16 Temmuz 2011 Cumartesi

İslamoğlu Tef. Ders. En’am (83-88)(47-A)




Sevgili Kur’an dostları bugün dersimize En’am suresinin 83. ayeti ile devam edeceğiz. Fakat bugünkü ayetleri tefsire başlamadan önce geçtiğimiz dersi bir hatırlatmak isterim.

Hz. İbrahim bir Tevhid sınavına sokulmuştu. Bu ilahi senaryoyu oynarken önce yıldızlara, rabbim bu demiş, ama onların batışını gördükten ve gösterdikten sonra aya yönelmiş, daha sonra güneşe yönelmiş ama hepsinin de battığını, fani olduğunu istidlal yolu ile, akıl yürütme yolu ile anladıktan, kavradıktan sonra bütün bu basamaklarla Allah’a, Allah’ın varlığına ve birliğine, kainatı kuşatan yaratıcılığına kavuşmuş, O’nu algılamış ve tevhide ulaşmıştı.

İşte Hz. İbrahim’in birer birer görünen varlık basamaklarına basarak, varlığın var edicisi, mahlukatın biricik halikı olan Allah’a ulaşması, esere bakarak müessire ulaşmasını hikaye eden söz konusu ayetlerin arkasından, Rububiyet delillerini veren bir pasaj geliyor. Allah’ın Rabliğinin, Allah’ın insana olan ilgi, şefkat ve rahmetinin belgelerini delillerini sergileyen ayetlerle devam ediyoruz.


83-) Ve tilke huccetüna ateynaha İbrahiyme alâ kavmih* nerfe'u derecâtin men neşa'ü, inne Rabbeke Hakiymun Aliym;

İşte bu, İbrahim'e halkına karşı verdiğimiz kesin kanıtımızdır. Kimi dilersek yüce mertebeler veririz! Muhakkak ki Rabbin Hakiym'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)

083 -   Bu işte bizim o hüccetimiz ki kavmine karşı İbrahim’e vermiştik, biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz, şüphesiz ki rabbin hakîm, alîmdir. (Elmalı)


Ve tilke huccetüna ateynaha İbrahiyme alâ kavmih işte bu. Yani biraz önce kısaca özetlediğim Hz. İbrahim’in tevhide doğru yol alışı, toplumuna karşı kullanması için İbrahim’e verdiğimiz ispat yöntemimizdi. Yani Hz. İbrahim’in yıldızlardan, aydan ve güneşten yola çıkarak Allah’ın aşkın varlığına ulaşması, Allah’ın ispat yöntemi olarak ifade ediliyor ayette. Huccetüna bizim ispat yöntemimiz, bizim delil gösterme yöntemimiz deniliyor.

Tevhid araçları bildiğiniz gibi akıldır, idraktir, muhakemedir. Bütün bunlar insana Allah’ın varlığını, birliğini hissettiren, O’na ulaştıran birer araçtırlar. Eğer akıl selim bir biçimde kullanılırsa, idrak ve irade selim bir biçimde kullanılırsa, insan doğru bir muhakeme ile aklını kullanırsa varacağı nokta Allah’ın varlığı ve birliğidir. Tevhid’dir yani. Eşyanın özünü görürse, baktığı eşyadan, baktığı eserden yola çıkarak müessiri bulacaktır. Bu Allah’ın ispat yöntemidir. Kendi zatını, kendi varlığını ispat yöntemi böylesine doğaldır. Doğal bir ispat yöntemidir. Yani nazari değildir, pratiktir, teorik değildir. İşte Kur’an da ki Allah’ın kendi zatını ispat yöntemi olan bu doğal yöntem en ikna edici, en güzel yöntem olarak ta sunulmaktadır insanlığa. Ve Allah bu yöntemi, kendi zatına nispet etmekte Huccetüna bizim ispat yöntemimiz, bizim Hakkı ve hayrı bulmada, hakikate ulaşmada kullanmanızı istediğimiz yöntem budur. Denilmektedir.

nerfe'u derecâtin men neşa'ü biz dilediğimiz kimseyi derece derece hakikate yüceltiriz.

Bu da biraz önce söylediğimiz şeyleri pekiştiren bir ibare. Yıldız, ay, güneş, hakikate ulaştıran basamaklardır. Hz. İbrahim işte bu basamakların üzerine basarak Allah’ın varlığına ve birliğine ulaşmıştır. Allah’ın aşkın varlığını kavramak için mahlukatı, doğayı bir yol haritası, bir rehber, bir kılavuz, bir araç olarak kullanmak gerek. Tabiatta gördüğümüz her bir şey aslında sizi Allah’a ulaştıran bir yol haritasıdır. Eğer doğru okursanız onların özünde sizi Allah’a götüren bir ses duyacaksınız. Sizi Allah’a ulaştıran bir ışık, bir Nur göreceksiniz. Onun için Hz. İbrahim’de bu vasıtaları kullanarak sezgi yolu ile tedricen tevhide tekamül etmiştir.

inne Rabbeke Hakiymun Aliym; Hiç şüphesiz senin rabbin hikmet sahibidir, her şeyi bilendir. Yani Hz. İbrahim için yazılan bu ilahi senaryo, bir hikmete mebnidir. İnsana, hakikate nasıl ulaşacağı, doğaya nasıl bakacağı, eşyayı nasıl okuyacağı, nasıl tefsir edeceği bu şekilde öğretilmektedir. İşte bu da Allah’ın hikmetidir ve Aliymdir O. Her şeyi bilendir. Elbette bir insanın; eşyayı hakikate ulaşmak için basamak olarak mı kullandığını, bu benim rabbimdir derken aya, bunu Allah’tan başkasına ilahlık yakıştırmak için mi söylediğini, yoksa hakikate ulaşmak için onu bir basamak olarak mı kullandığını çok iyi birlir.

İşte onun içindir ki Hz. İbrahim’in bu tevhid sürecinde bir basamak olarak kullandığı ay, yıldız ve Güneş delillerini ve onlara karşı söylediği sözlerden bir şirk kokusu çıkarmaya kalkışmak, Allah’ın gör dediği yerden bakmamak demektir.


84-) Ve vehebna lehu İshaka ve Ya'kub* küllen hedeyna* ve Nuhan hedeyna min kablü ve min zürriyyetihi Davude ve Süleymane ve Eyyube ve Yusufe ve Musa ve Harun* ve kezâlike neczil muhsiniyn;

Biz Ona (İbrahim'e) İshak'ı ve Yakup'u bağışladık... Hepsine hidâyet ettik (hakikati bildirdik). Daha önce Nuh'a ve Onun zürriyetinden Davud'a, Süleyman'a, Eyyub'a, Yusuf'a, Musa'ya ve Harun'a da hidâyet etmiştik... Muhsinleri böyle mükâfatlandırırız. (A.Hulusi)

084 - Bundan maada ona İshak ile Ya'kub’u da ihsan ettik ve her birini hidayete irdirdik, daha evvel Nuh’u irdirmiştik, zürriyetinden Davud’u da, Süleyman’ı da, Eyyub’u da, Yusuf’ü de, Musâ’yı da, Harun’u da, işte Muhsinlere böyle mükâfat ederiz. (Elmalı)


Ve vehebna lehu İshaka ve Ya'kub Ona İshak’ı ve Yakup’u bağışladık. Adeta burada ki ve kendisinden öncekinin sanki bir sebebi imiş gibi oraya konmuş. İbrahim Allah’ın varlığına, birliğine ve rabliğine böylesine aklını, iradesini, muhakemesini doğru kullanarak ulaştı, Yani kendisine verdiğimiz akıl nimetinin şükrünü eda etti, biz de ona ekstra nimetler verdik. Hem de bir insanın sahip olabileceği en büyük nimet. Salih bir soy. İşte onu verdik ve burada o dile getiriliyor. İshak, bilindiği gibi Hz. İbrahim’in oğlu, Yakup ise torunu. Hz. İshak’tan olma.

küllen hedeyna* ve Nuhan hedeyna min kabl ve her birini, daha önce Nuh’a ilettiğimiz gibi doğru yola ilettik. Burada Hz. Nuh peygamberliğin sürekliliği açısından dile getiriliyor. Yani deniliyor ki; Daha önce Nuh’u doğru yola ilettiğimiz gibi, onları da ilettik. Bu noktada Hz. Nuh’un anılıyor olması insanlık tarihindeki peygamberler silsilesinin aslında birbirini devamı, birbirinin tasdikçisi olduğunu ifade içindir.

ve min zürriyyetihi Davude ve Süleymane ve Eyyube ve Yusufe ve Musa ve Harun Onun neslinden, yani Hz. İbrahim’in neslinden, gerçi burada Hz. Nuh burada son olarak anılıyorsa da aslında bütün bu sayılan peygamberler; Davud olsun, Süleyman olsun, Eyüp, Yusuf, Musa ve Harun olsun, Hz. İbrahim’in neslinden gelen peygamberlerdir. Onun neslinden Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u seçtik.

İsrail oğulları peygamberleridir bu sayılanlar. Bir sıralamaya da tabi tutulmamışlardır ve bu peygamberlerin Hz. İbrahim’in neslinden seçilişi, Bakara/124. ayeti hatırlatıyor bize.

Hani Bakara suresinin 124. ayetinde;

Ve izibtelâ İbrahiyme Rabbühû Bikelimâtin Rabbi İbrahim’i çok iz bırakan, çok etkili bir imtihana tabi tutmuştuk. feetemmehünne, ve İbrahim rabbinin soktuğu bu çok etkili ve ağır imtihanları başarı ile geçti, tamamladı. kale inniy caılüke linNâsi imâma İbrahim imtihanını geçince Allah ona bir ödül olarak dedi ki; Ben seni insanlığa önder kılacağım. İbrahim buna karşılık bir şey daha talep etti. kale ve min zürriyyetiy benim neslimden de önderler kılacak mısın, kılar mısın ya da. Allah cevap verdi. kale lâ yenâlu ahdiyzzalimiyn; senin neslinden dahi gelse, atası İbrahim gibi bir peygamber de olsa Allah’a ihanet eden, öz benliğine ihanet eden, vicdanını zulümle, şirkle, küfürle karartanlar bu sözümün, bu vaadimin dışındadır. Buyurmuştu.

İşte İbrahim’in duası böyle gerçekleşti. Onun içindir ki Peygamber efendimiz; Ben atam İbrahim’in duasıyım der.

ve kezâlike neczil muhsiniyn; İşte biz iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. Allah’ın seçimi için, peygamber seçimi için bir ilke ve bir ölçü ifade ediyor bu ibare. Yani Rabbimiz peygamber seçerken dahi bir standart koyuyor. Peygamberliği bir ödül olarak zikrediyor burada. Çünkü; neczil biz ödüllendiririz. Peygamberlik bir ödül ise, demek ki peygamberler bu muhteşem ödülü hak eden insanlar. Neyle hak ediyorlar? muhsiniyn; olmakla. İyi doğru ve güzel olmakla, dürüst olmakla. Yani kendi kendilerini gerçekleştirip, Allah’ın kendilerinin özüne koyduğu aklı, basireti, fıtratı iyi kullanmakla peygamberliği bir ödül olarak hak ediyorlar.


85-) Ve Zekeriyya ve Yahya ve 'Iysa ve İlyas* küllün mines salihıyn;

Zekeriyya'ya, Yahya'ya, İsa'ya ve İlyas'a da... Hepsi sâlihlerdendi. (A.Hulusi)

085 – Zekeriya’yı da, Yahya’yı da, İsâ’yı da, İlyas’ı da, hep salihînden, (Elmalı)


Ve Zekeriyya ve Yahya ve 'Iysa ve İlyas* küllün mines salihıyn; ve Zekeriyya’yı ki bu da İsrail oğulları peygamberlerinden bir kutlu nebi. Ki İsrail oğulları bu peygambere kıymışlar onu katletmişlerdi bir koç gibi. Yahya’yı, ki oğlu. Hz. Yahya da yine onlara gönderilmiş bir kutlu nebi idi ve ona da kıydılar. Ve Zekeriyya ve Yahya ve 'Iysa ve İlyas* küllün mines salihıyn; İsa peygamberde İsrail oğullarına gönderilen ve onlar içinden çıkan bir kutlu nebi idi. Yine İlyas peygamber ki İlya olarak geçer Kitab-ı mukaddeste MÖ. 880-850 yılları arasında yaşamış bir peygamber.

İsrail oğullarının tarihte komşu kavimlerin putlarına tapma hastalığı, yani maymunlaşma dediği Kur’an ın, taklit hastalığı ile komşu kavimlerinin putlarından biri olan Baal putuna tapmaya başlamışlardı. Bu peygamber, Kitabı Mukaddesin İlya ismi ile andığı İlyas peygamber işte İsrail oğullarının bu sapmasına karşı muhteşem bir direniş gösterdi, tabii onu da taşladılar. Ona da eza ve cefa ettiler.

küllün mines salihıyn; bütün bu peygamberlerinde hangi vasıflarından dolayı bu ödüle layık görüldüğü ayetin sonunda ifade edilmiş. Hepsi de dürüst ve erdemli kimselerdi.


86-) Ve İsma'ıyle vElyese'a ve Yunuse ve Luta* ve küllen faddalna alel alemiyn;

İsmail'e, Elyesa'ya, Yunus'a ve Lût'a da... Hepsini insanlara (âlemlere) (beden yaşamında hilâfet sırrını yaşatarak) üstün kıldık. (A.Hulusi)

086 -   İsmail’i de, Elyesa'ı da, Yunus’u da, Lût’u da, her birini âlemînin üstüne geçirdik. (Elmalı)


Ve İsma'ıyle vElyese'a ve Yunuse ve Luta ve İsmail’i ve elyesa’yı, Yunus’u ve Lut’u da seçtik.

İsmail, bilindiği gibi yine Hz. İbrahim’in 2. oğlu ve Resulallah’ın da dedesi. vElyese'aElişa biçiminde geçiyor, Arap diline geçerken bir takım değişimlere uğrayarak Elyesa olarak Kur’an da anılıyor bu peygamber. Elyesa peygamber. Kitabı Mukaddeste

Ve Yunus. Yunus Peygamber adını da kitabı mukaddeste bir bab bulunmakta.

Ve Lut’a, Lut peygamber.

Lut Peygamber aslına Hz. İbrahim’in neslinden değil. O halde niçin zikredilmiş diye bir itiraz gelebilir. Ama unutmamalı ki Hz. Lut, Hz. İbrahim’in yeğeni olurdu. Kardeşinin oğlu olurdu. Amca baba gibidir. Araplarda böyle bir temel yaklaşım vardır.

Onun için Resulallah’a atfedilen bir hadiste de aynen böyle buyrulur. Hala anne gibidir, amca baba gibidir. Ama ondan da öte Hz. Lut amcası İbrahim’i, babasını adım adım takip eden bir çocuk gibi takip ederdi. Yani Haz. Lut Hz. İbrahim’in bel neslinden bel zürriyetinden olmasa da, yol neslinden, yol zürriyetindendi ve yol neslinden olmak, bel neslinden olmaktan çok daha önemlidir. Ve Kur’an nesilden yani zürriyetten ve ehl, ayalden. Ehli beyt dediğimiz gibi. Hane halkından söz ederken daima inancı önceler.

Mesela Hz. Nuh’un oğlu ve eşi için ..leyse min ehlik, (Hud/46) o senin ehlinden değildir derken, o senin sulbünden değildir anlamına söylemiyordu Kur’an. Onun oğlu idi Kenan. Ama senin yoluna girmedi, senin yolundan değil madem, senin ehlinden de değil anlamına söyleniyordu.

ve küllen faddalna alel alemiyn; ve biz onlardan her birini çağının diğer tüm insanlarına üstün kıldık.


87-) Ve min abaihim ve zürriyyatihim ve ıhvanihim* vectebeynahüm ve hedeynahüm ila sıratın müstekıym;

Onların babalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden bazılarını da! Onları seçtik ve doğru yola hidâyet ettik. (A.Hulusi)

087 - Atalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden bir kısmını da, ve hep bunları seçtik ve hep bunları bir doğru yola hidayetçi kıldık. (Elmalı)


Ve min abaihim ve zürriyyatihim ve ıhvanihim onların atalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden kimilerini de.

vectebeynahüm ve hedeynahüm ila sıratın müstekıym; onları seçtik ve dosdoğru bir yola yönlendirdik.


88-) Zâlike hüdAllahi yehdiy Bihi men yeşaü min ıbadiHİ, velev eşrekû le habita anhüm ma kânu ya'melun;

Bu, Allâh hidâyetidir... Kullarından dilediğine, onunla hidâyet eder... Eğer Onlar dahi şirk koşsalardı, elbette yaptıkları tüm yararlı çalışmalar hiç olur, boşa giderdi. (A.Hulusi)

088 - İşte o yol Allah hüdasıdır, o bunu kullarından dilediğine hidayet eyler, ve eğer bunlar şirketmiş olaydılar bütün mesaîleri heder olmuş gitmişti. (Elmalı)


Zâlike hüdAllahi yehdiy Bihi men yeşaü min ıbadiHİ bu Allah’ın rehberliğidir. Bu, Allah’ın rehberliğidir değerli Kur’an dostları. Bu rehberliği sadece Allah yapabilir. İşte burada vurgulanan bu ezeli, bu ebedi değişmez hakikatlerinde insanın yere kapanıp; Ya rabbi, rehberliğin olmazsa insana sapmaktan başka ne kalır. Demek gerekiyor.

Onun için bu Allah’ın rehberliğidir. O bununla kullarından dilediğini doğru yola ulaştırır. Hudallah, işte vahiydir sevgili Kur’an dostları Allah’ın rehberliği. Vahiydir o, vahiy Allah’ın insan için çizdiği yok haritasıdır. Vahiy gibi bir haritayı eline almadan uçsuz bucaksız hayat okyanusunda yola açılanlar, sefere çıkanlar, bir dalganın altında kalmaya mahkum olurlar, telef olup giderler.

Burada akıl, pusula, doğa; rota hüccet olarak gösteriliyor. Hatırlayın 83., hemen yukarıdaki ayeti ilk dersimizin girişinde tefsir ettiğimiz ayeti. Hüccet, yani insanı hakikate götüren delil. Yolun kenarındaki işaret taşları. Bundan ötesi şarampoldür diyen işaret taşları. Tehlike var, bundan ötesine geçmeyin, sınırınızı bilin diyen işaret taşları. Unutmayın o işaret taşları yolcunun lehinedir. Yolun kenarında ki o işaret taşlarına düşman olan, aslında yola düşman olur. Kendisine düşman olur. Kendisine kötülük yapar. Çünkü o işaret taşları olmasaydı siz yoldan çıkabilir, şarampole uçabilir ve hayatınızla ödeyebilirdiniz. Onun için o işaret taşlarına kızmak, onları görmezden gelmek, onları yok saymak, hatta onlara düşman olmak, kendi kendinize düşman olmaktan başka nedir ki.

Kur’an işte böyle ebedi yolculukta insana bir yol taşıdır, yol haritasıdır, işaret taşıdır. İnsana sınırlarını gösterir. Bu ebedi yolculuğunda şarampole yuvarlanmaması için, uçmaması için, telef olmaması için sınırlarını gösterir. Bu sınırlara riayet eden yolculuğunu tamamlar. Hem de başarılı bir biçimde. Menzili maksuduna erer. Bu işaret taşlarına itibar etmeyen, onları görmezden gelen, vahyi görmezden gelen, elbette ki sapacaktır.

İşte burada yukarıdan itibaren akıl bir pusula, vahiy bir yol haritası, doğa, tabiat Hz. İbrahim’in üzerine basarak hakikate ulaştığı o ay, o yıldız, o güneş, o dağlar, denizler, gökler ve yerler..! Bunların hepsi sizi hakikate ulaştıran birer basamak. Bunları doğru kullandığınızda varacağınız yer Allah’ın rububiyeti, uluhiyeti ve vahdaniyetidir. Burada da ifade edilen işte budur değerli dostlar. Vahit bir hidayettir. Devam ediyoruz;

velev eşrekû le habita anhüm ma kânu ya'melun; eğer onlar şirk koşmuş olsalardı, yapmış oldukları her şey, kesinlikle boşa gitmiş olurdu. Onlar dediği ayetin yukarıda sayılan peygamberler. Yani onların hidayete tabi olmuş olduklarını ifade ederken, aynı zamanda; peygamberdir onlar, onun için şirk koşmadılar demiyor. Şirk koşmuş olsalardı diyor. Yapmış oldukları her şey kesinlikle boşa giderdi diyor. Onlara bir ayrıcalık tanımaksızın tüm insanlık için çizdiği yol haritasının, peygamberler için özellikle geçerli olduğunu söylüyor bu ayet.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder