a sayfasından devam.
40-) Selhüm eyyuhüm Bizâlike za'ıym;
Sor
onlara: Onların hangisi böyle bir şeye kefildir? (A.Hulusi)
40 - Sor
bakalım onlara içlerinde ona kefîl hangisi? (Elmalı)
Selhüm eyyuhüm Bizâlike za'ıym sor
onlara, sor bakalım buna hangisi kefil olacak. Za’ıym aslında lider manasına,
önder manasına, komutan manasına gelir. Ama burada bu bağlamda kefil manasına
almamız doğru. Sor bakalım buna hangisi kefil olacak.
41-) Em lehüm şurekâ'u, felye'tu Bişürekâihim
in kânu sadikıyn;
Yoksa
onların bize eş koştukları ortakları mı var? Eğer sözlerine sadıklarsa
getirsinler ortaklarını! (A.Hulusi)
41 - Yoksa
onların şerikleri mi var? O halde şeriklerini getirsinler, sadık iseler,
(Elmalı)
Em lehüm şurekâ' yoksa Allah katında
onları destekleyen ortaklar mı var. Bu ortaklar öyle bir yerde gelmiş ki hem
kafirlerin ortakları, hem de Allah’ın ortakları (Haşa) Yani Allah’ın ortakları
var da onlar onunla iş mi tuttu, işbirliğine mi girişti. Veya onlarla ortaklık
yapan birileri var da Allah üzerinde söz sahibi mi (haşa). Ama 1. mana daha
önemli, çünkü vakıaya daha uygun. İlk muhatap olan inkarcı kafirler, müşrikler,
melekleri Allah’ın haremi olarak niteliyorlardı. Allah’ın haremi olarak
niteleyince Allah üzerinde söz sahibi olduklarını düşünüyorlar. Hatta yazı
biriyle, kışı biriyle geçirdiğini söylüyorlardı. Onun için Lât, Uzza, Menat
onlar için Allah’ın haremi anlamına geldiğini Kitab-ül Esnam’dan öğreniyoruz.
felye'tu Bişürekâihim in kânu sadikıyn
O zaman haydi ortaklarını getirsinler bakalım eğer doğru söylüyorlarsa. O iddia
ettikleri ortaklar gelsin de onları Allah’ın elinden kurtarsın. Zımnen bu
manaya geliyor. Yani Allah’tan rol çalmaya kalkan herkes. Sadece bu ayetin ilk
muhatabı olan müşrikler değil, Allah’a ait bir mükemmelliği başkasına
yakıştıran herkes, bugün veya dün, veya yarın, nerede yaşıyor, ne zaman yaşıyor
olursa olsun. Hatta kendine hangi ismi veriyor olursa olsun bu fark etmez.
Allah’tan rol çalmaya kalkıyor. Herhangi bir mükemmelliği Allah’tan başkasına
yakıştırıyorsa o bu kapsama girer.
42-) Yevme yükşefü 'an sakın ve yud'avne iles
sucûdi fela yestetıy'un;
Hakikatin
açığa çıkıp, Allâh'tan ayrı vücud verdikleri benliklerinin yokluğunu itirafa (secdeye) davet edildikleri
süreçte, bunun gereğini yerine getiremeyeceklerdir! (A.Hulusi)
42 - O
gün ki saktan bir keşif olunur ve secdeye davet edilirler o vakit güçleri
yetmez. (Elmalı)
Yevme yükşefü 'an sakın ve yud'avne iles sucûdi
fela yestetıy'un bacaktan açıldığı o gün ve secdeye davet
edildikleri o gün fela yestetıy'un asla secde etmeye güçleri yetmez. Yani
belleri eğilmez, secde edemezler.
Dikkat buyurursanız yükşefü 'an sakın
ı aynen çevirdim. Bacaktan açıldığı. Oysa bu Arap dilinde mecazi bir ifade.
Yani deyimsel bir ifade. İbadetsiz geçen bir ömre atıf aslında. Dizde derman
kalmadığı gün şeklinde anlayabiliriz bunu. Çünkü bacaktan açılması, dizde
derman kalmadığı manasına gelebilir.
Yine bunu mecazen güç ve kuvvetin
tükendiği gün. Artık derman kalmamış. Yine ahirete atıfla paçaların tutuştuğu
gün de diyebiliriz. yükşefü 'an sak, bacaktan açıldığı. Ne demek bu?
Aslında o bacağın sahibi telaş içinde. Öyle bir telaş içinde ki dizinde derman
kalmayacak kadar telaşlı.
Bu neyin ifadesi? Ahirette işte
bu durumda olan, yani Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıran birinin zor
durumunu gösteren deyimsel bir ifade. Ve diyor ki secdeye davet olunacaklar,
fakat secde etmeye güçleri yetmeyecek fela yestetıy'un bunu beceremeyecekler. Neden?
Çünkü dünya da secde etmediler. Dünya da secde etmeyince ahirette
beceremeyecekler, zaten bir sonraki ayet bunu ima ediyor.
43-) Haşi'aten ebsaruhüm terhekuhüm zilletun,
ve kad kânu yud'avne ilessucûdi ve hüm salimun;
Gözleri
dehşetten önlerine eğik, zillet hâlinde! Oysa onlar akılları başlarında dünyada
iken secdeye davet olunuyorlardı. (A.Hulusi)
43 - Gözleri
düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur, halbuki o secdeye onlar sağ
sâlim iken davet olunuyorlardı. (Elmalı)
Haşi'aten ebsaruhüm bakışları
gerçeğin dehşetinden yere düşmüştür, bakışları baygındır, bitmiş bir bakış. Haşi'aten
ebsaruhüm bakışları bitmiştir artık. Yani öyle yılgın, öyle
bezgindirler ki terhekuhüm
zille kendilerini bir zillet kuşatmıştır. Tam bir bitmişlik görüntüsü.
Ahirette artık dönüş yok. Kime gitse yüzüne kapılar kapanıyor. Annesinden,
babasından, eşinden, oğlundan, kızından, kardeşinden, akrabasından,
hempalarından, taraftarlarından, kabilesinden, kavminden hiç kimseden hiç
kimseye fayda yok. Kur’an ın dediği gibi; Yevme
yefirrulmer'u min ahıyh , Ve ümmihi ve ebiyh , Ve sahıbetihi ve beniyh (‘Abese/34-35-36)
ilâ ahir..! o gün herkes birbirinden kaçacak, en yakınlar bile. İşte öyle bir
günü tasvir ediyor bu ayetler.
ve kad kânu yud'avne ilessucûdi ve hüm salimun
işte o cümle geldi; Zira onlar becerebilecekleri bir haldeyken secde etmeye
çağrılmışlardı da reddetmişlerdi. Yani dünyada Allah’a boyun eğmediler,
ahirette boyunları eğilmeyecek, adeta oklava yutmuş gibi. Dünyada Allah’ın
huzurunda secdeye kapananlar, ahirette belli olacak. Yani bir tür antrenmanlı
olacaklar. Kabaca böyle anlayabiliriz.
44-) Fezerniy ve men yükezzibu Bi hazelhadiys*
senestedricuhüm min haysü lâ ya'lemun;
(Rasûlüm) artık beni ve bu
olayı yalanlayanı (başbaşa) bırak! Onları hiç bilmedikleri yönden aşama aşama helâka
götüreceğiz! (A.Hulusi)
44 - Gözleri
düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur, halbuki o secdeye onlar sağ
sâlim iken davet olunuyorlardı. (Elmalı)
Fezerniy ve men yükezzibu Bi hazelhadiys
benimle bu sözü, bu kelamı, yani bu Kur’an ı yalanlayan kimseyi baş başa bırak.
Veya hadiseyi yalanlayan kimseyi de diyebiliriz, öyle çevirebiliriz. Çünkü
Hadiys mecazen hadiseyi haber veren söz, ama hakikaten sözün haber verdiği olay
demektir, hadise demektir. Onun için hadise denilmiştir zaten. Olaydan yola
çıkarak, olayı aktaran söz.
senestedricuhüm min haysü lâ ya'lemun
onları biz hiç bilmedikleri, hiç tahmin etmedikleri, hiç düşünmedikleri yerden
azar azar eksilteceğiz, bitireceğiz. Böyle anlamak sanırım daha doğru. Rabbimiz
ağır tehditte bulunuyor. Onları hiç hesap etmedikleri, hiç bilmedikleri bir
noktadan bitireceğiz diyor azar azar.
45-) Ve ümliy lehüm* inne keydiy metiyn;
Mühlet
veririm onlara... Muhakkak ki benim tuzağım çok sağlamdır! (A.Hulusi)
45 - O
halde bana bırak bu sözü tekzip edenleri, biz onları istidrac ile çıkarır,
bilemeyecekleri cihetten yuvarlarız. (Elmalı)
Ve ümliy lehüm onlara imkan ve zaman
tanırım. Önce bunu yaparım. Yani onlara mühlet veririm, imkan veririm. .. emhilhüm ruveyda
(Târık/17) diyordu ya, bir parça daha mühlet ver. Onlara zaman tanırım, imkan
tanırım. Ama sonsuzca değil, ama sınırsızca değil. Aslında Allah’ın günahkâra
ve kâfire zaman tanımasının anlamı nedir? Günahının daha da artması ve artık
dışına çıkamaz bir biçimde çamura gömülmesidir başka bir şey değil.
Ve ümliy lehüm* inne keydiy metiyn fakat şüphe yok
ki benim düzenim pek şiddetlidir. Keydiy; ince ve hassas tasarlanmış cezam
manasına gelir. Pek şiddetlidir. O zaman nasıl anlayacağız değerli Kur’an
dostları. Allah bir insanın, bir kâfirin, bir müşrikin, yoldan sapmış ve azmış
birinin ömrüne ömür katıyor, servetine servet katıyor, her elini attığı eline
geliyor ve dünyada dişi dahi ağrımıyor. Elini sıcak sudan soğuk suya vurmuyorsa
bu onun lehine değil aleyhinedir. Allah onun azgınlığını artırıyor demektir.
Tabii ki azgınlığını artıran Allah değil, fakat o nimeti önünde gördükçe
azıyor. Onun için bu bir keyd oluyor. Allah’ın ince ve hassas planı.
O halde değerli dostlar; Ya rabbi
hayırlısını ver demek mü’minin şiarı olmalı. Yani ille de şunu ver değil, ama
hayırlısını ver. Bizim parçada güzel gördüğümüz bazen bütünde çirkin
görünebilir. Onun için parçayı görüyoruz biz bütünü değil. Bütünü gören
Allah’tır. Parçayı görene düşen bütünü gören Allah’a teslim olmaktır. Teslim
olan kurtulur.
46-) Em tes'eluhüm ecren fehüm min mağremin
müskalun;
Yoksa
onlardan bir karşılık istiyorsun da, onlar borçtan ağır bir yük altına mı
girmişler? (A.Hulusi)
46 - Yoksa
sen onlardan bir ücret istiyorsun damı cereme vermekten ezilmişler? (Elmalı)
Em tes'eluhüm ecren fehüm min mağremin müskalun
yoksa sen onlardan bir ücret istedin de, onlar altında ezilecekleri bir borçtan
mı kaçınıyorlar. Yani sen onlardan bir ücret istedin yaptıklarına karşılık,,
peygamberliğine karşılık şunu verin dedin, onlar da altında ezilecekleri bir
borçtan mı kaçınıyorlar. Sen onları minnet altına almıyorsun ki. Senin
söylediğin şu; ..lâ es'elüküm aleyhi ecren.. (Şurâ/23) ben
sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Zaten Allah öğretti bunu tüm
peygamberlere. Bunu diyerek geliyorlar. in ecriye illâ alAllâh. (Sebe’/47) benim
ücretim, benim yaptığımın karşılığı Allah’a aittir diyorlar. Dolayısıyla bu da
yok.
47-) Em 'ındehümülğaybu fehüm yektubûn;
Yoksa
gayb (algılanmayanlar) onların indînde de, onlar mı yazıyorlar? (A.Hulusi)
47 - Yoksa
gayb yanlarında da onlar mı yazıyorlar? (Elmalı)
Em 'ındehümülğaybu fehüm yektubûn
yoksa gayb onların katında da onlar mı yazıyorlar, yani gaybı onlar mı
yazıyorlar Allah değil de. Bu da değil. O halde ne? Buraya kadar inkarcı bir
aklın içine düştüğü tuzakları bir bir haber verdi, şimdi sure son pasaja girdi.
Devam ediyor c sayfasına geçiniz.
Kalem suresi (34-52) bölümünü
toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder