27 Kasım 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. ANKEBUT(03-06)(124-B)



A sayfasından devam

3-) Ve lekad fetennelleziyne min kablihim feleya'lemenn Allâhülleziyne sadeku ve le ya'lemennel kâzibiyn;

Andolsun ki onlardan öncekileri de sınav objeleriyle denemişizdir... Allâh (dışarıdan bir tanrı gibi değil - hakikatleri olarak) elbette (sözlerinde) sadıkları açığa çıkarıp bilecek ve elbette yalancıları da açığa çıkarıp bilecek. (A.Hulusi)

03 - Şanım hakkı için biz onlardan evvelkileri ne fitnelerle imtihan ettik, yine Allah, elbette sadakat edenleri bilecek, ve elbette yalancıları bilecek. (Elmalı)


Ve lekad fetennelleziyne min kablihim doğrusu onlardan öncekileri de sınamıştık. Yani sınamak sadece bir nesle ait bir şey değil, Allah’ın sünneti. Surenin girişinde yasalara değinmiştim ya, ilahi yasa bu. Allah yasasını kimse için bozmaz. Öncekileri de sınamıştı elbet sonrakileri de sınayacak. Neden yer yüzünde hakka karşı batılın zulmü devam eder sorusunu sorana verilecek en kısa cevap Ankebut/3. ayetinin ilk cümlesidir. Çünkü Allah’ın yasası bu. Yoksa Allah inananları savunur. İnnAllâhe yudafi'u anilleziyne amenû. (Hacc/38) savunur savunmasına da aynı zamanda Allah’ın koyduğu yasalarda vardır. Allah inananları savunur ama kim inanır? İnanan kimdir? Allah önce inananı seçip ayırır, ondan sonra savunur.

feleya'lemenn Allâhülleziyne sadeku ve le ya'lemennel kâzibiyn Fakat Allah herhalde hem doğru söyleyenleri bilecek, hem de yalancıları bilecektir. Te’kid “nun” u fiil-i muzariye bitişince, fiil-i muzarinin anlamını gelecek zamana kilitler. Yani bilecek.

Peki Allah ilmi mutlak olan değil mi, bilgisi sonsuz, sınırsız ve zaman üstü olan değil mi. Dolayısıyla zaten biliyordu. Evet zaten biliyordu, fakat bu ayeti A. İmran/179. ayetiyle birlikte anlayacağız. Bu ayet ışığında okursak anlayacağız.

Ma kânAllâhu li yezeral mu'miniyne alâ ma entüm aleyhi hatta yemiyzel habiyse minettayyib.(A.İmran/179) İşte bu ayet. Allah mü’minleri üzerinde bulundukları hal üzre, pisi temizden seçip ayırmadan bırakacak değildir. İşte bu ayet ışığında okursak Allah’ın bilmesinin, seçip ayırması, imanının bedelini ödeyenle ödemeyen, imanında samimi olanla olmayan, imanında sadık olanla kâzib olan arasındaki o temel ayırım.

Burada bazı müfessirler çok derin tahliller de yapmışlar. Allah’ın mutlak olan bilgisini ikiye ayırıp; 1. önceden bilgisini, mutlak bilgisini kaza bilgisinden ayrı telakki etmişler. Yani kaza bilgisi dediğimiz bilgi bir olayın olduğundan sonra artık Allah’ın bilgisinin tahakkuk etmiş olması.

Peki bu neyi değiştirir? Bu Allah’ın bilgisinde hiçbir şeyi değiştirmez. Değiştirdiği unsur kulun akıbetidir. Allah’ın o kulun daha önceden sapacak oluşunu bilmesi, onun cezayı hak etmesi anlamına gelmiyor. Fakat bu bilginin tahakkuk etmesi durumunda işte o zaman o kul Allah’ın gazabını ve cezasını hak etmiş oluyor. Yani kaza bilgisi denilen bilgi bu olmuş oluyor. Bilgi tahakkuk etmeden ceza gerçekleşmez. Yani bilgi sahibi için değişen bir şey yok, fakat bilginin nesnesi olan insan için değişen bir şey var.

Fitne kelimesi bu ayeti izah edebileceğimiz harika bir anahtar. Aslında ayette geçiyor Ve lekad fetenne fitneye tabi tuttuk. Nedir fitne? Arap sözlüklerini açtığımızda madencilik, metalurji kavramı olarak görüyoruz fitneyi. Metalle ilgili bir kavram. Cevheri kıymetli olan madenlerin içine konulup ta yüksek dereceli fırınlarda ergitildiği pota, fitne. İşte bu pota da maden ergitilip daha sonra cevheri posasından ayrılınca maden olur, ayrılınca kullanılır. Yoksa ayrılmadan o madene değer verilmez. Yerin altında hiçbir maden bulunmuş ve cevheri ayrıştırılmış maden muamelesi görmez. Altın işlenmeden servete dahil edilmez. Ancak işlendikten sonra servet haline gelir. Maden böyledir.

İşte fitne yerin altında toz toprak olan cevheri ondan arındırıp pırıl pırıl hale getirip kıymet ve değerine kavuşturmaktır. İman madenini, iman cevherini, insan madeninden ortaya çıkarmak için insanın keder, bela, musibet ateşinde, potasında yanması gerekiyor ki iman saflaşsın. İşte çekilen ıstıraplar imanın saflaşmasına böyle katkıda bulunur. Zaten girişteki ayetlerin söylediği de bu.


4-) Em hasibelleziyne ya'melunes seyyiati en yesbikuna* sae ma yahkümun;

Yoksa o kötülükleri yapanlar bizi geçip gideceklerini mi sandılar... Ne kötü hüküm veriyorlar! (A.Hulusi)

04 - Yoksa sandı mı o kötülükleri yapanlar bizden savuşacaklar? Ne fena hükmediyorlar. (Elmalı)


Em hasibelleziyne ya'melunes seyyiati en yesbikuna yoksa o, -Kim o? İnandık deyip de kötülük yapmayı sürdürenler- bizi atlatabileceklerini mi sandılar. En yesbikuna, yani bizim önümüze geçip bizi durduracaklarını, ya da bizim gözümüzden kaçacaklarını mı sandılar. sae ma yahkümun ne berbat akıl yürütüyorlar, ne fena hüküm veriyorlar, ne kötü muhakemeleri var, ne kadar berbat bir tasavvur sahibiler.

Değerli dostlar sae ma yahkümun aslında işin sırrını veriyor. Koordinatları yanlış olan bir aklın hükmü de yanlış olur. Yanlış bakıyorlar. Yanlış görecekler. Koordinatları yanlış, akıl yürütürken kullandıkları kavramların içeriği yanlış. Kâr ve zararı yanlış tanımlıyorlar. Hayatı yanlış tanımlıyorlar. Kârı yanlış tanımladıkları için Allah’tan kurtulacaklarını sanıyorlar, atlatacaklarını sanıyorlar. Çünkü kendilerini yanlış tanımlıyorlar. Hadlerini bilmiyorlar, sınırlarını bilmiyorlar. İşte burada sae ma yahkümun derken ne berbat akıl yürütüyorlar derken kötü koordinatlara yanlış ve yamuk koordinatlara oturmuş bir aklın hiçbir zaman doğruyu göremeyeceği ifade ediliyor.


5-) Men kâne yercu LıkaAllâhi feinne ecelAllâhi leat* ve "HU"ves Semiy'ul Aliym;

Kim Allâh'ın likâsını (ismi Allâh olanın, şuurunda Esmâ'sıyla açığa çıkışını fıtratınca yaşamayı) umuyorsa, (bilsin ki) muhakkak ki Allâh'ın takdiri olan bedenli yaşam sürecinin sonu elbette gelir! "HÛ"; Es Semi'dir, El Aliym'dir. (Âyet sonundaki bu tanımlama daima "HÛ" denerek Allâh adıyla işaret edilenin tenzih yönüne; Esmâ adıyla da teşbih yönüne işaret ederek OKUyanda tevhid bakışını oluşturmak amacını gütmektedir Allâhu âlem. A.H.) (A.Hulusi)

05 - Her kim Allaha irmek arzu ederse elbette Allahın tayin ettiği ecel, muhakkak gelecektir ve o, işitir bilir. (Elmalı)


Men kâne yercu LıkaAllâhi feinne ecelAllâhi leat zaten kim Allah’ın huzuruna çıkmaya can atıyorsa, veya şöyle diyelim çıkmayı umuyor, bekliyorsa iyi bilsin ki Allah’ın takdir ettiği süre bir gün mutlaka gelip çatacaktır. ve "HU"ves Semiy'ul Aliym hiç şüphe yok ki O her şeyi işitir, her şeyi çok iyi bilir.

Çift dünyalı ve tek dünyalı bakışın sonucu. İşte sae ma yahkümun demişti ya, kötü akıl yürütenler tek dünyalılar. Çift dünyalı bakmıyorlar. Onun içinde iki dünyanın penceresini görmüyorlar. Tek dünyalı bakanlar farkı fark edemiyor. Bir gün öleceklerini hatırlarına getirmiyorlar. Dolayısıyla Allah’ın gören ve işiten bir rab olduğunu da unutuyorlar. Yani hesabını verecek bir hayat yaşamıyorlar. Neden? Çünkü tek dünyalı düşünüyorlar. Bütün yaşayacağımız bu hayattır mantığından olan bir insanın imanının kendisine bir değer yüklemesi mümkin mi? Dahası böyle bir insanın iman ettiğini söylemek mümkin mi?

İman etmek bu hayatla sınırlı olmayan bir hayatın varlığına iman etmektir. Allah’a imanla ahirete imanın eş değerde tutulması Kur’an da işte bunun içindir. Ahirete inanmayan birinin Allah’a inanmış olmasının hiçbir değeri yoktur, onun için Mekke putperestlerinin imanı yüzlerine çarpılmıştır. Neden? Neden ahirete iman etmeyenin Allah’a imanı geçersizdir? Çünkü imandan çıkarı olan Allah değildir. İmanın tüm getirisi insanın kendisinedir. Eğer hayatının hesabını vereceği bir güne inanmıyorsa bir insan, iman etmesinin zeminini, gerekçesini yok ediyor demektir. İşte bunun için demektir.


6-) Ve men cahede feinnema yücahidü linefsih* innAllâhe le Ğaniyyün anil alemiyn;

Kim (bu imanı, hakikati yaşamak için) hırs - azim ile çalışırsa, yalnızca kendi benliği için bu savaşı vermiş olur (Cihadı Ekber - büyük savaş)! Muhakkak ki Allâh, âlemlerden (Esmâ bileşimi birimselliklerden) elbette Ğaniyy'dir ("HÛ"viyeti {ZÂT'ı} itibarıyla, Esmâ'sında açığa çıkanlarla kayıtlanmaktan veya onlarla sınırlı tanımlanmaktan münezzehtir)! (A.Hulusi)

06 - Mücâhede eden sırf kendi hesabına mücahede eder, çünkü Allah ganiy, âlemînden müstağnidir. (Elmalı)



Ve men cahede feinnema yücahidü linefsih ve “her kim yaratılış amacını gerçekleştirmek için”, öyle diyelim bu açıklamayı yapmak zorundayız, çünkü ne uğruna var gücüyle çaba harcayacak, cihad edecek. Cihat; insanın var çabasını ortaya koymak, tüm gücüyle ortaya çaba koymak demek. Peki niçin? İşte o niçin in cevabı yaratılış gayesini gerçekleştirmek için var gücüyle çaba gösterirse sadece kendisi için çaba göstermiştir.

Evet; feinnema yücahidü linefsih biraz önce de tefsir sadedinde söylemiştik değil mi? Allah’ın çıkarı yoktur insanın imanından bir tek çıkarı olan taraf vardır, o da insanın kendisidir. Onun için ilahi emir ve yasaklardan tek çıkarı olan insandır, Allah değil. Dolayısıyla vahye yönelik her inkar çabası aslında insanın kendi kendisini inkarıdır, kendisine ihanetidir.

innAllâhe le Ğaniyyün anil alemiyn Çünkü Allah diğer tüm varlıklardan farklı olarak, oradaki “anl” harfinin anlama yansıması farklı olarak kendi kendine yetendir. Kimseye muhtaç olmayandır.

[Ek bilgi; "Mücahede" kelimesi, bir düşmanla savaşmak, ona karşı elinden gelen çabayı göstermek anlamına gelir. Belirli düşmana işaret edilmediğinde ise kelime çok yönlü bir savaşı ifade eder. Bir mümin'in bu dünyada yapması gereken savaş işte bu niteliktedir.

Mümin, her an kendisini doğru yolda karşılaşacağı kayıplarla korkutan ve bâtıl yolların zevk ve çıkarları ile kandıran şeytanla savaşmak zorundadır. Mümin, kendisini arzularının esiri yapmak isteyen kendi nefsi ile de savaşmak zorundadır.

Bu cephe evden başlayıp, dalga dalga çevreye yayılır. Mümin, inançları, düşünceleri, ahlâk, örf ve adetleri, kültür ve ekonomileri İslâm'a ters düşen insan gruplarıyla savaşmak durumundadır. O, Allah'a itaatten bağımsız hükümler uygulayan ve iyiyi değil kötüyü yüceltip geliştirmeye çalışan kişi ve kurumlarla da savaşmalıdır.

Bu savaş, bir veya iki günlük değil, ömür boyu, gece ve gündüz her an sürecek bir savaştır. Ve bu, savaş alanında yapılacak bir çarpışma değil, hayatın her cephesinde yapılacak olan bir savaştır.

Hz. Hasan Basri (r.a) bu konuda şöyle demiştir: "İnsan hiç kılıç kullanmaksızın bile Allah yolunda cihad edebilir." O gerek yurdunda gerekse tüm dünyada, ideolojileri, ahlâkları, eğilimleri, adetleri, yaşam şekilleri ve sosyal ve ekonomik ilkeleri kendi inancı ile çatışma halinde olan tüm insanlarla da savaşmak zorundadır. (Ebu'l Al'a Mevdudi Teftimu’l Kur’an)]

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
124. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/11/23/124-islamoglu-tef-ders-ankebut01-23124/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder