a sayfasından devam
17-) Em emintüm men fiysSemâi en yursile
'aleyküm hasiba* feseta'lemûne keyfe neziyr;
Ya da
semâdakinin, üzerinize bir kasırga - hortum irsâl etmesinden güvencede misiniz?
Uyarımın anlamını bileceksiniz! (A. Hulusi)
17 - Yoksa
emîn misiniz o Semâdakinden: üzerinize bir mermîler yağdırıcı
gönderivermesinden? O vakit bilirsiniz ki nasılmış inzarım? (Elmalı)
Em emintüm men fiysSemâi en yursile 'aleyküm
hasiba ya da gökte olanın sizin üzerinize bir bela kasırgası hasıba,
bir bela rüzgârı, rüzgâr hafif geldi, bela kasırgası salmayacağından emin
misiniz. feseta'lemûne
keyfe neziyr artık uyarım nasıl olurmuş o zaman anlayacaksınız. O
zaman bileceksiniz. Yani eğer şimdi bu dünyada iyilikle benim uyarımı, vahyimi
duymazdan gelirseniz, eğer vahyime kulak tıkarsanız, benim sizi iyilikle
uyarılarıma sırt dönerseniz. Benim başka tür uyarılarım da var. O zaman öyle
bir uyarırım ki sizi onu dinlememezlik edemezsiniz. Ama iş işten geçer. O uyarı
artık hiçbir işinize yaramaz, çünkü yararsız olmuştur dönüşünüz. İbret alsanız
da almasanız da bir olur. O gün gelmeden önce kulağınızı vahyin uyarısına açın.
18-) Ve lekad kezzebelleziyne min kablihim
fekeyfe kâne nekiyr;
Andolsun
ki onlardan öncekiler de yalanladı! Benim, beni inkâr sonucunu yaşatmam nasıl
oldu! (A. Hulusi)
18 - Filhakika
onlardan evvelkiler de tekzip ettiler, fakat nasıl oldu inkârım. (Elmalı)
Ve lekad kezzebelleziyne min kablihim
doğrusu onlardan önce de yalanlayanlar olmuştu. Yalanlayan, inkâr eden,
uyarıları dinlemeyen, kendilerine gönderilen peygamberleri taşlayan hatta,
vahye sırt dönenler de olmuştu. fekeyfe kâne nekiyr ama benim inkârım ne demekmiş
gördüler. Nasıl olurmuş benim inkârım. Burada kinaye var hem de tevbıyh, yani
azar yüklü bir kinaye, ağır bir kinaye. İlâhi bir hitap yüklü bir kinaye. Zımnen
şunu diyor felâket. İnkârcıların, yani insanın benliğini inkâr etmesi değil,
beni herkes inkâr etse neyim eksilir ki. Ben Allah’ım. Yani biz zımnen bu ayeti
böyle anlayacağız. Rabbimiz zımnen bunu söylüyor. Hepimiz Allah’ı inkâr etsek
Allah’ın nesi eksilir.
Felaket bizim O’nu inkâr etmemiz
değil, asıl felâket O’nun bizi inkâr etmesidir. fekeyfe kâne nekiyr bu. Benim
inkârım nasıl olurmuş görsünler bakayım. Yani inkâr mı istiyorlar, asıl ben
onları inkâr edersem onların felâketi o zaman kopar.
Nasıl inkâr eder bizi rabbimiz?
Daha önce ilgili ayetlerde gördük nesullahe feensahüm enfusehüm.
(Haşr/19) onlar Allah’ı unuttular, Allah’ta onları kendilerine unutturdu.
Bir başka
ayette; nesullahe
fenesiyehüm. (Tevbe/67) Onlar Allah’ı unuttular, Allah’ta onları
unuttu. Onların Allah’ı unutması felâket değil, asıl felâket Allah’ın onları
unutması. Allah unuttuğu zaman nereye gidecekler, kimin kapısına koşacaklar eynel mefer nereye kaçmalı, kaçacak yer
mi var. Allah’tan başka bir yer mi var. Allah’ın bulunmadığı bir yer mi var.
Allah’tan kaçacak bir mekan mı var. Nereye kaçmalı?
Fefirrû
ilAllâh..! (Zariyat/50) Allah’a kaçınız diyor ya Kur’an.
zaten başka da çaresi mi var.
19-) Evelem yerav ilettayri fevkahüm sâffatin
ve yakbıdne, ma yumsikühünne illerRahmân* inneHU Bikülli şey'in Basıyr;
Üstlerinde
saf saf kanatlarını açıp yükselen, kapayıp inen kuşları görmezler mi! Onlar
Rahmânî kuvvelerle bunu başarıyorlar! Muhakkak ki O, her şeyi (hakikati olarak)
Basıyr'dir. (A. Hulusi)
19 – Bakmazlar
mı ki üstlerinde uçan kuşlara, kanat süzerlerken ve yumarlarken? Rahmandır
ancak onları tutan, şüphesiz ki o her şey-i görür. (Elmalı)
Evelem yerav ilettayri fevkahüm sâffatin ve
yakbıdn onlar saflar halinde üzerlerinde kanat çırpan şu kuşları
düşünmüyorlar mı, görmediler mi. bakmazlar mı onlara. Hava dinamiğini
hatırlatan bir ayet. Biliyoruz ki havada uçan canlı cansız nesne, her varlık
Allah’ın hava yasası gereğince, aerodinamik yasası gereğince uçar. O yasayı
koyan Allah’tır. Onun için havada uçan her varlığın uçuşu Allah’a nispet
edilir. Çünkü yasayı koyan O’dur. Ekmeğe değil, ekmeğin sahibine teşekkür
etmelidir. Ekmeğin sahibini unutmadıysanız eğer. Bu da onu hatırlatıyor bize.
Yani kuşlar kendi maharetleriyle uçmuyorlar. Eğer Allah hava dinamiğinin
yasalarını havaya koymamış olsaydı bak bakalım bir tek sinek kımıldayabilir
miydi.
ma yumsikühünne illerRahmân* inneHU Bikülli
şey'in Basıyr onları rahmandan başka havada tutan kimse yok şüphesiz
O, Allah; her şeyi en ince ayrıntısıyla görendir.
Sorunun zımni cevabı açık
rahman’ın koyduğu yasalar sayesinde duruyor, uçuyor o kuşlar orada. Tabiat
yasaları ilahi rahmetin eseriymiş. Bu ayetten ve bu pasajdan biz bunu
çıkarıyoruz. Eğer şu tabiata, şu kâinata Allah yasalar koymuşsa, yer çekimi
yasası, çekim yasası, cazibe yasası, merkezkaç yasası, akışkanlar yasası, hava
yasası, ısı yasası, termodinamiğin yasaları ve diğer tüm yasalar. Allah’ın
koyduğu bu yasalar sayesinde eşya bize boyun eğiyor. Biz eşyayı
kullanabiliyoruz. Bu yasalar sayesinde biz eşya ile ilişkiye geçebiliyor,
hayatımızı kolaylaştırıyoruz.
Bu yasaları keşfettiğimiz sürece
bunu yapmaya devam edeceğiz. Fakat hem bu yasalar sayesinde biz eşyayı
kullanalım, Allah eşyayı bu yasalarla bize boyun eğdirsin, hem de bu yasaları
koyana isyan edelim, O’nu inkâr edelim, O’na sırt dönelim, O’na nankörlük
yapalım, nasıl bir şey bu? Aziz Kur’an dostları Rabbimiz ne yapsın buna, nasıl
muamele etsin, ne beklerdiniz? Hem insan için bu muhteşem misafirhaneyi bu
muhteşem hazırlığı ile hazırlasın da insan dönüp O’na nankörlük yapsın.
Ya
eyyühel'İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym. (İnfitar/6) ey insanoğlu
bu kadar cömert olan rabbine karşı seni böyle müstağni kılan, seni böyle küstah
ve gururlu kılan nedir? Kur’an soruyor.
[Ek bilgi; Burada verilen anlam
kuşları, Allah’ın kudretiyle tuttuğunu ifade etmektedir. Söz konusu kelimenin
emseke fiili olup kelimenin 1. anlamı “bir şeyin üzerine el koymak yakalamak,
tutmak, birini alıkoymaktır.” Kuşun hareketinin tamamen Allah’ın emrine başlı
olduğunu belirten bu ayetlerle çağdaş bilimsel veriler arasında pekala
münasebet kurulabilir.
Çağdaş bilgiler uçuşlarını
programlamak konusunda bazı kuş cinlerinin ne derece mükemmel bir noktaya
uçtuklarını göstermiştir. Zira hayvanların genetik kodunda kaydedilmiş, gerçek
bir “göç” programı vardır ve çok karmaşık ve çok uzak güzergâhlarda yol almayı
ancak böyle bir programla açıklamak mümkün olur. Çünkü daha önce hiçbir
tecrübesi olmayan, yardımcısı da bulunmayan yavru kuşların, hareket noktasında
tespit edilen tarihte dönmek üzere bu güzergâhı tamamlamaya kabiliyetli
oldukları açıkça ortaya çıkmıştır.
Prof. Hamburger; La Puissance
et la Fragilité (Flammarion-1972) adlı kitabında örnek olarak Pasifik
okyanusunda ki “mutton-bird” in ünlü durumunu ve onun 8 şeklinde 25.000 km.
uzunluğunda ki güzergâhını anlatır. (Kuş bu yolu hiçbir kılavuzun yardımı
olmaksızın hareket noktasına en fazla bir haftalık gecikme ile 6 ayda tamamlar)
Böyle bir seyahatin çok
karmaşık direktiflerinin zorunlu olarak kuşun sinir hücrelerine kayıtlı olması
gerektiği kabul edilmektedir. O direktifler kesinlikle programlanmıştır,
programlayan kimdir. (Maurıce Bucaılle- Kitab-ı Mukaddes Kuran ve bilim)]
20-) Emmen hazelleziy hüve cündün leküm
yansurukum min dûnirRahmân* inilkâfirune illâ fiy ğurur;
Ya da
Rahmân'a karşı size yardım edecek ordunuz mu var? Hakikat bilgisini inkâr
edenler yalnızca bir aldanış içindedirler! (A. Hulusi)
20 - Yoksa
kimdir o Rahmanın berisinden şu sizin ordularınız ki sizi kurtaracak? Kâfirler
başka değil, sade bir gurur içindedirler. (Elmalı)
Emmen hazelleziy hüve cündün leküm yansurukum
min dûnirRahmân ya da O rahmandan başka size yardım edip, sizin için
orduluk yapacak, sizin için hazır kıta asker olacak birileri mi var? Yani O’nun
bilmeyip sizin bildiğiniz, siz emir verince rahmana karşı sizi savunacak, Allah’a
karşı nankörlük yapan sizi Allah’ın elinden alacak birileri mi var, zımnen
tabii. Çok ağır bir ifade.
inilkâfirune illâ fiy ğurur bu
hakikati inkar edenler başka değil, sadece kesin bir aldanış içindedirler.
Demek ki Allah’a nankörlük yapmak, Allah tarafından böyle niteleniyor. Yani
Allah’a karşı bir ordu mu hazırladınız sizi savunacak. Allah’a karşı bu caka
satmanız, bu tafra satmanız, bu hava atmanız da ne oluyor. Rabbe boyun eğmeyen
Allah’ın emirlerine baş eğmeyen kulluk için Allah’a tam teslim olmayan herkesin
durumunu bu ayet resmediyor ve bunu bir inkâr, hakikati yalanlama ve nankörlük
olarak adlandırıyor.
Zımnen şöyle de anlayabiliriz.
Tabiat yasalarını Allah’ı yok sayarak anlamaya kalkmayınız. Bir üstteki ayetle
birlikte düşünüldüğünde. Yani tabiat yasalarını sanki tabiat koydu. Sanki bir
şey kendi kendine yasa koyarmış, sanki bir saat kendi çalışma sistemini kendisi
belirlermiş, sanki bir kalp çalışma sistemini kendisi belirlermiş, sanki bir
motor, bir araba kendi çalışma sistemini kendisi belirlermiş gibi komik bir şey
söylüyorsun ey insanoğlu. Bu mümkin mi? Onu yapan müdahil olmazsa eğer bir şey
kendi sistemini kendisi koyar mı? Onun için tabiat yasalarını Allah’ı yok
sayarak anlamaya kalkmak büyük bir cür’et ve inkâr. Failini inkâr edip fiile
yönelmektir. Bu derin bir aldanıştır.
21-) Emmen hazelleziy yerzükuküm in emseke
rizkaHU, bel leccû fiy 'utuvvin ve nüfûr;
Eğer
yaşam gıdanı kesse, kimdir şu sizi besleyecek? Hayır, azgınlık ve nefretle
kaçışı inatla sürdürmekteler! (A. Hulusi)
21 - Yoksa
kimdir şu sizlere rızık verecek? O rızkını keserse? Hayır bir ürküntü ve
azgınlık içinde inada dalmışlar. (Elmalı)
Emmen hazelleziy yerzükuküm in emseke rizkaH
yahut Allah rızkınızı keserse size rızık sağlayacak birileri mi varmış. bel leccû fiy
'utuvvin ve nüfûr ama hayır, onlar küstahça bir kibir içinde
debelenip duruyorlar.
22-) Efemen yemşiy mükibben 'alâ vechihi ehda
emmen yemşiy seviyyen 'alâ sıratın müstekıym;
Peki,
âmâ olarak yüzüstü sürünen mi doğru yolda gider yoksa sırat-ı müstakim üzerinde
dimdik önünü görerek yürüyen mi? (A. Hulusi)
22 - İmdi
yüz üstü kapanarak giden mi daha doğru? Yoksa dos doğru bir cadde üzerinde düpe
düz giden mi? Düşünmeli bir. (Elmalı)
Efemen yemşiy mükibben 'alâ vechihi ehda emmen
yemşiy seviyyen 'alâ sıratın müstekıym Ne yani, böyle çevirmek daha
uygun oldu başta ki hemzei istifhami, soru hemzesini. Ne yani şimdi yüz üstü
kapaklanmış kimse, yüzü koyun yere kapanmış kimse, yani ayağı takılıp yere
düşmüş kimse hedefe, dosdoğru yolda düzgün yürüyen kimseden daha mı iyi ulaşır?
Bunu mu iddia ediyorsunuz. Bir adam düşünün ki yüzü koyun yere kapaklanmış, bir
başkası ise hedefe elinde pusula, elinde harita, önünde kılavuz ve yol
çizgileri dosdoğru yoldan gidiyor. sapmıyor, şaşmıyor. Şimdi hedefe yüzü koyun
kapaklanmış birinin elinde harita, önünde kılavuz, rehber olandan daha iyi
varacağını söyleyen biri ciddi olabilir mi? Doğru olabilir mi, hatta dürüst
olabilir mi?
İşte vahiysiz doğru yolu
bulabileceğine, Allah’a sırtını dönerek hakka varabileceğini, aklı selimi ve
sahih nakli bir tarafa atarak, iç güdülerini takip ederek iyi mutlu ve müreffeh
olacağını, mutluluğu yakalayacağını düşünen de böylesine saç.ma bir düşünceye
sapmış demektir. Aslında aynı şeydir.
yemşiy mükibben 'alâ vechih Bir adam düşünüm ki ileriyi göremiyor, iki adım
ilerisini dahi göremiyor, bir adım ileriyi dahi göremiyor hatta. Biz parçayı
görüyoruz. Allah bütünü görüyor. Parçayı görene düşen, bütünü görene teslim
olmaktır. Ama önce bunu itiraf etmek gerekir. Ey insan sen hiçbir zaman tablonun
bütününü görmedin ki, tablonun bütününü gören Allah. Parça da kötü gözüken
bütünde güzel, hatta mükemmel durabilir. Neden teslim olmuyorsun. Bütünü
görmediğin halde bütünü gören Allah’a neden sırt dönüyorsun. Bütünü görüyormuş
gibi yapmak insanın aslında kendi kendine yaptığı en büyük kötülük değil mi.
Burada zımnen söylenen de bu. Ey insan sen parçayı görüyorsun, Allah bütünü.
Parçayı görene düşen bütünü görene teslim olmaktır. Ben böyle anlıyorum bu
ayeti kerimeyi.
23-) Kul "HU"velleziy enşeeküm ve ce'ale
lekümüssem'a vel'ebsare vel'ef'idete, kaliylen ma teşkûrun;
De ki:
"Sizi inşa eden ve sizin için algılama kuvvesi, idrak kuvvesi (basîret) ve FUADLAR (Esmâ mânâ özelliklerini beyine yansıtıcı kalp nöronları) oluşturan "HÛ"dur! Ne kadar az şükrediyorsunuz
(değerlendiriyorsunuz)!" (A. Hulusi)
23 - de
ki, odur ancak sizi inşa eyleyen ve size dinleyecek kulak, görecek gözler,
duyacak gönüller veren, fakat sizler pek az şükür ediyorsunuz. (Elmalı)
Kul "HU"velleziy enşeeküm ve ce'ale
lekümüssem'a vel'ebsare vel'ef'ideh de ki sizin için işitme
duyusunu, görme duyusunu var eden ve sizin için hissedecek kalpler akledecek
kalpler, yani büyük bir iç dünya var eden, bahşeden yine Allah’tır. İşitme,
görme ve inanma eğer imanı getirmeyecekse işitme ve görme işe yaramıyor
demektir. Onun için işitme, görme den sonra imanın makarrı olan ‘ef’ideh; iç
dünyaya, yani gönle atıf yapılmış, kalbe atıf yapılmış ‘ef’ideh; Fuad’ın çoğulu. Fuad kalbin mahsus
bir biçimi, hususi bir biçimi, yani yanık kalbe deniliyor lügat olarak. Aslında
kalbin bir kararda durmayan sürekli dönen, nereye döneceği belli olmayan akıl
bağıyla bağlı olmadığında, hikmet bağıyla bağlı olmadığında alı görüp ala, şalı
görüp şala heveslenen kalbi Hakk üzerinde sabitlemektir. İmanın görevi de
budur. Onun için Allah resulünün ya mukallbel kulûb, Ey kalpleri evirip çeviren
Allah’ım sebbit kalbi, ‘alâ diynik, sebbit kalbi ‘alâ muhabbetik diye dua
edişini hatırlayalım. Kalbimi dini üzere sabit kıl, kalbimi muhabbetin sevgin
üzere sabit kıl diye dua edişini hatırlayalım o zaman bu ayeti daha iyi
anlarız.
kaliylen ma teşkûrun ne kadar da az
şükrediyorsunuz. Aslında kaliylen ma
teşkûrun şöyle de çevrilebilir. Ne kadar da azınız şükrediyor. İki şekilde
de çevirebiliriz. Çünkü metin buna müsait
kaliylen ma teşkûrun buna müsait hatta belki ikinci çevirim daha hoş gibi
duruyor. Her ne kadar alışkın olunan çeviri diğeri ise de; Ne kadar da azınız
şükrediyorsunuz.
Niye? Niye 2. çevirim daha
isabetli? Çünkü ekserennasi lâ ya’kılun, ekserunnasi lâ yeşkürun, ekserünnasi lâ
yu’minun. İnsanların çoğu akletmez, insanların çoğu şükretmez, insanların çoğu
iman etmez. Kur’an insanların çoğu hakkında bu kalıpları kullanıyor. Demek ki
insanların çoğu şükretmez diyen ayetle birlikte ele alırsak ne kadar da azınız
şükrediyorsunuz diye çevirmemiz daha doğru bir çeviri olacaktır.
Devam ediyor c sayfasına geçiniz.
Mülk
suresi (13-30) bölümünü BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder