A sayfasından devam.
5-) Ma lehüm Bihi min ilmin ve lâ liabaihim*
kebüret kelimeten tahrucü min efvahihim* in yekulune illâ keziba;
O
konuda ne onların ne de atalarının bir ilmi vardır! Ağızlarından çıkan, ne
büyük laftır! (Dolayısıyla) onlar yalandan başka şey konuşmuyorlar! (A.Hulusi)
005 - Buna
dâir ne kendilerinin ilmi vardır ne de babalarının, o ne büyük bir kelime ki
ağızlarından çıkıyor, sırf bir yalan söylüyorlar. (Elmalı)
Ma lehüm Bihi min ilmin ve lâ liabaihim
kaldı ki ne onlar ne de babaları bu konuda sahih bir bilgiye sahip değildirler.
Babalarının belki İncil de ki;
Baba size diyor ki ibarelerinin mecazı hakikate kalbeden, mecazı hakikat olarak
anlayan anlayışsız muhatapların elinde mecazi bir ifadenin gerçeğe
dönüştürülmesi sonucu sapma meydana geldiğini ima ediyor olsa gerektir.
Baba, oğul, Ruh’ul kuds. Kutsal
ruh üçlemesini kuran kilisenin bu sapması aslında bir yanlış anlamaya, daha
doğrusu bir yanlış yoruma. Mecazi bir ifadeyi, ibareyi, hakiki olarak kabul
eden bir yanlışın üzerine oturuyor gibi gözüküyor. Ki bu da Pavlus’un, bir başka
okunuşuyla Sen Pol’ün kurduğu kilisenin, Hz. İsa’nın getirdiği İslam’ı
Hıristiyanlaştırması biçiminde bugün tezahür etti. Onun için ben derim ki;
Yahudileşen İsrail oğullarının ve Hıristiyanlaşan İsa ümmetinin bu günkü temsil
ettiği inanç, İslam’ın sapmış versiyonlarıdır. Yani Gulat’ı İslâm olarak
nitelerim bu iki zümreyi. İslâm’ın aslından saptırılmış formları. Yoksa tüm
peygamberler İslâm’ın peygamberi idi ve hepsi de İslam’ın mesajını getirdiler.
kebüret kelimeten tahrucü min efvahihim
ağızlarından öylesine çıkmış pek dehşet bir söz bu.
Evet, Kebürat; pek, büyük bir
söz. Koca bir laf bu. Altından kalkamayacakları dehşet bir iddiada
bulunuyorlar. Allah’a çocuk isnat etmekle. Yani; tahrucü min efvahihim ibaresi adeta
ağızlarından kaçmış, yani ne söylediklerini bilmiyorlar, ağızlarından çıkanı
kulakları duymuyor sözünü hatırlatırcasına bir ibare bu. Onun için onlar ne
söylediklerinin farkındalar mı, ne büyük bir iftira ediyorlar gibi bir ima
seziyoruz.
in yekulune illâ keziba onlar bunu
söylemekle sadece yalan söylemiş oluyorlar, başka bir şey değil.
6-) Felealleke bahıun nefseke alâ asarihim in
lem yu'minu Bi hazel hadiysi esefa;
Şimdi
bu olaya iman etmezlerse, arkalarından, kendini harap edercesine üzecek misin?
(A.Hulusi)
006 - Şimdi
bu söze inanmazlarsa belki arkalarından esef ile kendini üzeceksin. (Elmalı)
Felealleke bahıun nefseke alâ asarihim in lem
yu'minu Bi hazel hadiysi esefa hal böyleyken; Demek sen kalkıp eğer
bu hitaba inanmazlarsa onların verdiği tepkiler üzerine kızıp kendini helâke
sürükleyeceksin öyle mi?
Bu gerçekten de biraz açılması
gereken bir ayet. Yani sen kalkıp eğer onlar bu hitaba, bu kitaba inanmazlarsa
kendini kızarak helâke mi sürükleyeceksin diyor. Tabii neredeyse manası
vermekte mümkün lealleke ama orada “demek
sen” diye karşılamayı daha uygun bulduk. Çünkü burada ki Felealleke edatı bir ihtimale değil, bir azara işaret ediyor,
uyarıya işaret ediyor.
Ayette ki helâk nedeni sadece
onların imana karşı bir direnmelerine Resulallah’ın üzüntü duymasından değil.
Bu yaygın bir anlayış ama böyle bir manaya hapsetmek bu ayeti sanırım doğru
anlamak olmasa gerek. Çünkü bir başka surede;
Lealleke
bahı'un nefseke ella yekûnu mu'miniyn (Şu’ara/3) Mümin olmuyorlar
diye neredeyse kendini helâk edeceksin ifadesi vardı. Ama burada farklı bir
ibare giriyor. Aynı, hemen hemen benzer kalıpta ki iki ayetten bu ayetin
içerisine farklı bir kalıp giriyor. alâ asarihim. İşte bendeniz bu ibareden dolayı bu
ayetin o söz konusu ayetten çok farklı bir maksadı olduğunu düşünüyorum. Orada
iman etmeyenlere üzüntüsünden dolayı kendini yiyip bitirme uyarısı var, Fakat
burada alâ asarihim onların verdiği
tepkiler üzerine diye çevirdim ben bunu. Ki, Razi nin açıklamalarına dayanarak
bu çeviriyi yaptım.
O zaman burada Resulallah; Onlar
iman etmedi diye üzülmesinden daha çok, onların iman etmediğine kızıp 2. bir
Yunus peygamber olayının yaşanmaması için uyarılıyor. Çünkü esefa ya ilk müfessirlerin verdiği
karşılık; kızgınlık, gazap, kızarak. Onların verdiği tepkiye bakıp ta onlara
kızarak yorganı yakma denilmek istenircesine bir uyarı.
7-) İnna ce'alna ma 'alel Ardı ziyneten leha
lineblüvehüm eyyühüm ahsenu amela;
En
güzel davranışı kimin ortaya koyacağı açığa çıksın diye, arzda bulunan her şeyi
(veya bedensellik yaşamını) kendisine süsledik!
007 - Biz
Yer yüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık ki insanları imtihan edelim:
hangisi daha güzel bir amel yapacak? (Elmalı)
İnna ce'alna ma 'alel Ardı ziyneten leha
lineblüvehüm eyyühüm ahsenu amela gerçekten de biz yeryüzünde
bulunan şeyleri, onlardan hangisinin daha güzel davranacağını sınayalım diye
oraya cazibe katan, güzellik katan süs unsuru kıldık diyor ayeti kerime. Yani
insan geçicinin cazibesine çarpılıp kalıcıyı arkaya attı imasında bulunuyor.
Altın yaldızlı tenekeyi gerçek altın sanma gafletine düştü. Dolayısıyla dünya
ve ahiret arasındaki dengeyi kuramadı. Geçiciye, kalıcı gibi davrandı. Eğer
doğru bir ölçüsü yani mihenk taşı olsa da elindekinin altın olup olmadığını,
altınsa kaç ayar olup olmadığını anlamak için ona vursaydı öğrenecekti.
Fakat ölçüyü yitirdi, mihenk
taşını yitirdi. Altının ayarını ölçmeye yarayan o ölçü taşını yitirdi. Onun
içinde şirazeyi kaybetti. Yani tasavvur yamukluğu dediğimiz şey işte.
Tasavvurdaki mm.lik bir sapma, amelde Km.lere tekabül eder demiştik ya. İşte
ona bir gönderme yapıyor. O ölçüyü veriyor, tekrar hatırlatıyor. Çünkü geçici
ile kalıcıyı takas ederse insan bu durumda taptığı, kulluk ettiği varlığı da
takas etti. Bu sefer kendisine geçiciden, geçici ilahlar tedarik etmeye
kalkışır.
8-) Ve inna le caılune ma aleyha saıyden
cüruza;
Muhakkak
ki biz arzda (bedende) bulunan her şeyi çorak bir toprak hâline getireceğiz!
(A.Hulusi)
008 - Bununla
beraber şu da muhakkak ki biz onun üzerinde ne varsa hepsini bir kuru toprak
etmekteyiz. (Elmalı)
Ve inna le caılune ma aleyha saıyden cüruza
Ama hiç şüphesiz yine biz günü gelince orada bulunan her şeyi kupkuru bir
toprak haline getireceğiz.
Mevsimler, yıl, günler, doğum ve
ölümün provasıdır. Onun için yeryüzündeki mevsimlerin tabiatına dikkatimizi
çekiyor Kur’an ki aslında var oluşun, mahlukatın doğum ve ölüm yasasına tabi
olduğunu gösteriyor. Yani bak her baharın bir kışı yok mu. Her baharın bir kışı
varsa, her doğumun bir ölümü olacaktır. O halde oradan yola çıkarak bunu gör ve
hemen arkasından bir örnek veriyor Kur’an.
Konuya çok tipik, tarihi bir
örnek. Tarihte özü itibarıyla yaşanmış bir olayı örnek olarak getiriyor, işte
Ashabı Kehf, mağara arkadaşları kıssası tabiatta ki ölüm ve doğum, var oluş
yani oluş ve fesat, kevn ve fesat yasasının herkes için geçerli olduğuna çok
tipik bir örnek veriyor ve insanoğluna kendi ölümüne inandırmak için geçmişte
bir dönemler Allah’ın ayet olarak, mucizevi bir belge olarak, olağandışı bir
işaret olarak ortaya koyduğu ibretlik bir kıssa anlatılıyor.
9-) Em hasibte enne Ashabel Kehfi ver Rakıymi
kânu min âyâtina 'aceba;
Yoksa
bizim işaretlerimizden (sadece) Ashab-ı Kehf (mağara
arkadaşları) ve Rakîm'in (bilgi yazılı taş levha)
bilgisinin mi şaşılacak şey olduklarını sandın? (A.Hulusi)
009 - Yoksa
Ashabı Kehf-ü Rakıym bizim âyâtımızdan bir acîbe oldular mı sandın. (Elmalı)
Em hasibte enne Ashabel Kehfi ver Rakıymi kânu
min âyâtina 'aceba yoksa sen mağara arkadaşlarının ve onlar için
yazılan anıt kitabenin bizim bütün bu ayetlerimizden daha mı ibret ve hayret
verici olduğunu düşünüyorsun. Yani yukarıda ki ayetlerden, yani bütün bu
ayetlerimizden kasıt, etrafına bak, bahar ve kışa bak, yaz ve güze bak. Onun
için bu ayetlerden daha az hayret verici değil aslında.
Aslında Ashabı Kehf olayından
daha az şaşırtıcı değil ki bu. Ama alışkın olduğunuz için bu bazen insanoğlu
olarak es geçiyorsunuz. 24 saate bakın, Ashabı Kehf olayından daha az şaşkınlık
verici değil. Baksanıza, her gün aslında insanın doğum ve ölümü yeniden
yaşanıyor. Adeta her uyku bir ahirete,
her gündüz bir dünyaya. Her sabah bir Ba’sü
ba’del mevt’e, yeniden dirilişe, her akşam ise yatağa; kabre girer gibi
girişe bir örnek değil mi? 24 saat aslında hayatın bir provası değil mi? Bunu
veriyor, bu da az şaşırtıcı değil, ama siz ille de çok şaşırtıcı şeyler
istiyorsunuz alın bakalım dercesine bu misali veriyor.
Kehf; mağara demek. Burada Ashabel Kehfi ver
Rakıym mağara arkadaşları. Bunun kıssası biraz sonra ayrıntısıyla
anlatılacak. Yani ayrıntısıyla dediğim bizim işimize yarayan, rabbimizin bize
öğüt vermek istediği boyutlarıyla. Yoksa malumat, furuş olmamız için üstümüze
lazım gelmeyen bir takım bilgi kırıntıları değil. Sadece bu hadisenin
insanoğlunun ibret alacağı boyutları bir ayet gibi gözler önüne serilip
okunacak.
Peki Rakıym ne? Biz bu ibareyi
mağara ve rakıym arkadaşları diye çevirirsek o zaman iki grup mu var. Bir
mağara grubu, bir de rakıym grubu yok tabii ki. Öyle olsaydı iki grup
anlatılırdı. Öyle değil. Bir mağara arkadaşları anlatılıyor, o halde bunu
mağara arkadaşları ve onların yaptığı bir iş diye çevirebiliriz o da rakıym
kelimesinin etimolojisinde gizli. Nedir bu etimoloji yani dil bilgisel kökeni?
ittifakla anıt kitabe manası verilmiş dilciler tarafından. Ki bu ittifak Razi
tarafından dile getirilir. Yazılı şey, Merkûm, kitab-ı Merkûm. Kur’an da geçen
bir ibare. Rakamlanmış, yazılmış demektir.
Razi bu anlamı, dilcilerin
ittifak ettiği bir anlam olarak verir. Ki bu noktada bazı modern müfessirler;
acaba bunlar esseniler mi diye bir soru ortaya atarlar. Esensiler biliyorsunuz
Yahudi mezhepleri içerisinde zühdleriyle, çileci hayatlarıyla tanınan ve
meslekleri Tevrat’ı ve kutsal metinleri yazarak çoğaltmak olan ve kendilerini
mağaraya hapsedip ibadet ve tatla meşgul olan Kurman cemaati. Ki bunlara
ilişkin mağaralar ve o mağaralarda yine bunlara ait yazılı tomarlar bu yüzyılda
bulundu. Ölü deniz el yazmaları. Kurman el yazmaları adı verilen bu tarihi
belgeler Miladi 1. y.y. ın ikinci yarısına tarihlendi. Hatta 1. yarısına
tarihleyenler de var.
Dolayısıyla acaba buradaki
merkûm, yani yazı, yazı adamlarından kasıt bunlar olabilir mi diye bir soruda
var. Fakat sadece bu kadar. Ondan gerisinde buna ilişkin hiçbir işaret
bulamıyoruz. Onun için biz burada ki rakıym’in, bu insanların daha sonra
üzerlerine dikilen kitabe olduğu sonucuna varmamız gerekiyor ki zaten kıssanın
sonunda bu kitabe üzerine bir tartışmayı Kur’an naklediyor.
Tefsirlerimizde ayrıntılı bir
biçimde anlatılan bir olaydır ashabı kehf kıssası. Özellikle Taberi çok
ayrıntılı bir biçimde anlatır. Tabii Taberi’den sonraki yazılmış tefsirler de
aynı kaynakları kullanarak kıssayı çok ayrıntılı bir biçimde anlatırlar.
Taberi’nin bu konuda adını vermediği bir kaynağı kullandığı kesin olarak
anlaşılıyor. Çünkü bu kadar ayrıntılı bir anlatım mutlaka bir kaynağa
dayanmalı.
İsimler veriyor Taberi.
Yaşadıkları zamanın imparator isimlerini Yine vefatlarından sonra tekrar
diriliş zamanlarında ki imparatorun ismini ve bu arada geçen olayları, Hatta
yaşadıkları şehrin ismini. Tabii farklı versiyonlarıyla anlatıyor. Onun için bu
kaynağın ne olduğunu araştıran uzmanlar en sonunda Süryani bir papazın, ki
doğumu M.S. 452 yılında doğmuş ve yaşamış olan Suruçlu James isimli bir
Süryani, Suriyeli bir papazın eseriyle karşılaşıyoruz. Bu eserde, ki bu zat
ashabı kehf hadisesinin hemen arkasından doğan ve neredeyse onların yeniden
dirilişinin hemen arkasından doğup, onların yeniden dirilişine şahit olan
insanları gören, görecek yaşta, çağda yaşamış bir insan.
Onun için de bu eser doğuluların
eline, Müslümanların eline geçtiği gibi, batılıların da eline geçiyor ve
Yunancaya, Latinceye tercümeleri yapılıyor. Bugün karşılaştırmalı kritikler
sonucunda bizim tefsirlerimizde yer alan ayrıntıların kaynağının da bu eser
olduğu sonucuna varmak muhtemelen mümkün.
Bu kaynağa ve tefsirlerimize
göre, ki ikisi de aynı olduğu için olay Efes’te geçiyor. Yani Efesus diye
bilinen Efes’te o zaman anılan Efes’te. Bugün İzmir’in Selçuklu ilçesi
yakınlarında ki bir antik kent.
Ay tanrıçası Diana’ya tapan Efes
halkı, ki M.Ö. 700 lere kadar gider Efes tarihi. Efes bölgenin en büyük
şehirlerinden biri. Anadolu’nun da en eski yerleşim bölgelerinden biri.
Orada ay tanrıçası Diana’ya tapan
halk her yıl bu tanrıçaya ibadet etmek ve sunak sunmak zorunda. Şehrin
yöneticileri Roma’nın bölgede ki valileri biraz da Hıristiyanlara nispet olsun
diye yeni çıkmış dine olan düşmanlıklarından dolayı eskiden pek
ilgilenmedikleri putperestleri ile biraz fazla ilgilenmeye başlıyorlar. Nispet
olsun diye. Yeni çıkan tevhidi dine karşı kinlerini, kendi putperestliklerini
yücelterek ifade etmeye kalkıyorlar.
İmparator Desius, ki M.Ö.249-251
tarihleri arasında kısa bir süre imparatorluk yapmış bir imparator. Ki
Hıristiyanlara yaptığı zulmü ile meşhur olan bir imparator. Onun zamanında
Efes’te Hz. İsa’nın getirdiği İslam mesajına teslim olan, inanan bir grup genç
zorla putperest yapılma ve zorla putlara tapma ayinlerine tepki göstererek önce
şehirde kendi inançlarını yaşamaya çalışıyorlar. Fakat tehdit edilip canları
tehlikeye girince toplumun içerisinden inançlarını yaşamak için ayrılıyorlar ve
bir mağaraya kapanıyorlar, sığınıyorlar.
İşte olayın tarihsel boyutu,
tefsirlerimize esas olan Süryani kaynağına göre böyle. Ki, bu gençler Allah’ın
insanlara öldükten sonra dirilişi göstermek için bir ibret olmak üzere bir
müddet hayatın farklı bir moduna alınıyorlar. Uyku demiyorum, çünkü kıssa
boyunca uyku kelimesi hiç geçmiyor. Aksine dirilmek anlamındaki ba’ásna, bease
kökünden kelimeler kullanılıyor. Onun içinde diriliş zamanları imparator 2.
Thedosius zamanına denk geliyor.
İşte bu hadiseye Kur’an yer
veriyor. Ama Kur’an ın bu olayı alış biçimi tarihsel bir olay hakkında bilgi
vermek malumat vermek şeklinde değil. Tüm kıssaları alırken Kur’an ın yaptığı
farklı bir şeydir. Mesela bu kıssaların bir çoğu diğer dini kutsal metinlerde
de geçer. Ama onlarla Kur’an arasında ki fark çok açık.
Yusuf kıssasını Tevrat’ta da
bulabilirsiniz. Fakat Tevrat’ta gördüğünüz Yakup evladı için çırpınan sıradan
bir baba. Hatta söven, etrafını kıran, yıkan, asan, kesen. Fakat Kur’an da
gördüğünüzde başına gelen acılara ısrarla sabreden örnek bir insan. Onun için
Kur’an diğer kutsal metinlerle de bu gibi kıssaları aktarırken bu kıssaları
hakikate birer atıf olarak anlatır. Yani bunları birer parmak olarak kullanır,
parmak ayı gösterir. Bunları bir cam olarak kullanır ve cama değil, camdan
bakınız mesajını verir ve bizi de camdan bakmaya çağırır. Kısaca olay hakkında
ki tarihsel bilgi bu. Bunu verdikten sonra tekrar ayete dönüyoruz.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
93. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/04/20/islamoglu-tef-ders-kehf-001-02693/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder