El Hamdu Lillahi
Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi
ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Tâhâ
25-26-27-28)
ve ufevvidu emriy ilAllâh* innAllâhe
Basıyrun Bil 'ıbad. (Mü’min/44)
Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir,
Rabbi temmim bil hayr. Allahümme amin..!
Değerli Kur’an dostları bugün
dersimize Mülk suresinin kaldığımız ayetinden, yani 13. ayetinden devam
ediyoruz. Mülk suresi sizin de hatırlayacağınız gibi rabbimizin büyük
hükümranlığından, insan, kâinat ve Allah ilişkisinden ezcümle, sözün özü
bahsediyordu. Ve biz daha önce ahirette ki inkarcıların itirafını dinlemiştik
bu sureden. Demişlerdi ki;
Ve kalu lev künna nesme'u ev na'kılu ma künna
fiy ashabisse'ıyr (10) eğer vahyi işitseydik veya Allah’ın
bahşettiği aklı kullansaydık şimdi şu kışkırtılmış ateşte, aslında ne kadar az
ödemiş olursak olalım yine de pahalı almış olduğumuz se’ıyr den ateşte
bulunmayacaktık dediklerini okumuştuk. Şimdi bir başka pasaj önümüzde 13. ayet
şöyle diyor:
Bismillah
13-) Ve esirru kavleküm evicheru Bih* inneHU
'Aliymun BiZâtissudur;
Düşündüğünüzü
ister içinizde tutun ister açığa vurun! Muhakkak ki O, sadırların (içinizin - bilincinizin - şuurunuzun) zâtı olarak Aliym'dir. (A. Hulusi)
13 - Sözümüzü
ister sır tutun ister açığa vurun, çünkü o bütün sînelerin künhünü bilir.
(Elmalı)
Ve esirru kavleküm evicheru Bih imdi
ey insan, ey muhatap, ey lebbeyk ya rabbi diyen, inancınızı ister açıklayın
ister gizleyin inneHU
'Aliymun BiZâtissudur iyi bilin ki, hiç aklınızdan çıkarmayın ki O
yani Allah göğüslerin en mahrem sırlarını bilendir. O’ndan hiçbir şey
saklayamazsınız. Sadece açıkladıklarınızı değil, sadece maskenizi değil
maskenizin altındaki yüzünüzü de bilir. Sadece zihninizi değil, kalbinizin
içinde sakladıklarını da bilir. Sadece onu değil bilinç altınızı da bilir. Yani
ilahi kamera öyle bir kameradır ki 3 boyutlu değil 3.000 boyutlu çeker. Bir
eylemi, mesela namaz kılıyorsunuz, namaz kılarken bedeniniz namazdayken o anda
aklınız nerde. Onu da çekmiş, onun yanına koymuş. Yetmedi, bitmedi, O anda
kalbinizden hangi duygular geçiyor. Öyle bir kamera ki onu da çekmiş, onu da
yanına koymuş. Bitmedi, o anda bilinç altınızda neler var, yani sizi güdüleyen
şeyler neler, onu da çekmiş, onu da yanına koymuş. Bitmedi, bütün bunların
altında hangi temel tasavvurlar, hangi alışkanlıklar, hangi iç güdüler, hangi
dürtüler var, onları da çekmiş, onları da koymuş. Ve daha bilmediğimiz,
sayamayacağımız bir sürü şey. Yüreğinizin 40. odasının filmini de çekmiş yani.
İşte bu ayet bunu dile getiriyor.
Aslında inancınızı derken ben
takribi bir ifadeyle çevirdim, yoksa kavkeküm; lafzen sözünüzü. Burada söz
inancı temsil ettiği için inancınızı diye çevirdim.
Bir önceki ayet ile bağlantısı
var bu ayetin. Allah gaybi bir hakikattir demiştik ya, daha doğrusu bir önce ki
12. ayet demişti ya, hatırlayalım o ayeti;
İnnelleziyne yahşevne Rabbehüm Bilğaybi lehüm
mağfiretun ve ecrun Kebiyr (12) evet, rablerinden haşyet duyan
kimseler, rablerinden O’nun sevgisini kaybetme korkusuyla tir tir titreyen.
Dikkat buyurun, korkan değil, sevgisini kaybetme korkusuyla titreyen kimseler.
Hem de o rableri ki; O gaybi bir hakikattir.
Nasıl, ne demek gaybi bir
hakikat?Mesela rabbimizin zatını gözümüzle görmeyiz. Peki gördüğümüz nedir?
Gördüğümüz esmasının tecellisidir. Sanatı görür sanatkârı biliriz. Eseri görür
müessiri biliriz, fiili görür faili biliriz. İnanırız ki ortada bir sanat eseri
varsa onu yapan bir sanatkâr vardır. İnanırız ki ortada bir ses varsa o sesi
çıkaran bir ağız vardır. İnanırız ki ortada bir akan su varsa o suyun bir
kaynağı vardır. İnanırız ki ortada bir eylem varsa o eylemi yapan biri vardır.
Onun içinde rabbimizi istidlâl yoluyla biliriz.
Eğer aklımızı yememişsek anlarız
ve biliriz ki şu kâinatta ki bu muhteşem nizam ve intizam kendiliğinden olmaz.
Bu kâinata bu nizamı veren bir sanîi alem var. Bu kâinatı böylesine muhteşem
bir düzene koyan bir el var. Bu eli inkar edersek kendimizi inkar etmiş oluruz,
aklımızı inkar etmiş oluruz. Yer yüzüne dikey iki tane taş, bir de yer yüzüne
paralel üzerine bir taş bulmuş olalım. Bu taşların tarihi de 15.000 yıllık
olsun. Dünyaya ilan etmez miyiz. İnsanlığın ilk yapısını buldum diye. Yahu
bulduğumuz aslında yer yüzüne dikey iki taş, bir de paralel üstüne bir taş.
Yani 3 taşı böyle bir birine denk bir biçimde koyup bize gösterdiklerinde yer
yüzünün ilk insan eliyle yapılmış yapısını buldum diye ilan eden bir mantığın,
şu akıl sır ermez kâinatta ki muhteşem düzen ve nizamı kendi kendine oluşmuş,
tesadüfen oluşmuş olarak nitelemesi sizce de bir çelişki teşkil etmiyor mu.
Komik olmuyor mu. Evet daha ötesini konuşmaya bile gerek yok.
Allah gaybi bir hakikattir. Fakat
siz O’nun Zatını bilemezsiniz. Yani Allah’ı zat olarak bilemezsiniz,
kavrayamazsınız. Biz insanların aklı buna yetmez. 12. ayette söylenen bu. Hatta
10. ayette ki cehennemliklerin itirafının geleceği tan yansıtmadığını ama
sadece onların vahye ve akla ihanetlerini değil, bunların altında ki gerçek
sebebi de belirtir aslında.
Nedir o? O gerçek sebep
tasavvurdur. Yani Bi zatis sudur
kalplerin özü. Ben tasavvur diye de çevrilmesi gerektiğini düşünüyorum bunun.
Tasavvurat, orada ki yanlış dile, ele göze, kulağa her tarafa ele ayağa
yansıyor. Yani tasavvurda ki metre ve kilonuz bozuksa, düşünürken yanlış kilo
ile tartıyor, yanlış metreyle ölçüyorsanız bu eyleminize yanlış yansıyacaktır.
Değerlendirmeniz yanlışsa eyleminiz de yanlış olacaktır. Başlangıçta ki mm. lik
bir sapma açısı, eylemde Km. lere bali olacaktır. Onun içinde düzelteceksek
tasavvur da düzeltmemiz lazım. Yani elimizde ki o kiloyu düzeltmemiz lazım. 800
gr. Lık bir kilo ile 1.000 gr diye alıp 1.000 gr. Diye satarak dürüstlük
yapamayız. 80. cm. lik, 90 cm lik bir metreyle 1 m. Diye alıp 1 m. Diye
satarsak hem kanarız, hem kandırırız.
O zaman kilolarımız ve metrelerimizi
kime ölçtüreceğiz? Aşınıp aşınmadığını nerden kontrol edeceğiz? Kimin
tezgâhına, kimin iktisat Md. Lüğüne götüreceğiz? Elbette vahyin. Vahiy akıl
kilomuzun aşınıp aşınmadığını ölçtüreceğimiz en muhteşem iktisat Md. Lüğüdür.
Bunu unutmayacağız.
14-) Elâ ya'lemu men haleka, ve
"HU"vel Latıyful Habiyr;
Yarattığını
bilmez mi! O, Latiyf'tir, Habiyr'dir. (A. Hulusi)
14 – Bilmez
mi o yaradan ki o öyle latîf öyle habîr. (Elmalı)
Elâ ya'lemu men halek hiç
yarattığını bilmez mi. veya yaratan bilmez mi. men halâk, ya’lemu fiilinin hem
faili, hem mef’ulü olur. Onun içinde iki manayı birden de verebiliriz. Ya o
yarattığını bilmez mi manasını da verebiliriz, yaratan bilmez mi manasını da.
Yaratan bilmezse kim bilir. Yaratana kendimizi öğretmeye çalışıyoruz bazen
(haşa) sanki bize ne kadar dert yükleyeceğini bilmiyormuş gibi. Sanki bizim
istiap haddimizi, sanki bizim ne kadarı götürebileceğimizi bilmiyormuş gibi
iniliyoruz, sızlanıyoruz, yakınıyoruz. Oysa ki bizi O yarattı, yarattığını
bildiği içinde ne kadarını götüreceğimizi çok iyi bilir. Bize ne kadar
yükleyeceğini de çok iyi bilir. Bir güvenebilseydik, zaten imanın ahlaki anlamı
güvendi. Güvendiğimiz an iman da etmiş olacağız. ama güvenden yoksun bir iman
ahlakı olmayan bir imandır ve maalesef modern insanın imanı, iman ahlakından
yoksun bir iman. Genelde problem budur değerli Kur’an dostları.
Elâ ya'lemu men halâk yaratan bilmez
mi, yarattığını bilmez mi ve "HU"vel Latıyful Habiyr zira o
ilmiyle her şeye nüfuz edendir. Lâtıyf ve El Habiyr. El Lâtıyf ve el Habiyr i
bir arada tercüme ettiğim için birbirini tamamlayan esmadan iki isim. Kesifin
zıddıdır lâtıyf. Veya 2. bir anlamı var. Lütuftan geldiğini kabul edersek
mübalağa ile ismi faildir. Yani bol lütuf sahibi, lûtfu sınırsız olan manasına
gelir. Ama letafetten geldiğini söylersek sıfat-ı müşebbehe olur bu durumda da
o zaman şu manaya gelir. Lûtfuna, daha doğrusu O’nun bizim üzerimizde ki
tasarrufuna akıl sır ermez. Yani her şeyi ilmiyle, ince bir nüfuz ile nüfuz
eden, geçen manasına gelir ki, lâtayıf derler mesela, insanın manevi
hassalarına. Yine lâtife derler ince espriye. Biz de deriz, biz de kullanırız.
Yine çaktırmadan hissettirmeden muhataba sırrını öğrenmeye de iltifat denilir
Arap dilinde. Aslında iltifatın kök manası budur. Yani karşıdakine hissettirmeden
onun sırrını, veya onun iç dünyasını öğrenmek, onu açmak, onu söyletmek.
Görüyorsunuz aslında hissettirmeden en ince yerine kadar girmek, sırrına kadar
ulaşmak manasına geldiğini de öğrenmiş olduk.
15-) "HU"velleziy ce'ale lekümül'Arda
zelûlen femşû fiy menâkibiha ve kûlu min rizkıh* ve ileyHİnnuşur;
O, arzı
(bedeni) size
(bilincinize)
tâbi oluşturdu! Onun omuzlarında yürüyün ve O'nun yaşam gıdasından nasiplenin!
Yeniden varoluşunuz O'na dönük olacaktır! (A. Hulusi)
15 - O
Hâliktır ki o, size Arzı zelûl (munkad) kıldı, haydin, o Arzın omuzlarında
yürüyün de o yaradan lâtîfi habîrin rızkından yiyin, onadır fakat nihayet
nüşûr. (Elmalı)
"HU"velleziy ce'ale lekümül'Arda
zelûlen yer yüzünü sizin için emre amade kılan, boyun eğdiren,
emrinize veren O Allah’tır. Zelûl; Zûl kökünden gelir, zelil ise onursuz, alçak
manasına zelil ise Zill kökünden gelir. İkisi farklı. Mesela at zelûldür, katır
zelildir. At Zelûldür ana zelil değildir, onursuz değildir at. Onurlu bir
hayvandır, fakat zelûldür. Neden boyun eğmiştir insana. İnsanın terbiyesine
girmiştir. Yani insana gemini vermiş, ipini vermiştir. Fakat katır zelildir.
Neden çünkü hiç güven olmaz. Ne zaman ne yapacağı bilinmez teper. Okun için de
katır gibi tepme denilir. Yani ne zaman vuracağını kimse bilemez, terbiyeye pek
gelmez. O nedenle zelûl ile zelil arasında fark var.
"HU"velleziy
ce'ale lekümül'Arda zelûlen yer yüzünü sizin için emre amade kılan
O’dur. Emre amade kıldı, zelil kılmadı yani. femşû fiy menâkibiha ve kûlu min rizkıh
artık onun her tarafını katedin ve onun rızkından nasiplenin ve ileyHİnnuşur
ama O’na döndürüleceksiniz. Yani O’na döndürülerek O’nun huzurunda
toplanacağınızı asla unutmayın, aklınızdan çıkarmayın.
16-) Eemintüm men fiysSemâi en yahsife
Bikümül'Arda feizâ hiye temur;
Semâdakinin
sizi arzınıza geçirmesinden güvencede misiniz? Birden o harekete geçip
çalkalanmaya başlar! (A. Hulusi)
16 – Emîn
misiniz o Semâdakinden; sizinle Arzı göçürüvermesinden? O vakit bakarsınız ki o
Arz çalkalanıyordur. (Elmalı)
Eemintüm men fiysSemâi en yahsife Bikümül'Ard
gökte olanın sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden eminmisiniz.
Burada gökte olan demiş. Aslında
nasıl anlamalı men fissema gökte olan. İki şekilde anlaşılabilir.
1 – Allah’ın makamı makami
yüceliktir, mekani yücelik değil yani gökte olan ile rabbimiz kast edilmişse
bununla mekan kastedilmez. Çünkü gök diye bir şeyin üstüne, yücesine ulvi
olanına denilir. Hakiki manada gök bir şeyin yukarı kısmıdır. Mecazi manada gök
yüce olan ulvi olan aşkın olandır. Burada da mecazi olarak zikredilmiştir,
burada ki gökten kasıt makamidir mekani değildir yani mekansal bir cihet değil,
makami, Allah’ı makamının yüceliğini ifade eder.
2. İkinci ihtimali melek te
olabilir. Yani gökte olandan kasıt melekte olabilir ki Ankebut/34. ayetiyle karşılaştırarak
anlamak lazım.
feizâ hiye temur o zaman bir de
bakmışsınız ki arz çalkalanmaya başlamış, sarsılmaya başlamış. Yani eğer gökte
olan bizi yerin dibine geçirmeye karar vermişse o zaman yeri kim tutar. Yeri
bir salladı mı kim mani olur buna. Şu büyük depremlere hangi güçle karşı
koyarsınız. Hangi makine mani olur. Hangi iple baplarsınız yer yüzünü, hangi
halat tutar, kim teskin eder bu toprakları İnsanlık bunu çok yaşadı, hala da
yaşıyor. Onu soruyor.
Devam ediyor b sayfasına geçiniz.
Mülk Suresi (13-30) bölümünü BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder