31 Aralık 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. LOKMAN (01-05) (129-A)







El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etbaihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!

Değerli Kur’an dostları bugün Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha gireceğiz. Lokman suresi. Tedvinde 31. sırada yer alan Lokman suresi adını bu tarihteki efsanevi bilgenin oğullarına verdiği öğüt dolayısıyla sure içerisinde ki 12. ve 19. ayetler arasında yer alan bu nasihatler dolayısıyla sure bu adı alır.

Sure Mekke de inmiştir. İçerisinde Mekke’nin büyük bir bölümünü işgal eden müşriklerin imana karşı kullandığı şiddete hiçbir ima içermez. Ama baba ve annelerle çocukları arasında ki inanç çatışmasını, Hz. Lokman’ın oğullarına verdiği öğütler dolayısıyla ele aldığını anlarız. Yani surenin indiği dönemde ciddi bir sosyal yaraya dönüşen iman etmiş çocuklarla onlara karşı çıkan anne babalar arasındaki ilişkiyi düzenleyen ayetler bu surede yer alır. Bunları göz önüne aldığımızda surenin Mekke döneminin ortalarında indiğini kabul etmemiz gerekir.

Surenin en göze çarpan özelliği “söz” üzerine olmasıdır. Yani surede 1. konu sözdür, sözün gücüdür. 6. ayetinde lehvel hadiys, yani boş söz, içeriksiz söz, amaçsız söz, boş boğazlık ifadesine gelen bu ibare, sözün kötü kullanımına, daha doğrusu doğru sözü engellemek için sözün istismarına yönelik bir uyarıdır. Arkasından Lokman’ın nasihatlerine getirilir söz, yani iyi söze. İyi sözün insan ruhundaki etkisine, iyi sözün terbiye için kullanılabilir özelliğine, iyi sözün nasıl muhatabını terbiye ettiğine ve ondan sonra yine sözlerin şahına getirilir söz.

27. ayette dünyanın bütün denizleri mürekkep, bütün ağaçları kalem olsa ve bunun üzerine 7 deniz daha eklense yine de Allah’ın kelamı sözleri tükenmez buyrularak sözlerin sultanı olan ilahi kelama getirilir söz. Biz anlarız ki Lokman suresi sözün gücünden bahsediyor, gücün sözünden değil. gücün sözünün içeriksiz olduğu, sözün gücününse zamanlara ve mekanlara medyan okuyarak direndiğini bu sure vasıtasıyla öğrenmiş oluruz.

Surenin ele aldığı bir diğer konu taklit, yani ataları taklit. 21. ayetinde kendilerine referans olarak ataların yolunu alan müşrikleri uyarır. Ama iyi olan ataların yolunu izlemeyi de ondan ayırır. İşte Lokman iyi olan bir atadır, babadır. Onun içinde Kur’an ataların yolunu izlemeyi mutlak manada dışlamak yerine seçmeyi ayırmayı, ayıklamayı, süpürüp almayı ya da süpürüp atmayı değil, taklidi bir yular gibi değil, bir gerdanlık gibi taşımayı ve oradan tahkike ulaşmayı söyler.

Yine aynı konuya ilişkin olarak 33. ayetinde ahiretten bir haber taşır dünyamıza ve der ki; Hiçbir anne babanın evladına, hiçbir evladın anne babasına herhangi bir yarar sağlamadığı o günden korkun. Yani ebeveyn evlat ilişkisini, anne baba evlat ilişkisini öyle bir zemine oturtur ki bu zemin Allah’a rağmen ayakta tutulamayan, Allah’a rağmen korunamayan, Allah’a rağmen kayan bir zemindir. Onun için eğer bu zemin Allah’ın emirlerine karşı korunmaya çalışılıyorsa bu zemine basan ayaklar kayacaktır bir gün mesajıdır.

Sure; Saffat ve Sebe’ arasında yer alır. Nüzulde 57. sıradadır. Bu genel bilgilerden sonra Lokman suresinin tefsirine geçebiliriz.






1-) Elif, Lâââm, Miiiym;

Eliif, Lâââm, Miiim. (A.Hulusi)

01 - Elif, Lam, Mim. (Elmalı)



Elif, Lâââm, Miiiym Mukaddaat harfleri. Bu harfler Kur’an ın tamamında nerede gelirse gelsin 1 ila 5 harfli yapılar, formlar halinde gelir. Bir den beşe kadar. Bunun verdiği mesaj şu; Arap dilinde bir kelime birden beşe kadar harfli olabilir. Onun için daha fazla olamaz. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz, surelerin başında gelen bu kesik harfler, bu heca harfleri Arap dilinde ki kelimeleri temsil etmektedir. Yani biri temsil etmektedir. Yine ikincisi; Geldiği tüm yerlerde dolaylı ya da dolaysız, 3 surede dolaylı, gerisinde dolaysız doğrudan vahye atıfla başlar. Bu harfler başında gelirse bir surenin, bu harflerin arkasından sure mutlaka vahye atıfla girer. İşte burada olduğu gibi;

Tilke ayatul Kitabil Hakiym (2) elif lâm mim geldi, Yani işte bunlar, işte şunlar hikmetle dolu olan ilahi kitabın ayetleridir der. Geldiği tüm surelerde bu harflerin arkasından mutlaka vahye atıf yapılır. Buradan, bu iki tespitten yola çıkarak şunu söyleyebiliriz. İlahi anlamlar insanın diline ve düşünce dünyasına nüzul etmiştir, indirilmiştir. Yani bu vahiy başı gökte ayakları yerde bir kelamdır. Başı manayı temsil eder, ayakları lafzı. Lafız; vahyin kabıdır. Vahyin içine indiği bu dil, insanın konuştuğu bir dildir. Beşeri bir dildir. Fakat insanın konuştuğu bir dili Allah almış o dilin içine beşeri olmayan bir mana yüklemiş ve bu vahiy insanın zihin dünyasına bu dil vasıtasıyla inmiştir.

Buradan da yola çıkarak şu sonuca ulaşırız; Ey insan Allah seninle beşeri bir dili araç kılarak konuştu. Yani anlamanı istiyor kendisini. Senin zihin dünyana kelamı ilahiyi  indirdi, nüzul etti, bir gök sofrası indirdi sana. Bu sofraya muhtaçsın, yoksa ruhun açlıktan ölür. Bu sofraya oturabilmen, onu yiyebilmen, bu sofrayla ünsiyet kurabilmen, vahyin anlaşılabilir olduğunu kabul etmenle mümkündür. Vahiy onun için bir beşer dili ile indirilmiştir. Vahyin Arapça oluşu da esasen buna yönelik anlaşılmalıdır. Kur’an da nerede vahyin Arapça oluşuna bir atıf varsa bu kelamın anlaşılabilirliğine bir atıftır bu. Yani ey insan anlamadığın diller üstü bir dille değil, diller üstü bir manayı dil içi bir manaya dönüştürdü Allah, ki anlayasın diye.

Onun için bu harfleri gördüğümüzde biz insana meydan okuyan ilahi bir vahiyle karşılaşmış oluruz. Ey insan bu harfler seninde elinde. Fakat bu harflerden böylesine zamanlar ve mekanlar üstü bir kelamı, bir hitabı kotarabilirsen haydi buyur manasında bir meydan okuma.



2-) Tilke ayatul Kitabil Hakiym;

İşte bunlar Kitab-ı Hakiym'in (o hikmetli BİLGİ'nin) işaretleridir. (A.Hulusi)

02 - Bunlar sana o hikmetli kitabın âyetleri. (Elmalı)



Tilke ayatul Kitabil Hakiym işte şunlar hikmetle dolu olan ilahi kelamın ayetleridirler.

El kitab; sadece iki kapağın arasındaki Mushaf değil, Mushaf’ın içerisinde yer alan her bir sureye, hatta surelerin içeriğini oluşturan her bir bölüme, pasaja da verilebilen bir isimdir. Çünkü sadece yazılı bir metne işaret etmez el kitab, aynı zamanda sözlü bir hitaba da delalet eder. Kitab kelimesinin aslı kökü, etimolojisi anlamsız harflerden anlamlı cümleler oluşturmak için onları yerlerine koyarak dizmek manasına gelir.

Hakiym bir kitab, hikmetli bir kitab. Hikmetli, yani insanoğluna varlığının illetini ve gayesini gösteren bir kitab, amacını gösteren bir kitab. Hikmet daha ilerde geleceği için orada ayrıntısıyla açıklayacağız ama burada hemen kısaca söyleyelim ki insan bütün içindeki yerini gösteren bir kitab. İnsanın parçaya dikilmiş olan bakışını bütüne çeviren bir kitab, ve insanı kainat içerisinde ki yerine döndüren, ait olduğu yere yerleştiren ve o yeri hatırlatan bir kitap. Hakiym olmasının anlamı bu.



3-) Hüden ve rahmeten lil muhsiniyn;

Görüyormuşçasına Allâh'a yönelenler (ihsan sahipleri) için hakikate erdirici ve rahmet olarak. (A.Hulusi)

03 - Hidayet ve rahmet için o (güzellik yapan) Muhsinlere. (Elmalı)



Hüden ve rahmeten lil muhsiniyn güzel iş işleyenler için bir rehber ve bir rahmet olan ayetlerin yer aldığı kitap.

Rehberdir, hüden. İnsan müebbet yolcu. Yol haritası lazım eğer yolcuysanız bu okyanusta elinizde bir yol haritası şart. Bu haritanın olmaması durumunda hangi rüzgarda, hangi fırtına da bakacağınız belli olmaz. İşte o harita yolcuyu yaratan tarafından gönderilmiştir. Yolcuyu yolcu kılan, yolu yaratan, yolcuyu yaratan haritayı da göndermiştir. Bu insana olan ekstra bir rahmettir. Vahiy insana yolun koordinatlarını verir, yolu gösterir. Sadece yol haritasını vermemiş, aynı zamanda bu haritayı nasıl okuyacağımızı da göstermiştir. Harita doğru, fakat okuyan yanlış okursa yine maksada ulaşamaz.

Ve rahmet, ikinci unsur, gök sofrası. İlahi merhametin tezahürüdür vahiy. Nüzul Arap dilinde, uzaktan gelmiş çok aç bir misafirin önüne açılan mükellef bir sofra manasına gelmez mi. Nüzula, Kur’an da da bu manada geçer. Mükellef bir gök sofrası, maide. Onun için vahiy rahmettir. Allah insanla merhametinden dolayı konuştu. Yoksa ayetlerden başka bir şey yok ki şu kainatta. Her şey ayet. İnsan ayet, doğa ayet, yer ayet, gök ayet, her nefes bir ayet. Fakat bütün bu ayetlere rağmen yinede ilahi kelam ile insana konuşan Allah rahmetinin, mağfiretinin insana nasıl büyük oranda tecelli ettiğinin birer ifadesini sunmuştur.



4-) Elleziyne yukıymunes Salâte ve yü'tunez Zekâte ve hüm Bil âhireti hüm yukınun;

Onlar ki, salâtı ikame ederler ve zekâtı verirler; onlar sonsuz geleceklerine ikân sahipleridir. (A.Hulusi)

04 - Ki namazı kılarlar ve zekâtı verirler, Âhirete de onlar yakîn edinirler. (Elmalı)



Elleziyne yukıymunes Salâh onlar ki salâtı ikame ederler. İbadetin ve vahyin nasıl istikamet açısı verdiğinin ifadesi bu. İstikamet açısı vermek ibadete, ibadete doğru bir açı vermek yukıymunes Salâh namazı kılarlar diye de çevirebilirdim. Fakat namaz aslında insan hayatına istikamet veren bir ayarlayıcıdır. Esas duruş yani. İnsanın Allah huzurunda ki klas duruş. Namaz insanın koordinatlarını ayarlamak için bahşedilmiş bir ibadet. Bu manada efendimiz “dinin direği” diye ifade buyuruyor. İmadüd diyn, yani insan hayatı öyle bir bina ki bu binanın orta direği. Eğer bu direk doğru yerleştirilmezse bu çadır hayat binası yıkılır, devrilir. Onun içinde orta direk, yani istikametli duruş.

ve yü'tunez Zekâte arınmak için ödenmesi gereken bedeli öderler. Zekatı verirler. Namaz kuldan Allah’a uzanan bir ilişki, zekat kuldan topluma uzanan bir ilişki.

Dahası mı dostlar, daha ötesini söyleyeyim namaz Allah’a teslimiyet, zekat eşyadan hürriyettir. Namaz Allah’a yaklaşmak, zekat eşyadan bağımsızlaşmak. Namaz Allah’a bağlanmak, zekat eşyaya ve dünyaya olan bağı, zinciri çözmektir. Allah için verilen her tür şey aslında bu. Ödenmesi gereken bedeli ödemek, saflaşmak, arınmak, yaklaşmak için ne bedel ödemek gerekiyorsa onu ödemek. Bunu söyleyince illa de bu anlamda özellikle Mekke’nin orta döneminde indiğini düşünürsek ve zekatın nisabının ve diğer ayrıntılarının çok uzun yıllar sonra Medine de belirlendiğini hatırlarsak bu ayetin içerisinde geçen zekatın bizim bildiğimiz manada formel bir ibadet olarak,nisabı belli zekat olmaktan öte, insanın Allah’a yaklaşmak için ödemesi gereken her tür bedeli ödemeyi ifade ettiğini söylemeliyim.

Sadece malı, mülkü olanlara değil bu ayet. Bu hitap eğer elinde değer denilebilecek bir şey varsa o değer sahiplerinin hepsine yani, hayatı olanlara da hitap etmektedir. Hayat bir değerdir, zekatını ver. İlim bir değerdir, zekatını ver. Sıhhat bir değerdir zekatını ver. Servet bir değerdir zekatını ver. Şöhret bir değerdir zekatını ver. Makam bir değerdir zekatını ver. Devlet bir değerdir zekatını ver. Yani değer demeyi hak eden elinde ne varsa saflaşmak, arınmak, yücelmek ve özgürlüğünü onun esiri olmadığını ifade etmek için zekatını ver. Yani onun nesnesi olma, o senin zincirin olmasın, sen onun sahibi ol. Sahibi isen verebilirsin. Sahibin ise veremezsin.

ve hüm Bil âhireti hüm yukınun zira onlar ahirete inananların ta kendileridir. Bunu yapanlar yukarıdan beri ayetlerde ifade edilen şeyleri yapanlar ahirete gönülden inananların ta kendileridir.



5-) Ülaike alâ hüden min Rabbihim ve ülaike hümül müflihun;

İşte onlar Rablerinden gelen hakikat bilgisi üzeredirler ve işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (A.Hulusi)

05 - İşte bunlar rablerinden bir hidayet üzeredir ve işte bunlardır o felâh bulanlar. (Elmalı)



Ülaike alâ hüden min Rabbihim işte onlardır rablerinin gösterdiği yolda olanlar. Başkalarının yolunda olanlar da var. Onları başkalarının yolunda olanlardan ancak böyle ayırabilirsiniz. ve ülaike hümül müflihun ve onlar ebedi mutluluğa erecek olanların ta kendileridirler.

Dikkat buyurdunuz mu bilmiyorum değerli dostlar. İlk beş ayet lokman suresinin, bakara suresinin ilk 5 ayeti ile oldukça yakın manalar arz etmekte.



Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

129. videoyu toplu olarak burada bulabilirsiniz.

28 Aralık 2012 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. RÛM (50-60) (128-E)



D sayfasından devam.



50-) Fenzur ila asari rahmetillâhi keyfe yuhyil Arda ba'de mevtiha* inne zâlike le muhyil mevta* ve HUve alâ külli şey'in Kadiyr;



Allâh'ın rahmetinin eserlerine bak, (ahseni takvim - halife olarak yaratılıp ölümsüz kılınan kendini, beden - madde kabul ederek) ölümünden sonra, arzı (ilimle) nasıl diriltiyor? Muhakkak ki işte O, ölüleri elbette hayata (ölümsüzlüğe) kavuşturandır! "HÛ" her şeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)



50 - Şimdi bak Allahın rahmeti asârına, Arzı ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki o her halde ölülerin diriltir, daha da her şey'e kadirdir o. (Elmalı)





Fenzur ila asari rahmetillâhi keyfe yuhyil Arda ba'de mevtiha işte ey muhatap dön de Allah’ın rahmetinin sonucuna bir bak, ölü toprağa nasıl can veriyor. inne zâlike le muhyil mevta işte bunu yapan, ölüleri diriltenin ta kendisidir. ve HUve alâ külli şey'in Kadiyr zira O’nun güç ve kudreti her şeye yeter.



Maddi hayatın sahibi, manevi hayatın da sahibidir. Ölüm kalbin ölümüdür, yani küfürdür. Hayat ise kalbin dirilişidir, yani;



Tûlicül leyle fiynnehari ve tûlicün nehara fiyl leyl.. (A.İmran/27) geceyi gündüzden gündüzü geceden çıkarır. ve tuhricül hayye minel meyyiti ve tuhricül meyyite minel hayy. Ölüden diriyi diriden ölüyü çıkarır. Unutmayın vahiy ölüden diri çıkaran muhteşem bir yağmur gibidir, rahmet gibidir. Rüzgar ise o yağmuru haber veren Muhammed AS. gibidir.



Evemen kâne meyten feahyeynahu ve ce'alna lehu nûren yemşiy Bihi fiynNasi kemen meselühu fiyz zulümati leyse Bi hâricin minha. (En’am/122) Hiç ölürken hayat verdiğimiz ve insanlar arasında yolunu bulması için kendisine ışık tuttuğumuz kimse, karanlıkta kalan kimseyle bir olur mu? Yani ölüyken hayat verdiğimiz kimse diyor. Burada ki ölü her halde ruhunu teslim etmiş olan değil, vahiyden uzaklaşan, manevi hayatını öldürmüş olandır. Bunu böyle anlamak lazım.





51-) Ve lein erselna riyhan feraevhü musferran lezallu min ba'dihi yekfürun;



Andolsun ki eğer bir rüzgâr irsâl etsek de onu sararmış görseler, ondan sonra elbette nankörlüklerine dönerler. (A.Hulusi)



51 - Celâlim hakkı için bir rüzgâr göndersek de onu - o eseri - sararmış görseler mutlak onun arkasından küfrana başlarlar. (Elmalı)





Ve lein erselna riyhan feraevhü musferran lezallu min ba'dihi yekfürun ama eğer bir sam yeli göndersek ve bu yüzden ekinlerinin sararıp solduğunu görseler bunun ardından hemen inkarda ayak diremeye başlarlar. Musibetleri Allah’a yaklaşmak için değil uzaklaşmak için bahane gören ters mantık. Aynı mantığın nasıl hazzı mutluluk olarak tanımladığını 36. ayetin tefsirinde görmüştük.



Hedonist mantık, zevkçi mantık yani. Slogana ayarlıdır bunlar ve onların her şeyi şu slogan etrafında döner; kederden kaç, hazza koş. Yani uyuşarak koş, sarhoş olarak koş, çalıp çırparak koş, zulmederek koş, nasıl olursa olsun ama hazzı bir şekilde yakala. İşte bu tipler inkarda ayak diretirler.





52-) Feinneke lâ tüsmiul mevta ve lâ tüsmi'us summed du'ae izâ vellev müdbiriyn;



Muhakkak ki sen (bilgisizce kendini toprakta yok olup gidecek beden sanan) ölülere işittiremezsin; (Hakk'a) arkalarını dönüp gittiklerinde sağırlara da işittiremezsin! (A.Hulusi)



52 - Çünkü sen ölülere işittiremezsin, o daveti sağırlara da işittiremezsin, arkalarını dünmüş giderlerken. (Elmalı)





Feinneke lâ tüsmiul mevta şu da bir gerçek ki sen asla ölülere duyuramazsın ve lâ tüsmi'us summed du'ae izâ vellev müdbiriyn arkasını dönüp uzaklaşırken her tür davete sağır kesilenlere de duyuramazsın.



50. ayette ki ölüm ve hayatın fiziki değil manevi oluşunun delilidir bu. Ölü yani kalp kulağı kapalı olanlar ölümü ve hayatı nefes alıp vermekten öte insanın hakikatle ilişki kurup kuramamasıyla ilgili olduğunu bilmek zorundadırlar. İşte kalbinin kulağı kapalı olanlar vahyi işitmezler, ölüdürler diyor.





53-) Ve ma ente Bihadil 'umyi an dalaletihim* in tüsmi'u illâ men yu'minu Bi âyâtina fehüm müslimun;



Sen basîretsizleri, sapık inançlarından çıkarıp, hakikati gösteremezsin! Sen ancak müslimler (teslim olmuşlar) olmaları dolayısıyla, varlıklarındaki işaretlerimize iman eden kimselere işittirirsin! (A.Hulusi)



53 - Körlerin de şaşkınlıklarından yol göstericisi değilsin, ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirirsin de onlar İslâm’a gelir, selâmeti bulurlar. (Elmalı)





Ve ma ente Bihadil 'umyi an dalaletihim yine sen kalbi kör olanları sapıklıktan çevirip de doğru yola yöneltemezsin in tüsmi'u illâ men yu'minu Bi âyâtina fehüm müslimun sen ancak ayetlerimize iman eden kimselere duyurabilirsin ve onlar da hemen duyarlar ve teslim olurlar. Allah’a kafa tutan insana aczi hatırlatılıyor. Ey insan sınırlısın unutma.


Ek bilgi; Allah Teâlâ bu ayeti kerimelerde, kâfirleri ölülere, sağırlara ve körlere benzetmektedir. Zira onlar hakkın karşısında duygusuz olmalarıyla adeta birer ölü, onu işitmemekte adeta birer sağır, onu görmemekte ise adeta birer kördür­ler. Kâfirler hakka karşı ölü, sağır ve kör olduklarına göre bunların iman etme­melerinden dolayı ResulAllah’ın üzülmemesi gerekir. Bu sebeple Allah Teâlâ ResulAllah’ı teselli etmekte ve kendisini ancak Müslümanlar dinleyeceğini beyan etmektedir. Zira Müslümanlar, Allah’ın kitabını işitince onu düşünmeye ve anla­maya çalışırlar. Anladıktan sonra onun emrettiklerini yapar ve yasakladıkların­dan vazgeçerler. Bu itibarla Allah’ın kitabını, kendisinden faydalanacak şekilde dinleyenler sadece müminlerdir. (Taberi tefsiri)

"Sen hiç şüphesiz ölülere duyuramazsın. Arkalarını dönüp giden sağır­lara da duyuramazsın."
Ey peygamber! Tevhid ve diriltmeye kadir olma delillerini beyan ettik­ten, müşrikleri tehdit edip vaatte bulunduktan sonra, müşriklerin senin davetinden yüz çevirmelerinden dolayı üzülme ve telaşa kapılma. Çünkü sen ölülere bir şey anlatamazsın, ya da onların ibret alma ve düşünme amacıyla seni dinlemelerini temin edemezsin. Sen bu davetini işitmeyen ve aynı zamanda bununla birlikte sana arkalarını dönen, senin sözüne ve hi­dayetine yönelmeyen sağır kimselere de bu davetini duyuramazsın.
Onlar dış görünüş itibariyle işitmelerine rağmen kabirlerdeki ölülere benzerler. Hidayet yollarını kapattıkları ve Hak sözü duymamak için arka­larını döndükleri ve seni anlamak ve idrak etmeye istidatları da bulunma­dığı için işitme duyusunu kaybeden sağırlar gibidir. Onlar aynı zamanda körlere benzerler. Nitekim şöyle buyurulmaktadır:
"Sen kör olanları sapıklıklarından kurtarıp hidayete erdiremezsin." (Rum/52) Yani hakkı görmeyenleri hidayete erdirmek ve onları sapıklıklarından çe­virmek senin gücünün yeteceği şeyler değildir. Hidayete erdirmek Allah'a aittir. Zira O, kudretiyle dilerse ölülere dirilerin seslerini işittirir. Dilediği­ni hidayete erdirir, dilediğini saptırır. Bu O'ndan başka hiçbir kimsenin hakkı değildir. Bu sebeple Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Sen ancak Müslüman olarak ayetlerimize iman edenlere duyurabilir­sin." (Rum/53) Yani ey Resulüm! Sen istifade etmeye sebep olacak bir duyuruyu, sa­dece Kur'an'ı ve Kur'an'ın ihtiva ettiği Tevhid delillerini ve her şeye mukte­dir olan ilâhî kudretin delillerini tasdik eden mümin kişiden başkasına ya­pamazsın. Mümin Allah'ın ayetleri kendisine okunduğu zaman bunları dü­şünür ve anlar; bunlara yönelir, bu ayetlerde yer alan hususlarla amel eder, nehy edilen hususlardan da uzaklaşır. Bunlar müminlerdir. Yani em­rettiği ve nehy ettiği hususlarda Allah'a itaat eden, emrine icabet edip bo­yun eğen kimselerdir. Onlar Hakkı duyan ve Ona tâbi olan kimselerdir.
Bu ayetler aşağıdaki hususları açıklamaktadır:
1- İnkârcılıkta geçmişlerini taklit etme alışkanlığına kapılan, akılları dumura uğrayan, basiretleri körleşen inatçı ve gururlu müşriklerin hida­yete ermesine hiçbir imkân ve ihtimal yoktur.
2- Ancak Allah'ın öğütlerini; tevhid delillerine kulak veren, hidayet delilleri ortaya konduğu zaman hidayeti kabul etmeye müsait olan mümin­lere duyurmakta fayda vardır.
3- "Sen hiç şüphesiz ölülere duyuramazsın." ayetinden maksat düşün­me, anlama ve ibret alma manasındaki duymadır. Bu ayet Sünnet-i Nebeviye de ölülerin, dirilerin sözlerini duyabileceği şeklindeki sabit ve sahih hadislerle çelişki teşkil etmemektedir.
Abdullah b. Ömer’in rivayet ettiğine göre Peygamberimiz Bedir kuyusuna atılan ölülere savaştan üç gün sonra hitap etmiş, onları azarlamış ve tekdir etmişti. Hatta Hz. Ömer Peygamberimize:
- Ya ResulAllah! Kokmuş, cifeler haline gelen topluluğa ne diye hitap ediyorsun? Demiş. Efendimiz:
- Nefsimi kudretinin elinde tutan Allah'a yemin olsun ki, siz benim söylediklerimi onlardan daha iyi işitemezsiniz. Fakat onlar cevap veremez­ler, demişti.
Bu pek çok delille teyit edilen sahih bir haberdir. Bunlardan biri İbni Abdülberr'in, sahihtir diyerek İbni Abbas (r.a.)'den -merfû- olarak rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir:
"Bir kimse dünyada tanıdığı birinin kabrine uğra­yıp selâm verirse, Allah o kabir sahibine ruhunu iade eder, o da selâm alır."
Yine Peygamberimizden ümmetine kabir ehline selâm veriş şeklini tarif ederken dirilere hitap eder gibi: "es-Selâmü aleyküm yâ dara kavmin müminin" (Ey mümin topluluğunun yurdu! Allah'ın selâmı üzerinize olsun) demeleri sabit olmuştur.
Bu, duyan ve anlayan kimseye yapılan hitap şeklidir. Bu hitap olma­saydı tamamen yok olan ve cansız olana hitap makamında olurdu.
İbni Ebi'd-Dünya Hz. Âişe'den rivayet ettiğine göre Peygam­berimiz şöyle buyurmuştur:
"Kardeşinin kabrini ziyaret edip onun ya­nında oturan hiçbir kimse yoktur ki kabir sahibi ondan memnun olmasın ve kalkıncaya kadar ona cevap vermesin."
Ebu Hüreyre diyor ki: "Kişi tanıdığı birinin kabrine uğrar, ona selam verirse, o da onun selâmını alır."
Selef âlimleri bu hususta icma etmişler, ölülere selâm verilmesini meşru' olarak kabul etmişlerdir.
Kabir sahiplerinin bu durumu hissettiklerine ve selâm vereni bildikle­rine delâlet eden, Müslim'in Büreyde'den rivayet ettiği hadis-i şerife göre Peygamberimizin ümmetine, kabirleri gördükleri zaman şöyle deme­lerini öğretmiş olmasıdır:
"es-Selâmü aleyküm ehle'd-diyari mine'l-müminin ... Ey müminler diyarının halkı! Allah'ın selâmı üzerinize olsun. Biz de İnşaAllah size katılacağız. Allah bizden ve sizden önce gelenleri de, sonra gelecek olanları da rahmetine nail eylesin. Biz bizim ve sizin için Al­lah'tan afiyet niyaz ediyoruz."
Bütün bunlar mezarlıklarda, duyan, hitap edilen, anlayan ve her ne kadar selâm veren kimse işitmese de, selâma cevap veren bir varlığa selâm verildiği, hitap edildiği ve nida edildiğine delâlet etmektedir. (Tefsir-ül Münîr- Vehbe Zuhayli)





54-) Allâhulleziy halekaküm min da'fin sümme ce'ale min ba'di da'fin kuvveten sümme ce'ale min ba'di kuvvetin da'fen ve şeybeten, yahlüku ma yeşa'* ve "HU"vel 'Aliymül Kadiyr;



Allâh'tır ki, sizi zayıflıkla (hakikatinin farkında olmaksızın) yarattı! Sonra, zayıflığın ardından bir kuvvet (hakikatini - Rabbini bilmenin kuvveleriyle) oluşturdu! Sonra, kuvvetin ardından zayıflık (ismi Allâh olan indînde acziyetini - abd-i âciz) ve ak saçlı (bilge) hâline getirdi... Dilediğini yaratır... "HÛ"; Aliym'dir, Kaadir'dir. (A.Hulusi)



54 - Allah, o kadir ki sizi bir zaaftan yaratmakta, sonra zaafın arkasından bir kuvvet yapmakta, sonra da kuvvetin arkasından bir zaaf ve bir saç aklığı yapmakta, neyi dilerse halk ediyor, o öyle alîm, öyle kadîr. (Elmalı)





Allâhulleziy halekaküm min da'fin Allah’tır başlangıçta sizi güçten yoksun yaratan. sümme ce'ale min ba'di da'fin kuvveten bu yoksulluğun ardından sizi güçlü kuvvetli kılan sümme ce'ale min ba'di kuvvetin da'fen ve şeybeten bu gülcü kuvvetli dönemin ardından sizi tekrar zayıflığa ve ak saçlılığa mahkum eden. Ne güzel değil mi? yahlüku ma yeşa'* ve "HU"vel 'Aliymül Kadiyr O dilediğini yaratır, zira O her şeyi bilen mutlak kudret sahibidir. Evet, Allah’a kafa tutan insana aczi yetini hatırlatıyor demiştim ya işte devam ediyor.



[Ek bilgi; Yani, "Çocukluk, gençlik ve yaşlılık dönemlerinin tümü Allah tarafından yaratılmıştır. Dilediğini güçlü, dilediğini de zayıf yaratmak O'nun elindedir. Dilediğine olgunluğa erişmeden, dilediğine de gençliğinin başlangıcında ölümü tattırabilir. O dilediğine uzun bir ömür ve sağlık verir, dilediğini de dopdolu bir gençlik hayatından sonra zelil ve eziyetli bir yaşlılık hayatına eriştirir. İnsan eğer isterse hayatını kendini beğenmişlik ve kibir içinde geçirebilir. Fakat Allah'ın yakalaması karşısında o kadar acizdir ki O'nun kendisine takdir ettiğini hiçbir şekilde değiştiremez. (EBU'L AL'A MEVDUDİ)]





55-) Ve yevme tekumüs saatü yuksimül mücrimune, ma lebisû ğayre saatin, kezâlike kânu yü'fekûn;



O saatin (ölüm) geldiği süreçte suçlular, (beden yaşamında) bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler... Böylece çevriliyorlardı. (Rabbin indînde bir gün beden yaşamına göre bin yıldır; bağlantısı.) (A.Hulusi)



55 - O gün ki saat gelir Kıyamet kopar, mücrimler, bir saatten fazla durmadıklarına yemîn ederler evvel de böyle çevriliyorlardı. (Elmalı)





Ve yevme tekumüs saatü yuksimül mücrimune, ma lebisû ğayre saatin ve son saat gelip çattığı gün suça batmış, gömülmüş olanlar dünyada bir saatten fazla kalmadıklarına yemin edecekler. Sadece bir saat kaldık diyecekler yeminle. kezâlike kânu yü'fekûn böylece kendilerine dahi yalan söylemiş olacaklar. Kendi kendilerine yalan söyleyecekler diyor ayet. Özelde zaman genelde insanın hayat hakkında ki tüm algılarının nasıl görece ve yanıltıcı olduğunun ifadesi bu ayet.



Ey insan diyor ayet özetle, Ey insan. Haline bakmadan Allah’a kafa mı tutuyorsun daha benim dediğin hayat ve zaman konusunda bile çuvallıyorsun. Ahiret siz yapılacak her tanım insanın kendi kendini aldatmasıdır. Bununla mazeret ileri sürmüş oluyorlar güya. Bir saat kaldık baş bulamadık dünyada ki iman edelim vahyi duyalım, bir saatte ne olur ki, şuncacık zamanda. Onun için ya rabbi biraz daha uzat, ya da bir mühlet daha ver diye mazeret ileri sürüyorlar. Zaman kısaydı vakit yetmedi, bir gün gibi gelip geçti diyorlar.



[Ek bilgi; Yani, "Öldükten sonra mahşere (tekrar dirilişe) kadar. Ölümlerinden sonra binlerce yıl geçmiş bile olsa suçlular birkaç saat önce uyuduklarını ve ani bir felaketin onları uyandırdığını sanırlar." (EBU'L AL'A MEVDUDİ)]





56-) Ve kalelleziyne utül ılme vel iymane lekad lebistüm fiy Kitabillâhi ila yevmil ba's* fehazâ yevmül ba'si ve lakinneküm küntüm lâ ta'lemun;



Kendilerine ilim ve iman verilmiş olanlar ise dedi ki: "Andolsun ki, Allâh'ın Kitabında ("OKU"nası Kitap veya Kitab-ı Mubiyn olarak tanımlanan yaşam boyutunda) bâ's sürecine (yeni bir yapıyla yaşamınıza devam edeceğiniz sürece) kadar kaldınız... İşte bu bâ's (yeni bir yapı ile yaşamınıza devam edeceğiniz) süreçtir... Fakat siz (hakikati) anlamıyordunuz!" (A.Hulusi)



56 - Kendilerine ilm-ü iman verilenler de demektedir ki alimallah, Allahın kitabınca bas gününe kadar durdunuz. İşte bu, ba's günü velâkin siz bilmezler güruhu idiniz. (Elmalı)





Ve kalelleziyne utül ılme vel iymane lekad lebistüm fiy Kitabillâhi ila yevmil ba's kendilerine hayatta ilen ilim ve iman bahşedilenlerse doğrusu siz Allah’ın kitabı hususunda diriliş gününe kadar yerinizde sayıp direttiniz diyecekler.



Evet, bu tercümenin bir alternatifi daha var ya da Allah’ın kitabında yer alan tehdit uyarınca veya Allah’ın yasasında yer alan takdir  uyarınca diriliş gününe kadar beklediniz diyecekler. Devam edelim;



yevmül ba's işte artık diriliş günü gelip çattı ve lakinneküm küntüm lâ ta'lemun ve fakat siz bunu bilmezden gelmiştiniz diyecekler. Bu cevap mazeretin geçersiz ve sahte olduğunu ortaya koymak için yeterli. Yani mazeretiniz kabul değil, bir saat kalmıştık falan gibi deseniz de değil aslında öyle.





57-) Feyevmeizin lâ yenfeulleziyne zalemu ma'ziretühüm ve lâ hüm yüsta'tebun;



O süreçte (nefsine) zulmedenlere mazeretleri fayda vermez ve onlardan (olumlu bir fiille) şartlarını düzeltmeleri de istenilmez. (A.Hulusi)



57 - Artık o gün o zulmedenlere mazeretleri faide vermez ve dertlerinin çaresine bakılmaz. (Elmalı)





Feyevmeizin lâ yenfeulleziyne zalemu ma'ziretühüm ve lâ hüm yüsta'tebun ne ki o gün zulme gömülüp gitmişlere ne getirecekleri mazeret fayda verecek ne de başvuru talepleri kabul edilecek. Ya da af dileyip, özür dilemeleri, mazeret ileri sürmeleri kabul edilecek.



Evet, 55. ayette ki bir gün gibi geçmesinin zamanın değil, kendilerinin algılama kusuru olduğunu ifade ediyor bu ayet.





58-) Ve lekad darebna linNasi fiy hazel Kur'âni min külli mesel* ve lein ci'tehüm Bi âyetin leyekulennelleziyne keferu in entüm illâ mubtılun;



Andolsun ki şu Kurân'da insanlar için her çeşit misalden vurguladık! Yemin olsun ki, onlara bir delil getirsen, o hakikat bilgisini inkâr edenler elbette şöyle diyeceklerdir: "Siz palavracısınız!" (A.Hulusi)



58 - Celâlim hakkı için bu Kur'an da her türlü meselden temsil getirdik, yemîn ederim ki sen onlara başka bir âyet de getirsen o küfredenler yine diyecekler ki: siz her halde mubtılsiniz.(İptal eden) (Elmalı)





Ve lekad darebna linNasi fiy hazel Kur'âni min külli mesel doğrusu biz bu Kur’an da insanlara hakikati her türlü dolaylı anlatım tarzını kullanarak açıkladık. Yani bahaneleri yok, her türlü tarzı kullanarak açıkladık. ve lein ci'tehüm Bi âyetin leyekulennelleziyne keferu in entüm illâ mubtılun ama onlara bu türden mesel içeren bir ayetle gelsen inkarda direnenler yine siz sadece bir batılın peşinden sürüklenenlerdensiniz derler. Yani bütün bir ömrü bir gün olarak algılayıp kendini aldatan bir tasavvurun vahit hakkında batıl demesi sürpriz değil. Bu şifa bulmaz bir anlama hastalığının sonucu.





59-) Kezâlike yatba'ullahu alâ kulubilleziyne lâ ya'lemun;



Böylece cahillerin şuurlarını Allâh kilitler! (A.Hulusi)



59 - İlmin kadrini bilmeyenlerin kalplerini Allah, öyle tab'eder. (Elmalı)





Kezâlike yatba'ullahu alâ kulubilleziyne lâ ya'lemun Allah hakikatin bilgisine sırt çevirenlerin kalplerini işte böyle mühürler. Algılama yeteneği tamamıyla felç olduğu için tedavisinden ümit kesilen her organ gibi Ahirette küfrüne belge olarak açılıncaya kadar mühür vurur diyor.





60-) Fasbir inne va'dAllâhi Hakkun ve lâ yestehıffennekelleziyne lâ yukınun;



O hâlde sabret! Muhakkak ki Allâh'ın vaadi Hak'tır! İkâna ulaşmamışlar (vaadimizin gerçekleşmesi sürecinde) seni hafife alamayacaklardır!(A.Hulusi)



60 - Şimdi sen sabret, çünkü Allahın vaadi muhakkak haktır ve sakın iykanı  (iyi ve yakinen bilmek) olmayanlar seni hafifliğe sevk etmesinler. (Elmalı)





Fasbir artık sabret inne va'dAllâhi Hakkun unutma ki Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir. ve lâ yestehıffennekelleziyne lâ yukınun sakın ha imanı oturmamışların senin ağırlığını ortadan kaldırmalarına asla izin verme. Yani seni istedikleri yöne sürüklemelerine asla izin verme. Ya da senin üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunmalarına asla izin verme.



İlk muhatap ve tüm mümin muhataplara tavsiye; Allah’ın vaadi gerçekleşinceye kadar hakikat üzerinde direnip tüm olumsuzluklara göğüs gerin en sonunda Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir.



Sadakallahül aziym. “Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”



Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.





128. videonun sonu.

12.videoyu toplu olarak burada bulabilirsiniz.