A sayfasından devam.
2-) Vettebı' ma yuha ileyke min Rabbik*
innAllâhe kâne Bima ta'melune Habiyra;
Rabbinden
sana vahyolunana tâbi ol... Muhakkak ki Allâh, yaptıklarınızı (yaratan olarak) Habiyr'dir.
(A.Hulusi)
02 -
Ve rabbinden sana ne vahyolunuyorsa onun ardınca git, muhakkak ki Allah ne
yaparsanız habîr bulunuyor. (Elmalı)
Vettebı' ma yuha ileyke min Rabbik
sadece rabbinden sana indirilene uy innAllâhe kâne Bima ta'melune Habiyra çünkü Allah
yaptığınız her bir şeyden haberdardır.
3-) Ve tevekkel alAllâh* ve kefa Billâhi
Vekiyla;
Allâh'a
tevekkül et! Esmâ'sıyla hakikatin olan Allâh, Vekiyl olarak yeterlidir! (A.Hulusi)
03 -
Ve Allaha tevekkül (itimat) kıl ki vekîl Allah yeter. (Elmalı)
Ve tevekkel alAllâh ve yalnızca
Allah’a dayan. İlk muhatabı Resulallah’a böylesine kesin ve keskin emirler.
üttekullah;(1) Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde ol.
ve lâ tutı'îl kafiriyne vel münafikıyn (1) Kafirlere ve münafıklara
uyma.
Vettebı' ma yuha ileyke min Rabbik (2) rabbinden sana indirilene
uy. Hep nehiy ve emir. Hep; şunu yap, bunu yapma. Kesin net, sınırları belli.
Ve tevekkel alAllâh (3) ve Allaha yaslan, Allah’a güven, Allah’a
dayan.
Buradan yola çıkarak Allah’a
dayanmadığını mı düşünebiliriz? Hayır, haşa. Bunu asla düşünemeyiz. Din
unutmayalım ki ısrar ve tekrardır. Vahyin üslubudur bu. ısrar ve tekrar. Yani
böyle devam et ve sadece bu emirler ilk muhatabı olan nebiye değil, o nebinin
şahsında kıyamete kadar gelecek tüm müminleredir aynı zamanda. Sadece Allah’a
dayan.
Neden? Çünkü toplumsal olana
karşı bir özne olacaksın. Toplumun ırmağında akan bir çöp olamazsın. Bu ırmağın
yatağını sen belirleyeceksin. Böyle bir ırmağın yatağını belirlemek küçük
şeylere dayanarak mümkün mü? Sırtını öyle bir yere dayamalısın ki toplum ırmağı
seni sürükleyip götürememeli. Debisi ne kadar güçlü olursa olsun bu ırmakta
akan bir çöp olmamalısın. Ama bunun içinde destek noktan olmalı. Çünkü toplumu
yerinden oynatmak, dünyayı yerinden oynatmak kadar zor. Eğer böyle bir zora
talipsen manivelanı koyacağın bir destek noktan olmalı. Bu destek noktası nere
olabilir? Allah.
ve kefa Billâhi Vekiyla zira dayanak
olarak Allah yeter.
4-) Ma ce'alAllâhu li racülin min kalbeyni fiy
cevfih* ve ma ce'ale ezvacekümüllaiy tuzahirune minhünne ümmehatiküm* ve ma
ce'ale ed'ıyaeküm ebnaeküm* zâliküm kavlüküm Bi efvahiküm* vAllâhu yekulül
Hakka ve HUve yehdis sebiyl;
Allâh
hiçbir erkeğin göğüs boşluğunda iki kalp oluşturmamıştır! Kendilerinden zihar (eşini anası gibi kabullenerek kendine haram kılma) yaptığınız eşlerinizi, analarınız kılmamıştır. Evlatlık
kabullendiklerinizi de oğullarınız kılmamıştır. Bunlar boş laflarınızdır! Allâh
Hakk'ı bildirir; doğru yola O hidâyet eder! (A.Hulusi)
04 -
Allah adam için içinde iki kalp yapmamıştır, ve kendilerinden zıhar yaptığınız
zevcelerinizi analarınız kılmamıştır, Evlâtlıklarınızı da oğullarınız
kılmamıştır, O sizin ağzınızda lâfınızdır, Allah ise hakkı söylüyor ve doğru
yola hidayet eyliyor. (Elmalı)
Ma ce'alAllâhu li racülin min kalbeyni fiy
cevfih İlginç, Allah hiç kimse için bir bedende, bir göğüste iki
kâlp yaratmamıştır. İki akıl, ya da iki vicdan da diyebiliriz biz buna.
Ne demek bu? bu bağlamda ne
manaya geliyor? Eşyanın hakikati sabittir manasına geliyor. Eşyanın hakikati
sabittir. Öyle değil mi. Nesefi akaidi şöyle başlıyordu; Haka’ikul eşya
fe’bitetü. Vel ilmü biha mütehakkıkun ‘hılâfen lissufis tayie ila ahir..
Eşyanın hakikati sabittir. Onun hakkındaki ilmimiz, bilgimiz gerçektir.
Kimlerin aksine? Sofistlerin, yani hakikat yoktur, sana göre öyledir, bana göre
böyledir, ona göre öyledir diyen, göreceliliği öne çıkaran, nispiyeti esas alan
ve dolayısıyla ahlaki davranışın temelini dinamitleyen ve mutlak hakikatleri
reddeden sofistlerin aksine eşyanın hakikati sabittir. İşte Nesefi akaidi böyle
başlar. Aslında Kur’an bu akaidi bize iman olarak telkin eder.
Neden? Eğer eşyanın hakikati
yoksa hiçbir şeyin hakkında konuşmak gerekmez. Eğer eşyanın hakikati yoksa,
şeylerin hakikati yoksa mutlak hakikatte yok. Eğer o yoksa doğru ve yanlış yok.
Hakk ve batıl yok, iyi ve kötü yok. İyi ve kötü mutlaka hakikatin olması
durumunda geçerlidir. Eğer hakikat nispi ise, görece ise, röletiv ise bana göre
doğru, sana göre doğru ve 6.5 milyar doğru olmak durumundadır. Böyle bir
dünyada kim doğrusunu savunabilir ki. Hangi doğru savunulabilir ki. Böyle bir
dünyada ahlaki davranış zemini kalır mı? Ne anlamı olur?
Onun için eşyanın hakikatine bir
atıf. Allah hiçbir bedende iki kâlp yaratmamıştır. Yani birini doğruya, birini
yanlışa. Bir şey hem sıcak hem soğuk olamaz. Hem ak hem kara olamaz. Hem burada
hem orada olamaz. Yani 3. şıkkın yokluğu. İşte bu çerçevede düşündüğümüzde 3.
halin yokluğu muhalli, ya doğrudur, ya yanlıştır. Ya soğuktur, ya sıcaktır.
Buradan nereye getirecek sözü? Ya
annedir ya değildir. Ya oğuldur ya değildir. Hem o dur hem o dur olmaz. Hem
oğludur, hem değildir, hem annedir hem anne değildir olmaz. Eşyanın hakikati
vardır. Bir anne eğer doğurmuşsa o evlattır. Değilse değildir. Bu kadar açık.
Bu kadar yalın ve işte şimdi o noktaya getirdi sözü;
ve ma ce'ale ezvacekümüllaiy tuzahirune
minhünne ümmehatiküm aynen böyle, vücudunuzu annenizin vücudu gibi
haram saydığınız, tuzahirune, zıhar
yaptığınız yani. “Sen bana annemin sırtı gibisin” derlerdi cahiliye de
eşlerine. Eğer eşlerinden hoşlanmıyorlarsa, ona ıstırap çektirmek istiyorlarsa,
ona kafaları bozulmuş kızmışlarsa, ondan intikam almak istiyorlarsa, onu
miraslarından istifade ettirmemek, ya da herhangi bir şekilde sofralarından
uzak tutmak istiyorlarsa; “senin sırtın annemin sırtı gibidir” derler ve artık
o anne kadar haram olurdu.
Fakat anne olur muydu? Nerde..!
Tabii ki olmazdı. Bırakınız anne olmayı bir köpeğe yapılamayacak muameleyi ona yapar,
bir ömür boyu ıstırap çektirirler bu hanımlara. Ne boşarlar, çünkü o, onun eşi
sayılıyor dışa göre. 3. şahısların hepsi onu, onun eşi sayıyorlar. Fakat
kendisi onu eşi saymıyor. Annesi kadar kendisine yabancı, yani cinsel olarak
yabancı sayıyor. Böyle bir ıstıraba mahkum ederler manevi işkence ederlerdi.
İşte buydu zıhar. Onun için burada onun açılımı olarak vücudunuzun annenizin
vücudu gibi haram saydığınız eşlerinizi de hiçbir zaman sizin gerçek
anneleriniz kılmamıştır.
Bu ayet kadına yapılan tarihi bir
zulmü ortadan kaldırmak için inmişti. Örf , anane, gelenek, toplumsal gelenek
eğer zulmün kaynağını oluşturuyorsa hiçbir gelenek hiçbir zulmü meşrulaştıramaz
diyor ayet. Evet, yani geleneğe dayandığı için bir zulmü meşru göstermeye kimse
kalkmasın. Allah zulmü haram kılmıştır. Kendi nefsine bile haram kılmıştır.
Kaldı ki insana. Dolayısıyla insanoğlu yaptığı ya da yapacağı zulümleri
toplumsal geleneğe yaslayınca kendini mazur mu göstereceğini sanıyor. İşte
burada, aslında sadece gelenek sorgulandırmıyor. İnsanoğlunun hakikatten
uzaklaşınca kendisine nasıl mazeretler, nasıl tumturaklı mazeretler
üretebileceği de gösteriliyor.
Diri diri mezara gömmek gibiydi
bu zıhar. Daha öne nazil olan mücadele suresini 1 – 4. ayetleri bu konuda ki
geleneği geçersiz kılmıştı ve bu konuda yapılan yeminlerinde kefaretini, kefaret yolunu göstermişti
Mücadele suresinin ilk ayetleri ve tabii ki sonuçlarını bu kefaretle ortadan
kaldırıyordu.
ve ma ce'ale ed'ıyaeküm ebnaeküm yine
evlatlıklarınızı da sizin gerçek çocuklarınız kılmamıştır. Birini evlat
edinmek, onun gerçek nesebini değiştirmez. Gerçek örtülürse eğer, yani birini
evlat edinmek güzel bir şey. Ona bakmak, onu büyütmek güzel bir şey. Fakat
bunu, gerçeği örtmek suretiyle yaparsanız birçok sakınca ortaya çıkar.
1 - si ruhsal travmaya yol açar.
O kendi gerçek anne ve babasını yıllar sonra öğrendiğinde her taraf, her kes
korkunç bir travma yaşar ve bugün bu, bugün dahi görülmekte. Hatta Şhov
dünyasına giren, sanat dünyasına giren, hatta siyaset dünyasına giren insanların
sonradan ben falanın annesiyim, ben falanın babasıyım diye çıkan insanların hem
muhataplarına yaşattıkları, hem onu besleyip büyüten aileye yaşattıkları, hem
de kendileri yaşadıkları travmayı düşününüz. Bu korkunç bir güvensizlik ve
ruhlarda uçurum meydana getirir.
2. Evlilik yolu ile kurulacak
bağların adresi şaşar. Öyle ki böyle bir durumda eğer gerçek anne babalara
nispet edilmezse, gerçek anne babaların adresi kaybettirilirse gerçek kardeşi
ile evlilik, kardeş kardeşle evlilik bile olabilir. Yani bunun önüne kimse
geçemez. Onun için nesep problemi çıkar.
3. Miras başta olmak üzere hukuki
sorunlar doğurur.
İşte bütün bu saydığımız ve
sayamadığımız sorunları ortadan kaldırmak için eşyanın hakikatine saygı
göstermek lazım. Alsa, büyütse, beslese, evlat edinse dahi onun gerçek
nesebinin adresini ortadan kaybetmek, onu ebediyen üzerini silmek biçiminde
yapmaması burada emr olunmaktadır.
zâliküm kavlüküm Bi efvahiküm bütün
bunlar düşünmeden ağzınızdan koy verdiğiniz, saldığınız boş laflardır. vAllâhu yekulül
Hakka ve HUve yehdis sebiyl ne ki Allah hep yalın gerçeği söyler.
Hep doğru yolu gösterir.
Allah’ın eşya için taktir ettiği
yere saygılı olun diyor ayet. Sosyal ve insani gerekçeler hakikatle oynamamızın
gerekçesi olmamalı. Evet, Yani sosyal bir takım gerçekler var. Bunlar gerekçe
teşkil edebilir. Yoksuldur, ya da öksüzdür, ya da yetimdir veda olarak
kalmıştır. Kimsesi yoktur. Alırız evlat ediniriz, bağrımıza basarız, anne
oluruz,baba oluruz. Bunda bir sakınca var mı? Yok. Fakat onun ait olduğu gerçek
nesebin üzerini çizemeyiz. Eşyanın hakikatidir bu. Bu doğrudur, onu rahminde
taşıyan anne bir başka annedir. Onun üstünü çizemeyiz, çizemezsiniz diyor yani.
Çizmemelisiniz.
Bu da dönüp dolaşıp hep şu
noktaya geliyor, eşyanın hakikatine saygı duyun. Allah’ın koyduğu yere saygı
duyun. Allah birini bir yere koymuşsa onu o yerden kesip koparmayın. Onun için
İslam’da tebenni müessesesi hadâna, ‘hıdane müessesesine dönmüştür.
‘Hıdane; onu göz kulak olup besleyip büyütmek,
onu terbiye edip yetiştirmek. Evlatlık müessesesi İslam da böyle bir çerçeve
içine alınmıştır. Gerçi İmam Şafi’ bu ayete dayanarak evlatlık müessesesi bu
ayet tarafından hükümsüz kılınmıştır dese de, İmam Ebu Hanife gibi daha başka
büyük fakihler; Hayır, bu ayet sadece evlatlık müessesesinin sınırlarını
çiziyor ve bir takım hükümler getiriyor. Yani düsturlar ve ilkeler koyuyor
demekle aslında isabetli yaklaşmıştır olaya. Ki zaten sahabe döneminden beri de
hep kimsesiz kalan insanları, çocukları sahabe üstlenmiş, onlara bakmış onları
büyütmüş ve topluma kazandırmıştır. Hatta öyle ki Çin’de İslam bu yolla
yayılmıştır. Kimsesiz çocukları Müslüman tüccarlar almışlar, Huyiçinleri,
böylelikle Müslüman olmuşlardır.
Yine bu yolla İslam büyük
fatihler kazanmıştır. Endülüs’ün büyük fatihi Tarık Bin Ziyad bir yetimdir. Bir
savaş esirinin yetimidir daha doğrusu.
Yine Afrika’nın büyük fatihi Musa
Bin Nusayr berberidir. Tarık gibi o da bir yetimdir.
Yine Anadolu’nun efsanevi fatihi
Abdullah e Battal namı diğer Battal Gazi aslen Antakyalı olan bir yetimdir.
Yani İslam yetimleri almış, onlara ana olmuş, baba olmuş, onları İslam’ın oğlu
etmiş ve onlardan fatihler çıkarmıştır. Düşmanlarının yetiminden dostlar
çıkarmıştır İslam işte bu sayede.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
131. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder