24 Nisan 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. KEHF (005-009)(93-B)




A sayfasından devam.


5-) Ma lehüm Bihi min ilmin ve lâ liabaihim* kebüret kelimeten tahrucü min efvahihim* in yekulune illâ keziba;

O konuda ne onların ne de atalarının bir ilmi vardır! Ağızlarından çıkan, ne büyük laftır! (Dolayısıyla) onlar yalandan başka şey konuşmuyorlar! (A.Hulusi)

005 - Buna dâir ne kendilerinin ilmi vardır ne de babalarının, o ne büyük bir kelime ki ağızlarından çıkıyor, sırf bir yalan söylüyorlar. (Elmalı)


Ma lehüm Bihi min ilmin ve lâ liabaihim kaldı ki ne onlar ne de babaları bu konuda sahih bir bilgiye sahip değildirler.

Babalarının belki İncil de ki; Baba size diyor ki ibarelerinin mecazı hakikate kalbeden, mecazı hakikat olarak anlayan anlayışsız muhatapların elinde mecazi bir ifadenin gerçeğe dönüştürülmesi sonucu sapma meydana geldiğini ima ediyor olsa gerektir.

Baba, oğul, Ruh’ul kuds. Kutsal ruh üçlemesini kuran kilisenin bu sapması aslında bir yanlış anlamaya, daha doğrusu bir yanlış yoruma. Mecazi bir ifadeyi, ibareyi, hakiki olarak kabul eden bir yanlışın üzerine oturuyor gibi gözüküyor. Ki bu da Pavlus’un, bir başka okunuşuyla Sen Pol’ün kurduğu kilisenin, Hz. İsa’nın getirdiği İslam’ı Hıristiyanlaştırması biçiminde bugün tezahür etti. Onun için ben derim ki; Yahudileşen İsrail oğullarının ve Hıristiyanlaşan İsa ümmetinin bu günkü temsil ettiği inanç, İslam’ın sapmış versiyonlarıdır. Yani Gulat’ı İslâm olarak nitelerim bu iki zümreyi. İslâm’ın aslından saptırılmış formları. Yoksa tüm peygamberler İslâm’ın peygamberi idi ve hepsi de İslam’ın mesajını getirdiler.

kebüret kelimeten tahrucü min efvahihim ağızlarından öylesine çıkmış pek dehşet bir söz bu.

Evet, Kebürat; pek, büyük bir söz. Koca bir laf bu. Altından kalkamayacakları dehşet bir iddiada bulunuyorlar. Allah’a çocuk isnat etmekle. Yani; tahrucü min efvahihim ibaresi adeta ağızlarından kaçmış, yani ne söylediklerini bilmiyorlar, ağızlarından çıkanı kulakları duymuyor sözünü hatırlatırcasına bir ibare bu. Onun için onlar ne söylediklerinin farkındalar mı, ne büyük bir iftira ediyorlar gibi bir ima seziyoruz.

in yekulune illâ keziba onlar bunu söylemekle sadece yalan söylemiş oluyorlar, başka bir şey değil.


6-) Felealleke bahıun nefseke alâ asarihim in lem yu'minu Bi hazel hadiysi esefa;

Şimdi bu olaya iman etmezlerse, arkalarından, kendini harap edercesine üzecek misin? (A.Hulusi)

006 - Şimdi bu söze inanmazlarsa belki arkalarından esef ile kendini üzeceksin. (Elmalı)


Felealleke bahıun nefseke alâ asarihim in lem yu'minu Bi hazel hadiysi esefa hal böyleyken; Demek sen kalkıp eğer bu hitaba inanmazlarsa onların verdiği tepkiler üzerine kızıp kendini helâke sürükleyeceksin öyle mi?

Bu gerçekten de biraz açılması gereken bir ayet. Yani sen kalkıp eğer onlar bu hitaba, bu kitaba inanmazlarsa kendini kızarak helâke mi sürükleyeceksin diyor. Tabii neredeyse manası vermekte mümkün lealleke ama orada “demek sen” diye karşılamayı daha uygun bulduk. Çünkü burada ki Felealleke edatı bir ihtimale değil, bir azara işaret ediyor, uyarıya işaret ediyor.

Ayette ki helâk nedeni sadece onların imana karşı bir direnmelerine Resulallah’ın üzüntü duymasından değil. Bu yaygın bir anlayış ama böyle bir manaya hapsetmek bu ayeti sanırım doğru anlamak olmasa gerek. Çünkü bir başka surede;

Lealleke bahı'un nefseke ella yekûnu mu'miniyn (Şu’ara/3) Mümin olmuyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin ifadesi vardı. Ama burada farklı bir ibare giriyor. Aynı, hemen hemen benzer kalıpta ki iki ayetten bu ayetin içerisine farklı bir kalıp giriyor. alâ asarihim. İşte bendeniz bu ibareden dolayı bu ayetin o söz konusu ayetten çok farklı bir maksadı olduğunu düşünüyorum. Orada iman etmeyenlere üzüntüsünden dolayı kendini yiyip bitirme uyarısı var, Fakat burada alâ asarihim onların verdiği tepkiler üzerine diye çevirdim ben bunu. Ki, Razi nin açıklamalarına dayanarak bu çeviriyi yaptım.

O zaman burada Resulallah; Onlar iman etmedi diye üzülmesinden daha çok, onların iman etmediğine kızıp 2. bir Yunus peygamber olayının yaşanmaması için uyarılıyor. Çünkü esefa ya ilk müfessirlerin verdiği karşılık; kızgınlık, gazap, kızarak. Onların verdiği tepkiye bakıp ta onlara kızarak yorganı yakma denilmek istenircesine bir uyarı.


7-) İnna ce'alna ma 'alel Ardı ziyneten leha lineblüvehüm eyyühüm ahsenu amela;

En güzel davranışı kimin ortaya koyacağı açığa çıksın diye, arzda bulunan her şeyi (veya bedensellik yaşamını) kendisine süsledik!

007 - Biz Yer yüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık ki insanları imtihan edelim: hangisi daha güzel bir amel yapacak? (Elmalı)


İnna ce'alna ma 'alel Ardı ziyneten leha lineblüvehüm eyyühüm ahsenu amela gerçekten de biz yeryüzünde bulunan şeyleri, onlardan hangisinin daha güzel davranacağını sınayalım diye oraya cazibe katan, güzellik katan süs unsuru kıldık diyor ayeti kerime. Yani insan geçicinin cazibesine çarpılıp kalıcıyı arkaya attı imasında bulunuyor. Altın yaldızlı tenekeyi gerçek altın sanma gafletine düştü. Dolayısıyla dünya ve ahiret arasındaki dengeyi kuramadı. Geçiciye, kalıcı gibi davrandı. Eğer doğru bir ölçüsü yani mihenk taşı olsa da elindekinin altın olup olmadığını, altınsa kaç ayar olup olmadığını anlamak için ona vursaydı öğrenecekti.

Fakat ölçüyü yitirdi, mihenk taşını yitirdi. Altının ayarını ölçmeye yarayan o ölçü taşını yitirdi. Onun içinde şirazeyi kaybetti. Yani tasavvur yamukluğu dediğimiz şey işte. Tasavvurdaki mm.lik bir sapma, amelde Km.lere tekabül eder demiştik ya. İşte ona bir gönderme yapıyor. O ölçüyü veriyor, tekrar hatırlatıyor. Çünkü geçici ile kalıcıyı takas ederse insan bu durumda taptığı, kulluk ettiği varlığı da takas etti. Bu sefer kendisine geçiciden, geçici ilahlar tedarik etmeye kalkışır.


8-) Ve inna le caılune ma aleyha saıyden cüruza;

Muhakkak ki biz arzda (bedende) bulunan her şeyi çorak bir toprak hâline getireceğiz! (A.Hulusi)

008 - Bununla beraber şu da muhakkak ki biz onun üzerinde ne varsa hepsini bir kuru toprak etmekteyiz. (Elmalı)


Ve inna le caılune ma aleyha saıyden cüruza Ama hiç şüphesiz yine biz günü gelince orada bulunan her şeyi kupkuru bir toprak haline getireceğiz.

Mevsimler, yıl, günler, doğum ve ölümün provasıdır. Onun için yeryüzündeki mevsimlerin tabiatına dikkatimizi çekiyor Kur’an ki aslında var oluşun, mahlukatın doğum ve ölüm yasasına tabi olduğunu gösteriyor. Yani bak her baharın bir kışı yok mu. Her baharın bir kışı varsa, her doğumun bir ölümü olacaktır. O halde oradan yola çıkarak bunu gör ve hemen arkasından bir örnek veriyor Kur’an.

Konuya çok tipik, tarihi bir örnek. Tarihte özü itibarıyla yaşanmış bir olayı örnek olarak getiriyor, işte Ashabı Kehf, mağara arkadaşları kıssası tabiatta ki ölüm ve doğum, var oluş yani oluş ve fesat, kevn ve fesat yasasının herkes için geçerli olduğuna çok tipik bir örnek veriyor ve insanoğluna kendi ölümüne inandırmak için geçmişte bir dönemler Allah’ın ayet olarak, mucizevi bir belge olarak, olağandışı bir işaret olarak ortaya koyduğu ibretlik bir kıssa anlatılıyor.


9-) Em hasibte enne Ashabel Kehfi ver Rakıymi kânu min âyâtina 'aceba;

Yoksa bizim işaretlerimizden (sadece) Ashab-ı Kehf (mağara arkadaşları) ve Rakîm'in (bilgi yazılı taş levha) bilgisinin mi şaşılacak şey olduklarını sandın? (A.Hulusi)

009 - Yoksa Ashabı Kehf-ü Rakıym bizim âyâtımızdan bir acîbe oldular mı sandın. (Elmalı)


Em hasibte enne Ashabel Kehfi ver Rakıymi kânu min âyâtina 'aceba yoksa sen mağara arkadaşlarının ve onlar için yazılan anıt kitabenin bizim bütün bu ayetlerimizden daha mı ibret ve hayret verici olduğunu düşünüyorsun. Yani yukarıda ki ayetlerden, yani bütün bu ayetlerimizden kasıt, etrafına bak, bahar ve kışa bak, yaz ve güze bak. Onun için bu ayetlerden daha az hayret verici değil aslında.

Aslında Ashabı Kehf olayından daha az şaşırtıcı değil ki bu. Ama alışkın olduğunuz için bu bazen insanoğlu olarak es geçiyorsunuz. 24 saate bakın, Ashabı Kehf olayından daha az şaşkınlık verici değil. Baksanıza, her gün aslında insanın doğum ve ölümü yeniden yaşanıyor.  Adeta her uyku bir ahirete, her gündüz bir dünyaya. Her sabah bir Ba’sü ba’del mevt’e, yeniden dirilişe, her akşam ise yatağa; kabre girer gibi girişe bir örnek değil mi? 24 saat aslında hayatın bir provası değil mi? Bunu veriyor, bu da az şaşırtıcı değil, ama siz ille de çok şaşırtıcı şeyler istiyorsunuz alın bakalım dercesine bu misali veriyor.

Kehf; mağara demek. Burada Ashabel Kehfi ver Rakıym mağara arkadaşları. Bunun kıssası biraz sonra ayrıntısıyla anlatılacak. Yani ayrıntısıyla dediğim bizim işimize yarayan, rabbimizin bize öğüt vermek istediği boyutlarıyla. Yoksa malumat, furuş olmamız için üstümüze lazım gelmeyen bir takım bilgi kırıntıları değil. Sadece bu hadisenin insanoğlunun ibret alacağı boyutları bir ayet gibi gözler önüne serilip okunacak.

Peki Rakıym ne? Biz bu ibareyi mağara ve rakıym arkadaşları diye çevirirsek o zaman iki grup mu var. Bir mağara grubu, bir de rakıym grubu yok tabii ki. Öyle olsaydı iki grup anlatılırdı. Öyle değil. Bir mağara arkadaşları anlatılıyor, o halde bunu mağara arkadaşları ve onların yaptığı bir iş diye çevirebiliriz o da rakıym kelimesinin etimolojisinde gizli. Nedir bu etimoloji yani dil bilgisel kökeni? ittifakla anıt kitabe manası verilmiş dilciler tarafından. Ki bu ittifak Razi tarafından dile getirilir. Yazılı şey, Merkûm, kitab-ı Merkûm. Kur’an da geçen bir ibare. Rakamlanmış, yazılmış demektir.

Razi bu anlamı, dilcilerin ittifak ettiği bir anlam olarak verir. Ki bu noktada bazı modern müfessirler; acaba bunlar esseniler mi diye bir soru ortaya atarlar. Esensiler biliyorsunuz Yahudi mezhepleri içerisinde zühdleriyle, çileci hayatlarıyla tanınan ve meslekleri Tevrat’ı ve kutsal metinleri yazarak çoğaltmak olan ve kendilerini mağaraya hapsedip ibadet ve tatla meşgul olan Kurman cemaati. Ki bunlara ilişkin mağaralar ve o mağaralarda yine bunlara ait yazılı tomarlar bu yüzyılda bulundu. Ölü deniz el yazmaları. Kurman el yazmaları adı verilen bu tarihi belgeler Miladi 1. y.y. ın ikinci yarısına tarihlendi. Hatta 1. yarısına tarihleyenler de var.

Dolayısıyla acaba buradaki merkûm, yani yazı, yazı adamlarından kasıt bunlar olabilir mi diye bir soruda var. Fakat sadece bu kadar. Ondan gerisinde buna ilişkin hiçbir işaret bulamıyoruz. Onun için biz burada ki rakıym’in, bu insanların daha sonra üzerlerine dikilen kitabe olduğu sonucuna varmamız gerekiyor ki zaten kıssanın sonunda bu kitabe üzerine bir tartışmayı Kur’an naklediyor.

Tefsirlerimizde ayrıntılı bir biçimde anlatılan bir olaydır ashabı kehf kıssası. Özellikle Taberi çok ayrıntılı bir biçimde anlatır. Tabii Taberi’den sonraki yazılmış tefsirler de aynı kaynakları kullanarak kıssayı çok ayrıntılı bir biçimde anlatırlar. Taberi’nin bu konuda adını vermediği bir kaynağı kullandığı kesin olarak anlaşılıyor. Çünkü bu kadar ayrıntılı bir anlatım mutlaka bir kaynağa dayanmalı.

İsimler veriyor Taberi. Yaşadıkları zamanın imparator isimlerini Yine vefatlarından sonra tekrar diriliş zamanlarında ki imparatorun ismini ve bu arada geçen olayları, Hatta yaşadıkları şehrin ismini. Tabii farklı versiyonlarıyla anlatıyor. Onun için bu kaynağın ne olduğunu araştıran uzmanlar en sonunda Süryani bir papazın, ki doğumu M.S. 452 yılında doğmuş ve yaşamış olan Suruçlu James isimli bir Süryani, Suriyeli bir papazın eseriyle karşılaşıyoruz. Bu eserde, ki bu zat ashabı kehf hadisesinin hemen arkasından doğan ve neredeyse onların yeniden dirilişinin hemen arkasından doğup, onların yeniden dirilişine şahit olan insanları gören, görecek yaşta, çağda yaşamış bir insan.

Onun için de bu eser doğuluların eline, Müslümanların eline geçtiği gibi, batılıların da eline geçiyor ve Yunancaya, Latinceye tercümeleri yapılıyor. Bugün karşılaştırmalı kritikler sonucunda bizim tefsirlerimizde yer alan ayrıntıların kaynağının da bu eser olduğu sonucuna varmak muhtemelen mümkün.

Bu kaynağa ve tefsirlerimize göre, ki ikisi de aynı olduğu için olay Efes’te geçiyor. Yani Efesus diye bilinen Efes’te o zaman anılan Efes’te. Bugün İzmir’in Selçuklu ilçesi yakınlarında ki bir antik kent.

Ay tanrıçası Diana’ya tapan Efes halkı, ki M.Ö. 700 lere kadar gider Efes tarihi. Efes bölgenin en büyük şehirlerinden biri. Anadolu’nun da en eski yerleşim bölgelerinden biri.

Orada ay tanrıçası Diana’ya tapan halk her yıl bu tanrıçaya ibadet etmek ve sunak sunmak zorunda. Şehrin yöneticileri Roma’nın bölgede ki valileri biraz da Hıristiyanlara nispet olsun diye yeni çıkmış dine olan düşmanlıklarından dolayı eskiden pek ilgilenmedikleri putperestleri ile biraz fazla ilgilenmeye başlıyorlar. Nispet olsun diye. Yeni çıkan tevhidi dine karşı kinlerini, kendi putperestliklerini yücelterek ifade etmeye kalkıyorlar.

İmparator Desius, ki M.Ö.249-251 tarihleri arasında kısa bir süre imparatorluk yapmış bir imparator. Ki Hıristiyanlara yaptığı zulmü ile meşhur olan bir imparator. Onun zamanında Efes’te Hz. İsa’nın getirdiği İslam mesajına teslim olan, inanan bir grup genç zorla putperest yapılma ve zorla putlara tapma ayinlerine tepki göstererek önce şehirde kendi inançlarını yaşamaya çalışıyorlar. Fakat tehdit edilip canları tehlikeye girince toplumun içerisinden inançlarını yaşamak için ayrılıyorlar ve bir mağaraya kapanıyorlar, sığınıyorlar.

İşte olayın tarihsel boyutu, tefsirlerimize esas olan Süryani kaynağına göre böyle. Ki, bu gençler Allah’ın insanlara öldükten sonra dirilişi göstermek için bir ibret olmak üzere bir müddet hayatın farklı bir moduna alınıyorlar. Uyku demiyorum, çünkü kıssa boyunca uyku kelimesi hiç geçmiyor. Aksine dirilmek anlamındaki ba’ásna, bease kökünden kelimeler kullanılıyor. Onun içinde diriliş zamanları imparator 2. Thedosius zamanına denk geliyor.

İşte bu hadiseye Kur’an yer veriyor. Ama Kur’an ın bu olayı alış biçimi tarihsel bir olay hakkında bilgi vermek malumat vermek şeklinde değil. Tüm kıssaları alırken Kur’an ın yaptığı farklı bir şeydir. Mesela bu kıssaların bir çoğu diğer dini kutsal metinlerde de geçer. Ama onlarla Kur’an arasında ki fark çok açık.

Yusuf kıssasını Tevrat’ta da bulabilirsiniz. Fakat Tevrat’ta gördüğünüz Yakup evladı için çırpınan sıradan bir baba. Hatta söven, etrafını kıran, yıkan, asan, kesen. Fakat Kur’an da gördüğünüzde başına gelen acılara ısrarla sabreden örnek bir insan. Onun için Kur’an diğer kutsal metinlerle de bu gibi kıssaları aktarırken bu kıssaları hakikate birer atıf olarak anlatır. Yani bunları birer parmak olarak kullanır, parmak ayı gösterir. Bunları bir cam olarak kullanır ve cama değil, camdan bakınız mesajını verir ve bizi de camdan bakmaya çağırır. Kısaca olay hakkında ki tarihsel bilgi bu. Bunu verdikten sonra tekrar ayete dönüyoruz.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder