16 Nisan 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. İSRA (083-085)(92-A)






Değerli Kur’an dostları geçen dersimiz İsra suresinin 82. ayetine kadar işlemiştik. O derste işlediğimiz son ayet, yani 82. ayet rabbimizin insanoğluna en büyük ikramı olan Kur’an vahyi ile bitiyordu. Kur’an vahyinin kendisine ön bilgi ile, iman gibi bir ön bilgi ile yaklaşanlar için zihni, kalbi, dünyevi, uhrevi her türden bir şifa eczanesi, şifa hazinesi. Ama kendisine küfür gibi bir ön yargı ile yaklaşanlar içinde bir hüsran olacağını ifade buyuruyordu. Şimdi 83. ayetle yine vahyin muhatabı olan insana ilişkin bir ayetle dersimize başlıyoruz.


83-) Ve izâ en'amna alel İnsani a'reda ve nea Bi canibih* ve izâ messehüşşerru kâne yeûsa;

İnsana in'amda bulunduğumuz vakit yüz çevirir ve yan çizer! Kendisine hoşlanmadığı şey isâbet ettiğinde de umutsuzluğa düşer. (A.Hulusi)

083 – Öyle ya biz insana nimet verdiğimiz zaman aldırmaz, yan büker, kendisine şer dokunduğu zaman da pek meyus olur. (Elmalı)


Ve izâ en'amna alel İnsani a'reda ve nea Bi canibih ne zaman biz insana nimet bahşetmişsek yüz çevirdi ve sorumluluklarından yan çizdi. Allah’ın bahşettiği en büyük nimet vahiy nimeti idi. Çünkü bir üstteki ayet Kur’an vahyinden söz ediyordu. Aslında Allah’ın insanla konuşması insan için ekmekten, sudan çok çok daha önemli değil mi idi. İnsanı insan eden tarafı vahyin hitap ettiği taraf değil mi idi. Ekmek ve su diğer canlılarla paylaştığımız ortak nimetlerdi. Ama vahiy Allah’ın sadece insanı muhatap alarak verdiği bir nimet değil mi idi. Peki insanın da bu nimete çok farklı bir teşekkürü gerekmiyor muydu.

İşte burada bu ayette bu dile getiriliyor ve deniliyor ki insan Allah’ın verdiği nimetlere karşılık yüz çevirdi ve yan çizdi. Sorumluluklarından yan çizdi. ve nea Bi canibih yanını döndü. Böyle yan çizdi diye Türkçede yaygın olan o tabiri kullanmak çok daha hoş oturuyor.

Neden yan çizer insan sorumluluklarından. Demek ki vahyin maksadı, insana sorumluluklarını hatırlatmaktır. Sorumluluklarından yan çizen insana. Neydi insanın sorumluluğu? Yer yüzünde yaratılış amacına uygun bir hayatı inşa edip bu sayede ebedi hayatını mamur etmesi, ebedi mutluluğu kazanması.

İşte bu sorumluluğun altına girmek istemiyor insan. Oysa ki başında bunu kabul ettiği için insan olmuştu. Bu sözleşmeye onay verdi, irade aldı karşılığında. Fakat aldığı iradeye ihanet etti. Yani peşinen karşılığını aldı, fakat verdiği söze ihanet etti. İşte tüm vahiylerin amacı; İnsanı, verdiği sözü tutmaya davet etmektir.

ve izâ messehüşşerru kâne yeûsa Ne zaman da başına bir ziyan gelse, tuttu umutsuzluğa kapıldı. Ne güzel dua değil mi;

“Ya rabbi, çok verip azdır ma, az verip bezdirme.”

İşte Anadolu halk irfanında süzüle süzüle duaya dönüşmüş olan bu cümle aslında bu ayetin en güzel tefsiri.


84-) Kul küllün ya'melu alâ şakiletih* feRabbüküm a'lemu Bi men huve ehda sebiyla;

De ki: "Herkes yaratılış programı (fıtratı - şâkılesi) doğrultusunda fiiller ortaya koyar! İşte bu yüzden (Fâtır'ınız olan) Rabbiniz yol itibarıyla kimin hakikat yolunda olduğunu en iyi bilendir!" (A.Hulusi)

084 - De ki: her biri kendi uyarına göre hareket ediyor, o halde yolca en doğru olan kim olduğunu daha ziyade rabbiniz bilir. (Elmalı)


Kul küllün ya'melu alâ şakiletih De ki; Herkes kendi tasavvur ve aklının verdiği istikamet üzere eylemde bulunur. Ya da bu ibarenin alternatif bir tercümesi, herkes kendi sütünün iktizasını işler. Ya da, yeni tabiri ile herkes kendisine yakışanı yapar. Rabbimizin şu güzel hitabına bakınız. Yani herkes kendisine yakışanı yapar. Sen neyi yakıştırıyorsun kendine. Herkes sütünün iktizasını işler. Dolayısıyla yaptığın amele bak, aslında kendin hakkında değer biç. Ama benim tercih ettiğim tercüme daha farklı. O herkes kendi tasavvur ve aklına verdiği istikamet üzere eylemde bulunur. Yani akıl ve tasavvurun kendisine gösterdiği istikamet üzerinde eylem yapar.

Böyle tercüme etmem bu ibarenin diline tamamen mutabık. Çünkü Şakile; Bir şeyi izleyen başka bir şey manasına gelir. Şekl, müşakele sözcükleri, bir şeyin eseri olarak ondan çıkan ve ondan bağımsız algılanmayacak olan, hem içerik hem şekil olarak ona tıpatıp bağlı bir başka şey anlamına gelir. Yani iki şey arasında kopmaz bağ. Nedir bu? İnsanın; Akıl, tasavvur ve eylemi arasındaki bağ.

İnsanın tasavvuru eşyayı algılama biçimidir. Yani hayatı algılama biçimi. Olayları algılama biçimi. İnsan tasavvurunda içini doldurduğu kavramlarla düşünür. İyi kötü, güzel çirkin, Hakk batıl, büyük küçük, ebedi geçici. Yani bütün, hayatımızı üzerine oturttuğumuz en temel kavramlar, tasavvurumuzda içi doldurulur. Onun için falanca büyüktür cümlesini kurabilmek için büyük ve küçük kavramlarının içini tasavvurunuzda önce doldurmanız lazım.

İnsan mahlukatın şerefli bir üyesidir cümlesini kurabilmeniz için aklınızda; insan, mahlukat ve şerefli kavramlarının içini önceden doldurmuş olması lazım. Yoksa böyle bir önerme, böyle bir hüküm cümlesi kuramazsınız. Onun için tasavvur, eylemin ana rahmidir. İnsan fiilinin ana rahmidir. İnsan fiiline istikameti veren tasavvurdur. Dolayısıyla tasavvurda oluşan milimetrik bir sapma, eylemde kilometrelerce, belki 100 km.lerce sapmaya tekabül eder. Onun içindir ki vahiy öncelikle insanın tasavvuruna hitap eder ve orayı düzeltir. Orada ki 1 mm. Lik sapmayı düzeltir. Yoksa amelde, eylemdeki sapmayı düzeltmek yetmez, çünkü bıraktığınız anda yeniden sapar, tekrar eski yere gelir.

Onun için işte herkes diyor bu ibare kendi tasavvur ve aklının verdiği istikamet üzere eylemde bulunur. Onun için vahiy insanın tasavvurunu düzeltir. Mesela insana gerçekten kâr nedir, gerçek zarar nedir bunu öğretir. İnsanoğlunun kâr dediği bazı şeylere Kur’an zarar ettin der.

femâ rabihat ticaretühüm.. (Bakara/16) Onların ticareti kâr etmedi der mesela. Ama dışarıdan bakınca, farklı bir tasavvurla bakınca başkalarının hakkını gasp eden bir çok insan kâr ettiğini düşünür. Şeytanın çarptığı adam gibi olan yani faiz yiyerek şeytan çarpmışa dönen, -Bu Kur’ani bir ibare olduğu için söylüyorum.- faiz yiyerek şeytan çarpmışa dönen bir adam da kâr ettiğini düşünür.

Fakat Kur’an diyor ki senin kâr ve zarar tasavvurun bozulmuş. İstikamet açın bozulmuş, sapmış. Onun için böyle bir kâr ve zarar tasavvuru seni sonuçta korkunç bir çukura düşürür. Gel düzelt şunu. Senin kâr dediğin zarardır aslında. Fakat ters baktığın için, amuda kalkmış birinin eşyayı gözetlemesi gibi her şeyi ters görüyorsun. Oysa ki yamuk olan senin bakışın, baktığın değil. Yamuk bakışını fark etmediğin için baktığını düzeltmeye kalkıyorsun bakışını değil. Eşyaya ve dünyaya tersinden bakan bir insan, dünyayı yönetme gücünü verseniz ne yapardı. Dünyayı ters çevirirdi. Kendi ters durduğunu görmezdi. İşte tasavvur bu kadar önemli. Onun için herkes tasavvurunun kendisine çizdiği istikamet üzere eylemde bulunur. O nedenle insanların eylemlerinden önce yanlış ve yamuk eylemlerinden önce, yanlış ve yamuk akıl ve tasavvurlarını düzeltin ve tartışın. Demek ister gibidir Kur’an.

feRabbüküm a'lemu Bi men huve ehda sebiyla nasıl olsa rabbiniz kimin yöneltildiği yolunda daha doğru olduğunu çok ama çok daha iyi bilmektedir. Yani neden rabbiniz bilmektedir, bu çok önemli. Biraz önce yaptığım tefsirle birebir uyumlu. Çünkü tasavvurlar eyleme dönüşmediği sürece gizlidir. Dolayısıyla orada ki hata da gizlidir. Ama rabbinize gizli yok. Onun için sizin, siz insanoğlunun yanlış ve yamuk davranışlarının hangi yanlıştan kaynaklandığını, hangi merkezden kaynaklandığını Allah çok iyi bilmektedir ve dolayısıyla vahyin amacı insan da yepyeni bir tasavvur inşa etmektir. Yani vahiy adam yapar. Vahiy insan yontar ve vahyin yonttuğu insan da yer yüzünü inşa eder. Vahiy insanı, insan hayatı inşa eder. Eğer imha olmuş bir tasavvur ve akılla yer yüzünü inşaya kalkışırsa insan inşa ediyorum diye imha eder. Bugün olduğu gibi.

Onun için vahit adam yontar. Eğer soracak olursanız vahyin geçmişte adam yonttuğuna dair bir delil var mı, ve yonttuğu adam örneğini gösterir misiniz derseniz eğer ben derim ki; Peygamber AS. A bakın. O insanlık zirvesine bakın. Vahiy eline aldığı bir insanı nasıl güzelleştiriyor ve nasıl muhteşem bir abide haline getiriyor. Vahyin yonttuğu insana kaç kat değer yüklediğini öğrenmek isteyen Kadr suresini bir daha okusun, ama bu gözle. İndiği geceye bin kat değer veren vahiy eğer bir adamı yontarsa ona kaç kat değer verir siz hesap edin.


85-) Ve yes'eluneke anirRuh* kul irRuhu min emri Rabbiy ve ma utıytüm minel ılmi illâ kaliyla;

(Yahudiler) sana Ruh'tan soruyorlar... De ki: "Ruh, Rabbimin hükmündendir. İlimden size pek az verilmiştir (bu soruyu soran Yahudilere cevaptır bu)!" (A.Hulusi)

085 - Bir de sana ruhtan soruyorlar, de ki: ruh rabbimin emrindendir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir. (Elmalı)


Ve yes'eluneke anirRuh İmdi; sana vahyin ruhani kaynağı hakkında soru soruyorlar. kul irRuhu min emri Rabbiy ve ma utıytüm minel ılmi illâ kaliyla De ki onun kaynağı rabbimin akıl sır ermez işlerindendir ve size bu konuda çok sınırlı bir5 bilgi verilmiştir.

Kur’an da dikkat buyurursanız ruhu; vahyin kaynağı, vahyin ruhu diye çevirdim. Aslında ruh vahiy anlamında bir çok ayette kullanılır. Mesela Nahl/2. ayeti, Kadr/4. ayeti, Mümin/15. ayeti, Şura/52. ayeti ve daha başka ayetlerde vahiy olarak bizatihi ruh; vahiy olarak kullanılır.

Aslında ruh bir şeyin özü, bir şeyin kaynağı, bir şeyi ayakta tutan şey anlamına gelir. Yani öz itibarıyla manası budur. Onun içindir ki beşeri insan eden ilahi nefese, yani ilahi müdahaleye de ruh denilmiştir. Unutmayalım ruh yaygın kanaatte olduğu gibi bizim hayvanlarla paylaştığımız şey değildir, Kur’an a gör bu değildir. O, “can” dır. Öyle olsaydı hayvanların cenneti de olurdu.

Kaldı ki Kur’an açıkça Hicr/29. ayetinde, Sad/72. ayetinde ruh üflenmeden önceki insana beşer diyor, insan demiyor. O işte diğer canlılarla eşit varlık. Ama ve nefahtü fiyhi min RuhİY (Hicr/29)ne zaman ki ona ruhumdan üfledim, ona özel bir öz verdim, işte o zaman insan diye hitap ediyor cenabı Hakk. O zaman insan oluyor. Beşer insana dönüşüyor. Burada insanla diğer canlıları ayıran nedir sorusunun cevabını bulmak lazım. İşte o irade ve akıldır. Yani bu noktada akıl, irade, bilinç yani şuur, aslında ruhun insanda ki değişik yansımalarıdır. İnsanı insan eden şeylerdir. Dolayısıyla bu ayetin doğrudan vahyin kaynağı ile ilgili oluşunun delili de ayetten sonrasının vahiyle ilgili olması. Ayetten öncesi ise insanla ilgili. Bu durumda buradaki ruh hem vahitle, hem insanla.

Peki vahiy ve insanı müşterek kılan şey nedir. İkisinin de Allah’ın şaheseri olması. Biri sözün şaheseri, diğeri ise eylemin şaheseri olması. İlahi sözün şaheseri vahiydir. İlahi eylemin şaheseri insandır. Vahiyle insan, tohumla toprak, etle tırnak gibi buluşunca, aslında birbiri için var edilen iki şey bir araya gelmiş olur ve işte Allah’ın istediği de arzusu da budur. Onun için ikisinin kaynağı da aynıdır, özü aynıdır. Bu nedenledir ki Hz. İsa için Kur’an da Kelimetin minAllahi (A.İmran 39) Allah’tan bir kelime ibaresi kullanılır. Yani insan kelimedir. Unutmayalım kelime vahyin parçaları içinde kullanılır. Dolayısıyla söz kelimedir, insan kelimedir. Söz kelamdır, insan kelimedir. Kelam ile kelime aynı kaynaktan neş’et etmiştir. Dolayısıyla özleri aynı kaynağa atıftırlar. Onun için vahyin kaynağı diye tercüme ettim.

Yine ayetin sonunda size bu konuda çok sınırlı bir bilgi verilmiştir deniliyor. Çünkü insan bilgisi sınırlıdır. Ve alleme ademel esmae külleha.. (Bakara/31) suresinde Adem kıssası anlatılırken öyle buyruluyordu. Ademe Allah isimlerin tamamını öğretti. Yani eşyaya isim verme kabiliyetini, daha doğrusu. Nutk; hem mantık anlamında, hem de konuşma anlamında nutk kabiliyetini verdi. Unutmayalım konuşmak Nutkun. Nutk, aklın, mantığın eseridir. Onun için insan düşünerek düşüncesini ifade eder. Eğer ifade ediyorsa düşünüyor demektir. Çünkü teyp kasetinden insanı ayıran şeyde budur.

Bu manada çok az şey verilmiştir denilmesi vahyin kaynağının, vahyin mahiyetinin insan tarafından tamamıyla bilinemeyeceğine işarettir. Eğer biz burada ki ruhu doğrudan eski müfessirlerimizin açıkladığı gibi Kur’an diye açıklasaydık o zaman burayı açıklayamazdık. Çok az şey verilmiştir bölümünü açıklayamazdık. Çünkü Kur’an ın bize manası verildi, anlayalım diye verildi ve mübiyn kılındı. Açık ve açıklayıcı kılındı. Dolayısıyla size çok az verilmiştir diyemezdik o zaman. Onun için Kur’an diye tefsir edilmesi sanırım bu manada doğru olmasa gerek. Burada en doğru yorumu vahyin kaynağıdır.


[Ek bilgi; Pek çok câhil kişi, kulaktan dolma ilkel bilgilere dayanarak bize sordu.

- Kurân’da  Allah Resûlü’ne dahi bu konuda bilgi verilmediği yazılı olduğu halde, siz nasıl olur da RUH hakkında açıklamalarda bulunursunuz..?

Evet, önce bu sualin cevabını vererek açıklamalarımıza başlayalım.

(İkrime İbn Abbâs’tan rivayet edilen hadiste;)
“Üç Yahudi bilgini kendi aralarında, Hz Muhammed'e üç sual sormak üzere karar alırlar ve derler ki;

- Şâyet gerçekten Allah Resûlü  ise, bu üç soruya birden cevap vermeyecektir; zîra daha evvel de hiç bir Resûl bu konuda açıklama yapmamıştır. Ama cevap verirse, biliriz ki şarlatandır.

İşte böyle düşünüp, anlaşarak huzuru Resulallah’a gelip birinci sorularını sorarlar:

- RUH nedir?

- Hazreti Resûlallah, ilâhi inâyet ile onların niyetini bildiği için, suale cevap vermez ve cevabı erteleyerek, Yahudi bilginlerine:

- Yarın gelin, inşâllah cevap veririm, der.

Ertesi gün geldiklerinde de onlara, 17'nci sûre olan İsrâ sûresinin 85'inci âyetini okur; der ki:

- "Yes'eluneke anir RUH... Kul er RUH'u min emri Rabbiy ve ma utiytüm minel ilmi illa kaliyla..."

Burada vurgulanan gerçeği   dilimize şöyle çevirebiliriz:

“(Yahudiler) SORUYORLAR, RUH NEDİR?.. DE Kİ (o Yahudilere) RUH RABBİN EMRİNDENDİR!.. VE BUNUN İLMİNDEN SİZE KÂLİL BİR ÖLÇÜ VERİLMİŞTİR."(17-85)

Şâyet biraz iz’an sahibi isek, görürüz ki, bu âyetin muhatabı, âlimler arifler, veliler, nebiler değil; maddeyi ve maddeciliği esas alan görüşün sahibi YAHUDİLERDİR! Yâni, Yahudilere denmektedir ki:

"Her şeyi maddeden ibaret sanıp, göremediğini inkâr eden; üstelik doğrusunu açıkladığı takdirde Resûllüğünü reddetmeye karar verdiğiniz; Tefekkürü, beş  DUYUSUNDAN ileri geçemeyen siz Yahudilerin RUH hakkında ilmi yoktur!
Siz ancak elinizdeki kadarıyla kalmaya mahkûmsunuz. Çünkü madde ötesini değerlendirmekten âcizsiniz. Zaten bu yüzden, gerçek âlemin ölüm ötesi ruhlar âlemi olduğunu açıklayan Hazreti İSA'yı da inkâr ettiniz, kabullenemediniz. Öyle ise nasıl olur da RUH hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz ki!" 

Nitekim, aynı görüşü paylaştığımız değerli İslam âlimi ve velisi İMAM GAZALİ dahi "İhya-u Ulumiddin" isimli kitabının 1'inci cilt "Rub'ul ibâdat" bölümünde şöyle demektedir:

"Yoksa sanma ki, Hz. Rasûlullah Efendimiz (salla'llahu aleyhi ve sellem) RUH'un hakikatını bilmiyordu!..  Zîra, RUHUNU bilmeyen kendini bilmemiş olur!.. Kendini bilmeyen ise nasıl Rabbini bilebilir?.. RUHUN hakikatını Nebi ve Rasûller  bildiği gibi; bazı veliler ve âlimlerin bilmesi dahi uzak değildir!"

Gazali, "RUH" hakkında şöyle devam etmektedir:

- "RUH cisim dahi değildir. Suyun kaba girmesi gibi bedene dışarıdan girmiş değildir! Cisim bölünebilir. RUH ise cisim olmadığı gibi bölünebilir bir  şey de değildir. Eğer ruh bölünebilseydi, onun bir parçasının bir şeyi bilip diğerinin bilmemesi mümkündü. Tek yerde iki zıddın olması çelişik bir fikirdir.

Cüz kelimesi ruh için uygun değildir. Çünkü, cüz kül’e izâfet demek olup, bu hususta ise ne kül ne de cüz vardır. Ruh bölünmez bir yapıdır. Ve yer de tutmaz."

"Ve kadim değil hadistir anlamına olarak RUH mahlûktur, denilir. İnsan  RUHLARI  nutfede zuhûruyla  hadis  olmuştur."

Şimdi biz gelelim günümüz anlayışı ile "RUH"un ne olduğu hakkındaki bildiklerimizi sıralamaya.

"RUH" ismiyle işaret edilen varlık, orijinal yapısı itibariyle TEK'tir ve akla gelen her şeyin orijini ve aslıdır.

Bildiğiniz ve düşündüğünüz ve düşünemediğiniz her şey "RUH" tan meydana gelmiştir.

Her şeyin "RUH"tan meydana gelmesinin misâlini sanırım şöyle verebiliriz: "Madde" adını verdiğimiz her şey atomlardan meydana gelmiştir. Ne isimle, hangi özelliğiyle işaret edersek edelim, o şey gerçekte, atomlardan oluşmuştur. Atomların özüne, derinliğine inersek, en alt boyutta karşımıza çıkan şey ENERJİ'dir. Enerji, bu boyuttaki yapısı itibariyle bölünmez, parçalanmaz, sonsuz-sınırsız güçtür; çünkü varlığını ALLAH`ın kudreti oluşturmaktadır!

 ALLAH`ın ZÂT`ına göre sonradan yaratılmış olabileceğinden söz edilen  enerjinin geçtiğimiz asırlardaki adı "RUH"tur! Ve bu "RUH", ALLAH’ın "KUDRET" sıfatının zuhûru oluşunun yanısıra; "Aklı Evvel" ismiyle işaret edilen "evrensel şuur"; ya da bir başka tanımlama ile "kozmik bilinç"tir!

 Her nesnenin yapısındaki "bilinç", onun özünü oluşturan aslı ve orijini olan "RUH"ta mevcut olan "bilinç"ten ileri gelmektedir. Ancak onda ortaya çıkan bilinç, ortaya çıktığı mahallin kâbiliyet ve istidadı nispetin de olmaktadır.

"RUH", boyut boyut yoğunlaşarak, kabul edilen bir biçimde, değişik varlıklar suretinde algılayıcılarca değerlendirilmekte; ve böylece de çokluk görüntüsü vermektedir! 

Esasen, Abdülkerim Ceyli’nin de bahsettiği gibi, "RUH" bir "melek"tir. Öyle bir "melek" ki, varlık âleminde, hangi isimle anılan, hangi varlık olursa olsun, her şey, hep bu "melek"ten oluşmuştur!.. Her şeyin aslı, orijinidir!.. Ve dahi bütün meleklerin ve varlıkların aslı O’dur!..

Buzdan meydana gelmiş sayısız nesneleri düşünün. Buzdan yapılmış insan, hayvan, eşya ve her şey!.. Bunlar her ne kadar ayrı ayrı varlıklar ise de, gerçekte hepsinin aslı aynı tek şeydir. "SU"dur!.. "GAZ"dır; (H2O)!.. Hepsinin orijini atomlardır; gibi. (A.Hulusi.)( http://www.ahmedhulusi.org/yazi/ruh-nedir.htm )]


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder