12 Ocak 2012 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Yusuf (102-108)(78-D)

C sayfasından devam.


102-) Zâlike min enbail ğaybi nuhıyhi ileyk* ve ma künte ledeyhim iz ecmeu emrehüm ve hüm yemkürun;

İşte bu algılanamayan âlemlerin haberlerindendir ki onu sana vahyediyoruz... Onlar (Yusuf'a tuzak kuran kardeşleri) mekr yaparak bu işleri oluşturduklarında onların yanında değildin. (A.Hulusi)

102 - Bu işte, gayb haberlerinden, sana onu vahiy ile bildiriyoruz, yoksa onlar işlerine karar verip mekr yaparlarken sen yanlarında değildin. (Elmalı)


Zâlike min enbail ğaybi nuhıyhi ileyk bu olay senin daha önceden bilmeyip te, bizim sana vahiy ettiğimiz haberlerden biridir.

Burada kıssa bitti. Kıssa son buldu ve artık hisseye, kıssanın ilk muhatabı olan Hz. Peygamber A.S. a yöneldi. Hitap ve ona doğrudan şimdi hitap ediyor ve diyor ki; Bu olay senin daha önceden bilmeyip de bizim sana vahyettiğimiz haberlerden biridir. Yani okuman, yazman yoktu, ki bu olayı bir yerden aynen alasın. Kaldı ki Tevrat’la karşılaştırdığımızda, mesela bir çok farklılık var. Yukarıdaki diyalog hiçbir İsrail kaynağında bulunmamaktadır. Onun için en basitinden, Tevrat’ta ki Yakup; üzerini başını paralayan, dövünen, göğsünü yumruklayan, yavrusunu kaybettiği için isyan eden, herkese işkence eden bir barbar görünümünde bir baba. Ama Kur’an ın sunduğu sabırlı, hikmetli, derinliği olan, muhabbetini, sevgisini iç zenginliğine dönüştürmüş ve gerçekten bilge bir baba.

Fark var. Bir peygamber tasviri var Kur’an da, öbür tarafta ise üzerini başını paralayan bir baba tasviri. Yani fark çokta sadece en küçük birkaç noktaya dikkat çekmek istedim. Bu iki kıssa, Tevrat’ın versiyonu ile Kur’an ın versiyonu arasındaki farkları ortaya koyan en güzel çalışma, Malik bin Nebi tarafından yapılmış ve Kur’an mucizesi olarak adlandırılmış kitap çalışmasıdır. Gerçekten de oraya baktığınızda Kur’an la Tevrat’ın anlatımının sadece ayrıntılarda değil, çok temelde, çok farklı iki bakış açısına ait olduğunu anlarsınız. Demek ki Tevrat yazarları bunu yazarken öyle bir bakış açısıyla kaleme aldılar diyoruz.

[ Atlanan cümle: ve ma künte ledeyhim iz ecmeu emrehüm ve hüm yemkürun;

Onlar (Yusuf'a tuzak kuran kardeşleri) mekr yaparak bu işleri oluşturduklarında onların yanında değildin. (A.Hulusi) ]



103-) Ve ma ekserunNasi velev haraste Bi mu'miniyn;

Sen (bu konuda onlara yardımcı olmak için) ne kadar hırslı olsan da, insanların çoğunluğu tahkiki imanı yaşayamaz. (A.Hulusi)

103 - Ve insanların ekserisi sen ne kadar hırslansan mümin değildirler. (Elmalı)


Ve ma ekserunNasi velev haraste Bi mu'miniyn; Hem sen gönülden arzuluyor olsan dahi insanların çoğu yinede inanmayacak.

Demek ki kıssanın beklentilerinden biri de bu. Resulallah kıssanın indiği günlerde böyle bir beklenti içinde. Mekke’nin son dönemleri. Onun için ona surenin amacı üzerine böyle bir hisse veriliyor. Resulallah’ın beklentisi çok yüksek. Fakat bu beklentinin doğru olmadığı, tarihin insanın yasalarına uygun olmadığı dile getiriliyor burada ve tabii yukarıda kıssanın tarihsel gerçekliğine ve vahyin ilahi kaynağına da bir üstteki ayette atıf var. Yani bu kıssadan daha önce senin haberin yoktu. Onlar tuzak kurmak için bir araya geldiklerinde onların yanında değildin derken 102. ayet, aslında vahyin kaynağına ilişkin, vahyin ilk muhatabı olan müşriklerin şüphelerine de bir cevap veriyordu. Kuşkularına bir cevap veriyordu. Bunu nasıl izah edeceksiniz, açıklayacaksınız diye. Buyurun diye meydan okuyordu. Bu aslında bir meydan okuyuştur.


104-) Ve ma tes'eluhüm aleyhi min ecr* in huve illâ zikrun lil alemiyn;

(Hâlbuki) onun (Hakikat konusundaki uyarın) karşılığında onlardan bir bedel istemiyorsun... O, ancak âlemler (ins ve cinn) için bir hatırlatmadır! (A.Hulusi)

104 - Buna karşı onlardan bir ecir de istemiyorsun, o ancak bütün âlemîne ilâhî bir tezkirdir. (Elmalı)


Ve ma tes'eluhüm aleyhi min ecr oysaki sen onlardan davetine bir karşılıkta beklemiyorsun. Resulallah’a hitap devam ediyor. Yani aslında öyle olağanüstü şeyler beklemelerine gerek yok, sen bu davet karşısında onlardan bir şey istiyor musun, istemiyor musun ona baksınlar. Yani çıkarın ne ona baksınlar.

Akıllarına hitap ediyor, duygularına değil. Doğrudan akıllarına hitap ediyor ve akıllarını kullanmalarını istiyor. İşte Kur’an kendine has bir rasyonellik üretir demekten kastım bu. Muhataplarını akla, akıllı olmaya davet ediyor.

in huve illâ zikrun lil alemiyn; Bu vahiy ise sadece tüm insanlığı muhatap alan bir uyarıdır. Vahiy iradeyi iptal etmez demektir bu. Uyarır, hatırlatır ve davet eder. Yani sizin Allah tarafından verilmiş iradenizi yok saymıyorum diyor vahiy. Sadece iradenize hitap ediyor ve doğru kullanmanızı istiyorum diyor. Allah verdiği özgür iradeyi geri almıyor, mahkum etmiyor. Sadece ona yol gösteriyor. Kılavuzluk ediyor, yanlış kullanmayınız yoksa bedelini ağır ödersiniz diye hatırlatıyor.


105-) Ve keeyyin min ayetin fiys Semavati vel Ardı yemürrune aleyha ve hüm anha mu'ridun;
Semâlarda ve arzda nice işaret var ki, onlar bunlardan yüz çevirerek üzerlerinden geçip giderler. (A.Hulusi)

105 - Bununla beraber Göklerde yerde ne kadar âyet var ki üzerine uğrarlar onlardan yüz çevirir geçerler. (Elmalı)

Ve keeyyin min ayetin fiys Semavati vel Ardı yemürrune aleyha ve hüm anha mu'ridun onlar hakikatin göklerde ve yerdeki nice belgeleri ile karşılaşıyorlar da, yine de onları görmezden geliyorlar. Yine de onlara sırt çeviriyorlar.

Nereden icap etti demiyoruz değil mi. O kadar iyi icap etti ki bu, o kadar yerinde geldi ki, bir üstteki 104. ayetle birlikte anlayalım lütfen bunu. Ne diyor; Şer’i vahye sırt dönenler, aslında kevni vahye, ayat-ı kainata da sırt dönmüşlerdir. Yani ayat-ı kainata sırt dönenlerden ne beklersin ki sen. Şu kainat kitabında ki ayetleri okumaktan bile aciz olan bu insanlar, eğer Allah’ın satırlara yazılı ayat-ı mesturunu okumuyorlar, ya da göz ardı ediyorlar, sırt dönüyorlarsa bunda çok fazla bir gariplik yok diyor Kur’an.

Çok ilginç değil mi? İşte Kur’an akıllı insan arıyor muhatap olarak. İşte bu. Karşısında sadece yazılı ayetleri değil, olay ayetlerini, kainat ayetlerini, ayat-ı hadisatı, ayat-ı kainatı ve ayat-ı insanı okuyan bir okuyucu arıyor. Komple okuyucu.


Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn; (Zariyat/20)

Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun; (Zariyat/21)

Onun yer yüzünde ayetleri var Allah’ın ve kendinizde de ayetleri var. Aslında siz bir kitapsınız demek istiyor Kur’an. Hala basiretinizi kullanmayacak mısınız. Hala kafanızı çalıştırıp kendinizi bir kitap gibi okumayacak mısınız. Yeni tanıdığınız bir insana yeni nazil olmuş bir ayet gibi bakmıyorsanız, Allah’ın size satırlarda nazil olmuş ayetlerini nasıl anlayacaksınız. Eğer kainata Allah’ın fiili ayeti olarak bakmıyorsanız, o zaman Allah’ın şer’i ayetleri de anlamakta zorlanacaksınız, ya da yanlış anlayacaksınız. Bu, bu demektir.


106-) Ve ma yu'minu ekseruhüm Billâhi illâ ve hüm müşrikûn;

ONLARIN ÇOĞUNLUĞU ANCAK MÜŞRİKLER OLARAK (varsandıkları, tanrıları veya BENLİKLERİNİ EŞ KOŞARAK) ALLÂH'A İMAN EDERLER! (A.Hulusi

106 - Onların ekserisi Allaha şirk koşmaksızın iman etmez. (Elmalı)


Ve ma yu'minu ekseruhüm Billâhi illâ ve hüm müşrikûn; nitekim onların çoğu, Allah’a; O’na ait sıfatları, nitelikleri başkalarına yakıştırmaksızın iman etmezler.

Açık ama çok fazla yanlış anlaşılan ayetlerden biridir. Yani onların çoğu şirk koşmadan iman etmezler gibi düz bir çeviri yanlış anlamayı daha da artırıyor. Oysa burada söylenen çok açık. İçlerinden Allah’a inanan müşrik çoğunluğu oluşturuyordu. Evet, hiçbir şeye inanmayan dehriler var idi. Yani mutlak materyalistler. Ama çok az idiler. Kodamanlardı onlar. 10 11 kişi sayılır. Fakat gerisi Allah’a iman ediyordu. Kur’an la sabit bu;

Ve lein seeltehüm men halekas Semavati vel Arda.. (Lukman/25) eğer sen kendilerine sorsan, desen ki gökleri veri kim yarattı; Hemen diyecekler ki leyekulünnAllâh. Elbette Allah yarattı yani Kur’an bize yani ki Lukman suresinde, zümer suresinde bu lafızlarla gelen ayetler var. O halde onlar Allah’a inanıyorlar. İnandıkları Kur’an la sabit. Ama Allah’a ait mutlak sıfatları, mutlak nitelikleri, bu özellikleri Allah’tan başkasına yakıştırıyorlar. Şirkin bir boyutu da bu. Belki Mekke müşriklerinin en belirgin özelliği bu.

Onun için burada; Onların imanı katkısız ve saf bir tevhidi iman değil, onların imanı içinde şirk olan iman. Yani şirk zaten katkılı demektir. Şirket oradan gelir. Hakk’la batılı ortak yapmak. İmanla küfürü ortak yapmak, hakikatle yalanı ortak etmek, şirketini kurmak. Böyle anlayabiliriz.


107-) Efeeminu en te'tiyehüm ğaşiyetün min azâbillâhi ev te'tiyehümüssaatü bağteten ve hüm lâ yeş'urun;

(Yoksa) onların, Allâh azabından hepsini sarıp sarmalayacak bir şeye veya onlar farkında değillerken o Saat'in (ölümün) ansızın kendilerine gelmesine karşı bir güvenceleri mi var? (A.Hulusi)

107 - Ya artık Allahın azâbından umumunu saracak bir beliyye gelivermesinden veya şuurları yokken kendilerine ansızın saatin gelivermesinden amanda mıdırlar? (Elmalı)


Efeeminu en te'tiyehüm ğaşiyetün min azâbillâh yani şimdi onlar Allah’ın cezasının kendilerini bularak çepeçevre kuşatmasından, ev te'tiyehümüssaatü bağteten ve hüm lâ yeş'urun; ya da onlar farkında dahi değilken son saatin ansızın gelip çatıvermesinden yana güvencede olduklarını mı düşünüyorlar. Garantileri mi var. Böyle bir garanti mi aldılar. Yani hatırlayacaksınız; Kuşatma, azap, ansızın gelen bela, acı son, saa’, gibi azap kavramları Hud suresinde kavimlerin acı akıbeti anlatılırken kullanılmıştı. Daha önce tefsir ettiğimiz sure. Onun için onların yaşadıkları bölgelerde başından bu feci akıbetler geçmiş toplumlar ibret olarak gösteriliyor ve aklınızı başınıza alın uyarısı yapılıyordu bu vahyin ilk muhatabı olan Mekke müşriklerine.


108-) Kul hazihi sebiyliy ed'u ilAllâhi alâ basıyretin ene ve menittebe'aniy* ve subhanAllâhi ve ma ene minel müşrikiyn;

De ki: "İşte bu benim yolumdur; basîret üzere (taklitle değil idrak ettirmeye çalışarak) Allâh'a davet ederim... Ben ve bana tâbi olanlar (basîretle yaşayanlardır). Subhan Allâh! Ben herhangi bir şeyi Allâh'a ortak koşanlardan değilim!" (A.Hulusi)

108 - De ki: işte benim meslekim bu, basiret üzere Allaha da' davet ederim ben ve banan tabi' olanlar, ve Allah’ı tesbih ile tenzih eylerim ve ben müşriklerden değilim. (Elmalı)


Kul hazihi sebiyliy de ki. Doğrudan Resulallah’a ama onun şahsında tüm muhataplarına, müminlere yöneliyor Kur’an vahyi ve emrediyor; De ki benim yolum budur. ed'u ilAllâhi alâ basıyretin ene ve menittebe'aniy ben de, bana uyan kimselerde Allah’a çağırdığımızın çok iyi bilincindeyiz.

Alâ basıyre Bilinç imanın kimyası, imanın sırrı, basiret, derin görüş, iç kavrayış, derin anlayış, işte bu. Bu olmaksızın davet olmaz. Bu olmaksızın iman kimyasına kavuşmaz. Sırrına erilmez. Her davetçinin basiret üzre davet etmesi, bir bilinç üzre davet etmesi ve neye davet ettiğinin, kimi davet ettiğinin, ne zaman ve nasıl davet edeceğinin bilincinde olması şarttır.

ve subhanAllâhi ve ma ene minel müşrikiyn; Ki Allah’ın şanı pek yücedir ve ben O’na ait vasıfları başkalarına yakıştıranlardan değilim.



Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
78. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/01/06/islamoglu-tef-ders-yusuf-088-11178/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder