27 Ekim 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Yunus (010-015)(67-D)


C sayfasından devam.


10-) Da'vahüm fiyha subhanekellahümme ve tehıyyetühüm fiyha Selâm* ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn;

Onların ondaki Allâh'a yönelişleri: "Subhaneke Allâhümme = Subhansın sen Allâh'ım; seni tenzih ve tespih ederiz"dir... Birbirlerine yönelişleri ise: "Selâm"dır (Selâm ismi mânâsı sürekli açığa çıksın bizde)... Yönelişlerinin sonucunda ulaştıkları ise: "El Hamdu Lillâhi Rabb-ül âlemîn = Hamd Rabb-ül âlemîn Allâh'ındır" noktasıdır. (A.Hulusi)

10 - Orada duaları «subhaneke allahumme» sağlıkları «selam», Dualarının sonu da hakikat «elhamdulillahi rabbilalemîn» dir. (Elmalı)


Da'vahüm fiyha subhanekellahümme ve tehıyyetühüm fiyha Selâm onların orada ünleyişleri; “Muhteşemsin ey Allah’ım.” Olacaktır ve kendilerine mutluluklar size diye mukabelede bulunulacak.

Da'vahüm fiyha subhanekellahümme ve tehıyyetühüm fiyha Selâm Muhteşemsin ey Allah’ım diye bağıracaklar, çığıracaklar ve onlara cevap olarak denilecek ki; Mutluluklar, selâm, mutluluklar size..! Cennetten bir manzara.

ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn; ardından onların son çığlığı gelecek, buna mukabil diyecekler ki; el Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn; Alemlerin rabbi olan, tüm varlığın yegane rabbi, hakimi, koruyup kollayıcısı olan Allah’a övgülerin tamamı, senaların tamamı O’na olsun diyecekler.

Ya eyyetühen Nefsül Mutmainneh. (Fecr/27) Ey Allah’tan aşağısıyla tatmin olmayan nefis, ey cennetten aşağısına tatmin olmayan insan, İrci'ıy ila Rabbiki radıyeten mardıyye (Fecr/28) Rabbin senden razı, sen de rabbinden razı olmuş olduğu halde dön rabbine. Sen ondan razı ol,  ki O senden razı olsun. Ben Allah olarak senden razıyıyım ya rabbi de. Tıpkı Ali’nin dediği gibi, öyle de. “Ben Allah olarak senden razıyım, sen de kul olarak benden razı ol” de.

Kefeni fahran en teküne li rabben. Senin bana rab oluşun bana iftihar olarak yeter. Ve kefeni izzen en eküne leke abden. Benim de sana kul oluşum bana şeref olarak yeter. Ente li keme uhibbu, sen tam benim sevdiğim gibi bir Allah’sın. Ve cealni kema tuhibbu. Sen de bini sevdiğin gibi kıl. Dersiniz. (Hz. Ali – Münacat)


11-) Velev yu'accilullahu lin Nasişşerresti'calehüm Bil hayri lekudiye ileyhim ecelühüm* fenezerulleziyne lâ yercune Lıkaena fiy tuğyanihim ya'mehun;

Eğer Allâh insanlara, onların hayrı dilemedeki acelelerine göre, şerri hak etmelerine cevap verseydi; onların ömürleri çoktan bitmiş olurdu! Rücu ederek hakikati olan Esmâ'nın farkındalığına ermeyeceklerini sananları, kendi taşkınlıkları içinde kör ve şaşkın, bocalar hâlde bırakırız. (A.Hulusi)

11 - Eğer Allah, insanlara şerri onların hayır ivercesine ivdikleri gibi iyvecek olsa idi ecellerini kendilerine yetiriverir idi fakat likamızı arzu etmeyenleri bırakırız tuğyanlarında körü körüne giderler. (Elmalı)


Velev yu'accilullahu lin Nasişşerresti'calehüm Bil hayri lekudiye ileyhim ecelühüm imdi, eğer onların hayrı istemede acele ettikleri gibi, Allah’ta insanlar için hak ettikleri şer de acele etseydi onların sonunu getirecek hüküm hemen infaz edilirdi. İstemedi, yani bizim hayırda acele ettiğimiz gibi, Allah’ta bizim hak ettiğimiz şerri acele olarak vermedi bize. Neden? Çünkü;

..ketebe alâ nefsiHİr rahme.. (Enam/12) kendisine rahmeti prensip yaptı. Rahmeti kendisi için kanun kıldı, yasa kıldı.

Çünkü O, rahiymdir. Çok merhametlidir.

Çünkü O rahmandır. Özü itibarıyla varlığı rahmetle yaratmıştır.

Çünkü o Gaffar’dır çok bağışlar.

Çünkü O vedûd’dur, çok sever ve çok sevilir. Sevilmeyi ister.

Çünkü O Haliymdir, hemen cezalandırmaz, bekler, mühlet verir.

Çünkü O keriymdir. İkram etmek ister. Onun için bizim hak ettiğimiz şerri hemen infaz etmede acele etmedi.

fenezerulleziyne lâ yercune Lıkaena fiy tuğyanihim ya'mehun; Şu halde bizim huzurumuza çıkmaya yüzü olmayanları küstahça taşkınlıkları içerisinde debelenmeye terk ederiz.


12-) Ve izâ messel İnsaneddurru de'âna licenbihi ev ka'ıden ev kaima* felemma keşefna anhü durrahu merre keen lem yed'una ila durrin messeh* kezâlike züyyine lil müsrifiyne ma kânu ya'melun;

İnsan, sıkıntı veren bir olay yaşadığında; uzanmış, otururken ya da ayaktayken bize yönelip yardım ister! Fakat o olaydan feraha çıkardığımızda, sanki kendisini sıkan o olay için bize dua etmemiş gibi yürür gider! İşte haddi aşanlara, yapmakta oldukları böylece süslendirilmiştir. (A.Hulusi)

12 - İnsana bir sıkıntı da dokundu mu gerek yan yatarken gerek otururken gerek dikilirken bize duâ eder durur derken kendisinden sıkıntısını açıverdik mi sanki kendine dokunan bir sıkıntı için bize yalvarmamış gibi geçer gider, işte o müsriflere yaptıkları ameller böyle tezyin edilmektedir. (Elmalı)


Ve izâ messel İnsaneddurru de'âna licenbihi ev ka'ıden ev kaimen hem ne zaman insanoğlunun başına bir ziyan gelse, gerek yatarken, gerek otururken, ya da ayakta iken başlar bize yalvarıp yakarmaya.

Tipik bir insan tavrını dile getiriyor Kur’an. İnsan psikolojisinin en tipik vasfı bu. Başı sıkıştığında Allah’a müracaat eder. Burada ki yatarken, otururken, ayaktayken, her durumda demektir. Hayatın her anında, yani her an bize yalvarmaya başlar. Geceli gündüzlü hiç vakit geçirmeksizin bize sürekli yalvarır anlamına gelir.

felemma keşefna anhü durrahu merre keen lem yed'una ila durrin messehu Biz onu başına gelen ziyandan kurtardığımız zaman ise sanki kendisine dokunan ziyandan kurtarmamız için bize hiç yalvarmamış gibi nankörleşiverir.

Tipik bir nankörlük tavrı çiziliyor burada. İnsanın Allah’a karşı; “Allah’ım, seni seviyorum.” Neden? “Çünkü sana ihtiyacım var.” Bu tipik bir tüccarlık. “Allah’ım sana muhtacım.” Neden? “Çünkü seni seviyorum.” Bu işte sevginin zirvesi. Muhabbetullah, mahabbetullah doğru ifadesi ile. İhtiyacınız olduğunda Allah’a dönüp, ihtiyacınızı giderir gidermez yüz çevirecekseniz İşte rabbiniz buna nankörlük diyor burada olduğu gibi.

kezâlike züyyine lil müsrifiyne ma kânu ya'melun; Değere dönüşebilecek tüm imkanlarını. Bakınız; lil müsrifiyn ibaresini böyle çeviriyorum; değere dönüşebilecek tüm imkanlarını boşa harcayanlara yaptıkları işte böylesine cazip görünür.

Kul ya 'ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim (Zümer/53)

Kendisini bozuk para gibi harcayan kullarım, ey kendini israf eden kullarım, hayatını harcayanlar.

Burada da o var. İsraf, Müsrif; elindeki değeri hovardaca saçıp savurandır. Hayatını harcayandır yani. Bu bir kadir bilmezlik, kıymet bilmezlik. Allah’ın insana verdiği psikolojik imkanlar, Allah’ın insana verdiği güç. Allah’ın insana verdiği o bitimsiz imkanı insan, har vurup harman savuruyor. İnanmak bir imkandır, irade bir imkandır, akıl bin imkandır, hafıza bir imkandır, muhayyile bir imkandır, insanın aldığı nefes bir imkandır. Eli bir imkandır, gözü bir imkandır, ağzı bir imkandır.

Bütün bu imkanları yok edecek olan şey ilk defa yürekte başlayan inkardır. Eğer yürekte nankörlük başlamışsa, ki nankörlük inkarla aynı kökten gelir. Her küfür nankörlüktür ve her nankörlükte fiili bir küfürdür. Bir nankörlük ki yürekte başlamışsa; el ayak, göz kulak, dil dudak nankörleşir. Hep nankör olur insan.

İşte burada insanın kendisini israf etmesi olarak, harcaması olarak gözüküyor bu. Öyle tasnif ediliyor ve bu tiplere; züyyine; cazip gelir, süslü görünür yaptıkları iş. Neden? Çünkü zihin alabora olmuştur. Ters görmektedir. Büyüğü küçük, küçüğü büyük. Geçiciyi kalıcı, kalıcıyı geçici görür. Ahiretin değerini dünyaya, dünyanın değerini ahirete yükler. Kısayı uzun, uzunu kısa görür. Değerliyi değersiz, değersizi değerli görür. Çünkü zihin ters dönmüştür. O zaman süslü gözükür. Kendi kötülükleri kendisine cazip gelmeye başlar.


13-) Ve lekad ehleknel kurune min kabliküm lemma zalemu ve caethüm Rusulühüm Bil beyyinati ve ma kânu li yu'minu* kezâlike neczil kavmel mücrimiyn;

Andolsun ki, sizden önceki nesilleri, kendilerine Rasûlleri açık deliller olarak geldikleri hâlde, zulümleri ve iman etmemeleri nedeniyle helâk ettik... Suçlu toplumları işte böyle cezalandırırız! (A.Hulusi)

13 - Celâlim hakkı için biz sizden evvelki kurunu, kendilerine Peygamberleri beyyinat ile geldikleri halde zulmettikleri ve imana gelmeleri ihtimali kalmadığı vakit helâk eyledik, işte mücrim kavimleri biz böyle cezalandırırız. (Elmalı)


Ve lekad ehleknel kurune min kabliküm lemma zalemu doğrusu sizden önceki bir çok nesli de kötülük odağı olmaya başlayınca yok oluşa mahkum etmiş idik. ve caethüm Rusulühüm Bil beyyinat oysaki onlara da peygamberleri hakikatin apaçık belgeleri ile gelmişlerdi. ve ma kânu li yu'minu fakat onlar iman etmediler. İnanmamakta direndiler. kezâlike neczil kavmel mücrimiyn; günaha gömülüp giden toplumu işte böyle cezalandırırız.

Sosyal bir yasa bu. Allah’ın sosyal yasası. Toplumsal çözülüş başladı mı sonucu tarih sahnesinden yok olmak. Aktif özne iken pasif nesne haline gelmek. Başkalarının yatağında akan çer çöp gibi olmaktır. İşte burada söylenen; Tarih tekerrür etmesin diyorsanız, sizden öncekilerin yolunu izlemeyin diyor o kadar.


14-) Sümme ce'alnaküm halâife fiyl Ardı min ba'dihim li nenzure keyfe ta'melun;

Sonra, onların ardından, sizi arzda halifeler olarak meydana getirdik, ne tür uygulama içinde olacağınızı görelim. (A.Hulusi)

14 - Sonra onların arkasından sizi Arzda halifeler yaptık ki bakalım: nasıl ameller ipliyeceksiniz?. (Elmalı)


Sümme ce'alnaküm halâife fiyl Ardı min ba'dihim li nenzure keyfe ta'melun; daha sonra ise onların peşinden sizi mirasçı kıldık ki, nasıl davranacağınızı görüp gözetleyelim.


15-) Ve izâ tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalelleziyne lâ yercune Lıkaene'ti Bi Kur'anin ğayri hazâ ev beddilhu, kul ma yekûnü liy en übeddilehu min tilkai nefsiy* in ettebi'u illâ ma yuha ileyye, inniy ehafü in asaytü Rabbiy azâbe yevmin azıym;

İşaretlerimiz onlara apaçık deliller olarak okunduğunda, rücu ederek hakikatleri olan Esmâ'nın farkında lığına ermeyeceklerini sananlar: "Bundan başka bir Kur'ân getir yahut Onu değiştir" dediler... De ki: "Onu nefsim tarafımdan değiştirmem benim için olacak şey değildir... Ben ancak bana vahyolunana tâbi olurum... Eğer Rabbime isyan edersem muhakkak ki ben o çok şiddetli sürecin azabından korkarım." (A.Hulusi)

15 - Böyle iken âyetlerimiz birer beyyine olarak karşılarında okunduğu zaman likamızı arzu etmeyenler «bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir» dediler, de ki, onu kendiliğimden değiştirmek liğim benim için olacak şey değildir, ben ancak bana vahyolunana ittiba' ederim; ben, rabbime isyan edersem şüphesiz büyük bir günün azâbından korkarım. (Elmalı)


Ve izâ tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalelleziyne lâ yercune Lıkaene'ti Bi Kur'anin ğayri hazâ ev beddilhu Bir de ne zaman hakikatin apaçık kanıtları olan ayetlerimiz onlara okunsa, huzurumuza çıkacak yüzü olmayan o kimseler derler ki; Bundan başka bir öğreti, bir bildirim getir. Ya da onda değişiklik yap derler.

Burada ki Kur’an ı, Kur’an diye çevirmedim. Kur’an bir mastardır. Fu’lan vezninde bir mastar. Hem fail, hem mef’ul anlamı vermişler dilciler. Yani okunan, okumaya konu olan demek. Bir bildirimdir, bir okunandır, bir öğretimdir Kur’an. Bu veznin özelliği, Fu’lan vezninin özelliği Arap dilinde; Kendisi için kullanıldığı kimse de, ya da nesne de, taşıdığı mana dolu olmalıdır. Dolu, ağzına kadar. Yani okumanın tüm anlamlarınının muhatabıdır Kur’an. Okumanın her türünün muhatabıdır. Derinliğine, yatayına, dikeyine. Her tür okumak, kevni okumak, insani okumak, sosyal okumak, akidevi okuma, bireysel okuma, psikolojik okuma. Her türlü okumanın konusudur Kur’an.

Onun için mesela bir adama ğadbağn demeniz için sadece bir kere kızması yetmez, onun öfkeyle dolu olması lazım ki ğadbağn diyebile siniz. Öfkeyle dolu. Kur’an demek için okumanın tüm anlamlarını bünyesinde barındırmış olması gerekiyor.

Burada isimleşmiş anlamıyla geçmiyor. Çünkü bu cümle müşriklerin dilinden naklediliyor. Müşrikler Kur’an a bizim verdiğimiz anlamı vermiyorlar. Onun için ben öğretim dedim, öğreti şeklinde çevirdim, Kur’an şeklinde çevirmedim.

Unutmayınız ki te’bin çağından sonra Kur’an la Mushaf birbirine karıştırıldı. Mushaf Kur’an ın yerine kullanılmaya, Kur’an da Mushaf’ın yerine kullanılmaya başladı. Onun için Mekke döneminde Kur’an ismi geçen bir çok ayette, aslında bugün kullandığımız manada kullanılmamaktadır bu isim. Çünkü o zaman bugün bildiğimiz manada elde derli toplu bir kitap yok idi. Bugün oysa biz Kur’an deyince akla; kapakların arasında tüm ayetlerin yer aldığı derli toplu, başı sonu belli, dizilmiş, te’bin edilmiş bir kitabı hatırlıyoruz. Oysa ki Mekke’nin ilk yıllarından itibaren kullanılan bu sözcük, bu manada kullanılmıyordu. O halde biz de ilk manada kullanıldığı şekli ile burada çevirmeyi daha doğru bulduk. Yani kavramsal anlam değil, terim anlamını.

Burada ne diyor müşrikler; Diyorlar ki bunu değiştir, yenisini getir ya da onda bir değişiklik yap. Bu ne demektir? Kur’an ın kaynağına bir itiraz var burada. Kur’an ın içeriğine de itiraz ediyorlar. Değiştir diyorlar. Niçin? İyi ve kötünün belirleyicisi olarak Allah’ı görmüyorlar. Değiştirme teklifini peygambere yapıyorlar. Kur’an ın kaynağı hakkında tereddütleri var. Daha doğrusu inanmıyorlar Allah’tan geldiğine. Ama daha çok biz buradan neyi anlıyoruz? Kur’an ı onlar çok iyi biliyor ve anlıyorlar. İşlerine gelmediğini iyi biliyorlar. Anladıkları bir Kur’an ı değiştir diyorlar.

Neden değiştir, çünkü işimize gelmiyor. Bu demektir ki müşrikler Kur’an ın mesajını çok iyi anlamışlar. Kur’an ın nereye vurmak istediğini çok iyi biliyorlar. Onların hayat nizamına hayat tarzına bir itirazdı Kur’an ın getirdiği mesaj. Onların bakış açısını, hayat tasavvurlarını alt üst ediyordu. Onlar artık iyi ve kötünün üçlüsü olamayacaklarını, onlara Kur’an; iyi ve kötünün ölçüsü sizin yaptıklarınız ya da atalarınızın yaptıkları değil. Siz kendinizi kitaba uyacaksınız, kitabı kendinize değil diyordu. Onun için onlar bunu değiştir diyorlardı peygambere. Yenisini getir ya da üzerinde oynama yap, hoşumuza giden şekilde yaz.

İşte burada ki bu ahlaksız teklifin temelinde yatan mantık, müşrik mantığı budur. Cevap aynı zamanda, cevap nasıl geliyordu?

 kul ma yekûnü liy en übeddilehu min tilkai nefsiy ey peygamber de ki onlara cevap ver; Onu kendiliğinden değiştiremem, ya da kendiliğinden değiştirmem olacak şey değil. in ettebi'u illâ ma yuha ileyye ben yalnızca bana vahy edilene uyarım. inniy ehafü in asaytü Rabbiy azâbe yevmin azıym; Çünkü ben eğer rabbime karşı gelecek olursam, korkunç bir günün azabından korkarım. İşte cevap buydu. Cevap aynı zamanda vahyin kaynağına yönelik kuşkuları da silip atıyordu, ret anlamı taşıyordu. Onlar hayat tarzlarına müdahale eden bir Kur’an istemiyorlardı. Hayat tarzlarını kabul etsin, öyle bir Kur’an olsa kabul edeceklerdi.

Söyler misiniz Kur’an a iman edenler; Müşriklerin bakış açısıyla bugün kendini Müslüman sayan bir çok insanın Kur’an a bakış açısı arasında bir benzerlik görüyor musunuz. İman ediyorum ama hiçbir şeyimi değiştirmesin. Söyler misiniz, bir benzerlik görüyor musunuz. Ben fark ediyorum, siz..!

Devam ediyor E sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder