23 Ocak 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Ra’d (19-22)(80-A)


"Euzü Billahi mineş şeytanir racim"

“BismillahirRahmanirRahıym”



Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde rablerinin çağrısına icabet edenlerin kavuşacakları güzel akıbet, yani cenneti müjdeleyen Ra’d suresinin 19. ayeti ile son bulmuştu. Bu dersimiz 19. ayetle devam ediyor.


19-) Efemen ya'lemu ennema ünzile ileyke min Rabbikel Hakku kemen huve a'ma* innema yetezekkeru ulül 'elbab;

Rabbinden sana inzâl olunan Hak'tır; gerçeğini gören kişi, buna kör olan kişi gibi midir? Yalnızca, derin düşünebilen akıl sahipleri bunu idrak edebilirler! (A.Hulusi)

19 - Şimdi Rabbinden sana indirilenin hakikaten Hakk olduğunu bilir kimse âmâ olan gibi olur mu? Fakat onu ancak akıl ve vicdanı temiz olanlar idrâk eder. (Elmalı)


Efemen ya'lemu ennema ünzile ileyke min Rabbikel Hakku kemen huve a'ma hiç rabbin katından sana indirilenin hakikat olduğunu bilen kimse, böyle biri: Hakikate karşı kör davranan kimseyle bir tutulabilir mi. Yüreğinin gözü görmeyenle, yüreğinin gözü gören bir olur mu? Yüreğinin gözü kör olan biri bir şeye gülerken, yüreğinin gözü gören biri aynı şeye ağlar. Yüreğinin gözü kör olan birinin sevindiğine, açık olan biri üzülebilir. Onun üzüldüğüne de diğeri sevinebilir. Dolayısıyla ikisinin yaşayışı bir olmaz, hayatı algılayışı bir olmaz, okuyuşu bir olmaz, tabii ki duruşu bir olmaz. Bir olmayan bakışın eylemleri de bir olmaz. Eylemleri aynı olmayan iki farklı hayatın akıbeti bir olur mu? Elbette iki farklı hayatın akıbeti de iki farklı hayat olmalı. Cennet ve cehennem. İşte böyle bir başlangıcın öylesine sonucudur, akıbetidir.

innema yetezekkeru ulül 'elbab; elbet ancak basiret sahipleri öğüt alırlar. Yani Allah’ın bu kıyaslamasından yüreğinin gözleri görenle yüreğinin gözleri görmeyen insanla ne kastettiğini tabii ki basiret sahibi biri kavrar, basiret sahibi olursa zaten yüreğinin gözü görüyor demektir. Görene basiret sahibi derler. Çünkü basiret; yürek gözü ile görmektir.


20-) Elleziyne yufune Bi ahdillâhi ve lâ yenkudunel miysâk;

Onlar (hakikate erenler), Allâh ahidlerine uyarlar (Allâh'ın varlıklarında açığa çıkardığı hakikat bilgisinin gereğini yaşarlar), mîsaklarını (yaratılış fıtriyetlerini) bozmazlar. (A.Hulusi)

20 - Onlar ki Allahın ahdine vefâ ederler ve misâkı bozmazlar. (Elmalı)


Elleziyne yufune Bi ahdillâhi ve lâ yenkudunel miysâk; onlar ki Allah’a verdikleri söze sadakat gösterirler ve tabii ki fıtrat sözleşmesine uyarlar, onu ihlal etmezler.

Vahye göre akıllılık nedir sorusunun cevabı burada. Yani innema yetezekkeru ulül 'elbab; dedi bir önceki 19. ayet. Yani elbet ancak düşünen akla sahip olanlar, yani akleden kalbe sahip olanlar bunu bilirler, fark ederler, düşünürler.

Peki akleden kalbe sahip olmanın özelliği nedir. İşte akıllılık nedir Allah’a göre, vahye göre o sorunun cevabı burada işleniyor ve diyor ki; Allah’a verdikleri söze sadakat gösterirler. ..evfu Bi ahdillâh. (Nahl/91) Birinci şartı bu. Bunun içinde ondan önce bir şart daha var; ve lâ yenkudunel miysâk misakı çiğnemezler.

Ben burada miysak’ı fıtrat sözleşmesi olarak aldım. Yani insanın yaratılıştan getirdiği temel değerler, ontolojik değerler. Dolayısıyla sapma ilk defa orada başlıyor. Önce yaratılıştan getirdiği değerlere yabancılaşıyor. İşte Miysak’a ihanet budur. Çünkü Miysak insanın yaratılışta sahip olduğu, Allah’ın daha yaratırken ona yüklediği temel değerler. Kendisi, temiz özü, temiz aslı, nüvesi, çekirdeği, belki ilk hafızası demek lazım. Allah’ın yüklediği ilk format demek lazım.

İşte onunla arası açılan bir insan. Ona ihanet eden, onu ihlal eden bir insan. Hemen ardından Allah’a da yabancılaşıyor. Allah ile yaptığı sözleşmeyi de bozuyor. Kendisine karşı yabancılaşanın Allah a karşı yabancılaşması doğal bir sonuç oluyor. Kendisi ile barışık olmayan birinin, Allah ile barışık olmama gibi bir sonuç elde ediliyor.

İşte burada bu iki şey dile getiriliyor. ..evfu Bi ahdillâh. (Nahl/91) Allah ile sözleşmesine sadık kalır. Çünkü ve lâ yenkudunel miysâk kendi fıtratıyla olan sözleşmesini bozmaz. Anlaşmayı ihlal etmez. İki şart.


21-) Velleziyne yasılune ma emerAllâhu Bihi en yusale ve yahşevne Rabbehüm ve yehafune sûel hısab;

Onlar, Allâh'ın BİRleştirilmesini emrettiği şeyi BİRleştirirler ("oluşmuş benlik"le "orijin benlik"in "bir"leşmesiyle oluşan yaşam boyutu); Rablerinden (Esmâ özelliklerinin muhteşem sonsuzluğundan) haşyet duyarlar; hesabın kötüsünden (hakkını vermemenin sonuçlarından) korkarlar. (A.Hulusi)

21 - Ve onlar ki Allahın riayet edilmesini emrettiği hukuka riâyet ederler, Rablerine saygı besler! ve hisâbın kötülüğünden korkarlar. (Elmalı)


Velleziyne yasılune ma emerAllâhu Bihi en yusal yine o kimseler. Kimler? Akıllılar. Ne yaparlar? 3. olarak Allah’ın kurulmasını emrettiği bağları kurarlar. Evet, akleden kalbe sahip olanlar, Allah’ın kurulmasını emrettiği bağları kurarlar. Bitiştirilmesini emrettiğini bitiştirirler. İrtibatlandırılmasını emrettiği şeyi irtibatlandırırlar. Bakara 27 nin ve bu surenin 25. ayetinin müspet cümlesi bu. Oralarda menfisi gelmiş bunun. Yani akılsızlar. Dolayısıyla kendisine ihanet edenler ve tabii ki Allah’a ihanet edenler ne yaparlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği bağları koparıp ayırırlar. Onun için bunlar birbirinin zıddı.

Burada akıllı insanların yapmaları gereken ilk şey nedir? Öncelikle fıtrat sözleşmelerine ihanet etmemek. Sonra Allah ile olan ilişkilerini bozmamak, sonra Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi ayırmamak. Aslında bunlar birbirinin devamı; ..üdhulû fiys silmi kâffe.. (Bakara/208) der Kur’an. Silme, yani İslam’a topyekun girin, parça parça değil.

Bunu şöyle de anlayabiliriz. Sadece inancınızı Müslüman etmeyin, aklınızı da Müslüman edin. Düşünce biçiminizi de Müslüman edin. Duygunuzu da Müslüman edin. Hatta oradan yola çıkın elinizi ayağınızı, gözünüzü kulağınızı, dilinizi dudağınızı da Müslüman edin. Yani komple Müslüman olun. Bu kamil Mümin olmanın ön şartıdır. Onun için aklı Müslüman etmek insanın ilk çabası olmalıdır. Akıl bağ demektir. Ukâl; Hayvan yuları manasına gelir, o kökten türetilir. Onun için akıl; bir şeyi bir şeye bağlayan bağdır. Peki neyi neye bağlar; Neyi neye bağlamaz ki..!

Burada kadiym tefsir geleneğimiz sadece sıla-i rahm, yani akrabalık bağlarından söz etmiş. Fakat bu muhteşem uyarıyı sadece akrabalık bağlarına hasretmemizi gerektirecek hiçbir gerekçe yok. Aksine çok büyük, çok geniş bir anlam alanı içeriyor. Dünyayı ahirete bağlar Müslüman aklı.

Aklını Müslüman etmiş bir kişi, dünyayı ahiretten ayrı düşünmez.

Aklını Müslüman etmiş bir kişi ruhu cesetten, cesedi ruhtan, bedeni ruhtan ayrı düşünmez. Onun için böyle bir kişi sadece bedeninin güzelliği ile değil ruhunun güzelliği ile de ilgilenir. Böyle bir kişi sadece bedenini beslemez, ruhunu da besler. Böyle bir kişi bedeni acıktığı zaman harekete geçmez, ruhunun da acıktığının farkında olur. Bunun için bu ikisi arasında bağ kuran bir akıl şart.

Daha neyi neye bağlar? Maddeyi manaya bağlar. Elde ettiği her bir maddi varlığın, aslında kendisine bir emanet, ilahi bir emanet olduğu sonucuna işte bu bağ dolayısıyla varır

Ve tabii ki imanı amele bağlar. Amelsiz iman, imansız amel düşünmez.

Dini topluma bağlar. Toplumsuz bir din, dinsiz bir toplum düşünmez.

İktidarı bilgiye bağlar, bilgisiz bir iktidarın zulüm, iktidarsız bir bilginin ise muktedir olmayan, güçsüz ve kendi yatağına çekilmiş boş bir bilgi olduğunu bilir. Dolayısıyla dini, dünyanın her alanına bağlar. Siyasete, ticarete, ekonomiye bağlar. Dinsiz bir para, parasız bir din düşünemez. Ahlaksız bir servet, servetsiz bir ahlak ta düşünmez. Onun için bunları hep birbirine bağlar.

İşte bu İslam aklının en temel özelliğidir, bağ, bağlamak. Burada da ifade edilen en geniş anlamıyla budur. Varlığı zincirleme birbirine bağlar. Varlığa olan şefkat ve merhameti sadece kendisine yakın olanla sınırlı kalmaz. Halka halka tüm bir varlığı kuşatır. Çünkü o bu şefkat ve merhametini, Allah’ın şefkat ve merhametinden almıştır. Onun için mahlukata bakışı şefkat ve merhametle kuşatılmıştır. Bu bağ sonucunda, dağa bakarken, toprağa bakarken, ekine bakarken, insana bakarken hep Allah’ı hatırlar. Çünkü bağ kurar. Gördüğü her şeyin arkasındaki ilk sebebi görür ve dolayısıyla her gördüğü bir ayettir, onu okur. İşte

İslam aklının bağ kurması bu demektir ve burada; Velleziyne yasılune ma emerAllâhu Bihi en yusal derken ayet, Allah’ın kurulmasını emrettiği bağlar bu kadar çeşitli ve kurulunca onu kuran aklı ise bu kadar muhteşem bir akıl haline gelir.

ve yahşevne Rabbehüm ve yehafune sûel hısab; zira onlar, rablerinin sevgisini yitirme kaygısıyla titrerler ve hesabı kötü vermekten pek korkarlar.

Sevgili Kuran dostları ve yahşevne Rabbehüm ibaresini; Rablerinin sevgisini kaybetme korkusuyla titrerler diye çevirdim. Çünkü Haşyet, sıradan bir korku değildir. İnsanın yılandan, ya da fareden korkmasına haşyet denilmez. Haşyet; sevgiyi yitirme korkusudur. Haşyet, beni sevmez diye korkmaktır, beni döver diye değil. Haşyetle havf arasındaki fark budur. Onun için Allah korkusu, aslında sevgiye dayalı bir korkudur. Neden; Rabbimin sevgisini yıpratırım, bana olan sevgisini zedelerim diye tir tir titremesi haşyettir.

Burada da iki madde sayıldı yukarıdakilere ek olarak, üç madde olmuştu yukarıda, burada ise; Rab sevgisini yitirme korkusuyla titrerler ve bir de ahiret ve akıbet endişesi, yani hesabı kötü vermekten korkarlar. Kimler; Akıllı olanlar. O akıllıların hala özellikleri sayılıyor. Buraya kadar beş özellik oldu. Devam ediyoruz;


22-) Velleziyne saberubtiğae vechi Rabbihim ve ekamus Salâte ve enfeku mimma razaknahüm sirran ve alaniyeten ve yedreune Bil hasenetisseyyiete ülaike lehüm ukbeddar;
Yine onlar Rablerinin vechini (cennet yaşamı olan rabbanî kuvvelerin açığa çıkışı yaşamını) arzulayarak sabrettiler (mevcut şartlarına); salâtı ikame ettiler ve kendilerinde açığa çıkardığımız yaşam gıdasından gizli ve açık olarak bağışta bulundular... Yaptıkları yanlışları (arkasından yapacakları) güzel fiillerle yok ederler... İşte onlarındır geleceğin vatanı! (A.Hulusi)

22 - Ve onlar ki Mevlâlarının rızasına ermek için sabretmekte, namazı dürüst kılmak da, kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli açık infak eylemektedirler, ve seyyieyi hasene ile defederler, işte bunlar, Dünya yurdunun ukbası onlara. (Elmalı)


Velleziyne saberubtiğae vechi Rabbihim işte onlar rablerinin rızasını elde etme yolunda direnirler, sabrederler, sabır direniştir. Allah’ın rızasını elde etmek için direnmek.

Allah’ın rızasını elde etmek için direnmek mi gerekir, her halde. Çünkü Allah’ın razı olduğu yolda durmak, o yolda yürüyüşü sürdürmek, o uzun maratonu sürdürebilmek için direnmek, dişini sıkmak gerekir. Çünkü önünüze ne engeller çıkartılacak, ne sınavlardan geçeceksiniz, ne heyelanlar göreceksiniz. Önünüze gelen engelde eğer oraya oturup kalırsanız, işte direnmemiş olacaksınız. Yok önünüze çıkan bir heyelanda servis yolu yapıp, orayı aşıp yolculuğunuzu sürdürür iseniz o zaman sabırlı olan sizsiniz.

Bu ayetten bu ibareden yola çıkarak sabrın yatmak demeye gelmediği herhalde anlaşılmıştır. Ben uyumaya sabrettim denilemez. Sabretmek için mutlaka orada bir iş yapıyor olmanız lazım, bedel ödemeniz lazım. Bedel ödemeyen kimsenin sabrettim deme hakkı bulunmamaktadır.

ve ekamus Salâh bir başka şart, ve salatı ikame ederler.

Namaz salatı ikame etmenin şer’i boyutu. Ama bir de bunun, salatı ikame etmenin özü var. Yani varlık boyutu, ontolojik boyutu var ki, o da Allah karşısında esas duruşu korumaktır. Namaz bu esas duruşun, sembolün dili ile ifadesidir. Asıl namazın aracısı olduğu şey, İnsanın Allah karşısında esas duruşudur. O nedenle namaz anlamına gelen salât kelimesi; İnsanın omurga kemiğine, insanı dik tutan, onu baştan başa dik tutan omurga kemiğine verilen sözcükten türetilmiştir. Sâl. Yani Allah karşısında esas duruşunu koruyan.

ve enfeku mimma razaknahüm sirran ve alaniyeten ve kendilerine verdiğimiz nimetlerden gizlice ya da açıktan sarf ederler. Yani fazla olandan değil, işe yaramaz olandan değil, atacaklarından değil, nimet olarak gördüklerinden, kendilerinin sevdiklerinden kendilerinin kullanabileceklerinden gizli ya da açık. Sadece gizli vereceğim kaygısıyla vermekten geri durmakta riyanın ters dönmüş biçimidir. Tabii ki sadece herkes görsün diye vermek ne ise, onun tersi olan kimse görmesin diye şeytanın kendisini aldattığı ve bu sayede vermekten de geri duran insan da yine bir başka tür, yani bu sefer önden değil arkadan gelen tarafından gelen tarafından aldatılmıştır.

ve yedreune Bil hasenetisseyyie ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldırırlar. Bunun bir manası, daha doğrusu bunun bireysel manası; yaptıkları kötülüğü tevbe ile silerler. Allah’tan af dilerler ve Allah’a yönelirler. Bir başkasında yaptığı kötülüğü özür dileyerek ve o kötülüğün sonuçlarını izale ederek silerler. Bir başkasının kendilerine yaptığı kötülüğü onlara, mukabil bir kötülük yapmak yerine iyilikle, belki buradaki iyilik, makul bir tavırla, mümkün olan iyi bir tavırla, o anda ona ne yapılması gerekiyorsa. Çünkü size yapılan kötülüğün misli ile mukabele etmeniz Kur’an tarafından müsaade edilen bir şeydir. Fakat afla bağışlamanız evla ve Ahsen görülmüş, tavsiye edilmiştir. İyilikle savarlar.

ülaike lehüm ukbeddar; ( 23 - Cennatü Adnin) İşte onlar bu diyarın mutlu sona ulaşacak sakinleridir kalıcı mutluluğun merkezi cennetlerdir. Onların ulaşacağı mutlu son.

Önceki ibare tam 9 maddelik bir akıllı insan profili çizdi. 4 madde de burada geldi. Daha önce 5 madde gelmişti, burada da 4 madde gelince tam 9 özellik sahibi olan bir akıllı insan profili. Kur’an a göre akıllı insanın özellikleri işte onlar.

Peki, bir insan böyle akıllı olunca ona ne var sorusunu mu soruyorsunuz. İşte hemen arkadan gelen ayetin son cümlesi ile müteakip ayetin ilk cümlesi bunun cevabını veriyor. İşte onlar diyor; ülaike lehüm ukbeddar; ( 23 - Cennatü Adnin) bu diyarın mutlu sona ulaşacak sakinleridir ki, o mutlu son nedir? Kalıcı mutluluğun merkezi olan cennetlerdir. Cennatü Adnin.

Adnin; mutluluk merkezi diye çevirdim. Ma’din, maden de aynı kökten gelir. Arapçası Ma’din dir. Madene neden maden demişler? Çünkü eşyanın yoğunluk, ağırlık ve çekim merkezime Ma’din denir Arapçada. Yani kökünün bulunduğu ve üretildiği yer. Kökünün, aslının, tohumunun bulunduğu, ya da üretildiği yere maden derler. Onun için adn cenneti, tüm güzelliklerin adeta üretildiği yer. Kendisinden fışkırdığı yer. Adeta güzellik tohumunun ekildiği tarla, cennet. Adeta güzelliğin madeni, işte o. Onun için mutluluk merkezi cennetler verilecek o insanlara. Akıllı adamların akıbeti; mutluluğun üretildiği merkez olan cennettir. Yukarıda ki 9 özelliğe sahip olan akıllılar.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
80. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/01/20/islamoglu-tef-ders-rad-19-4380/ bulabilirsiniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder