmamak ve Allah ile arayı bozmak ve ilişkiyi kesmek gibi manevi belanın en büyüğü olan belalardan bizleri korusun.


“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

119. videonun sonu.