3 Ocak 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. LOKMAN (19-25) (129-D)



C sayfasından devam

19-) Vaksıd fiy meşyike vağdud min savtik* inne enkerel'asvati lesavtülhamiyr;

"Yaşamında dengeli olarak haddini bil ve sesini alçalt! Muhakkak ki seslerin en çirkini, eşeklerin sesidir." (A.Hulusi)

19 - Gidişinde mutedil ol, sesini pes den al, çünkü seslerin en beti her halde eşekler sesidir. (Elmalı)


Vaksıd fiy meşyik hayat yürüyüşünde dengeli ol. Mıksıdal dengeli ol. Hayat bir sırattır. Bu sırattan düşmemek istiyorsan dengeni bozma. Dengeni bozarsan düşersin. Yani ne elini iyice saçıp savur, ne de sık suyunu iç. Dengeli ol. Verirken de dengeli ol. Kazanırken de dengeli ol, söylerken de dengeli ol, yürürken de dengeli ol, düşünürken de dengeli ol. Aşırı duygusal olup insanlara kendini kayıtsız şartsız teslim etme. Ama aşırı da güvensiz olma insanlara. Dünyayı hepten boş verme, fakat dünyayı kucaklama da. Elin kârda gönlün yarda olsun, dengeli ol. Her açıdan dengeli ol.

vağdud min savtik ve sesini yükseltme. Evet, sesini yükseltme, yükselteceğin bir şey varsa o da sözündür. Sözünü yükselt. Sözünün kalitesini yükselt. Sözün etkisi yüksek sesten kaynaklanıyorsa otoritelik ve buyurganlığa delalet eder. İnsanların üzerinde hava atma, çalım satma, onlara buyurganlığa kalkışma. Ama sözün etkisi yüksekliğinden kaynaklanıyorsa hikmet ve ilme delalet eder. Onun için 6. ayeti tekrar hatırlayalım; lehvel hadiys boş boğazlık, içi boş sözler. İçi boşsa bir sözün onu etkili kılmak için sahibi, buyurgan bir tavır takınıp sesini yükseltir doğrusu. Ama içi doluysa zaten o etkisini zaten kendisi gösterir.

[Atlanan cümle: inne enkerel'asvati lesavtülhamiyr.
Muhakkak ki seslerin en çirkini, eşeklerin sesidir." (A.Hulusi)

Çünkü seslerin en beti her halde eşekler sesidir. (Elmalı)

Bu bir kimsenin daima alçak sesle konuşması ve asla sesini yükseltmemesi anlamına gelmez. Eşeğin anırması zikredilerek, konuşurken hangi tür ses ve tondan kaçınılması gerektiğine açıkça işaret edilmektedir. Sesin ve tonun bir alçak ve yüksek, sert ve yumuşak şekli vardır ki tabii ve gerçek ihtiyaç anlarında ihtiyaç hissedilir. Mesela yakın mesafeden veya küçük bir topluluğa konuşan bir insan alçak sesle konuşur; uzak mesafeden veya kalabalık bir topluluğa konuşan insan ise yüksek sesle konuşmak zorundadır. Aynı şekilde şart ve duruma bağlı olarak ses tonu da zorunlu olarak farklı olur. Dua ederken sesin tonu, bir şeyi tel'in ederken ki tondan; iyi dilekte bulunurken ki ses tonu, öfke anındakinden farklı olmak zorundadır.

Bunda itiraz edilecek birşey yoktur. Aynı şekilde Lokman'ın öğüdü de, bir insanın durum ve lüzumu gözetmeksizin sesi daima alçak, tonunu daima yumuşak tutmak zorunda olduğuna dair bir anlamı ihtiva etmez. Karşı çıkılması gereken ses bir insanın başkasının gözünü korkutmak, küçük düşürmek ve kabadayıca sindirmek için eşeğin anırması gibi bir ses çıkarması ve anırır gibi bağırmasıdır. (Ebu’l Al’â Mevdudi)]


20-) Elem terav ennAllâhe sahhare leküm ma fiys Semavati ve ma fiyl Ardı ve esbeğa aleyküm niamehu zahireten ve batıneten, ve minen Nasi men yücadilü fiyllahi Bi ğayri 'ılmin ve lâ hüden ve lâ Kitabin müniyr;

Görmediniz mi ki Allâh, semâlarda ve arzdakileri size hizmetli eyledi ve sizin üzerinize zâhirî ve bâtınî olarak nimetlerini yaydı... İnsanlardan kimi de Allâh hakkında ilme dayanmayan bir şekilde, hakikatten yoksun ve aydınlatıcı bir bilgisi olmaksızın tartışır durur. (A.Hulusi)

20 - Görmediniz mi? Allah ı zülcelâl sizin için Göklerdekini ve Yerdekini müsahhar kılmış, üzerinize zâhiren ve bâtın en nimetlerini ifaza buyurmakta, bununla beraber Nâs içinde kimisi de var ki ne bir ilme, ne bir mürşide ne de tenvir eder bir kitaba istinat etmeksizin Allah hakkında mücadele ediyor. (Elmalı)


Elem terav ennAllâhe sahhare leküm ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard işte ey insanlar. Şu ana kadar söylediklerini toparlıyor ve bir noktaya getiriyor. İşte ey insanlar görmez misiniz ki Allah göklerde ve yerde bulunan her şeyi emrinize amade kılmıştır.

Hikmet, değerli dostlar esere bakıp müessiri görmektir. Araçtan amaca gitmektir. Tabiat kanunlarını keşfetmek keşif değildir. O kanunları koyanı keşfetmek keşiftir. Eğer buna ulaşıyorsa bir amaca ulaşmış olur. Ekmeğe değil ekmeğin sahibine teşekkür edilir. Ya ekmeğin sahibini göremiyorsa, düşünün. Göğe yere değil onların sahibine teşekkür edilir. İşte burada Allah sizin emrinize amade kılmıştır derken göğe ve yere değil göğün ve yerin sahibine teşekkür et mesajı var.

ve esbeğa aleyküm niamehu zahireten ve batıneh açıktan ve gizli olarak size nimetlerini bol bol, çok çok ihsan etmiştir Allah. Esbağa, eksera demektir. Evet, Zahir ne demek istiyor zahirle, batınla? Zahir; beden, batın ruh. Zahir ; göz. batın görme yeteneği. Gözü olurda görmez. Görmek için yetmiyor ki. Zahir; kulak, batın; işitme kabiliyeti. Evet, Zahir nimet, batın tena’um. Nimet verir, elmanız vardır, ayvanız vardır, muzunuz vardır, yemeğiniz vardır, etiniz vardır ama eğer onun isteyen can onu istemez olursa tena’um u alırsa nimet, nimet olmaz size işte o da batınıdır.

ve minen Nasi men yücadilü fiyllahi Bi ğayri 'ılmin ve lâ hüden ve lâ Kitabin müniyr  ne ki yine de insanlar içerisinden herhangi bir bilgiye, ya da yol gösterici bir kılavuza. Ya da aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışan kimseler çıkabilmektedir.

Evet, inkarın sebebi sayılıyor ayette.

1. ne; Bilgi. Bilgiye dayanmaksızın tartışan. Bilgiye dayanmayıp neye dayanırlar onlar taklide. Atalara, taklide dayanırlar.

2. si kılavuza dayanmazlar. Maden taklit edeceksiniz, birinin arkasından gideceksiniz, bilgiye dayanmayacaksınız tahkike, bari doğru kişinin arkasından gidin. Doğru kişiyi taklit edin. Onun için kılavuza dayanmayanlar.

3. sü bir kitaba bir belgeye dayanmayanlar. O da en son geliyor; Tevrat, İncil gibi muharrefte olsa, ellerinde bir belge olmadan konuşanlar. Hepten atanlar, sıkanlar yani.

Özellikle, öncelikle Mekke müşriklerini kast ediyor ayet. İşte bunlar.

[Ek bilgi; Bu bölümde, Kur'ân-ı Kerîm'in bildirdiği "ALLÂH" kavramının bütün inançlardaki "TANRI" kavramından niçin son derece farklı olduğunu açık seçik göreceksiniz.

En ilkelinden gelişmişine kadar, hemen herkesin düşüncesinde bir "Tanrı" kavramı vardır... O'na kızar, O'nu sever, O'nu yargılar, zaman zaman yaptığı yanlış (!) işleri yüzünden O'nu itham eder; âdeta O'nu yukarıda bir yıldızda ya da galaksinin herhangi bir yerinde boşlukta oturmakta olan tonton bir dede, ya da celâlli bir sultan gibi hayal ederiz!

Biraz daha geniş düşünenler ise, bu hayalimizde var kabul ettiğimiz "Tanrı"nın gerçekte var olmasının mümkün olmadığını belirterek; "Biz tanrıya inanmıyoruz" derler ve bu yüzden de "ateist-tanrı tanımaz" olarak adlandırılırlar.

Oysa gerçekte, ne tanrı tanımazların (ateistlerin), ne de duyduklarına göre hiç düşünmeden şartlanma yollu bir tanrı var sananların; Hz. Muhammed'in açıkladığı "ALLÂH"tan haberleri yoktur! Bu yüzden de "Tanrı" ile "ALLÂH" kavramlarını aynı zannedip, hatta sanki iyi bir iş yapıyor sanısı ile "ALLÂH" yerine dillerine "Tanrı" kavramını dolarlar... Aslında yaptıkları doğrudur; zira onlar gerçekten "Allâh"tan ve "Allâh" kavramından söz etmeyip, hayallerinde varsaydıkları "Tanrılarından" bahsetmektedirler.

Şunu kesinlikle bilelim ki;

Rasûlullâh Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) ve Kur'ân-ı Kerîm şu çok önemli gerçeği vurgulamaktadır:

ÖTEDE ya da ÖTENDE bir TANRI yoktur; SADECE "ALLÂH" vardır!..

“ALLÂH'ı (adıyla işaret edileni) hakkıyla değerlendiremediler!.." (Hac/ 74) Âyeti bizim bu konudaki ihmâlimize işaret eder… (A. Hulusi)]


21-) Ve izâ kıyle lehümüt tebiu ma enzellAllâhu kalu bel nettebi'u ma vecedna aleyhi abaena* evelev kâneşşeytanu yed'uhüm ila azâbis sa'ıyr;

Onlara: "Allâh'ın inzâl ettiğine tâbi olun" denildiğinde: "Hayır, babalarımız ne yaptıysa biz de ona tâbiyiz" dediler... Şeytan (bedensel istekleri) kendilerini alevli ateşin azabına çağırırsa da mı? (A.Hulusi)

21 - Ve Allahın indirdiğine tabi' olun denildiği vakit kendilerine «hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa onun ardınca gideriz» diyorlar, ya Şeytan onları Saîr azâbına davet ediyor idiyse de mi? (Elmalı)


Ve izâ kıyle lehümüt tebiu ma enzellAllâhu kalu bel nettebi'u ma vecedna aleyhi abaena İşte bunlar dedik, devam ediyoruz. Böyleleri Allah’ın indirdiği hükümlere uyun denildiğinde, asla derler. Biz sadece babalarımızın hayat tarzına uyarız.

evelev kâneşşeytanu yed'uhüm ila azâbis sa'ıyr ne yani şeytan onları çılgın bir ateşin azabına çağırmış olsa da mı bunda ısrar edecek babalarının yoluna uyacaklar.

Çok ilginçtir burada şeytanla babalar yoluna uyma örtüştürülüyor. Adeta ben Allah’a, ben hakikate, ben vahye uymam diyenler uydukları neyse şeytana uymuş oluyorlar. Babaları taklit, Hakikatin referansı babalar değildir diyor. Hakikat değerini kıdeminden almaz diyor. Yani sabık olanın değil, sadık olanındır İslam diyor.

Evet, İlâ de hem yular manasına gelir taklidin üretildiği, hem de gerdanlık. Yani bir izleme olayı ya yular gibidir, ya gerdanlık gibidir. Eğer doğruyu izliyorsanız gerdanlık olur, yanlışı izliyorsanız yular.

Lokman gibi iyi atalar takip edilir, zımnen var zaten burada. Fakat  e ve lev kane abaühüm la ya’kılune şey’ev ve la yehtedun. (Bakara/170) öyle diyordu ya Kur’an; Onlar babaları hiçbir şey akletmeyen, hidayet üzere olmasalar da mı babalarını izleyecekler. Bu ibareye benzer bir ibare.


22-) Ve men yüslim vechehu ilAllâhi ve huve muhsinün fekadistemseke Bil 'urvetil vüska* ve ilAllâhi akıbetül' umûr;

Kim muhsin olarak vechini (şuurunu) Allâh'a teslim ederse, gerçekten en sağlam kulpa tutunmuş olur... İşlerin sonu Allâh'adır! (A.Hulusi)

22 - Halbuki her kim özü Muhsin olarak yüzünü tertemiz Allaha tutarsa o hakikaten en sağlam kulpa yapışmıştır, öyle ya bütün işlerin akıbeti Allaha dayanır. (Elmalı)


Ve men yüslim vechehu ilAllâhi ve huve muhsinün fekadistemseke Bil 'urvetil vüska ama kim de bütün varlığı ile görürcesine inandığı, evet, ve huve muhsinün Resulallah’ın ihsanı tarifinden yola çıkarak böyle çevirirsek sanırım daha doğru bir çeviri olur. Bütün varlığıyla görürcesine inandığı Allah’a teslim olursa işte o kopmaz bir halkaya sımsıkı yapışmış olur. ve ilAllâhi akıbetül' umûr en nihayet her iş döner dolaşır, sonucunu takdir etmesi için Allah’a varır.

Allah’ın yok neyin var? Allah’ın var, neyin yok diyor adeta ayet. Lâ havle ve lâ Kuvvete illâ Billâh. Evet, eğer insan herhangi bir güç ve kuvvet taşıyorsa, bunu Allah sayesinde elde ediyor. Onun için eğer gücün olsun istiyorsan Allah’a yaslan. Ayetin söylediği kısaca bu.


23-) Ve men kefere fela yahzünke küfruh* ileyNA merci'uhüm fenünebbiühüm Bima amilu* innAllâhe 'Aliymün Bizatissudur;

Kim de inkâr ederse, onun inkârı seni mahzun etmesin! Onların dönüşleri bizedir, yaptıkları şeyleri kendilerinden haber vereceğiz... Muhakkak ki Allâh, içinizdekilerin, Esmâ'sıyla Zâtı olarak Aliym'dir. (A.Hulusi)

23 - Kim de küfrederse artık onun küfrü seni mahzun etmesin, onlar dönüp bize gelecekler o vakit biz onlara bütün yaptıklarını haber vereceğiz, her halde Allah, bütün sînelerin künhünü bilir. (Elmalı)


Ve men kefere fela yahzünke küfruh kimde inkâra saparsa artık onun inkârına üzülmen gerekmiyor bundan sonra. Ulaştırdın hakikati, fakat hala inkârda direniyorsa üzülmeye değmez. ileyNA merci'uhüm fenünebbiühüm Bima amilu nasıl olsa sonunda bize dönecekler ve biz yaptıklarının iç yüzünü kendilerine bir bir haber vereceğiz. innAllâhe 'Aliymün Bizatissudur çünkü Allah göğüslerde ki en mahrem sırları bilendir.


24-) Nümetti'uhüm kaliylen sümme nadtarruhüm (nazdarruhum) ila azâbin ğaliyz;

Kısa süre dünya zevkini yaşarlar... Sonra onları, ağır - şiddetli bir azabı yaşamaya mecbur ederiz. (A.Hulusi)

24 - Biz onlara biraz zevk ettiririz de sonra kendilerini galîz bir azâba muztar (zorlanmış, cebr olunmuş) kılarız. (Elmalı)


Nümetti'uhüm kaliylen sümme nadtarruhüm (nazdarruhum) ila azâbin ğaliyz tadımlık bir hazzı kısa vadede tüketmelerini sağlarız. Nümetti'uhüm kaliylen tadımlık bir haz. Meta’. Zaten tadımlık, zaten az, ama onu kısa vadede tüketmelerini sağlarız. Hovardaca harcarlar. O hazzın peşine giderler mutluluğun değil. Mutluluk dünyevi bir şey değil çünkü. Hazzın peşine gidenler mutluluğu unuturlar. Haz bir tür mutluluk için alkol hükmündedir. Nasıl alkol aklın üzerini örterse, haz da mutluluğun üzerini örter. Onun için haz ve zevk mutluluk değildir. Sahte mutluluktur. Dahası;

nadtarruhüm ila azâbin ğaliyz. Ve en sonunda onları altından kalkamayacakları ağır bir azaba mahkum ederiz.


25-) Ve lein seeltehüm men halekas Semavati vel Arda leyekulünnAllâh* kulilHamdü Lillâh* bel ekseruhüm lâ ya'lemun;

Yemin olsun ki eğer onlara: "Semâları ve arzı kim yarattı?" diye sorsan, elbette: "Allâh" diyecekler... De ki: "El Hamdu Lillâh = Hamd, Allâh'a aittir!"... Hayır, onların çoğunluğu anlayabilmezler! (A.Hulusi)

25 - Celâlim hakkı için sorsan onlara: o Gökleri ve Yeri kim yarattı? Her halde elbet Allah diyecekler, «elhamdülillah» de, fakat pek çokları bilmezler. (Elmalı)


Ve lein seeltehüm men halekas Semavati vel Arda leyekulünnAllâh şimdi eğer onlara kalkıp da sorsan gökleri ve yeri yaratan kimdir diye, hiç tereddüt etmeden Allah’tır derler.

Açık, Allah’tır demek yetmez diyor. Müşriklerden bahsediyor. Allah’a iman ediyorlar, inkar etmiyorlar. Ama bu yetmez. Gökleri ve yeri yaratanın onlara bir amaç tayin ettiğine de iman etmek lazım. Eğer göklere ve yere amaç tayin ediyorsa, yaratıkların şah eseri olan insanı amaçsız mı bıraktı, sahipsiz mi bıraktı. İşte amaçsız kılmadığına da iman etmek lazım.

kulilHamdü Lillâh sen de övgüler bütünüyle yalnızca Allah’a mahsustur de. bel ekseruhüm lâ ya'lemun ne ki onların çoğu bunu dahi kavramaktan, bunu dahi anlamaktan, akletmekten acizdirler. Neyi? Övgülerin çoğunun Allah’a has olduğu gerçeğini dahi, yani eğer siz Allah’a aracılar koşmaya çalışıyorsanız, övgülerinizin bazılarını da onlara, Allah’a ait övgülerin bir kısmını da onlara aktarıyorsunuz demektir. Aracılara aktarıyorsunuz. Hani hamd’inize de şirk koşuyorsunuz demektir.

Devam ediyor E sayfasına geçiniz
129. videoyu toplu olarak burada bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder