10 Şubat 2014 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. MÜLK SURESİ (13-16)(179-A)a






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

ve ufevvidu emriy ilAllâh* innAllâhe Basıyrun Bil 'ıbad. (Mü’min/44)

Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Allahümme amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün dersimize Mülk suresinin kaldığımız ayetinden, yani 13. ayetinden devam ediyoruz. Mülk suresi sizin de hatırlayacağınız gibi rabbimizin büyük hükümranlığından, insan, kâinat ve Allah ilişkisinden ezcümle, sözün özü bahsediyordu. Ve biz daha önce ahirette ki inkarcıların itirafını dinlemiştik bu sureden. Demişlerdi ki;

Ve kalu lev künna nesme'u ev na'kılu ma künna fiy ashabisse'ıyr (10) eğer vahyi işitseydik veya Allah’ın bahşettiği aklı kullansaydık şimdi şu kışkırtılmış ateşte, aslında ne kadar az ödemiş olursak olalım yine de pahalı almış olduğumuz se’ıyr den ateşte bulunmayacaktık dediklerini okumuştuk. Şimdi bir başka pasaj önümüzde 13. ayet şöyle diyor:


Bismillah

13-) Ve esirru kavleküm evicheru Bih* inneHU 'Aliymun BiZâtissudur;

Düşündüğünüzü ister içinizde tutun ister açığa vurun! Muhakkak ki O, sadırların (içinizin - bilincinizin - şuurunuzun) zâtı olarak Aliym'dir. (A. Hulusi)

13 - Sözümüzü ister sır tutun ister açığa vurun, çünkü o bütün sînelerin künhünü bilir. (Elmalı)


Ve esirru kavleküm evicheru Bih imdi ey insan, ey muhatap, ey lebbeyk ya rabbi diyen, inancınızı ister açıklayın ister gizleyin inneHU 'Aliymun BiZâtissudur iyi bilin ki, hiç aklınızdan çıkarmayın ki O yani Allah göğüslerin en mahrem sırlarını bilendir. O’ndan hiçbir şey saklayamazsınız. Sadece açıkladıklarınızı değil, sadece maskenizi değil maskenizin altındaki yüzünüzü de bilir. Sadece zihninizi değil, kalbinizin içinde sakladıklarını da bilir. Sadece onu değil bilinç altınızı da bilir. Yani ilahi kamera öyle bir kameradır ki 3 boyutlu değil 3.000 boyutlu çeker. Bir eylemi, mesela namaz kılıyorsunuz, namaz kılarken bedeniniz namazdayken o anda aklınız nerde. Onu da çekmiş, onun yanına koymuş. Yetmedi, bitmedi, O anda kalbinizden hangi duygular geçiyor. Öyle bir kamera ki onu da çekmiş, onu da yanına koymuş. Bitmedi, o anda bilinç altınızda neler var, yani sizi güdüleyen şeyler neler, onu da çekmiş, onu da yanına koymuş. Bitmedi, bütün bunların altında hangi temel tasavvurlar, hangi alışkanlıklar, hangi iç güdüler, hangi dürtüler var, onları da çekmiş, onları da koymuş. Ve daha bilmediğimiz, sayamayacağımız bir sürü şey. Yüreğinizin 40. odasının filmini de çekmiş yani. İşte bu ayet bunu dile getiriyor.

Aslında inancınızı derken ben takribi bir ifadeyle çevirdim, yoksa kavkeküm; lafzen sözünüzü. Burada söz inancı temsil ettiği için inancınızı diye çevirdim.

Bir önceki ayet ile bağlantısı var bu ayetin. Allah gaybi bir hakikattir demiştik ya, daha doğrusu bir önce ki 12. ayet demişti ya, hatırlayalım o ayeti;

İnnelleziyne yahşevne Rabbehüm Bilğaybi lehüm mağfiretun ve ecrun Kebiyr (12) evet, rablerinden haşyet duyan kimseler, rablerinden O’nun sevgisini kaybetme korkusuyla tir tir titreyen. Dikkat buyurun, korkan değil, sevgisini kaybetme korkusuyla titreyen kimseler. Hem de o rableri ki; O gaybi bir hakikattir.

Nasıl, ne demek gaybi bir hakikat?Mesela rabbimizin zatını gözümüzle görmeyiz. Peki gördüğümüz nedir? Gördüğümüz esmasının tecellisidir. Sanatı görür sanatkârı biliriz. Eseri görür müessiri biliriz, fiili görür faili biliriz. İnanırız ki ortada bir sanat eseri varsa onu yapan bir sanatkâr vardır. İnanırız ki ortada bir ses varsa o sesi çıkaran bir ağız vardır. İnanırız ki ortada bir akan su varsa o suyun bir kaynağı vardır. İnanırız ki ortada bir eylem varsa o eylemi yapan biri vardır. Onun içinde rabbimizi istidlâl yoluyla biliriz.

Eğer aklımızı yememişsek anlarız ve biliriz ki şu kâinatta ki bu muhteşem nizam ve intizam kendiliğinden olmaz. Bu kâinata bu nizamı veren bir sanîi alem var. Bu kâinatı böylesine muhteşem bir düzene koyan bir el var. Bu eli inkar edersek kendimizi inkar etmiş oluruz, aklımızı inkar etmiş oluruz. Yer yüzüne dikey iki tane taş, bir de yer yüzüne paralel üzerine bir taş bulmuş olalım. Bu taşların tarihi de 15.000 yıllık olsun. Dünyaya ilan etmez miyiz. İnsanlığın ilk yapısını buldum diye. Yahu bulduğumuz aslında yer yüzüne dikey iki taş, bir de paralel üstüne bir taş. Yani 3 taşı böyle bir birine denk bir biçimde koyup bize gösterdiklerinde yer yüzünün ilk insan eliyle yapılmış yapısını buldum diye ilan eden bir mantığın, şu akıl sır ermez kâinatta ki muhteşem düzen ve nizamı kendi kendine oluşmuş, tesadüfen oluşmuş olarak nitelemesi sizce de bir çelişki teşkil etmiyor mu. Komik olmuyor mu. Evet daha ötesini konuşmaya bile gerek yok.

Allah gaybi bir hakikattir. Fakat siz O’nun Zatını bilemezsiniz. Yani Allah’ı zat olarak bilemezsiniz, kavrayamazsınız. Biz insanların aklı buna yetmez. 12. ayette söylenen bu. Hatta 10. ayette ki cehennemliklerin itirafının geleceği tan yansıtmadığını ama sadece onların vahye ve akla ihanetlerini değil, bunların altında ki gerçek sebebi de belirtir aslında.

Nedir o? O gerçek sebep tasavvurdur. Yani Bi zatis sudur kalplerin özü. Ben tasavvur diye de çevrilmesi gerektiğini düşünüyorum bunun. Tasavvurat, orada ki yanlış dile, ele göze, kulağa her tarafa ele ayağa yansıyor. Yani tasavvurda ki metre ve kilonuz bozuksa, düşünürken yanlış kilo ile tartıyor, yanlış metreyle ölçüyorsanız bu eyleminize yanlış yansıyacaktır. Değerlendirmeniz yanlışsa eyleminiz de yanlış olacaktır. Başlangıçta ki mm. lik bir sapma açısı, eylemde Km. lere bali olacaktır. Onun içinde düzelteceksek tasavvur da düzeltmemiz lazım. Yani elimizde ki o kiloyu düzeltmemiz lazım. 800 gr. Lık bir kilo ile 1.000 gr diye alıp 1.000 gr. Diye satarak dürüstlük yapamayız. 80. cm. lik, 90 cm lik bir metreyle 1 m. Diye alıp 1 m. Diye satarsak hem kanarız, hem kandırırız.

O zaman kilolarımız ve metrelerimizi kime ölçtüreceğiz? Aşınıp aşınmadığını nerden kontrol edeceğiz? Kimin tezgâhına, kimin iktisat Md. Lüğüne götüreceğiz? Elbette vahyin. Vahiy akıl kilomuzun aşınıp aşınmadığını ölçtüreceğimiz en muhteşem iktisat Md. Lüğüdür. Bunu unutmayacağız.


14-) Elâ ya'lemu men haleka, ve "HU"vel Latıyful Habiyr;

Yarattığını bilmez mi! O, Latiyf'tir, Habiyr'dir. (A. Hulusi)

14 – Bilmez mi o yaradan ki o öyle latîf öyle habîr. (Elmalı)


Elâ ya'lemu men halek hiç yarattığını bilmez mi. veya yaratan bilmez mi. men halâk, ya’lemu fiilinin hem faili, hem mef’ulü olur. Onun içinde iki manayı birden de verebiliriz. Ya o yarattığını bilmez mi manasını da verebiliriz, yaratan bilmez mi manasını da. Yaratan bilmezse kim bilir. Yaratana kendimizi öğretmeye çalışıyoruz bazen (haşa) sanki bize ne kadar dert yükleyeceğini bilmiyormuş gibi. Sanki bizim istiap haddimizi, sanki bizim ne kadarı götürebileceğimizi bilmiyormuş gibi iniliyoruz, sızlanıyoruz, yakınıyoruz. Oysa ki bizi O yarattı, yarattığını bildiği içinde ne kadarını götüreceğimizi çok iyi bilir. Bize ne kadar yükleyeceğini de çok iyi bilir. Bir güvenebilseydik, zaten imanın ahlaki anlamı güvendi. Güvendiğimiz an iman da etmiş olacağız. ama güvenden yoksun bir iman ahlakı olmayan bir imandır ve maalesef modern insanın imanı, iman ahlakından yoksun bir iman. Genelde problem budur değerli Kur’an dostları.

Elâ ya'lemu men halâk yaratan bilmez mi, yarattığını bilmez mi ve "HU"vel Latıyful Habiyr zira o ilmiyle her şeye nüfuz edendir. Lâtıyf ve El Habiyr. El Lâtıyf ve el Habiyr i bir arada tercüme ettiğim için birbirini tamamlayan esmadan iki isim. Kesifin zıddıdır lâtıyf. Veya 2. bir anlamı var. Lütuftan geldiğini kabul edersek mübalağa ile ismi faildir. Yani bol lütuf sahibi, lûtfu sınırsız olan manasına gelir. Ama letafetten geldiğini söylersek sıfat-ı müşebbehe olur bu durumda da o zaman şu manaya gelir. Lûtfuna, daha doğrusu O’nun bizim üzerimizde ki tasarrufuna akıl sır ermez. Yani her şeyi ilmiyle, ince bir nüfuz ile nüfuz eden, geçen manasına gelir ki, lâtayıf derler mesela, insanın manevi hassalarına. Yine lâtife derler ince espriye. Biz de deriz, biz de kullanırız. Yine çaktırmadan hissettirmeden muhataba sırrını öğrenmeye de iltifat denilir Arap dilinde. Aslında iltifatın kök manası budur. Yani karşıdakine hissettirmeden onun sırrını, veya onun iç dünyasını öğrenmek, onu açmak, onu söyletmek. Görüyorsunuz aslında hissettirmeden en ince yerine kadar girmek, sırrına kadar ulaşmak manasına geldiğini de öğrenmiş olduk.


15-) "HU"velleziy ce'ale lekümül'Arda zelûlen femşû fiy menâkibiha ve kûlu min rizkıh* ve ileyHİnnuşur;

O, arzı (bedeni) size (bilincinize) tâbi oluşturdu! Onun omuzlarında yürüyün ve O'nun yaşam gıdasından nasiplenin! Yeniden varoluşunuz O'na dönük olacaktır! (A. Hulusi)

15 - O Hâliktır ki o, size Arzı zelûl (munkad) kıldı, haydin, o Arzın omuzlarında yürüyün de o yaradan lâtîfi habîrin rızkından yiyin, onadır fakat nihayet nüşûr. (Elmalı)


"HU"velleziy ce'ale lekümül'Arda zelûlen yer yüzünü sizin için emre amade kılan, boyun eğdiren, emrinize veren O Allah’tır. Zelûl; Zûl kökünden gelir, zelil ise onursuz, alçak manasına zelil ise Zill kökünden gelir. İkisi farklı. Mesela at zelûldür, katır zelildir. At Zelûldür ana zelil değildir, onursuz değildir at. Onurlu bir hayvandır, fakat zelûldür. Neden boyun eğmiştir insana. İnsanın terbiyesine girmiştir. Yani insana gemini vermiş, ipini vermiştir. Fakat katır zelildir. Neden çünkü hiç güven olmaz. Ne zaman ne yapacağı bilinmez teper. Okun için de katır gibi tepme denilir. Yani ne zaman vuracağını kimse bilemez, terbiyeye pek gelmez. O nedenle zelûl ile zelil arasında fark var.

 "HU"velleziy ce'ale lekümül'Arda zelûlen yer yüzünü sizin için emre amade kılan O’dur. Emre amade kıldı, zelil kılmadı yani. femşû fiy menâkibiha ve kûlu min rizkıh artık onun her tarafını katedin ve onun rızkından nasiplenin ve ileyHİnnuşur ama O’na döndürüleceksiniz. Yani O’na döndürülerek O’nun huzurunda toplanacağınızı asla unutmayın, aklınızdan çıkarmayın.


16-) Eemintüm men fiysSemâi en yahsife Bikümül'Arda feizâ hiye temur;

Semâdakinin sizi arzınıza geçirmesinden güvencede misiniz? Birden o harekete geçip çalkalanmaya başlar! (A. Hulusi)

16 – Emîn misiniz o Semâdakinden; sizinle Arzı göçürüvermesinden? O vakit bakarsınız ki o Arz çalkalanıyordur. (Elmalı)


Eemintüm men fiysSemâi en yahsife Bikümül'Ard gökte olanın sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden eminmisiniz.

Burada gökte olan demiş. Aslında nasıl anlamalı men fissema gökte olan. İki şekilde anlaşılabilir.

1 – Allah’ın makamı makami yüceliktir, mekani yücelik değil yani gökte olan ile rabbimiz kast edilmişse bununla mekan kastedilmez. Çünkü gök diye bir şeyin üstüne, yücesine ulvi olanına denilir. Hakiki manada gök bir şeyin yukarı kısmıdır. Mecazi manada gök yüce olan ulvi olan aşkın olandır. Burada da mecazi olarak zikredilmiştir, burada ki gökten kasıt makamidir mekani değildir yani mekansal bir cihet değil, makami, Allah’ı makamının yüceliğini ifade eder.

2. İkinci ihtimali melek te olabilir. Yani gökte olandan kasıt melekte olabilir ki Ankebut/34. ayetiyle karşılaştırarak anlamak lazım.

feizâ hiye temur o zaman bir de bakmışsınız ki arz çalkalanmaya başlamış, sarsılmaya başlamış. Yani eğer gökte olan bizi yerin dibine geçirmeye karar vermişse o zaman yeri kim tutar. Yeri bir salladı mı kim mani olur buna. Şu büyük depremlere hangi güçle karşı koyarsınız. Hangi makine mani olur. Hangi iple baplarsınız yer yüzünü, hangi halat tutar, kim teskin eder bu toprakları İnsanlık bunu çok yaşadı, hala da yaşıyor. Onu soruyor.

Devam ediyor b sayfasına geçiniz.
Mülk Suresi (13-30) bölümünü BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder