21 Temmuz 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. En’am (108-109)(48-A)





Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde En’am suresinin rububiyet, nübüvvet ve uluhiyetle ilgili ayetleri tefsir etmiştik. Bugün Allah’ın rububiyeti, O’nun rububiyetinin bir tecellisi olan, rabliğinin en büyük ifadesi olan insanlığa rahmet ve mağfiretinin bir gereği olan nübüvvet müessesesini işleyen ayetlerin ardından O’nun uluhiyet ve vahdaniyetine geçmiş ve en’am suresinin 107. ayeti ile dersimizi kapatmıştık. Şimdi 108. ayetle devam ediyoruz.


108-) Ve la tesübbülleziyne yed'une min dunillahi feyesübbullahe adven Biğayri 'ılm* kezâlike zeyyenna likülli ümmetin amelehüm sümme ila Rabbihim merciuhüm feyünebbiuhum Bi ma kânu ya'melun;

Allâh dûnundaki tanrılarına sövmeyin... (Onlar da cevaben) cahilliklerinden dolayı haddi aşarak Allâh'a söverler! İşte böylece her topluluğa yaptıklarını bezeyip güzel gösterdik... Sonra dönüşleri Rablerinedir... (O da) onlara yapmış olduklarının anlamını bildirir. (A.Hulusi)

108 - Mamafih onların Allah dan beride taptıklarına sebb de etmeyin ki cehaletle tecavüz ederek Allâha sebbetmesinler; her ümmete böyle amellerini tezyin etmişizdir, sonra ise hep dönüp Allaha varacaklar, o vakit kendilerine tamamen haber verecek ne yapıyorlardı. (Elmalı)

Ve la tesübbülleziyne yed'une min dunillahi feyesübbullahe adven Biğayri 'ılm Onların, Kimlerin? Yani İslam’a gelmemiş, Allah’a teslim olmamış, Allah dışında bir takım varlıklara ilahlık yakıştıran, ya da ehli kitap olduğu halde iman edilmesi gerekli olan şeylere iman etmekten sakınan, kaçınan kimselerin Allah dışında yalvarıp yakardıklarına sövmeyin ki onlar da cehaletin yol açtığı nefretle Allah’a sövmesinler.

Çok önemli bir ahlaki ilke dile getiriliyor. Onların Allah dışındaki yalvarıp yakardıklarına sövmeyin ki onlar da cehaletle, cehaletin verdiği bir düşmanlıkla Allah’a sövmesinler.

Davette hak yoluna, hakikate çağrıda iki şey kesinlikle olmamalı.

1 – Küfür,

2 – Hakaret.

Her kim olursa olsun, her ne olursa olsun, sapıklık hangi boyutlarda olursa olsun küfür ve hakaret, hakikati savunan birinin üslubunda bulunmamalı.

Nedir, bulunursa neye yol açar derseniz eğer, ayetin maksadından anlıyoruz ki;

1 – Muhatabınızın duygularını incitirsiniz. Çünkü siz ona hakikati ulaştırmaya çalışıyorsunuz. Onu kırmaya, gücendirmeye değil, onun gönlünü almaya, onun yüreğini hakikate açmaya çalışıyorsunuz. Hakaret ve küfür, üzüm yemeye değil, bağcı dövmeye yönelik bir taktik olabilir ancak. Onun için hakikati savunan bir insan, hakikati savunmak için hakarete ve küfre ihtiyaç duymaz. Hakarete, küfre, aşağılamaya ihtiyaç duyanlar aslında batılı savunanlardır. Çünkü batılın savunulacak bir tarafı olmadığı için, savundukları tezin tutar yanı olmadığı için ancak karşıdakine hakaret ederek, onunla alay ederek, ona küfrederek kendi haklılıklarını ispatlamaya çalışırlar. Çünkü kendisinin haklılığını teziyle ispatlayamamaktadırlar, bunun açığını muhataplarına saldırarak, küfrederek kapatırlar.

Oysa hakkı savunan birinin bunlara ihtiyacımı var. Hakikat bizatihi üstündür. Onun içinde hakikati savunan bir insanın bu iki şeye ihtiyacı olmaz hakaret ve küfre. Çünkü öncelikle muhatabının duygularını incitir.

 2 - İkincisi değerlerinize, sizin savunduğunuz hakikate muhatabınızı hakaret etmeye teşvik etmiş olursunuz. Siz onun batılına hakaret ederseniz, bu hakikate hakaret değildir. Çünkü batıldır zaten. Onun batılına küfrederseniz aslında hakarete layık olan birine hakaret etmiş olursunuz, bu üslup hoş olmamakla birlikte. Ama bir şeye kapı açarsınız. Sizin hakikatinize, onun hakaret etmesine. Sizin hakikatinize, onun küfretmesine kapı açarsınız ki, eğer buna yol açarsanız, Allah’a küfretmeye yol açan kimse, bu suça iştirak etmiş olur dolaylı da olsa. Onun için, işte ayet, böyle bir yolun açılmasını yasaklıyor.

Unutmayınız, Hz. Peygamberin üslubunda biz Mekke müşriklerine, Mekke putlarına küfür ve hakaret görmüyoruz. Gerçeği dile getiriyor, sadece gerçeği. Ama bunun dışında karşısındaki insanların kendisini dinlemez eden herhangi bir tavra girmiyor. Hatta daha da öte muhatapları ile öylesine bir ahlaki zeminde ilişkiye giriyor ki, Ebu Cehil’in oğlu İkrime iman ettikten sonra, babası Ebu Cehil hakkında sahabenin, ileri geri konuşmasını da yasaklıyor. Ola ki İkrime’nin gönlünde, mümin kardeşinizin gönlünde bir rencide olmuşluk, bir incinmişlik meydana gelebilir diye. Onun için Resulallah’ın İslam davetini insanlığa iletirken kendisine her türlü hakareti, küfrü reva gören o insanlara karşı, onların üslubu ile muamele etmemesi bizim için en büyük örnek olsa gerek. Devam ediyor ayet;

kezâlike zeyyenna likülli ümmetin amelehüm zira biz topluma kendi yaptıklarını güzel gösterdik.

Aslında küfür ve şirki kimse anlayışla karşılayamaz. Böyle bir lüksü yok müminin. Fakat kafir ve müşriğin niçin küfürde direndiğini anlayabilir. İşte anlamaya çalışmalıdır. Eğer bir mümin muhatabının batılda neden bu kadar direndiğini anlamaya çalışırsa, Kur’an ın yol göstericiliğinde göreceği ilk şey şu olar.

Savunduğu şey kendisine güzel gösteriliyor.

Aslında batılı savunuyorum diye savunmuyor bir çokları. Küfrü, inadi sahibi değilse eğer. Savunduğu şeyin doğru olduğunu zannediyor. Ama sadece zannediyor. Onun için bu büyük bir problemdir. Ve bu problem insanın içinde başlar. İnsan zihni olarak, tasavvur olarak tepe takla olursa, alt üst olursa, hakkı batıl, batılı hak görmeye başlar. Gerçeği yalan, yalanı gerçek görmeye başlar. İşte bu da çevre, kültür, Eğitim, aile ile insanın kazandığı birikim sonucu olur. Ve bu durumda hayat tasavvuru ortaya çıkar. Bütün bu saydığım şeyler insanın hayat tasavvurunu belirler. Hayat tasavvuru tersine dönmüş bir insan artık hiçbir şeyi olduğu gibi, hiçbir şeyi doğru biçimde göremez.

Ahirete yok muamelesi yaparken, dünyaya ebedi muamelesi yapar. Allah’a vereceği değeri, yaratılmışlara verir. Ruhunu ihmal ederken, açlıktan öldürürken; bedenini besler. İşte bu insanın tasavvurunun alt üst olmuşluk halidir ki, Kur’an bu tip insanı anlamaya çalışırken bize; Ona amelleri süslü göründü, gösterildi diyor. Böyle bir psikolojik tahlil yapıyor.

sümme ila Rabbihim merciuhüm sonuçta onlar rablerine döneceklerdir. Ne olur ki, insan yaptığı her hatayı güzel görse neyi değiştirir ki. Bu yaptığı hatanın hata olmasını değiştirmez. Batılın batıllığını değiştirmez. Neden? Çünkü sonunda rabbine dönecek. Her şeyin yerli yerince değerlendirildiği rabbine. Rabbine döndüğünde Allah, eşyayı gerçek yerinde gösterecek ona. Yanıldığını anlayacak. Onun için sonuçta onlar rabbine döneceklerdir diyor.

feyünebbiuhum Bi ma kânu ya'melun; İşte o zaman yaptıkları kendilerine bir bir haber verilecek. Aslında yaptıkları ve yaptıklarının gerçek değeri haber verilecek. Kötü veya iyi olduğu. Kendisinin iyi deyip de yaptıkları Allah tarafından kötü olduğu haber verilecek. Kendisinin hoşlanmadıkları için yapmadıkları, ama yapması durumunda ebedi saadete kavuşacağı şeylerin gerçeği gösterilecek. Tabii pişman olunacak bir diyarda.


109-) Ve aksemu Billahi cehde eymanihim lein caethüm ayetün le yu'minünne Biha* kul innemel ayatü ındAllahi ve ma yüş'ıruküm enneha izâ caet la yu'minun;

Eğer onlara bir mucize gelirse ona mutlaka iman edeceklerine dair, Allâh adına olanca güçleriyle yemin ettiler. De ki: "Mucizeler yalnız indAllâh'tadır"... O (mucize) geldiği zaman da iman etmeyeceklerinin farkında değil misiniz? (A.Hulusi)

109 - Bir de olanca yeminleriyle Allah kasem ettiler ki: eğer kendilerine bam başka bir âyet gelirse imiş her halde ona imân edeceklermiş, de ki «Âyetler ancak Allahın nezdinde» siz ne bileceksiniz ki doğrusu: onlar o âyet geldiği vakit de imân etmeyecekler. (Elmalı)


Ve aksemu Billahi cehde eymanihim lein caethüm ayetün le yu'minünne Biha Şimdi kendilerine bir mucize gösterilmesi halinde bu vahye iman edeceklerine dair son derece kararlı yeminler ediyorlar.

Bu tip insanlar hakikate, yaşadıkları ve her anı mucize olan, ama sık gördükleri için onun Allah’ın bir mucizesi olduğunu anlamadıkları hayatı bir tarafa bırakırlarda, Allah’tan olağanüstü şeyler beklerler. Özel muamele. Bu birazda şudur; Peygamberliği özelleştirmeye çalışırlar. Hakikati özelleştirmeye çalışırlar ve nübüvvetin sırf kendilerine, kendilerini ikna etmek için, sırf kendilerine çalışmasını isterler.

Böyle bir şeye hakları yoktur aslında. Çünkü bir insan hakka gönlünü açarsa eğer, açtığı gönlü zaten bir mucizedir. Kendisi zaten bir mucizedir. Gelen ayetlerin her biri zaten bir mucizedir. Dikkatinizi çekerim, ne diyordu ayeti kerimede; Ayetun. Mucize diye çevirdiğim kelime bu. Ayetun. Hem ayet, hem mucize, hem işaret, hem mesaj anlamına gelir. Yani Allah’tan mucize isteyenlere en büyük mucize vahiydir, Kur’an dır. Bununla yetinmeyen, bu mucizenin gönlüne girmediği bir insan, hangi mucize ile ikna olabilir ki demek istiyor.

Ve yemin ederler diyor. Eğer bir mucize gösterilseydi vahye iman ederdik derler. Cevap veriyor Kur’an;

kul innemel ayatü ındAllah De ki; Tüm mucizeler Allah katındadır. Bununla şu söyleniyor. Yani Resulallah’a mucize verilmediği söylenmiyor, ama peygamberin kendi arzusu ile mucize gösteremeyeceği söyleniyor. Yani peygamber her istediği zaman, her istediğine mucize getiremez. Zaten mucize, peygamberi de aciz bırakan bir şeydir. Mucizenin anlamı budur. İnsanı aciz bırakan şey demektir.

Mucizeler elbette ki olağanüstü şeylerdir. Vahiy de olağanüstüdür. Fakat tabiat üstü değildirler. Olağanüstü olmak başka, tabiat üstü olmak başka. Yine mucizelerde de Allah tabiatı kullanır. Tabiatın yasalarını başka yasalarla değiştirerek mucize gönderir ve en ince, en derin anlamı ile mucize yine tabii bir hadisedir. Ama derin anlamı ile.

Sünnetullah dediğimiz Allah’ın yaratma konusunda koyduğu ilkeler çerçevesinde gelişir her mucize. Allah’ın sünneti değişmez.

[Günümüzde de Hz. Musa’nın mucizesi olan denizin yarılması olayını; ABD’li bilişim uzmanlarıyla bilimcilerin geliştirdiği, fizik kanunlarıyla coğrafi özellikleri veri olarak kullanan simülasyonda (benzetim), karadan deniz yönüne uzun süre esen çok şiddetli rüzgarların suyu denize doğru bir miktar itebileceği ve denizin altındaki kara yükseltilerinin böylece ortaya çıkabileceği gösteriliyor. Her ne kadar onlar bunu Nil deltasında olabileceğini varsaysalar da. http://www.haber5.com/hz-musanin-mucizesinin-izahi-izle-haberi-100429.aw ]

Allah’ın sünnetine aykırı bir şey de olmaz. Ama bu noktada müşrikler mucize isterken, Mekkeli tüccarlar Resulallah’tan mucize isterken bir yandan da şunu söylemiş oluyorlar. Biz bu vahyi Allah’tan kabul etmiyoruz. Allah’tan geldiğine inanmıyoruz. Zımnen bunu söylemiş oluyorlar. Bu vahyin Allah’tan geldiğine inansalar, ekstradan böyle bir mucize istemeye zaten gerek yok. Onun için onların bu talebini Allah bu şekilde değerlendiriyor ve küfürde bir direniş olarak sunuluyor.

ve ma yüş'ıruküm enneha izâ caet la yu'minun; ve farkında değimlisiniz ki onlara bir mucize gelmiş olsaydı dahi yine de inanmazlardı.

Açıkça söylüyor Kur’an Eğer onlara diyor bir mucize gelmiş olsaydı dahi inanmazlardı, çünkü daha önce böylesi olaylar yaşandı yeryüzünde. Önceki peygamberlerden mucize isteyen kavimleri, mucize gelince ne dediler? Büyücü dediler. Yine inanmadılar. Çünkü problem, onlar problemi kendi dışlarında zannediyorlardı. Ama problem içlerindeydi. İnanmamakta ısrarlıydılar. Gelen mucizeyi de inkar ettiler.

Bu kez ne oldu? lekudıyel emr (En’am/8) fatura kesildi diyor Kur’an. İş bitirildi. Geri dönüşü olmayan bir yoldur mucize. Mucize gönderildikten sonra eğer mucize isteyenler iman etmezlerse hemen arkasından azap gelir, gazap gelir. Onun için Resulallah müşriklerin mucize taleplerine karşı hep karşı durdu. Çünkü biliyordu ki eğer iman etmemekte direnirlerse ki, direneceklerdi bu sefer iş bitirilmiş olacaktı.



Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder