13 Ocak 2012 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. Yusuf (109-111)(78-E)

D sayfasından devam.


109-) Ve ma erselna min kablike illâ ricalen nuhiy ileyhim min ehlil kura* efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim* ve ledarul ahireti hayrun lilleziynettekav* efela ta'kılun;

Senden önce, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz ricalden başkasını irsâl etmedik... Arzda dolaşıp seyir etmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görsünler... Korunanlar için, sonsuz olan gelecek yaşam ortamı elbette daha hayırlıdır... Aklınızı kullanmayacak mısınız? (A.Hulusi)

109 - Senden evvel gönderdiğimiz Peygamberler de başka değil ancak şehirler ahalisinden kendilerine vahy eylediğimiz bir takım erler idi; Ya şimdi o yerde bir gezmediler mi? Baksalar â kendilerinden evvel geçenlerin akıbetleri nasıl olmuş? Ve elbette Âhiret evi korunanlar için daha hayırlıdır ya, hâlâ akletmiyecek misiniz? (Elmalı)


Ve ma erselna min kablike illâ ricalen nuhiy ileyhim min ehlil kura senden önce gönderdiğimiz peygamberler kentlerin ahalisinden seçip kendilerine vahy ettiğimiz adamlardan başkası değildi.

Yine yanlış anlaşılan ayetlerden biri. Bu ayetin, peygamberlerin cinsiyeti ile bir alakası yoktur. Yani peygamberler erkeklerden olur, ya da hanımlardan bayan peygamber olmaz tezini ileri sürüp de bu ayeti delil getirmek, hiç alakasız bir delil getirmektir. Bu ayetin sebebi bağlamından, hemen sonraki cümleden ve ayetlerden de anlaşılacağı gibi, bir melek gönderilmeli değil miydi diyen Mekke müşrik çevresine bir cevaptır. Yani ölümlü insanlardan gönderdik manasına alınır burada ki rical sözcüğü.

Onun için bu cinsiyetle alakalı değildir, bu çünkü Mekkelilerin bir itirazına cevaptır. Mekkelilerin bu itirazı sadece onların itirazı da değildir. Tüm toplumların Kur’an a baktığımızda peygamber gönderilmiş tüm toplumların ortak özelliği budur. Bize bir melek gönderilmeli değil miydi. Ölümlü bir insan ha, mani hazel resul, bu ne biçim elçi, bu ne biçim peygamber. Çarşılarda dolaşıyor, bizim gibi yiyip içiyor diye itiraz ediyorlardı. Onun için bu itirazın neye olduğunu bilirsek daha doğru anlamış oluruz.

efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim hem onlar yer yüzünde gezip dolaşmazlar mı. Öyle yapsalardı kendilerinden öncekilerin başına gelen feci akıbeti de görmüş olurlardı.

İşte bu cümleyi kastetmiştim ben yukarıdakini doğru anlamak için bu cümleyi okumak şart. Hud suresinde, Kur’an ın daha başka bir çok surelerinde, mesela enbiya suresinde, mesela A’raf suresinde ve daha başka surelerinde de helak olan kavimlerin kıssalarını okuduğumuzda onların tamamının insan peygamber istemediklerini, böyle bir itiraz ileri sürdüklerini, melek istediklerini görüyoruz. İşte onların akıbetini göstererek Mekke’ye de diyor ki Kur’an vahyi, sizinde akıbetiniz onlara dönmesin. Çünkü onların aynı mantığıyla itiraz ediyorsunuz.

ve ledarul ahireti hayrun lilleziynettekav* efela ta'kılun; ve Allah bilincine ulaşanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Bunu dahi düşünemiyor musunuz. efela ta'kılun bunu bile anlamıyor musunuz. Diye soruyor.


110-) Hatta izestey'eser Rusulü ve zannu ennehüm kad küzibu caehüm nasruna, fenücciye men neşa'u, ve lâ yuraddu be'süna anil kavmil mücrimiyn;

Tâ ki Resûller ümitlerini yitirdiler ve (azap uyarıları gerçekleşmeden önce) zannettiler ki kendileri yalanlandılar, (işte o zaman) nusretimiz onlara geldi... Dilediğimiz kimseler kurtarıldı... Suçlular toplumundan azabımız geri çevrilmez. (A.Hulusi)

110 - Nihayet Peygamberler Ümitlerini kesecek hale geldikleri ve onlar yalana çıkarıldılar zannettikleri vakit onlara nusretimiz geldi de dileklerimiz necata irdirildi, mücrimler güruhundan ise azâbımız geri döndürülmez. (Elmalı)


Hatta izestey'eser Rusulü ve zannu ennehüm kad küzibu caehüm nasruna önceki peygamberler biraz arada tırnak içinde boşlukları doldurmam gerekecek; Öylesine zorlandılar ki, en sonunda neredeyse toplumlarına ilişkin tüm umutlarını yitirip artık iyiden iyiye yalanlandıklarını düşünmeye başlayınca yardımımız kendilerine ulaşmıştı.

Hemen buracıkta bir ayeti hatırlıyoruz değil mi.

Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemmâ ye'tiküm meselülleziyne halev min kabliküm (Bakara/214) sizden öncekilerin başına gelenlerin, sizinde başınıza gelmeden öyle basitçe cennete gireceğinizi mi hesap ediyorsunuz. messethümül be'sâu veddarrâu ve zülzilû hattâ yekulerRasûlü velleziyne âmenû meahû metâ nasrullah onlar öyle sarsıldılar, öyle zorluklar ve sıkıntılara katlandılar ki, peygamber ve beraberindekiler; Allah’ın yardımın ne zaman diyorlardı. Artık tabir caizse boğazlarına kadar gelmişti. elâ inne nasrAllahi kariyb (Bakara/214)  işte Allah’ın yardımı böyle diyenler için yakındır.

Yani adeta bu ayeti ki İbn Abbas bu ayetin tefsirinde biraz önce okuduğum bu ayeti okurmuş. Zaten Taif dönüşünde Resulallah’ın o duasını hatırlayacak olursak, ondan sonra gün dönümü başlamış ve artık en alt zirveden yukarıya doğru çıkılmaya başlamıştı. Yani dert zirvesi bitmiş artık iktidarın yolu açılmıştı.

fenücciye men neşa'u sonunda dilediğimizi kurtuluşa ulaştırmışızdır. ve lâ yuraddu be'süna anil kavmil mücrimiyn; fakat azabımız, günaha gömülüp gitmiş bir toplumdan asla getri döndürülmez, kimse geri çeviremez. Eğer artık mücrim ise günaha batmışsa, azabımızı ondan kimse çeviremez.


111-) Lekad kâne fiy kasasıhim 'ıbretün li ülil elbab* ma kâne hadiysen yüftera ve lâkin tasdiykalleziy beyne yedeyhi ve tafsıyle külli şey'in ve hüden ve rahmeten li kavmin yu'minun;
Andolsun ki, onların yaşam hikâyelerinde derinliğine düşünen akıl sahipleri için bir ibret vardır! O (Kur'ân) (beşer tarafından) uydurulan bir söz değildir... Fakat öncekilerden önüne gelen orijin bilgiyi tasdik eden; her şeyi tafsilâtlı anlatan ve iman eden bir topluluk için de hüda (hakikat bilgisi) ve rahmet (nefsinin hakikatini bilip gereğince yaşamak) olandır. (A.Hulusi)

111 - Hakikat onların kıssalarında ülül'elbab için bir ibret vardır, bu uydurulur bir söz değil ve lâkin önündekinin tas: diki ve her şeyin tafsili ve iman edecek bir kavim için bir hidayet bir rahmettir. (Elmalı)


Lekad kâne fiy kasasıhim 'ıbretün li ülil elbab doğrusu onların kıssalarında derin kavrayış sahiplerinin alacağı bir hayli ibret vardır.

Kur’an kıssaları tarihin ibret vesikalarıdır değerli Kur’an dostları. Kur’an insanlığın değişmez değerleri ile birlikte, tarihin ve toplumun değişim yasalarını da bize öğretir. Biz tarihin ve toplumun değişim yasalarını işte Kur’an kıssalarından öğreniriz. Kur’an kıssaları zaman içerisinde yaşanmış hakikatler olarak kalmaz aynı zamanda zamanlar ve mekanlar üstü bir değere sahip olur, tüm vahyin muhataplarına kendi çağlarında önlerini aydınlatacak bir şifre, bir çözücü, bir kılavuz, bir yol haritası olarak gelir hayatlarına şimdi ve bura dalarına girer.

İşte budur Ayette ‘ıbreh diyor. İbret, Türkçeye de geçmiş ubur geçiş demektir zaten. Yani görünen bir şeyden görünmeyenlere geçerek onları tespit etmek. Aslında buradan tedebbür, taakkul, tefekkür, tezekkür hep bütün bu kavramları hatırlatıyor bize.

Tedebbür; bir şeyin satır aralarını, veya bir olayın arka planını iyice düşünüp ondan geleceğe yönelik tedbir üretmektir.

Tezekkür; Geçmişte kalmış, unutulmuş olanı yeniden hatırlamaktır.

Taakkul; bu ikisi arasında bağ kurmaktır.

Tefakkuh; Onu şimdi ve burada ya taşımak ve ondan bir takım hisseler çıkarmaktır.

Tefekkür; Bunların tamamıdır.

ma kâne hadiysen yüftera vahye gelince o asla uydurulmuş bir söz değildir.  ve lâkin tasdiykalleziy beyne yedeyhi ve tafsıyle külli şey'in ve hüden ve rahmeten li kavmin yu'minun; Aksine vahye gelince o asla uydurulmuş bir söz değildir dedik değil mi? Nedir peki; Aksine önceki vahiylerden kendisine ulaşan hakikatleri doğrulayan ve her şeyin dayanacağı yemeleri açık seçik, burada her şeyi diyor külli şey'in ama ben her şeyin dayanacağı temelleri şeklinde açıklıyorum çünkü Kur’an da gerçekten Mukatil bin Süleyman’ın el-Vücuh ve n-Nezâir’ inde de harika tespit ettiği gibi; her şeyden kasıt hiçbir zaman bizim bildiğimiz manada tüm birimler olmaz. Bu o konuyu ele aldığı konunun temellerinin eksik bırakılmadığına ilişkin bir beyandır bu, bir genellemedir.

Onun için temellere ilişkin her şeyi açık seçik ortaya koyacak ve yürekten inanacak bir toplum için rahmeten, bir rahmet. Ve nedir; Hüden; bir yol haritası, bir kılavuz olan hitaptır Kur’an hitabı. Hüden dir; yol haritasıdır. Yolunu şaşırmış olan insana yolunu gösterir. Ey insanoğlu, Allah seni yarattı ama başıboş bırakmadı. Sana bir yol haritası verdi. Şaşırdığın zaman onu takip ederek yolunu bulasın diye.

Bu yol haritası aynı zamanda iki dünya saadetini içinde barındıran bir rahmetin eseriydi. Çünkü Allah insanla merhameti ve rahmeti sayesinde konuştu. Çünkü vahiy; Allah’ın insana olan rahmetinin en büyük ifadesidir. Onun için Nüzul; Misafirin önüne çıkarılan mükellef sofraya denilir. Kur’an da nüzul etmiştir, inzal olunmuştur. Allah’ın insana indirdiği bir gök sofrasıdır. Yol haritasıdır, mutluluktur, huzurdur, berekettir.

Ben Kur’an ülkesinin bir sitesinin daha sonuna gelmişken, Yusuf suresini bitirirken, rabbimizin tenezzül buyurarak bize indirdiği bu ayetlerin hayatımızın yol kılavuzu olmasını yine O’ndan niyaz ediyor, vahyin muhatabı olan, vahiy tarafından muhatap alınan ve vahyi yüreğine sindiren insanlardan olmamızı rabbimizden tazarru ve niyaz ediyorum.


“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

78. videonun sonu.
78. Videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/01/06/islamoglu-tef-ders-yusuf-088-11178/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder