15 Ocak 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. AHZAB (02-04) (131-B)



A sayfasından devam.

2-) Vettebı' ma yuha ileyke min Rabbik* innAllâhe kâne Bima ta'melune Habiyra;

Rabbinden sana vahyolunana tâbi ol... Muhakkak ki Allâh, yaptıklarınızı (yaratan olarak) Habiyr'dir. (A.Hulusi)

02 - Ve rabbinden sana ne vahyolunuyorsa onun ardınca git, muhakkak ki Allah ne yaparsanız habîr bulunuyor. (Elmalı)


Vettebı' ma yuha ileyke min Rabbik sadece rabbinden sana indirilene uy innAllâhe kâne Bima ta'melune Habiyra çünkü Allah yaptığınız her bir şeyden haberdardır.


3-) Ve tevekkel alAllâh* ve kefa Billâhi Vekiyla;

Allâh'a tevekkül et! Esmâ'sıyla hakikatin olan Allâh, Vekiyl olarak yeterlidir! (A.Hulusi)

03 - Ve Allaha tevekkül (itimat) kıl ki vekîl Allah yeter. (Elmalı)


Ve tevekkel alAllâh ve yalnızca Allah’a dayan. İlk muhatabı Resulallah’a böylesine kesin ve keskin emirler.

üttekullah;(1) Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde ol.

ve lâ tutı'îl kafiriyne vel münafikıyn (1) Kafirlere ve münafıklara uyma.

Vettebı' ma yuha ileyke min Rabbik (2) rabbinden sana indirilene uy. Hep nehiy ve emir. Hep; şunu yap, bunu yapma. Kesin net, sınırları belli.

Ve tevekkel alAllâh (3) ve Allaha yaslan, Allah’a güven, Allah’a dayan.

Buradan yola çıkarak Allah’a dayanmadığını mı düşünebiliriz? Hayır, haşa. Bunu asla düşünemeyiz. Din unutmayalım ki ısrar ve tekrardır. Vahyin üslubudur bu. ısrar ve tekrar. Yani böyle devam et ve sadece bu emirler ilk muhatabı olan nebiye değil, o nebinin şahsında kıyamete kadar gelecek tüm müminleredir aynı zamanda. Sadece Allah’a dayan.

Neden? Çünkü toplumsal olana karşı bir özne olacaksın. Toplumun ırmağında akan bir çöp olamazsın. Bu ırmağın yatağını sen belirleyeceksin. Böyle bir ırmağın yatağını belirlemek küçük şeylere dayanarak mümkün mü? Sırtını öyle bir yere dayamalısın ki toplum ırmağı seni sürükleyip götürememeli. Debisi ne kadar güçlü olursa olsun bu ırmakta akan bir çöp olmamalısın. Ama bunun içinde destek noktan olmalı. Çünkü toplumu yerinden oynatmak, dünyayı yerinden oynatmak kadar zor. Eğer böyle bir zora talipsen manivelanı koyacağın bir destek noktan olmalı. Bu destek noktası nere olabilir? Allah.

ve kefa Billâhi Vekiyla zira dayanak olarak Allah yeter.


4-) Ma ce'alAllâhu li racülin min kalbeyni fiy cevfih* ve ma ce'ale ezvacekümüllaiy tuzahirune minhünne ümmehatiküm* ve ma ce'ale ed'ıyaeküm ebnaeküm* zâliküm kavlüküm Bi efvahiküm* vAllâhu yekulül Hakka ve HUve yehdis sebiyl;

Allâh hiçbir erkeğin göğüs boşluğunda iki kalp oluşturmamıştır! Kendilerinden zihar (eşini anası gibi kabullenerek kendine haram kılma) yaptığınız eşlerinizi, analarınız kılmamıştır. Evlatlık kabullendiklerinizi de oğullarınız kılmamıştır. Bunlar boş laflarınızdır! Allâh Hakk'ı bildirir; doğru yola O hidâyet eder! (A.Hulusi)

04 - Allah adam için içinde iki kalp yapmamıştır, ve kendilerinden zıhar yaptığınız zevcelerinizi analarınız kılmamıştır, Evlâtlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır, O sizin ağzınızda lâfınızdır, Allah ise hakkı söylüyor ve doğru yola hidayet eyliyor. (Elmalı)


Ma ce'alAllâhu li racülin min kalbeyni fiy cevfih İlginç, Allah hiç kimse için bir bedende, bir göğüste iki kâlp yaratmamıştır. İki akıl, ya da iki vicdan da diyebiliriz biz buna.

Ne demek bu? bu bağlamda ne manaya geliyor? Eşyanın hakikati sabittir manasına geliyor. Eşyanın hakikati sabittir. Öyle değil mi. Nesefi akaidi şöyle başlıyordu; Haka’ikul eşya fe’bitetü. Vel ilmü biha mütehakkıkun ‘hılâfen lissufis tayie ila ahir.. Eşyanın hakikati sabittir. Onun hakkındaki ilmimiz, bilgimiz gerçektir. Kimlerin aksine? Sofistlerin, yani hakikat yoktur, sana göre öyledir, bana göre böyledir, ona göre öyledir diyen, göreceliliği öne çıkaran, nispiyeti esas alan ve dolayısıyla ahlaki davranışın temelini dinamitleyen ve mutlak hakikatleri reddeden sofistlerin aksine eşyanın hakikati sabittir. İşte Nesefi akaidi böyle başlar. Aslında Kur’an bu akaidi bize iman olarak telkin eder.

Neden? Eğer eşyanın hakikati yoksa hiçbir şeyin hakkında konuşmak gerekmez. Eğer eşyanın hakikati yoksa, şeylerin hakikati yoksa mutlak hakikatte yok. Eğer o yoksa doğru ve yanlış yok. Hakk ve batıl yok, iyi ve kötü yok. İyi ve kötü mutlaka hakikatin olması durumunda geçerlidir. Eğer hakikat nispi ise, görece ise, röletiv ise bana göre doğru, sana göre doğru ve 6.5 milyar doğru olmak durumundadır. Böyle bir dünyada kim doğrusunu savunabilir ki. Hangi doğru savunulabilir ki. Böyle bir dünyada ahlaki davranış zemini kalır mı? Ne anlamı olur?

Onun için eşyanın hakikatine bir atıf. Allah hiçbir bedende iki kâlp yaratmamıştır. Yani birini doğruya, birini yanlışa. Bir şey hem sıcak hem soğuk olamaz. Hem ak hem kara olamaz. Hem burada hem orada olamaz. Yani 3. şıkkın yokluğu. İşte bu çerçevede düşündüğümüzde 3. halin yokluğu muhalli, ya doğrudur, ya yanlıştır. Ya soğuktur, ya sıcaktır.

Buradan nereye getirecek sözü? Ya annedir ya değildir. Ya oğuldur ya değildir. Hem o dur hem o dur olmaz. Hem oğludur, hem değildir, hem annedir hem anne değildir olmaz. Eşyanın hakikati vardır. Bir anne eğer doğurmuşsa o evlattır. Değilse değildir. Bu kadar açık. Bu kadar yalın ve işte şimdi o noktaya getirdi sözü;

ve ma ce'ale ezvacekümüllaiy tuzahirune minhünne ümmehatiküm aynen böyle, vücudunuzu annenizin vücudu gibi haram saydığınız, tuzahirune, zıhar yaptığınız yani. “Sen bana annemin sırtı gibisin” derlerdi cahiliye de eşlerine. Eğer eşlerinden hoşlanmıyorlarsa, ona ıstırap çektirmek istiyorlarsa, ona kafaları bozulmuş kızmışlarsa, ondan intikam almak istiyorlarsa, onu miraslarından istifade ettirmemek, ya da herhangi bir şekilde sofralarından uzak tutmak istiyorlarsa; “senin sırtın annemin sırtı gibidir” derler ve artık o anne kadar haram olurdu.

Fakat anne olur muydu? Nerde..! Tabii ki olmazdı. Bırakınız anne olmayı bir köpeğe yapılamayacak muameleyi ona yapar, bir ömür boyu ıstırap çektirirler bu hanımlara. Ne boşarlar, çünkü o, onun eşi sayılıyor dışa göre. 3. şahısların hepsi onu, onun eşi sayıyorlar. Fakat kendisi onu eşi saymıyor. Annesi kadar kendisine yabancı, yani cinsel olarak yabancı sayıyor. Böyle bir ıstıraba mahkum ederler manevi işkence ederlerdi. İşte buydu zıhar. Onun için burada onun açılımı olarak vücudunuzun annenizin vücudu gibi haram saydığınız eşlerinizi de hiçbir zaman sizin gerçek anneleriniz kılmamıştır.

Bu ayet kadına yapılan tarihi bir zulmü ortadan kaldırmak için inmişti. Örf , anane, gelenek, toplumsal gelenek eğer zulmün kaynağını oluşturuyorsa hiçbir gelenek hiçbir zulmü meşrulaştıramaz diyor ayet. Evet, yani geleneğe dayandığı için bir zulmü meşru göstermeye kimse kalkmasın. Allah zulmü haram kılmıştır. Kendi nefsine bile haram kılmıştır. Kaldı ki insana. Dolayısıyla insanoğlu yaptığı ya da yapacağı zulümleri toplumsal geleneğe yaslayınca kendini mazur mu göstereceğini sanıyor. İşte burada, aslında sadece gelenek sorgulandırmıyor. İnsanoğlunun hakikatten uzaklaşınca kendisine nasıl mazeretler, nasıl tumturaklı mazeretler üretebileceği de gösteriliyor.

Diri diri mezara gömmek gibiydi bu zıhar. Daha öne nazil olan mücadele suresini 1 – 4. ayetleri bu konuda ki geleneği geçersiz kılmıştı ve bu konuda yapılan yeminlerinde  kefaretini, kefaret yolunu göstermişti Mücadele suresinin ilk ayetleri ve tabii ki sonuçlarını bu kefaretle ortadan kaldırıyordu.

ve ma ce'ale ed'ıyaeküm ebnaeküm yine evlatlıklarınızı da sizin gerçek çocuklarınız kılmamıştır. Birini evlat edinmek, onun gerçek nesebini değiştirmez. Gerçek örtülürse eğer, yani birini evlat edinmek güzel bir şey. Ona bakmak, onu büyütmek güzel bir şey. Fakat bunu, gerçeği örtmek suretiyle yaparsanız birçok sakınca ortaya çıkar.

1 - si ruhsal travmaya yol açar. O kendi gerçek anne ve babasını yıllar sonra öğrendiğinde her taraf, her kes korkunç bir travma yaşar ve bugün bu, bugün dahi görülmekte. Hatta Şhov dünyasına giren, sanat dünyasına giren, hatta siyaset dünyasına giren insanların sonradan ben falanın annesiyim, ben falanın babasıyım diye çıkan insanların hem muhataplarına yaşattıkları, hem onu besleyip büyüten aileye yaşattıkları, hem de kendileri yaşadıkları travmayı düşününüz. Bu korkunç bir güvensizlik ve ruhlarda uçurum meydana getirir.

2. Evlilik yolu ile kurulacak bağların adresi şaşar. Öyle ki böyle bir durumda eğer gerçek anne babalara nispet edilmezse, gerçek anne babaların adresi kaybettirilirse gerçek kardeşi ile evlilik, kardeş kardeşle evlilik bile olabilir. Yani bunun önüne kimse geçemez. Onun için nesep problemi çıkar.

3. Miras başta olmak üzere hukuki sorunlar doğurur.

İşte bütün bu saydığımız ve sayamadığımız sorunları ortadan kaldırmak için eşyanın hakikatine saygı göstermek lazım. Alsa, büyütse, beslese, evlat edinse dahi onun gerçek nesebinin adresini ortadan kaybetmek, onu ebediyen üzerini silmek biçiminde yapmaması burada emr olunmaktadır.

zâliküm kavlüküm Bi efvahiküm bütün bunlar düşünmeden ağzınızdan koy verdiğiniz, saldığınız boş laflardır. vAllâhu yekulül Hakka ve HUve yehdis sebiyl ne ki Allah hep yalın gerçeği söyler. Hep doğru yolu gösterir.

Allah’ın eşya için taktir ettiği yere saygılı olun diyor ayet. Sosyal ve insani gerekçeler hakikatle oynamamızın gerekçesi olmamalı. Evet, Yani sosyal bir takım gerçekler var. Bunlar gerekçe teşkil edebilir. Yoksuldur, ya da öksüzdür, ya da yetimdir veda olarak kalmıştır. Kimsesi yoktur. Alırız evlat ediniriz, bağrımıza basarız, anne oluruz,baba oluruz. Bunda bir sakınca var mı? Yok. Fakat onun ait olduğu gerçek nesebin üzerini çizemeyiz. Eşyanın hakikatidir bu. Bu doğrudur, onu rahminde taşıyan anne bir başka annedir. Onun üstünü çizemeyiz, çizemezsiniz diyor yani. Çizmemelisiniz.

Bu da dönüp dolaşıp hep şu noktaya geliyor, eşyanın hakikatine saygı duyun. Allah’ın koyduğu yere saygı duyun. Allah birini bir yere koymuşsa onu o yerden kesip koparmayın. Onun için İslam’da tebenni müessesesi hadâna, ‘hıdane müessesesine dönmüştür.

 ‘Hıdane; onu göz kulak olup besleyip büyütmek, onu terbiye edip yetiştirmek. Evlatlık müessesesi İslam da böyle bir çerçeve içine alınmıştır. Gerçi İmam Şafi’ bu ayete dayanarak evlatlık müessesesi bu ayet tarafından hükümsüz kılınmıştır dese de, İmam Ebu Hanife gibi daha başka büyük fakihler; Hayır, bu ayet sadece evlatlık müessesesinin sınırlarını çiziyor ve bir takım hükümler getiriyor. Yani düsturlar ve ilkeler koyuyor demekle aslında isabetli yaklaşmıştır olaya. Ki zaten sahabe döneminden beri de hep kimsesiz kalan insanları, çocukları sahabe üstlenmiş, onlara bakmış onları büyütmüş ve topluma kazandırmıştır. Hatta öyle ki Çin’de İslam bu yolla yayılmıştır. Kimsesiz çocukları Müslüman tüccarlar almışlar, Huyiçinleri, böylelikle Müslüman olmuşlardır.

Yine bu yolla İslam büyük fatihler kazanmıştır. Endülüs’ün büyük fatihi Tarık Bin Ziyad bir yetimdir. Bir savaş esirinin yetimidir daha doğrusu.

Yine Afrika’nın büyük fatihi Musa Bin Nusayr berberidir. Tarık gibi o da bir yetimdir.

Yine Anadolu’nun efsanevi fatihi Abdullah e Battal namı diğer Battal Gazi aslen Antakyalı olan bir yetimdir. Yani İslam yetimleri almış, onlara ana olmuş, baba olmuş, onları İslam’ın oğlu etmiş ve onlardan fatihler çıkarmıştır. Düşmanlarının yetiminden dostlar çıkarmıştır İslam işte bu sayede.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
131. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder