C sayfasından
devam
19-) Vaksıd fiy meşyike vağdud min savtik* inne
enkerel'asvati lesavtülhamiyr;
"Yaşamında dengeli olarak haddini bil ve sesini
alçalt! Muhakkak ki seslerin en çirkini, eşeklerin sesidir." (A.Hulusi)
19 - Gidişinde mutedil ol, sesini pes den al, çünkü
seslerin en beti her halde eşekler sesidir. (Elmalı)
Vaksıd fiy meşyik
hayat yürüyüşünde dengeli ol. Mıksıdal dengeli ol. Hayat bir sırattır. Bu
sırattan düşmemek istiyorsan dengeni bozma. Dengeni bozarsan düşersin. Yani ne
elini iyice saçıp savur, ne de sık suyunu iç. Dengeli ol. Verirken de dengeli
ol. Kazanırken de dengeli ol, söylerken de dengeli ol, yürürken de dengeli ol,
düşünürken de dengeli ol. Aşırı duygusal olup insanlara kendini kayıtsız
şartsız teslim etme. Ama aşırı da güvensiz olma insanlara. Dünyayı hepten boş
verme, fakat dünyayı kucaklama da. Elin kârda gönlün yarda olsun, dengeli ol.
Her açıdan dengeli ol.
vağdud min savtik
ve sesini yükseltme. Evet, sesini yükseltme, yükselteceğin bir şey varsa o da
sözündür. Sözünü yükselt. Sözünün kalitesini yükselt. Sözün etkisi yüksek sesten
kaynaklanıyorsa otoritelik ve buyurganlığa delalet eder. İnsanların üzerinde
hava atma, çalım satma, onlara buyurganlığa kalkışma. Ama sözün etkisi
yüksekliğinden kaynaklanıyorsa hikmet ve ilme delalet eder. Onun için 6. ayeti
tekrar hatırlayalım; lehvel hadiys boş boğazlık, içi boş sözler. İçi
boşsa bir sözün onu etkili kılmak için sahibi, buyurgan bir tavır takınıp
sesini yükseltir doğrusu. Ama içi doluysa zaten o etkisini zaten kendisi
gösterir.
[Atlanan
cümle: inne
enkerel'asvati lesavtülhamiyr.
Muhakkak ki seslerin en çirkini, eşeklerin sesidir."
(A.Hulusi)
Çünkü seslerin en beti her halde eşekler sesidir. (Elmalı)
Bu bir
kimsenin daima alçak sesle konuşması ve asla sesini yükseltmemesi anlamına
gelmez. Eşeğin anırması zikredilerek, konuşurken hangi tür ses ve tondan
kaçınılması gerektiğine açıkça işaret edilmektedir. Sesin ve tonun bir alçak ve
yüksek, sert ve yumuşak şekli vardır ki tabii ve gerçek ihtiyaç anlarında
ihtiyaç hissedilir. Mesela yakın mesafeden veya küçük bir topluluğa konuşan bir
insan alçak sesle konuşur; uzak mesafeden veya kalabalık bir topluluğa konuşan
insan ise yüksek sesle konuşmak zorundadır. Aynı şekilde şart ve duruma bağlı
olarak ses tonu da zorunlu olarak farklı olur. Dua ederken sesin tonu, bir şeyi
tel'in ederken ki tondan; iyi dilekte bulunurken ki ses tonu, öfke anındakinden
farklı olmak zorundadır.
Bunda itiraz
edilecek birşey yoktur. Aynı şekilde Lokman'ın öğüdü de, bir insanın durum ve
lüzumu gözetmeksizin sesi daima alçak, tonunu daima yumuşak tutmak zorunda olduğuna
dair bir anlamı ihtiva etmez. Karşı çıkılması gereken ses bir insanın
başkasının gözünü korkutmak, küçük düşürmek ve kabadayıca sindirmek için eşeğin
anırması gibi bir ses çıkarması ve anırır gibi bağırmasıdır. (Ebu’l Al’â
Mevdudi)]
20-) Elem terav ennAllâhe sahhare leküm ma fiys
Semavati ve ma fiyl Ardı ve esbeğa aleyküm niamehu zahireten ve batıneten, ve
minen Nasi men yücadilü fiyllahi Bi ğayri 'ılmin ve lâ hüden ve lâ Kitabin
müniyr;
Görmediniz mi ki Allâh, semâlarda ve arzdakileri size
hizmetli eyledi ve sizin üzerinize zâhirî ve bâtınî olarak nimetlerini yaydı...
İnsanlardan kimi de Allâh hakkında ilme dayanmayan bir şekilde, hakikatten
yoksun ve aydınlatıcı bir bilgisi olmaksızın tartışır durur. (A.Hulusi)
20 - Görmediniz mi? Allah ı zülcelâl sizin için
Göklerdekini ve Yerdekini müsahhar kılmış, üzerinize zâhiren ve bâtın en
nimetlerini ifaza buyurmakta, bununla beraber Nâs içinde kimisi de var ki ne
bir ilme, ne bir mürşide ne de tenvir eder bir kitaba istinat etmeksizin Allah
hakkında mücadele ediyor. (Elmalı)
Elem terav
ennAllâhe sahhare leküm ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard işte ey
insanlar. Şu ana kadar söylediklerini toparlıyor ve bir noktaya getiriyor. İşte
ey insanlar görmez misiniz ki Allah göklerde ve yerde bulunan her şeyi emrinize
amade kılmıştır.
Hikmet, değerli
dostlar esere bakıp müessiri görmektir. Araçtan amaca gitmektir. Tabiat
kanunlarını keşfetmek keşif değildir. O kanunları koyanı keşfetmek keşiftir.
Eğer buna ulaşıyorsa bir amaca ulaşmış olur. Ekmeğe değil ekmeğin sahibine
teşekkür edilir. Ya ekmeğin sahibini göremiyorsa, düşünün. Göğe yere değil
onların sahibine teşekkür edilir. İşte burada Allah sizin emrinize amade
kılmıştır derken göğe ve yere değil göğün ve yerin sahibine teşekkür et mesajı
var.
ve esbeğa aleyküm niamehu
zahireten ve batıneh açıktan ve gizli olarak size nimetlerini bol
bol, çok çok ihsan etmiştir Allah. Esbağa, eksera demektir. Evet, Zahir ne
demek istiyor zahirle, batınla? Zahir; beden, batın ruh. Zahir ; göz. batın
görme yeteneği. Gözü olurda görmez. Görmek için yetmiyor ki. Zahir; kulak,
batın; işitme kabiliyeti. Evet, Zahir nimet, batın tena’um. Nimet verir,
elmanız vardır, ayvanız vardır, muzunuz vardır, yemeğiniz vardır, etiniz vardır
ama eğer onun isteyen can onu istemez olursa tena’um u alırsa nimet, nimet
olmaz size işte o da batınıdır.
ve minen Nasi men
yücadilü fiyllahi Bi ğayri 'ılmin ve lâ hüden ve lâ Kitabin müniyr ne ki yine de insanlar içerisinden herhangi
bir bilgiye, ya da yol gösterici bir kılavuza. Ya da aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın
Allah hakkında tartışan kimseler çıkabilmektedir.
Evet, inkarın
sebebi sayılıyor ayette.
1. ne; Bilgi.
Bilgiye dayanmaksızın tartışan. Bilgiye dayanmayıp neye dayanırlar onlar
taklide. Atalara, taklide dayanırlar.
2. si kılavuza
dayanmazlar. Maden taklit edeceksiniz, birinin arkasından gideceksiniz, bilgiye
dayanmayacaksınız tahkike, bari doğru kişinin arkasından gidin. Doğru kişiyi
taklit edin. Onun için kılavuza dayanmayanlar.
3. sü bir
kitaba bir belgeye dayanmayanlar. O da en son geliyor; Tevrat, İncil gibi
muharrefte olsa, ellerinde bir belge olmadan konuşanlar. Hepten atanlar,
sıkanlar yani.
Özellikle,
öncelikle Mekke müşriklerini kast ediyor ayet. İşte bunlar.
[Ek
bilgi; Bu bölümde, Kur'ân-ı Kerîm'in bildirdiği "ALLÂH"
kavramının bütün inançlardaki "TANRI" kavramından niçin son derece
farklı olduğunu açık seçik göreceksiniz.
En ilkelinden gelişmişine kadar, hemen
herkesin düşüncesinde bir "Tanrı" kavramı vardır... O'na
kızar, O'nu sever, O'nu yargılar, zaman zaman yaptığı yanlış (!) işleri
yüzünden O'nu itham eder; âdeta O'nu yukarıda bir yıldızda ya da galaksinin
herhangi bir yerinde boşlukta oturmakta olan tonton bir dede, ya da celâlli bir
sultan gibi hayal ederiz!
Biraz daha geniş düşünenler ise, bu
hayalimizde var kabul ettiğimiz "Tanrı"nın gerçekte var
olmasının mümkün olmadığını belirterek; "Biz tanrıya inanmıyoruz"
derler ve bu yüzden de "ateist-tanrı tanımaz" olarak adlandırılırlar.
Oysa gerçekte, ne tanrı tanımazların
(ateistlerin), ne de duyduklarına göre hiç düşünmeden şartlanma yollu bir tanrı
var sananların; Hz. Muhammed'in açıkladığı "ALLÂH"tan haberleri
yoktur! Bu yüzden de "Tanrı"
ile "ALLÂH" kavramlarını aynı zannedip, hatta sanki iyi
bir iş yapıyor sanısı ile "ALLÂH" yerine dillerine "Tanrı"
kavramını dolarlar... Aslında yaptıkları doğrudur; zira onlar gerçekten "Allâh"tan
ve "Allâh" kavramından söz etmeyip, hayallerinde varsaydıkları
"Tanrılarından" bahsetmektedirler.
Şunu kesinlikle bilelim ki;
Rasûlullâh Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) ve Kur'ân-ı Kerîm şu
çok önemli gerçeği vurgulamaktadır:
ÖTEDE ya da ÖTENDE bir TANRI yoktur; SADECE
"ALLÂH" vardır!..
“ALLÂH'ı (adıyla işaret edileni) hakkıyla
değerlendiremediler!.." (Hac/
74) Âyeti bizim bu konudaki ihmâlimize işaret eder… (A. Hulusi)]
21-) Ve izâ kıyle
lehümüt tebiu ma enzellAllâhu kalu bel nettebi'u ma vecedna aleyhi abaena*
evelev kâneşşeytanu yed'uhüm ila azâbis sa'ıyr;
Onlara: "Allâh'ın inzâl ettiğine tâbi olun"
denildiğinde: "Hayır, babalarımız ne yaptıysa biz de ona tâbiyiz"
dediler... Şeytan (bedensel istekleri) kendilerini alevli ateşin azabına çağırırsa da mı?
(A.Hulusi)
21 - Ve Allahın indirdiğine tabi' olun denildiği vakit
kendilerine «hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa onun ardınca gideriz»
diyorlar, ya Şeytan onları Saîr azâbına davet ediyor idiyse de mi? (Elmalı)
Ve izâ kıyle
lehümüt tebiu ma enzellAllâhu kalu bel nettebi'u ma vecedna aleyhi abaena
İşte bunlar dedik, devam ediyoruz. Böyleleri Allah’ın indirdiği hükümlere uyun
denildiğinde, asla derler. Biz sadece babalarımızın hayat tarzına uyarız.
evelev kâneşşeytanu
yed'uhüm ila azâbis sa'ıyr ne yani şeytan onları çılgın bir ateşin
azabına çağırmış olsa da mı bunda ısrar edecek babalarının yoluna uyacaklar.
Çok ilginçtir
burada şeytanla babalar yoluna uyma örtüştürülüyor. Adeta ben Allah’a, ben
hakikate, ben vahye uymam diyenler uydukları neyse şeytana uymuş oluyorlar.
Babaları taklit, Hakikatin referansı babalar değildir diyor. Hakikat değerini
kıdeminden almaz diyor. Yani sabık olanın değil, sadık olanındır İslam diyor.
Evet, İlâ de hem yular manasına gelir
taklidin üretildiği, hem de gerdanlık. Yani bir izleme olayı ya yular gibidir,
ya gerdanlık gibidir. Eğer doğruyu izliyorsanız gerdanlık olur, yanlışı
izliyorsanız yular.
Lokman gibi iyi
atalar takip edilir, zımnen var zaten burada. Fakat e ve lev kane abaühüm la ya’kılune
şey’ev ve la yehtedun. (Bakara/170)
öyle diyordu ya Kur’an; Onlar babaları hiçbir şey akletmeyen, hidayet üzere
olmasalar da mı babalarını izleyecekler. Bu ibareye benzer bir ibare.
22-) Ve men yüslim vechehu ilAllâhi ve huve
muhsinün fekadistemseke Bil 'urvetil vüska* ve ilAllâhi akıbetül' umûr;
Kim muhsin olarak vechini (şuurunu) Allâh'a teslim ederse, gerçekten en sağlam kulpa tutunmuş
olur... İşlerin sonu Allâh'adır! (A.Hulusi)
22 - Halbuki her kim özü Muhsin olarak yüzünü tertemiz
Allaha tutarsa o hakikaten en sağlam kulpa yapışmıştır, öyle ya bütün işlerin
akıbeti Allaha dayanır. (Elmalı)
Ve men yüslim
vechehu ilAllâhi ve huve muhsinün fekadistemseke Bil 'urvetil vüska
ama kim de bütün varlığı ile görürcesine inandığı, evet, ve huve muhsinün Resulallah’ın ihsanı tarifinden yola çıkarak böyle
çevirirsek sanırım daha doğru bir çeviri olur. Bütün varlığıyla görürcesine
inandığı Allah’a teslim olursa işte o kopmaz bir halkaya sımsıkı yapışmış olur. ve ilAllâhi
akıbetül' umûr en nihayet her iş döner dolaşır, sonucunu takdir
etmesi için Allah’a varır.
Allah’ın yok
neyin var? Allah’ın var, neyin yok diyor adeta ayet. Lâ havle ve lâ Kuvvete illâ Billâh. Evet, eğer insan herhangi bir
güç ve kuvvet taşıyorsa, bunu Allah sayesinde elde ediyor. Onun için eğer gücün
olsun istiyorsan Allah’a yaslan. Ayetin söylediği kısaca bu.
23-) Ve men kefere fela yahzünke küfruh* ileyNA
merci'uhüm fenünebbiühüm Bima amilu* innAllâhe 'Aliymün Bizatissudur;
Kim de inkâr ederse, onun inkârı seni mahzun etmesin!
Onların dönüşleri bizedir, yaptıkları şeyleri kendilerinden haber vereceğiz...
Muhakkak ki Allâh, içinizdekilerin, Esmâ'sıyla Zâtı olarak Aliym'dir.
(A.Hulusi)
23 - Kim de küfrederse artık onun küfrü seni mahzun
etmesin, onlar dönüp bize gelecekler o vakit biz onlara bütün yaptıklarını
haber vereceğiz, her halde Allah, bütün sînelerin künhünü bilir. (Elmalı)
Ve men kefere fela
yahzünke küfruh kimde inkâra saparsa artık onun inkârına üzülmen
gerekmiyor bundan sonra. Ulaştırdın hakikati, fakat hala inkârda direniyorsa
üzülmeye değmez.
ileyNA merci'uhüm fenünebbiühüm Bima amilu nasıl olsa sonunda bize
dönecekler ve biz yaptıklarının iç yüzünü kendilerine bir bir haber vereceğiz. innAllâhe 'Aliymün
Bizatissudur çünkü Allah göğüslerde ki en mahrem sırları bilendir.
24-) Nümetti'uhüm kaliylen sümme nadtarruhüm
(nazdarruhum) ila azâbin ğaliyz;
Kısa süre dünya zevkini yaşarlar... Sonra onları, ağır -
şiddetli bir azabı yaşamaya mecbur ederiz. (A.Hulusi)
24 - Biz onlara biraz zevk ettiririz de sonra kendilerini
galîz bir azâba muztar (zorlanmış, cebr olunmuş) kılarız. (Elmalı)
Nümetti'uhüm
kaliylen sümme nadtarruhüm (nazdarruhum) ila azâbin ğaliyz tadımlık
bir hazzı kısa vadede tüketmelerini sağlarız. Nümetti'uhüm kaliylen tadımlık bir
haz. Meta’. Zaten tadımlık, zaten az, ama onu kısa vadede tüketmelerini
sağlarız. Hovardaca harcarlar. O hazzın peşine giderler mutluluğun değil.
Mutluluk dünyevi bir şey değil çünkü. Hazzın peşine gidenler mutluluğu
unuturlar. Haz bir tür mutluluk için alkol hükmündedir. Nasıl alkol aklın
üzerini örterse, haz da mutluluğun üzerini örter. Onun için haz ve zevk
mutluluk değildir. Sahte mutluluktur. Dahası;
nadtarruhüm ila
azâbin ğaliyz. Ve en sonunda onları altından kalkamayacakları ağır
bir azaba mahkum ederiz.
25-) Ve lein seeltehüm men halekas Semavati vel
Arda leyekulünnAllâh* kulilHamdü Lillâh* bel ekseruhüm lâ ya'lemun;
Yemin olsun ki eğer onlara: "Semâları ve arzı kim
yarattı?" diye sorsan, elbette: "Allâh" diyecekler... De ki:
"El Hamdu Lillâh = Hamd, Allâh'a aittir!"... Hayır, onların çoğunluğu
anlayabilmezler! (A.Hulusi)
25 - Celâlim hakkı için sorsan onlara: o Gökleri ve Yeri
kim yarattı? Her halde elbet Allah diyecekler, «elhamdülillah» de, fakat pek
çokları bilmezler. (Elmalı)
Ve lein seeltehüm
men halekas Semavati vel Arda leyekulünnAllâh şimdi eğer onlara
kalkıp da sorsan gökleri ve yeri yaratan kimdir diye, hiç tereddüt etmeden
Allah’tır derler.
Açık, Allah’tır
demek yetmez diyor. Müşriklerden bahsediyor. Allah’a iman ediyorlar, inkar
etmiyorlar. Ama bu yetmez. Gökleri ve yeri yaratanın onlara bir amaç tayin
ettiğine de iman etmek lazım. Eğer göklere ve yere amaç tayin ediyorsa,
yaratıkların şah eseri olan insanı amaçsız mı bıraktı, sahipsiz mi bıraktı.
İşte amaçsız kılmadığına da iman etmek lazım.
kulilHamdü Lillâh
sen de övgüler bütünüyle yalnızca Allah’a mahsustur de. bel ekseruhüm lâ ya'lemun ne ki
onların çoğu bunu dahi kavramaktan, bunu dahi anlamaktan, akletmekten acizdirler.
Neyi? Övgülerin çoğunun Allah’a has olduğu gerçeğini dahi, yani eğer siz
Allah’a aracılar koşmaya çalışıyorsanız, övgülerinizin bazılarını da onlara,
Allah’a ait övgülerin bir kısmını da onlara aktarıyorsunuz demektir. Aracılara
aktarıyorsunuz. Hani hamd’inize de şirk koşuyorsunuz demektir.
Devam ediyor E
sayfasına geçiniz
129. videoyu
toplu olarak burada
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder