31 Ocak 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. AHZAB (59-63) (133-D)



C sayfasından devam



59-) Ya eyyühenNebiyyü kul liezvacike ve benatike ve nisail mu'miniyne yüdniyne aleyhinne min celabiybihinn* zâlike edna en yu'refne fela yü'zeyn* ve kânAllâhu Ğafûran Rahıyma;



Ey Nebi! Eşlerine, kızlarına ve iman etmişlerin hanımlarına de ki: "Cilbap"larını (dış elbise) giysinler... Bu, onların tanınmalarına, bu yüzden de rahatsız edilmemelerine yarar... Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)



59 - Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bir gafûr rahîm bulunuyor. (Elmalı)





Ya eyyühenNebiyy sen ey peygamberler ailesinin ferdi. kul liezvacike ve benatike ve nisail mu'miniyne yüdniyne aleyhinne min celabiybihinne eşlerine, kızlarına, bütün mü’minlerin hanımlarına toplum içine çıktıklarında üzerlerine tesettürü tam sağlayan elbiselerini almalarını söyle.



Nur/31. ayeti ile birlikte anlaşılmalıdır bu ayet. Nur suresi 31. ayeti daha önce ilgili yerde işlemiştik. O ayet özel. Bu ayet ise toplumsal tesettürle ilgilidir. Nur suresinin 31. ayeti bu ayetten önce inmiş olmak durumundadır. Çünkü onda baştan aksesuar olarak salınan örtünün göğüsleri, gerdanı da kapatması emr olunuyordu. Buradaki cilbab ise baştan ayağa bütün vücudu kapatan bir örtü olduğu ittifakla sabit. Eğer bu önce gelmiş olsaydı Nur/31 e gerek kalmazdı. Onun için Nur/31 önce gelmiş olmalıdır ki bu onu tamamlayan sosyal bir boyut katıyor tesettüre.



Örtünme fıtridir. Hz. Adem’den bahsedilirken Kur’an da cinselliğini fark edince örtünme ihtiyacını hissettiği dile getirilir. ..ve tafika yahsıfani.. (Tâhâ/121) yani başladılar cennet bahçesinin yapraklarıyla kendilerini örtmeye. Örtünmenin fıtri olduğunu gösteriyor bu da. Teşhir de, taciz de yasaktır. Yani bedenin kamuya açılması ve sergilenmesi, ya da kamuya aslında açık olmayıp özel bir güzellik olan, özel bir alan olan bedenin kamuya açılması için taciz edilmesi ikisi de yasaktır. Çünkü beden özeldir. Fakat kadın bedeni daha özeldir, çünkü kadın cinsi latiyftir, estetik bir formdur. Güzelliği temsil eder. Onun için beden kamuya açılamaz.



Bu ayet illeti, nedeni içinde bir hükümdür. Yani ayetin illeti kendi içinde yer alır. Her hüküm illetini içinde barındırmaz. Bazen illeti uzun akıl yürütmeler yoluyla, uzu çabalar yoluyla bulunur. Bazılarında ise böylesine açıkça yer alır.



zâlike edna en yu'refne fela yü'zeyn işte illet budur. İlleti kendi içindedir ki devamında da bu vardır onu okuyalım o zaman zâlike edna en yu'refne fela yü'zeyn bu onların hür ve Mü’min kadınlar olarak tanınmaları ve rahatsız edilmemeleri için daha uygundur. Burada daha uygunluğu edna, daha uygundur, belki takvaya daha uygundur şeklinde de çevrilebilir. Ama daha uygundur. Mota mot çevirisi budur.



Evet, illeti içindedir, bu da illetidir demiştik. Yukarıdaki, emrin illeti budur. Eza iffete yönelik her saldırıdır ayetteki eziyet. Değişkendir fakat tanınma. İki illet vardı eza ve tanınma. Eza edilmemeleri, eziyet edilmemeleri. Bu eziyet edilmiyor madem ilahi hüküm kalkar mı denilecekse ikincisi var tanınma. Bu kalıcıdır.



Cilbab örtünün niceliğinden çok bedeni örtme niteliğini ifade eder. Örten bir elbise olması şart, tesettür. Bu örtünme biçimi iffetsizleri simgelemeye başlarsa, herhangi bir örtünme biçimi, mesela birgün iffetsizleri, iffetsiz hanımları simgelemeye başlarsa, o örtünme biçimini terk etmek şart olur. Onun için tanınma yani arif, irfan, ma’ruf işte marifet hep aynı kökten gelir ve tanınma. Nasıl bir tanınma? Temiz olarak ve mü’min olarak tanınma, Mü’min kadının simgesi olarak görülmektedir.



Tesettür kadını korumak içindir, teşri kılınmıştır. Yani kadını korumak içindir. Neden ve nasıl? Çünkü kadın erkeklerin istismarına açılmamıştır. Kadın erkeklerle, kişiliğiyle ilişkiye girmesi, dişiliği ile ilişkiye girmemesi böyle temin edilmiştir. Kadının kişiliğinin gelişmesi için kamuya cinselliğini açmaması, daha doğrusu karşıt cinsle irtibata girdiğinde onunla kişiliği aracılığıyla ilişki kurması, dişiliği aracılığıyla ilişki kurmaması burada esas alınmıştır.



Vahiy özetle örtüye teabbüdi, ya da hukuki anlam yüklemez. Zaten ayetin sonu da bunu gösterir. ve kânAllâhu Ğafûran Rahıyma ne ki Allah zaten bağışlayıcıdır, merhamet edendir. Teabbüdi anlam yüklemez. Mesela domuz eti yasağında oldu gibi teabbüdi değildir. Veya hukuki anlam da yüklemez, mesela cinayet yasağında olduğu gibi. Fakat ahlaki anlam yükler. Onun içinde Kur’an da takva örtüsü, takva elbisesi, libas üd takva hayrulah. Takva elbisesi işin ruhudur. Tesettürse bu ruhun bedenidir. Bu ikisi birlikte olduğunda ahlaki tamamlayıcılık gerçekleşmiş olur.



İşte vahyin tesettür konusunda ki temel çıkış noktası ahlakiliktir. Bunun bir boyutu bireysel, bir boyutu toplumsal olana uzanır. Nur suresi bireysel, ahzap suresi 59. ayette toplumsal olanı temsil eder. Çünkü vahiy kadın erkek ilişkisinin kadının cinselliği, cinsel kimliğiyle değil, kadının kişiliğiyle, yani dişiliğiyle değil kişiliğiyle kurması gerektiği bir insanı ilişkiye dönüştürmeye çabalar. Bu gayrettir Kur’an ın, vahyin gayreti.



[Ek bilgi; Orijinal bir bakış açısı; 




İslam, kadına örtünme önerisinde bulunur. Ne zamana kadar? Blûğ çağına girip adet görmeye başladıktan itibaren doğurganlığının devam ettiği sürece. Sonra açabilirsiniz der. Bunun gerekçesi, kadının ve doğuracağı çocuğun atalarından gelen genetik formunun korunabilmesi içindir görüşündeyim.



Bir örnek uygulamaya işaret etmek istiyorum. Bilindiği gibi Haralarda cins at yetiştiriciliği yapılırken dişi ve erkek atların farklı cins veya karışık genlere sahip atlarla çiftleşmesine kesinlikle izin verilmez. Çünkü değerlidir, milyarlarca dolar anlamına gelir.  Ana baba kimlikleri hakkında mutlaka kayıt tutulur. Hatta kızgın oldukları dönemlerde diğer atların yanına bile bırakılmaz. Tek amaç; cins genlerinin karışmaması, bozulmaması içindir….. http://ekabirweb.blogspot.com/2012/06/basortusu-gercegi.html ]









60-) Lein lem yentehil münafikune velleziyne fiy kulubihim meradun vel murcifune fiyl Mediyneti lenuğriyenneke Bihim sümme lâ yücaviruneke fiyha illâ kaliyla;



Andolsun ki ikiyüzlüler, sağlıksız düşünenler ve Medine'deki dedikodu yayanlar eğer vazgeçmezler ise, kesinlikle seni onlara salarız... Sonra orada sana az komşuluk yapmış olurlar. (A.Hulusi)



60 - Celâlim hakkı için eğer vazgeçmezlerse o Münafıklar, kalplerinde maraz bulunanlar ve şehirde erâcif neşr eden, tahrikât yapanlar, mutlak ve muhakkak seni kendilerine musallat kılarız, sonra orada civarına pek az yanaşabilirler. (Elmalı)





Lein lem yentehil münafikune velleziyne fiy kulubihim meradun vel murcifune fiyl Mediyneh şu kesin ki eğer iki yüzlüler kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde yalan haber yayarak ortalığı karıştıranlar buna bir son vermezlerse lenuğriyenneke Bihim sümme lâ yücaviruneke fiyha illâ kaliyla seni onların üzerine öyle bir salarız ki sonra kısa bir süre dışında sana komşu olarak bile orada kalamazlar. Yani bir daha kısa bir süre hariç sana komşu bile olamazlar, yurtlarını yuvalarını kaybederler.





61-) Mel'uniyne, eyne ma sükıfu ühızû ve kuttilu taktiyla;



Lânete uğramışlar olarak... Nerede bulunup ele geçirilirlerse, tutulurlar ve öldürülür de öldürülürler. (A.Hulusi)



61 - Mel'un mel'un: nerede ele geçirilirlerse tutulurlar ve öldürülürler de öldürülürler. (Elmalı)





Mel'uniyne, eyne ma sükıfu ühızû ve kuttilu taktiyla Allah’ın rahmetinden dışlanmış olarak görüldükleri yerde enselenip kesinkes öldürülürler.



[Ek bilgi; {İRCAF,(60) aslında sarsıntı mânâsına olan "recfe"den alınarak ortalığı sarsacak tahrikler yapmak demektir ki, fiilî de olur, sözlü de. Bundan dolayı yalan yanlış uydurma haberler yaymaya "ircaf" denildiği gibi, o yoldaki yalanlara da "eracif" denilir. Bunu yapanlar içinde münafıklar dahi varsa da ayrıca zikrolunması daha başkalarını da göstermiş oluyor ki Medine ve civarındaki Yahudilerdi.



Bütün bunlar akıllarını başlarına alıp bu kötü huylarından tevbe ederek bu yaptıklarından vaz geçmezlerse azamet ve şanım hakkı için mutlak ve muhakkak seni onlara musallat kılar, saldırtırım, öldürülmelerin e ve uzaklaştırılmalarına teşvik ve sevk ederim. "Sonra da senin civarına pek az yaklaşabilirler."

Elmalı’lı;- Kur’an dili }]





62-) SünnetAllâhi filleziyne halev min kabl* ve len tecide lisünnetillahi tebdiyla;



Bu, önceden geçmişler içinde de Sünnetullâh'tır... Sünnetullâh'ın değişecek alternatifi asla yoktur! (A.Hulusi)



62 - Allahın bundan evvel geçenler hakkındaki kanunu ki Allahın kanununu tebdile çare bulamazsın. (Elmalı)





SünnetAllâhi filleziyne halev min kabl Allah’ın daha öncekilere uyguladığı bir uygulamasıdır, sünnetidir, geleneğidir bu. ve len tecide lisünnetillahi tebdiyla Sen Allah’ın uygulamasında, sünnetinde, geleneğinde asla bir değişiklik bulamazsın. Yani ilahi, kevni yasalar. İster tabiata koyduğu Allah’ın yasaları olsun, ister toplumsal dönüşümün yasaları olsun isterse biraz önce tesettür ayetinde dile getirdiğimiz gibi insanın fıtratında bulunan yasalar olsun. Ki insanın fıtratında güzelliğe eğilim. Erkeğin fıtratında kadına eğilim, erkeğin fıtratında görme isteği. Kadının fıtratında ise güzelliği gösterme isteği ve bütün bunlar dikkate alınarak Allah, insan ilişkilerini sağlıklı bir zemin üzerine inşa ediyor. Zihinlerimizi inşa ediyor.



İşte bütün bunlar aslında, temelde Allah’ın varlıkların içine yerleştirdiği temel yasalara bağlı olarak geliştirilen hükümlerdir. Bunu da en iyi bilen Allah’tır, çünkü O elâ ya’lemü men halâk.. (Mülk/14) yarattığını bilmez mi? yarattığı insanın neye zaafı olduğunu, neyi kötüye kullanacağını neyi istismar edeceğini, neyin altından girip üstünden çıkarak olumlu bir imkanken olumsuza çevireceğini çok iyi bilir. Onun içinde istismar kapılarını gösterip o kapıların kapanmasını istemektedir kullarından. Bunu da kendi çıkarı için değil, yine insanın çıkarı için yapmaktadır.



[Ek bilgi; Sünnetullah hakkında geniş bilgi Ahzab/38) ayette)]





63-) Yes'elükenNasü 'anis sa'ati, kul innema 'ılmuha 'indAllâh* ve ma yüdriyke lealles sa'ate tekûnü kariyba;



İnsanlar sana o saatten (ölüm) sorarlar... De ki: "Onun ilmi ancak Allâh indîndedir"... Sana bildiren nedir, belki o saat yakındır! (A.Hulusi)



63 - O nâs sana saatten soruyor, de ki: onun ilmi Allahın nezdindedir ve ne bilirsin belki o saat yakında olur. (Elmalı)





Yes'elükenNasü 'anis sa'a insanlar sana son saat hakkında soruyorlar. kul innema 'ılmuha 'indAllâh Peki, bilebilir mi Resulallah? Yani insanlar ona son saati soruyorlar da Resulallah’ın bileceği bir şey mi soruyorlar? İşte cevabı böyle ver diyor; De ki onun bilgisi sadece Allah katındadır. Hani Yes'eluneke anis saati eyyane mursaha. (A’raf/187) son saatin ne zaman kopacağını sana soruyorlar sen onun ne zaman olacağını nereden bileceksin ki, nasıl bileceksin ki Olacak iş değil. Ya kıyameti hesaplamaya kalkanlara ne demeli



ve ma yüdriyke lealles sa'ate tekûnü kariyba sana kim bildirebilir ki son saat belki yakındır. Müfessir Tahir Bin Aşur’un ifade ettiği gibi belki de uzaktır. Sözün geliminden bu anlam çıkar diyor, Belki yakındır beklide uzaktır.



Hadislerin bazılarında toplumsal çözülme ve medeniyetlerin çöküşü de kıyamet olarak nitelendiriliyor. Yani son saat; bireyin son saati var, medeniyetlerin son saati var, toplumların son saati var, devletlerin son saati var ve kozmik son saat var. Kozmik kıyamet, kozmik çöküş. Onun için iç içe bir son saatler zincirinden söz etmek lazım.





Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
133. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

30 Ocak 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. AHZAB (54-58) (133-C)



B sayfasından devam

54-) İn tübdu şey'en ev tuhfuhü feinnAllâhe kâne Bi külli şey'in 'Aliyma;

Bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de, Allâh kesinlikle her şeyi (yaratanı olarak) Aliym'dir. (A.Hulusi)

54 - Eğer bir şey açıklar veya gizlerseniz şüphe yok ki Allah her şeye alîm bulunuyor. (Elmalı)


İn tübdu şey'en ev tuhfuhü bir şeyi açıklasanız da gizleseniz de fark etmez. Hani biraz önce diyemiyor dedim ama Rabbimiz onun yerine diyor. Aslında belki bu gizlemek ve açıklamak birazda oraya bir ima. feinnAllâhe kâne Bi külli şey'in 'Aliyma unutmayın ki Allah her bir şeyi en ince ayrıntısına kadar zaten bilmektedir. Yani olura aslında Resulallah’ın eşleri ile evlenmek isteme bir bakıma Resulallah’la hanımların evlenmek istemesinin gerekçesine dayanıyordu. Hanımların Resulallah’la dul veya bekar hanımların Resulallah’la  evlenmek isteme gerekçesi açıktı biraz önce de söyledim. Adlarının tüm insanlık tarafından kıyamete kadar Alemlere rahmet Hz. Muhammed AS. ın adının yanında anılması. Bu onlar için şereflerin en büyüğü.

Fakat Resulallah’ın vefatından sonra da onun hanımının kocası olma şerefine nail olmak gibi bir arzu ile kuyruğa girenler çıkabilirdi. Sıraya girenler çıkabilirdi. İşte aslında bu ayet hangi niyetle olursa olsun ister böyle ister başka, Resulallah’ın geriye bıraktığı hatıralara saygı gösterilmesi ve o hatıraların kendisiyle evlenmek için bir numaralı gerekçelerine saygı gösterilmesi gerektiğini, ki onların Resulallah’la evlenmelerinin de gerekçesi buydu. Bence onların gönlüne de bırakılsaydı Resulallah’ın üzerine gül koklamazlardı, Hz. Aişe’nin tavrı zaten bunun en büyük şeyiydi. Bırakın böyle bir şeyi düşünmeyi, zaten ayet var düşünemezler, ama onun yemediği yemeği bile yediremedi kimse Hz. Aişe’ye. Sevgilim bunu yemedi der göz yaşları içinde sofradan kalkardı. O da yemezdi. Böyle bir hürmete, böyle bir sevgiye, böyle bir aşkla muhabbete hürmet edilmez mi, saygı gösterilmez mi, Bu saygıya layık bir muhabbet, bu saygıya layık bir aşk.


55-) Lâ cünâha aleyhinne fiy abaihinne ve lâ ebnaihinne ve lâ ıhvanihinne ve lâ ebnai ıhvanihinne ve lâ ebnai ehavatihinne ve lâ nisaihinne ve lâ ma meleket eymanühünne* vettekıynAllâh* innAllâhe kâne alâ külli şey'in Şehiyda;

Onlara; babaları, oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, diğer iman eden kadınlar ve köleleri hakkında hicapsız görünme hususunda bir vebal yoktur... Allâh'tan korunun... Muhakkak ki Allâh her şey üzerine şahittir! (A.Hulusi)

 55 - O zevcelere şunlarda günah yoktur: ne ataları, ne oğulları, ne biraderleri, ne biraderlerinin oğulları, ne hemşirelerinin oğulları, ne kendi kadınları ne de ellerindeki mülklerinde, bununla beraber Allaha korunun (ey Peygamberin zevceleri) çünkü Allah her şey üzerine şahit bulunuyor. (Elmalı)


Lâ cünâha aleyhinne fiy abaihinne ve lâ ebnaihinne ve lâ ıhvanihinne ve lâ ebnai ıhvanihinne ve lâ ebnai ehavatihinne ve lâ nisaihinne ve lâ ma meleket eymanühünn ne ki onların babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları kendi cinslerinden olan kadınlar, ve sağ elleri altında bulunanlar konusunda bir mahsur, bir yasak, bir sakınca yoktur.

53. ayetin devamı sadedinde bu ayet. Hz. Peygamberin eşlerinin yanına ev içi rahatlığı halinde girmeleri serbest olanlar sayılıyor burada. Özel bir tedbir almaksızın yani. Ne girilen eş tarafından, gede giren tarafından bunlara yukarıda ki kısıtlama getirilmiyor. Kısıtlamanın dışında hariç tutulanlar bunlar. Meşru şekilde sahip oldukları cariyelerin, ki bunlar meşru şekilde sahip olduğunuz ifadesi burada geldi bakınız. Kim sahip olanlar eşler yani hanımlar. Hanımların meşru şekilde sahip oldukları. Yani ve ma meleket eymanühünne /50) den yola çıkarak geleneksel cariye mantığı üretmeye kalkmanın ne kadar tutarsız olduğunu söylüyorum. Çünkü burada ve ma meleket eymanühünne le ifade edilen hanımların meşru şekilde sahip oldukları kadın köleler, hizmetçiler den bahsediliyor. Onun içinde böyle bir ibareden yola çıkarak geleneksel cariye anlayışına prim üretmeye kalkmanın ne kadar sakat olduğunu da aslında bu ibareler gösteriyor.

vettekıynAllâh* innAllâhe kâne alâ külli şey'in Şehiyda ama ey peygamber hanımları siz hep Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edin, çünkü Allah her şeye şahittir.


56-) İnnAllâhe ve MelâiketeHÛ yusallûne alen Nebiyy* yâ eyyühelleziyne âmenû sallû aleyhi ve sellimû tesliymâ;

Muhakkak ki Allâh ve melekleri, Nebi'ye salât eder... Ey iman edenler, siz de O'na salât (yönelin) edin ve teslimiyet ile selâm verin! (A.Hulusi)

56 - Muhakkak ki Allah ve Melâikesi Peygambere hep salât ile tekrim ederler, ey o bütün iman edenler! haydin ona teslimiyetle salât-ü selâm getirin. (Elmalı)


İnnAllâhe ve MelâiketeHÛ yusallûne alen Nebiyy şu kesin ki Allah ve O’nun melekleri peygamberi desteklerler. yâ eyyühelleziyne âmenû sallû aleyh ey iman edenler siz de onu destekleyin, siz de ona salât edin.

Dikkat buyurunuz yatra ’unessalâte, salâvate değil, salât edin. Allah ve melekleri peygambere salât ederler, onu desteklerler diye çevirmemin gerekçesini açıklamak istiyorum. Bir kere ayette bir fiili yapma emri var. Bir şeyi okuma değil bir fiil yapma emri. 3 fail var, Allah, melekler ve mü’minler. Aynı fiili yapmaya davet ediliyorlar. Ne bu? salât, salât etme.

Bu surenin 43. ayeti ile birlikte okunmalıdır bu ayet. Orada da Allah’ın mü’minlere salât ettiği, Allah ve meleklerinin Mü’minlere salât ettiği dile getiriliyor 43. ayette. Yine Bakara/157, Tevbe/99 ve 103. ayetlerinde de buy mealde ibareler bulunuyor. Bütün bu ayetleri birlikte ele almak lazım.

Salât nedir; Salât ıstılahi anlamı dua ve zaten namaz olması, namaza isim olması da duadan yola çıkarak konulmuş, çünkü namaz duanın harekete dönüşmüş biçimi. Fiili dua. Allah için dua caiz değil çünkü biz Allah’a dua ederiz. Allah nasıl salât eder. Allah dua eder diyemeyeceğimize göre. İşte burada anlaşılma problemi çözülmeye çalışılmış ve bu yüzden ilk otoriteler farklı görüşler ileri sürmüşler.

İbn. Abbas ve ona katılan Taberi bunu yuberriküne yani tebrik ederler, Allah ve melekleri peygamberi tebrik ederler. Veya bereket isterler mi diyelim. Evet tebrik ederler diye açıklamış.

Yine Süfyan-ı Servi farklı bir yorum getirmiş üçünü de ayrı ayrı tarif etmiş. Allah’ın salât etmesi; rahmet etmesi. Meleklerin salât etmesi dua etmesi demiş.

Said Bin Cübeyr rahmet ayetini okumuş, Allah’ın salât etmesi rahmetinin gazabını geçmiş olmasıdır demiş. Yani ilk otoriteler farklı farklı algılamışlar. 43. Ayette Allah ve meleklerinin duası değil, tabii ki salâtı, vahy idi. Çünkü 43. ayeti işlerken bunu söylemiştim, Allah ve melekleri mü’minlere vahiy göndererek salât etmiştir. Neden? Hemen arkasından karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için sizi diyor. karanlıklardan aydınlığa çıkaran vahiy idi. Demek ki orada kastedilen Allah ve meleklerin salâtı vahiydir. Allah vahyi göndermiş, melekler de onun gönderdiği vahyi indirerek salât etmiştir. Bu işte Allah ve meleklerin insana olan desteğidir. İnsanoğluna olan desteğidir.

Bugün burada salât etmesi de Allah ve meleklerinin Resulallah’a desteğidir. Resulallah’ı vahiyle  desteklemesi ki hemen önceki ayetler aslında ona birer destek değil mi? Ona eziyet etmeyin, onu üzmeyin, onu üzerseniz Allah’ı üzmüş olursunuz. O size söylemeye utanıyor fakat Allah utanmaz. Allah onu destekliyor, Allah onu görüp gözetiyor,

Allah ona rakıyb oluyor ibareleri ayetleri nedir? Hep birer destektir. Yani ey müminler Allah ve melekleri vahiyle peygamberi destekliyor, siz de onu destekleyin. Zaten salât, salâ kökünden türetilen bir kelime. Salâ ise insanın boyun kökünden son kuyruk sokumuna kadar omurgaya verilen isimdir yani dik tutan desteğe verilen isimdir. İnsan desteğine salâ denilir. Salâtın etimolojik kökü de budur. Onun için peygamberimiz namazı dinin direği, yani desteği olarak nitelendirmiştir. Essalâtu imadüddiyn orta direği, çadırın orta direği gibi. Bu nedenle bizim desteğimizi istemektedir. Rabbimiz bizim de onu desteklememizi istemekte, kendisinin desteklediğini bizimde desteklememizi istiyor.

Peki biz nasıl destekleriz? Onun risalet mirasını el üstünde tutarak, Onun bize bıraktığı en büyük miras olan vahyi insanlığa ulaştırmaya devam ederek, risalet mirasına ihanet etmeyerek. Daha sonra oluşan salâvat edebiyatı kültürü bu desteğin dil ile dua biçiminde verilmesidir ki, o sadece desteğin bir kısmını ifade eder. Ama asıl ayetin ifade ettiği destek Resulallah’ın rehberliğine verilen destektir. Onun bıraktığı en büyük miras olan vahye destektir. Peygamberler miras bırakmazlar, onların bıraktığı sadece misyonlarıdır unutmayın. Onun içindir ki bir peygamberin mirasına sadakat ona verilen destek olacaktır.

ve sellimû tesliymâ ve tam bir teslimiyetle onun öğretisine, onun rehberliğine teslim olun.

Salâtta hatırlayacağız, ayetin hemen üstünde Allah melekler ve müminler ortaklaşa. Fakat selâm’a gelince iş değişti. Sadece müminlere emrediliyor selâm. Bu farkı dikkate aldığımızda bunun teslimiyet, örneklik ve rehberliğe teslim olma olduğunu anlarız. Neml/59. ayetinde de selâm aynı buradaki anlamıyla kullanılır. Onu da anti parantez ifade etmiş olayım.


57-) İnnelleziyne yü'zunAllâhe ve RasûleHU leanehümullâhu fiyd dünya vel ahireti ve eadde lehüm azâben mühiyna;

Allâh'a ve O'nun Rasûlüne eziyet edenlere gelince, Allâh onlara dünyada ve sonsuz gelecek yaşamında lânet etmiş ve onlar için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır. (A.Hulusi)

57 - Çünkü Allah ve Resulüne eza edenler muhakkak ki Allah onları Dünyada ve Âhirette lânetlemiş (rahmeti sahasından kovmuş) ve onlara pek hakaretli bir azâb hazırlamıştır. (Elmalı)


İnnelleziyne yü'zunAllâhe ve RasûleH Allah’ı ve Resulünü incitenlere gelince. Destek devam ediyor; leanehümullâhu fiyd dünya vel ahireti ve eadde lehüm azâben mühiyna Allah onları bu dünyada da, öte dünyada da rahmetinden mahrum edecek ve onlar için alçaltıcı bir azab hazırlayacaktır.

53. ayetle birlikte düşünülmelidir bu ayet. Varlığını insanlığa rahmet olmaya adayanın koruyucusu Allah yeter. Yani burada Allah’ın varlığını insanlığa rahmet olarak adayan nebisini Resulallah’ı nasıl koruduğu ortada.


58-) Velleziyne yü'zunel mu'miniyne vel mu'minati Bi ğayri mektesebu fekadıhtemelu bühtanen ve ismen mubiyna;

İman etmiş erkeklere ve iman etmiş kadınlara yapmadıkları şeyler (iftira) ile eziyet edenlere gelince, onlar gerçekten bir iftira ve apaçık bir vebal yüklenmişlerdir. (A.Hulusi)

58 - Mü'minîn ve mü'minâta istihkak kesp etmedikleri bir vechile ezâ edenler de şüphesiz bir bühtan (açık bir vebal) yüklenmişlerdir. (Elmalı)


Velleziyne yü'zunel mu'miniyne vel mu'minati Bi ğayri mektesebu bir de mümin erkekler ve kadınları işlemedikleri şeylerle suçlayarak eza edenler, Yani mümin erkek ve kadınlara da eza edenler var. fekadıhtemelu bühtanen ve ismen mubiyna ama şunu iyi bilsinler ki böyle yapanlar çok büyük bir iftira etmiş olurlar ve bu sayede de büyük bir günah, vebal işlemiş olurlar, yüklenmiş olurlar. Bu apaçık bir suç olur.

Kadın erkek ilişkilerinin düzenlenmesinin illeti burada ima ediliyor. Belki açıkça söyleniyor, haysiyeti korumak. Yani insanın onur ve haysiyetini muhafaza etmek. Kadın erkek ilişkilerinde vahyin getirdiği sınırların sebebi bu.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
133. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

29 Ocak 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. AHZAB (51-53) (133-B)



A sayfasından devam

51-) Türciy men teşaü minhünne ve tü'viy ileyke men teşa'* ve menibteğayte mimmen 'azelte fela cünâha aleyk* zâlike edna en tekarre a'yünühünne ve lâ yahzenne ve yerdayne Bima ateytehünne küllühünn* vAllâhu ya'lemu ma fiy kulubiküm* ve kânAllâhu 'Aliymen Haliyma;

Onlardan dilediğini geriye bırakırsın, dilediğini de yanına alırsın... Uzlet ettiğin (sırasını geri bıraktığın hanımlardan) kimi (tekrar yanına almak) istersen, sana bir vebal yoktur... Bu, onların gözlerinin aydın olmasına, mahzun olmamalarına ve kendilerine verdiğin ile hepsinin razı olmalarına en uygundur... Allâh kalplerinizde olanı bilir... Allâh Aliym'dir, Haliym'dir. (A.Hulusi)

51 - Onlardan dilediğini geri bırakırsın, dilediğini yanına alırsın, azl eylediğinden de arzu ettiğinde sana günah yoktur, Onların gözleri aydınlanıp mahzun kalmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en elverişli olan budur, Allah kalplerinizdekini bilir, Allah hem alîm hem halîm bulunuyor. (Elmalı)


Türciy men teşaü minhünne ve tü'viy ileyke men teşa' Onlardan dilediğini sonraya bırakabilir dilediğini de yanına alabilirsin. Hani hatırlayacaksınız bir önceki ayette rotasyondan bahsetmiştik. Resulallah kendisine izin verilmesine rağmen, ayrıcalık tanınmasına rağmen bunu kullanmadı ve ümmetinin tabi olduğu Nisa/3 ayetinde ki kurala tabi oldu. Kendisini sınırladı yani. Aktif ilişki kurduğu eş sayısını 4 le sınırlayıp diğerlerini de rotasyonma tabi tuttu. Yani bu 4 sayısı rotasyonla oluyordu. Eşlerini münavebe usulüyle ilişkide bulunuyordu. Onun için bu ayeti o ayetle, bir önceki ayetle birlikte anlamak lazım.

ve menibteğayte mimmen 'azelte fela cünâha aleyk ilişkini dondurup, yani azledip sonraya bıraktıklarından birini yeniden istemende senin için bir beis, bir vebal yoktur. Resulallah’ın kendisine tanınan ayrıcalığı kullanmak yerine demiştim ümmetiyle kendisini eşit tutma konusunda ki hassasiyetine bir atıf bu, Nisa/3. ayete uygun hareket etmesine bir atıf.

zâlike edna en tekarre a'yünühünne ve lâ yahzenne ve yerdayne Bima ateytehünne küllühünn bu, seni her görüşte onların gözlerinin parlamasını, ışımasını, gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini ve onlara verdiğin şeylerden onların razı olmalarını sağlar senin böyle yapman. Yani bir kısmı aktif ilişkide bulundukların tamam, ama öbürleri de sırasını beklemiş olur. Yani onlar da adeta dönüşümde sıra kendilerine gelince gözleri parlar, gönülleri cilalanır, memnun olurlar. Yani hepsine eşit derecede ilgi gösteremeye bilirsin, alaka gösteremeyebilirsin o yoğunlukta. Fakat bunu onlar arasında adil bir biçimde böyle bir rotasyonla, böyle bir münavebe ile sağlarsan hiç olmazsa ilginin kendisine, sıranın kendisine geleceğini umarak, bilerek umutla bekler ve gözleri parlar, sevinir, memnun olur, üzülmez buyruluyor.

vAllâhu ya'lemu ma fiy kulubiküm ve sadece Allah kalplerinizde olanı bilir. ve kânAllâhu 'Aliymen Haliyma Zaten Allah her şeyi bilir ve hilim sahibidir. Hilim; içinde af, hoş göre, bağış, yumuşak başlılık manalarının olduğu bir kelime. Fakat saflıkla uyanıklığı, aldatmakla hata etmeyi, kasıtla kasti yapmakla hataen yapmayı ayıran bir hoş görü bu. Kasti yapanı değil, hata yapanı affeder. Uyanıklık yapıp, açıkgözlülük kendince yapıp Allah’ı kandırmayı, hesap edeni değil, ama bir biçimde nefsine yanılıp yenilip de hata yapanı hoş görür. O bu manaya mündemiç. Bir manası da cezalandırmakta hiç acele etmez. Haliym.


52-) Lâ yehıllu leken nisaü min ba'dü ve lâ en tebeddele Bihinne min ezvacin velev a'cebeke husnühünne illâ ma meleket yemiynük* ve kânAllâhu alâ külli şey'in Rakıyba;

Bundan sonra (başka) kadınlar sana helal olmaz... Güzellikleri hoşuna gitse bile bunları başka eşlerle değiştirmek (olmaz)! Cariyelerin hariç... Allâh her şey üzerine Rakıyb'dır. (A.Hulusi)

52 - Bundan başka kadınlar sana helâl olmaz, bunları başka zevcelere değiştirmek de olmaz, isterse husünleri çok hoşuna gitsin, meğer ki mülki yemînin ola, Allah her şeye gözcü bulunuyor. (Elmalı)


Lâ yehıllu leken nisaü min ba'd bundan sonra sana hiçbir hanım helal değildir.

Resulallah’ı yeni bir nikah yükünden tamamen kurtaran bir ayet bu. Dikkat buyurunuz yeni bir nikah yükünden kurtaran dedim. Gerçekten bu yükün altında eziliyor idi. Ki daha önceki derste biz bunu görmüştük. Onun için Resulallah’ı bazen görevini yapamaz hale getirebiliyordu bu. Bu ağır sorumluluk. Onun içinde o bunalabiliyordu. İşte bu yükten Resulallah’ı ek bir yükten, külfetten Resulallah’ı kurtaran ayettir bu. Muhtemel tüm adayların da önünü peşinen tıkamış oldu. Artık kimse Resulallah’a evlilik teklif edemeyecek, ondan böyle bir şey umamayacak, benim kızımla da evlense de ben de alemlere rahmet olan bir zatın kayın pederi olsam.

Resulallah’ın kıymetini sahabenin nasıl bildiğini daha önceki derste ifade etmiştik. Özellikle surenin girişinde evla Bil mu'miniyne (6) mü’minlere kendi canlarından daha öncelikli olduğunu ifade eden ayeti işlerken; “anam babam sana feda olsun” diyen bir insan halesiyle kuşatıldığını söylemiştik. Etrafında ki insanlar onu böylesine severlerdi. Böylesine seven insanların içerisinde eğer bir mahsuru yoksa şer’an, dinen ve vahyen bir sınır yoksa Resulallah’la dul kalan bir hanımın alemlere rahmet insanlığın efendisi ile evlenmek ve kıyamete kadar mü’minlerin annesi olarak anılmak istemesinden daha doğal ne olabilir. Bir kadın için bundan büyük bir ufuk mu olur. Resulallah’ın eşi, tüm mü’minlerin annesi. Kıyamete kadar adı Resulallah’ın adının yanında anılacak. Bu büyük şerefe nail olmak için kimler nelerini vermezdi ki.

Dolayısıyla bu ayeti anlarken muhtemel tüm adayların önünü tıkadığı şeklinde ki izahımı dikkate almak lazım. Yani artık Resulallah’ın daha fazla yük yüklenmesinin önüne ayet böylece geçmiş oldu. Tabii bu sadece tek taraflı değil, Resulallah arzu etse de bu yasak onun için de geçerliydi ki devamında o söyleniyor.

ve lâ en tebeddele Bihinne min ezvacin velev a'cebeke husnühünne illâ ma meleket yemiynük güzellikleri seni hayran bıraksa dahi sağ ellerinin altında bulunanlar hariç onlardan hiç birini değiştiremezsin. Güzellikleri seni hayran bıraksa, cezp etse dahi ifadesi gerçekten ilgi çekici, sadece bunu söyleyip geçeyim. Öyle ki Nebinin isteği bile bu kapıyı artık açamıyor.

Allah; Allah ve Resulünü tercih edenleri, hatırlayın 28 – 29. ayetleri bu surenin. Allah ve Resulünü tercih ediyorsanız. Yok dünyayı tercih ediyorsanız size onu vereyim demişti. Onlar da kimi tercih etmişlerdi? Allah ve Resulünü.İşte onlar Allah ve Resulünü tercih ettiği için bu ayetle ödüllendirildiler. Allah ve Resulü de onları tercih etti ve artık onlar, insanlık yaşadıkça adları Resulallah’la anılacak hanımlar olarak kaldılar ve onların üzerine başka biri gelmedi.

Elinin altında bulunanlar hariç. Daha önce bu ibareyi birkaç vesile ile açıklamıştık bugünkü dersimizde, Elinin altında bulunanlar Safiye, Cüveyriye, Reyhane, Mariye gibi Ya savaş esiri olarak Resulallah’a getirilmiş ve Resulallah onları azad edip nikahlayıp eşleri arasına almış, ya da Mariye gibi kendisine, Mesela Mariye annemizi Mısır hükümdarı Resulallah’a hediye olarak yollamıştı. Mariye gibi yine Resulallah’a gönderilmiş ve Resulallah onu eşleri arasına katmış olan kişiler annelerimiz kastediliyorlar.

ve kânAllâhu alâ külli şey'in Rakıyba hem zaten Allah her şeyi gözetleyendir. Yani senin halini de gözetliyor, görüyor, gözetiyor hatta. Hem gözetliyor, hem gözetiyor. Dolayısıyla burada bu ayeti kerimeler çok öznel, çok özel bir alan içinde gelmiş olabilir, böyle gözüküyor. Fakat bu ayeti kerimelerin tüm muhataplarına verdiği ibretlik öğütler var. Resulallah’ın şahsında rabbimizin merhameti, rahmeti, ilgisi, alakası ve peygamberleriyle olan, nebileriyle olan özel tabiri caizse ilişkisini de biz bu ayetler bağlamında görüyoruz.


53-) Ya eyyühelleziyne amenû lâ tedhulu buyuten Nebiyyi illâ en yü'zene leküm ila ta'amin ğayre nazıriyne inahü, ve lâkin izâ du'ıytüm fedhulu feizâ ta'ımtüm fenteşiru ve lâ müste'nisiyne li hadiys* inne zâliküm kâne yü'zin Nebiyye feyestahyiy minküm vAllâhu lâ yestahyiy minel Hakk* ve izâ seeltümuhünne meta'an fes'eluhünne min verai hıcab* zâliküm atheru likulubiküm ve kulubihinn* ve ma kâne leküm en tü'zû RasûlAllâhi ve lâ en tenkihu ezvacehu min ba'dihi ebeda* inne zâliküm kâne 'indAllâhi 'azıyma;

Ey iman edenler... O Nebi'nin evlerine, sizin için bir yemeğe izin verilmeniz dışında, girmeyin... (Bu da) onun (yemeğin pişme) vaktini beklemeksizin - gözlemeksizin (olsun)... Fakat davet olunduğunuzda girin... Yemek yedikten sonra da (ev halkı veya birbirinizle) lakırdıya dalmaksızın dağılın! Muhakkak ki bu (davranışınız - laubaliliğiniz), O Nebi'ye eziyet veriyor, fakat O sizden çekiniyor (bir şey diyemiyor kırmamak için)! Allâh, Hakk'ı açığa vurmaktan çekinmez! Onlardan (Nebi'nin eşlerinden) bir şey istediğinizde, onlardan perde arkasından isteyin... İşte bu, sizin kalpleriniz için de onların kalpleri için de daha temizdir... Sizin Rasûlullâh'a eziyet vermeniz de, O'ndan sonra O'nun eşlerini nikâhlamanız da ebeden olacak bir şey değildir... Muhakkak ki bu, Allâh indînde Aziym'dir. (A.Hulusi)

53 - Ey o bütün iman edenler! Vaktine bakmaksızın yemeğe izin verilmedikçe size Peygamberin evlerine girmeyin ve lâkin çağırıldığınız vakit da girin, yemeği yediğinizde de hemen dağılın, söz, sohbet için de izinsiz girmeyin, çünkü o, Peygambere eza veriyor, üzerine de sizden utanıyor, fakat Allah hakkı söylemekten sıkılmaz, hem haremlerine gerekli bir şey soracağınız vakit da bir perde arkasından sorun, öyle yapmanız, hem sizin kalpleriniz ve hem onların kalpleri için daha temizdir, ve sizin Resulallah’ eza etmeniz olamaz, arkasından zevcelerini nikâh eylemeniz de olamaz. Çünkü o günah, Allah indinde çok büyük bulunuyor. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû siz ey imana erişenler lâ tedhulu buyuten Nebiyyi illâ en yü'zene leküm size izin verilmedikçe peygamberin evlerine girmeyin. Yani izinsiz eve girmeyin. Aslında bu ayetin emrettiği şey sadece bu durum için geçerli değil, hane mahremiyetinin sağlanması konusunda bir ayettir. Özel hayatın dokunulmazlığını dile getirir.

ila ta'amin ğayre nazıriyne inahü yemeğe davet edildiğinizde erken gelip yemeğin hazırlanmasını, pişmesini beklemeyin. ve lâkin izâ du'ıytüm fedhulu lakin ne zaman davet edildiniz o zaman içeri girin. Yani davet edildiğinizde içeri girin. Burada özellikle ayetin ilk muhatabı için geçerli olan ortamı iyi bilmek lazım.

Bir mescit var, Resulallah’ın mescidi ve o mescide açılan kapılardan girilen birer odalık evler var. Hepsi hepsi tek oda ve o mescide kamuya açık olan bir mekana açılıyor bu kapılar. Bunu hep gözümüzün önünde tuttuğumuzda bu ve müteakip ayetlerde ki edebe ilişkin, yine kadın erkek ilişkilerine ilişkin, yine budan önce gelmiş olan 33. 32, 34. ayetlerin; Ve karne fiy buyutikünne ifadesinde olduğu gibi Ve kırne fiy buyutikünne evlerinizde dahi vakarlı olun, ya da oturun, yani kararlı olun. Orada Allah’ın ayetlerini düşünün, hikmeti düşünün emirlerini hatırlayacak olursak, işte bu mimari tarzı içinde düşünmemiz lazım. Mescit ve mescide açılan birer gözlük haneler, evler.

feizâ ta'ımtüm fenteşiru ve lâ müste'nisiyne li hadiys yemeği yediğiniz zaman hemen ayrılıp dağılın gidin. Lafa dalmayın inne zâliküm kâne yü'zin Nebiyye feyestahyiy minküm çünkü böyle yapmanız peygamberi üzebilir. Fakat o sizden çekindiği için bunu dile getiremiyor. vAllâhu lâ yestahyiy minel Hakk fakat Allah hakikati söylemekten asla çekinmez. Yani o utanıyor, ama Allah’ta utanacak değil ya, haşa. Onun yerine Allah dile getiriyor. Yani Allah Resulünün üzülmesini istemiyor. Ona işte Rakıb oluyor, onu gözetiyor.

Allah Resulünün eşsiz sabır ve hayası dile geliyor bu ayette. Mü’minlerin onu el üzerinde tutmaları gerekirken sıkıntı vermeleri yasaklanıyor. Yani bilmeden de olsa Resulallah’a verilebilecek her sıkıntının, üzüntünün önüne geçiliyor. EnNebiyü evla Bil mu'miniyne min enfüsihim (6) Hatırlayın. Peygamber mü’minlere öz canlarından daha öncelikli evle idi ve bu ayet bağlamında söyleyeceğimiz önemli bir tespitte bedevi bir toplumdan, dünyanın en asil medeniyetini üreten, inşa eden bir toplum nasıl çıkarıldı.

İşte biz bu nasıl’ın cevabında vahyin yerini öğreniyoruz. Vahiy daha eve girmeyi, oturmayı, kapı vurmayı bilmeyen bedevi ağırlıklı bir toplumu eline alıp böyle yoğurdu, yeniden inşa etti onların tasavvurlarını, akıllarını, şahsiyetlerini ve toplumlarını öyle bir yoğurdu ve inşa etti ki bu toplum yer yüzüne gönül medeniyetini taşıdı. Yer yüzünün en asil medeniyetlerinden biri olan İslam medeniyetinin altına imza attı. Onun kurucu öznesi oldu bu toplum. Vahyin böyle bir toplumu yetiştirmede ki rolünü görüyoruz burada.

ve izâ seeltümuhünne meta'an fes'eluhünne min verai hıcabin bu da mü’min erkeklere. Adeta (Ey mü’min erkekler) hitabı var gibi okumamız gerekiyor. Onlardan bir şey isteyeceğiniz zaman kapı dışından isteyin. Ben kapı dışından diye çevirdim min verai hicabin, perde gerisinden demektir ama Hicab lafsen perde, engel, duvar, kapı, pencere, cam hatta mecazen göz kapağı anlamlarına gelir. Yani iki şey arasına gerilen perde, iki şey arasına gerilen engeldir ki burada kastedilen kapıdır aslında. Biraz sonra açıklamaya gelince söyleyeceğim;

zâliküm atheru likulubiküm ve kulubihinne bu sizin kalplerinizin de onların kalplerinin de daha temiz kalması için en uygun yoldur.

Peygamberin odalarına kamuya açık bir mekan olan mescidin içinden girilirdi. Yani Resulallah’ın hanelerinin, evlerinin kapıları mescide açılırdı. Bu kapılarda ki perdelerden bahsediliyor burada essetül bürha diye geçen hadislerde perdeler bunlar ki Resulallah’ın vefat hadisinde biz bu perde ile ilgili ayrıntıya da rastlıyoruz. Vefatına yakın olarak peygamberimizin perdeyi açıp mescide baktığını ondan sonra da başını çektiğini sonra perdeyi açıp dışarı çıktığını nakleden rivayet bu perdenin kapı olarak kullanıldığını da bize öğretmiş oluyor. Bu ayet 33. ayette ki Ve kırne fiy buyutikünne ile birlikte anlaşılmalı. Yani evlerinizde dahi vakarlı olun.

Tek odalık bir haneden söz ediyoruz, 3 – 5 odalı değil, 2- 3 odalı değil. Ki bazen bu hanelere çok yoğun misafirler geliyordu. Her taraftan gelen insanlar bu hanelerde ağırlanıyordu ve bu insanların çoğu ilk defa görülüyordu. Unutmayın yeni bir din, yani İslam, yeni öğretiliyor, vahyi insanlar yeni kucaklıyorlar ve ömründe hiçbir şey görmemiş bir bedevi lideri, reisi kalkıyor, geliyor ve ilk defa hayatında hem din iman hem de medeniyet öğrenecek. Böyleleri ile muhatap oluyordu Resulallah. Daha beteri ile oluyordu. Din ve imana değil birazda çıkar için gelenler Uyeyne Bin Hısn el Fezari gibi. Ki bunlar Müellefe i kulup ana başlığı, Kalpleri İslam’a ısındırılacaklar ana başlığı altında değerlendiriliyordu. Bu da onlardan biriydi. Mesela bu adam için sanım rad ül ulüf te şöyle hadise anlatılır;

Resulallah’ı görmeye gelen kalpleri İslam’a ısındırılacakların başında gelen ve hamga ül arab, Arapların en ahmağı lakaplı bu adam, ki reis çok büyük bir kitleye riyaset ediyor, başkanlık yapıyor. Bedevi bir kabilenin reisi. Çok kaba saba bir adamdı. Geliyor Resulallah’ın ne kapıyı haber falan vermeden, hiçbir şey yapmadan doğrudan dalıyor. Ev içi kıyafeti rahatlığıyla Hz. Aişe ile orada sohbet etmekte olan Resulallah şaşırıyor. Hz. Aişe o anda telaşa kapılıverip üzerine daha örtücü bir şeyler almaya çalışıyor ama tabii adamın yaptığı gerçekten de saygısızlık karşısında donakalıyorlar. Adamı dışarı çıkarıyorlar ama bir kez bu dalışı tabir caizse yapmış oluyor. Bu bedeviliği yapmış oluyor. Ve bu da tabii çok incitiyor. Hane mahremiyetini bilmiyorlar. Özel hayata karşı çadır muamelesi yapıyorlar, bedevi çadırına girer gibi giriyorlar.

Dolayısıyla böyle bir ortam düşündüğümüzde bu öğütlerin gerçekten ne kadar önemli olduğunu ama sadece o ortam değil, bugün ve gelecekte özel hayatın dokunulmazlığı ve hane mahremiyetinin ne kadar önemli olduğunu ifade eden aynı zamanda ayetler bunlar.

ve izâ seeltümuhünne meta'an fes'eluhünne min verai hıcab* zâliküm atheru likulubiküm ve kulubihinn* ve ma kâne leküm en tü'zû RasûlAllâhi ve lâ en tenkihu ezvacehu min ba'dihi ebeda dahası, sizin ne Allah resulünü üzmeniz, ne de onun ölümünden sonra eşleriyle evlenmeniz ebediyen helal değildir. inne zâliküm kâne 'indAllâhi 'azıyma çünkü bütün bunlar Allah katında zaten çok büyük bir vebaldir.

Resulallah’ın hatırasına hürmeti Allah emrediyor. Eşleri onun en canlı hatıraları bu hatıraya benden sonra da saygı duyun diyemiyor belki Resulallah ama rabbimiz onun yerine bunu söylüyor.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
133. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.