10 Ekim 2011 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Tevbe (064-067)(64-B)


A sayfasından devam


64-) Yahzerul münafikune en tünezzele aleyhim suretün tünebbiühüm Bi ma fiy kulubihim* kulistehziu* innAllâhe muhricün ma tahzerun;

Münafıklar, kalplerinde olanı onlara haber veren bir sûrenin üzerlerine inmesinden çekinirler! De ki: "Eğlenin bakalım! Muhakkak ki Allâh o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkartır." (A.Hulusi)

64 - Münafıklar bütün kalplerindekilerle kendilerini haber verecek bir Sûrenin tepelerine inmesinden çekinirler, de ki eğlenin. (Elmalı)


Yahzerul münafikune en tünezzele aleyhim suretün tünebbiühüm Bi ma fiy kulubihim iki yüzlüler, kendileri hakkında kalplerinde olanı sana haber veren bir sure inmesinden endişe ediyorlar. Bakınız, bizim için bir sure iner diye de endişe ediyorlar.

Peki, o halde bunlar nasıl münafık, vahye inanıyorlar mı yoksa. Eğer sure indirileceğinden endişe içindeyseler vahye inanıyor olamazlar mı? Hayır. İnanmıyorlar. Fakat bu endişenin kaynağı, indirilecek surenin Allah’tan gelmiş olması falan değil, siyasi ve sosyal sonuç olarak kendilerini mahkum edecek olması. Yoksa onlar Allah’ın kendilerine ne diyeceğini kaale almıyorlar. Çünkü onlar Allah’ın rızasını gözetmiyorlar. Yukarıda öğrendik bunu. Allah bizim için ne der sorusunu sormuyorlar. İnsanların gözünde mühürlenmek istemiyorlar. Onun için bu yorumumu destekleyecek olan ayetin devamını okuyalım,

kulistehziu* innAllâhe muhricün ma tahzerun; De ki; Alay edin bakalım, nasıl olsa Allah korktuğunuzu başınıza getirecektir. Demek ki onlar alay ediyorlardı. Bizim için bir sure inmesinden korkuyoruz düşüncesinde olan, böyle bir endişe taşıyan bu insanlar, aslında bu düşünceleriyle bir yandan da alay ediyorlardı. Neresi alaydı bunun? Eğer böyle bir sure indirilmiş olsa, bak bak yine kendi kendine konuştu, kendi kendine duydu, onu da bize iletiyor diye lanse edecekler ve öyle bakacaklardı hadiseye. Tabii ki böyle bir surenin inmiş olması durumunda Resulallah’ın ve gerçek müminlerin gözünde mahkum olmaktı onları korkutan. Sosyal ve siyasal sonuçları itibarıyla korkuyorlardı. Yoksa vahyin kaynağına itimat ettikleri ve inandıkları için değil. Ki 61. ayette bu kaynağı açıkça inkar eden kendileri idi. Allah’ın kendileri için ne dediğiniz değil, siyasal ve sosyal sonucuna bakıp kendilerini bekleyen kötü akıbetten endişe ediyorlardı.


65-) Ve lein seeltehüm le yekulünne innema künna nehudu ve nel'ab* kul ebillâhi ve âyâtiHİ ve RasûliHİ küntüm testehziun;

Kendilerine sorarsan kesinlikle şöyle derler: "Biz yalnızca lafa dalmış, şakalaşıp eğleniyorduk!" De ki: "Esmâ'sıyla hakikatiniz olan Allâh ile; O'nun işaretleri ve O'nun Rasûlü ile mi alay edip duruyordunuz!" (A.Hulusi)

65 - Şayet kendilerine sorsan «biz, sırf lâfa dalmış şakalaşıyorduk» derler, de ki: siz, Allah ile, âyetleriyle Peygamberiyle mi eğleniyordunuz?(Elmalı)


Ve lein seeltehüm le yekulünne innema künna nehudu ve nel'ab dönüp kendilerine sorsan elbet diyecekler ki; innema künna nehudu ve nel'ab kendimizi lafa kaptırmıştık, eğleniyorduk, hepsi bu. İnnema, hepsi bu diyecekler. Tabii ki bu ibareyi okuyunca bunun tarihsel bir arka planı olduğu hemen anlaşılıyor.

Bu arka plan Tebük seferinde, sefere bir takım gerekçelerle katılmış olan iki yüzlülerin, Resulallah ve ashabıyla dalga geçmeleri idi. Onlar çeşitli vesilelerle iki yüzlülüklerini ortaya döküyorlar. Aslında iki yüzlünün en büyük meziyeti, “İçindeki pisliği gizleyebilmektir.” Ama onlar bazen yüreklerinde ki bu pisliği ağızlarından taşırıyorlardı. İşte o taşanlardan biri, bize gelen rivayetlere göre; Bak, bak diyorlardı, boyuna posuna, gücüne kuvvetine bakmadan Kocaaa..! Dünya devleti Roma’nın üzerine yürüyor. Olacak iş mi bu. Canına susamış diyorlardı.

İşte buna benzer bir takım alay sözcükleri kullanıyorlar be tabii ki kendilerinin yüzlerine vurulunca, bir şekilde Resulallah’a ulaşınca kendilerini şöyle savunuyorlardı. “Biz şakalaşıyorduk, biz lafa dalmıştık, biz boş boğazlık yapıyorduk. Onun için mazuruz, bizi affet.” Diyorlardı iş ortaya çıkınca. Kuran burada şu soruyu soruyor;

kul ebillâhi ve âyâtiHİ ve RasûliHİ küntüm testehziun; De ki; Allah’la, O’nun ayetleriyle ve O’nun elçisi ile mi eğlenip duruyorsunuz. Siz kiminle alay ettiğinizin farkında mısınız. Allah’la, O’nun ayetleriyle, O’nun elçisiyle dalga geçiyorsunuz, alay ediyorsunuz. Şimdi buna mı mazeret bulmaya çabalıyorsunuz.

Biraz önce de açıklamaya çalıştığım gibi Tebük seferinde ki bu boşboğazlıkları, yüreklerinde sakladıkları o kini, o küfrü, o nefreti bazen ağızlarından taşırıyorlar ve bu da Resulallah’ın kulağına gidince kendilerini böyle savunuyorlardı.

Tabii burada Allah’ın ayetleriyle mi dalga geçiyorsunuz sorusu çok anlamlı. Allah’ın resulüyle alay ediyorlardı. Allah’la alay etmek nasıl oluyordu? Allah’ın Resulüyle alay, Allah’la alay anlamına alınıyor. Kuran düşüncesinin sistematiği böyledir. Çünkü onun için hep kalıp olarak Allahu ve resuluhu, Billahi ve Resulihi gibi gelir. Neden öyle gelir? O Resulün sonunda ki “He”,  “O” zamiri; Elçiye hakaret, elçiyi gönderene hakaret anlamına gelir. Bu kalıbın sürekli bu halde gelmesi; Elçiye zeval olmaz. Elçiye zeval, elçinin gönderildiği kapıyadır. Elçiye yapılan her türlü muamele, elçiyi gönderene yapılan muameledir.

Onun için doğrudan Allah’a hakaret etmeleri gerekmez, eğer O’nun elçisine, O’nun adına gelen, sırf O’nun verdiği görevle gelen, salt O’nun hizmetinde olan elçiye yaptıkları muamele, Allah’a yaptıkları muameledir. Onun için bu anlaşılabilir şey de bu Kuran düşünce sistematiği içinde hep böyledir. Allah ve Resuluhu kalıbı geldiğinde anlayacaksınız ki, Resuluhu nun Allah’a mukarin olarak, yan yana, bitişik olarak gelmesinden maksat, o fiilin iyi ya da kötü, Resulallah’a karşı yapılmış olan o fiilin, Allah tarafından kendisine yapılmış gibi algılanması olarak anlaşılır.

Peki, burada ve âyâtiHİ ne oluyor? Ayetleriyle de alay ediyorlar. İşte 61. ayette, hemen üstteki ayetlerde ifade etmeye çalıştığımız, onların; Kuran’ın kaynağına ilişkin kuşkuları üzünün, kulaktır. Kuran’ın kaynağının ilahi olduğuna inanmıyorlar. O kaynağa ilişkin kuşku serdediyorlar. O kaynağın ilahi olduğu hakkın da herhangi bir imanları yok, inançları yok. Onlar o kaynağa atfedilen tüm haberleri; Resulallah’ın bir takım duyumları, bir takım hissi duyumları olarak algılıyorlar ve onun içinde Allah’ın ayetleriyle dalga geçiyorlar. Allah tarafından onların bu tavırları böyle isimlendiriliyor.


66-) Lâ ta'teziru kad kefertüm ba'de iymaniküm* in na'fü an taifetin minküm nüazzib taifeten Bi ennehüm kânu mücrimiyn;

Mazeret beyan etmeyin! İmanınızdan sonra gerçekten hakikat bilgisini inkâr eden oldunuz! Bir kısmınızı affetsek bile, suçlarında ısrarlı olmaları sebebiyle diğerlerine azabımızı yaşatacağız. (A.Hulusi)

66 - Beyhude itizar etmeyin, iman ettiğinizi söyledikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz, içinizden bir kısmını af edersek bir kısmını cürümlerinde ısrar ettiklerinden dolayı azabımıza uğratacağız. (Elmalı)


Lâ ta'teziru kad kefertüm ba'de iymaniküm Bahane üretmeyin, boşuna mazeret aramayın. Lâ ta'teziru hayır, bahaneye gerek yok. kad kefertüm ba'de iymaniküm doğrusu siz inandığınızı açıkladıktan sonra küfre saptınız. Bunu yaptınız. İnandıktan sonra anlamı verebiliriz eğer yüzeysel bir bakışla bakarsak. Ama kendi bağlamı içinde düşündüğümüzde inandığınızı açıkladıktan sonra anlamını vermek çok daha doğru olur. Çünkü onlar önceden inanıyor olsalardı eğer, vahyin kaynağı hakkında kuşku duymazlardı.

Fakat münafıklar tek tip değil. Münafık tipolojisi farklı farklı. Hatta nifak şiddetleri de aynı değil. İflah olacak münafıklar olduğu gibi, iflah olmaz münafıklarda var. Artık yürek hastalığı tamamen yüreği kaplamış ve tedavisi mümkün olmayan, tam nifakı içselleştirmiş, nifak kendisine isim olmuşlar var, işte münafık onlara denir asıl. Bir de münafık, tam münafık olmamış ama yüreği hastalanmış, gidip gelen Nüazzip Kuram’ın ifadesi ile, zıplayan, oraya buraya gidip gelen, La ilahe ile, vela ilahe ilah. Ne oradan, ne oradan olan, bir orada, bir orada gözüken tipler, ki onlar da nifakın içine boylu boyunca gömülmüş olmamalarına rağmen hastalıklı olanlar. Mümkündür ki tedavileri olabilir. Kuran ilerde bunu da ayıracak.

in na'fü an taifetin minküm nüazzib taifeten  Evet, ilerde değilmiş, şimdi ayırıyormuş, hemen gelmişiz. Bir kısmınızı bu suçtan dolayı affetsek bile, bir kısmınızı suçu savunmalarından dolayı cezalandıracağız.

İşte biraz önce söylediğim o nifaka gömülüp gidenler, boylu boyunca gömülenler, kalbi artık ölmüş olanlarla, kalbi hastalıklı olup tedavisi mümkün olanları Kuran’da böyle ayırıyor. Bir kısmı tevbe etme imkanına sahip ve dolayısıyla affedilebilir. Ama bir kısmı bu imkandan bile mahrum. Çünkü geri dönülemeyecek kadar artık gömülmüşler. Onun için neden öyle;

Bi ennehüm kânu mücrimiyn; çünkü suçu savunuyorlar. Ben, mücrimiyn sözcüğünü suçlular biçiminde çevirmek yerine suçu savunanlar biçiminde çevirdim. Çünkü isimleştirilmiştir, bir vasfın birine isim olarak verilmesi, artık suçu, cürm, suç anlamına gelen Cürm’ü içselleştirmiş, onu bir tabiat haline getirmiş, artık suçluluk onun ayrılmaz bir parçası olmuş demektir. Tabii ayrılmaz bir parçası olunca insanın suç, artık suçu savunmaya başlar. Çünkü kendisini savunması, suçu savunmasıdır. O nedenle suçu savunanlar çevirisi daha doğru gibi gözüküyor.


67-) Elmünafikune vel münafikatü ba'duhüm min ba'd* ye'mürune Bil münkeri ve yenhevne anil ma'rufi ve yakbidune eydiyehüm* nesullahe fenesiyehüm* innel münafikıyne hümül fasikun;

Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir... Allâh hükmüne göre olumsuz şeyleri emrederler, olumlu olanları da engellerler; cimrilik yaparlar... Allâh'ı unuttular; bunun sonucu onları unuttu! Muhakkak ki münafıklar, fâsıkların (inançları bozulmuşların) ta kendileridirler. (A.Hulusi)

67 - Münafıkların erkekleri de, kadınları da birbirlerinin tıpkıdırlar, münkiri emir, maruftan nehy ederler ve ellerini sıkı tutarlar, Allah’ı unuttular da Allah da onları unuttu, hakikat Münafıklar hep fasıktırlar. (Elmalı)


Elmünafikune vel münafikatü ba'duhüm min ba'd İki yüzlü erkeklerle iki yüzlü kadınların hepsi birbirine benzerler. Bir daha okuyayım; Elmünafikune vel münafikatü ba'duhüm min ba'd iki yüzlü erkekler ve iki yüzlü kadınların tümü birbirine benzerler. Elbette öyledir. Bunun tefsire ihtiyacı da yoktur. İki yüzlülüğü içselleştirmiş, iki yüzlülüğü tabiatı haline getirmiş insanlara bakınız, birbirinin tıpatıp benzeri olduğunu, aynı şeylere aynı tepkileri verdiklerini, aynı etkilere aynı tepkileri verdiklerini görürsünüz.

Hatta, benzer dili kullandıklarını, dünyaya, eşyaya, hayata ve Allah’a bakış açılarının aynı olduğunu. Yaralarının aynı olduğu için, nasıllarının da aynı olduğunu ve o nasıllara bakınca biri şarkta diğeri garpta, biri güneyde diğeri kuzeyde olsa dahi, aynı savunmaya geçtiklerini görürsünüz.

Hatta öyle benzerler ki, münafık yüzleri dahi birbirine benzer. Bakınca Abdullah bin Ubey bin Selül’i görmüş gibi olursunuz ve İçinizin gölgelendiğini hemen anlarsınız. Öylesine birbirine benzer.

ye'mürune Bil münkeri ve yenhevne anil ma'rufi ve yakbidune eydiyehüm işte evrensel münafık standartlarını koydu Kuran. Daha doğrusu fâş etti, çözdü.

Neymiş evrensel münafık standartları? Kötü ve yanlış olanı önerir, iyi ve doğru olanı önlerler. Kötü ve yanlış önerirler. Kötü ve yanlışı emrederler. Eğer ellerine emir yetkisi geçerse, bunu dayatırlar. Yani bunun Anadolu dilindeki ifadesi; taşları bağlarlar, köpekleri salarlar. Bunun bir başka ifadesi; Doktorları gıyabında mahkum ederler, mikropları ise yayarlar, serbest bırakırlar. Onlar hastalık yayan bir mikrop gibidirler. Kötülüğü savunurlar ve iyiliği önlemeye çalışırlar. İşte uluslar arası nifak standardı ve devam ediyoruz, devam ediyor ayet, daha ne yaparlar; Ve iyilik için ellerini oynatmazlar. ve yakbidune eydiyehüm iyilik için ellerini oynatmazlar.

Şimdi hemen burada 71. ayete, yani gelecek olan henüz tefsirini yapmadığımız 71. ayetteki Mümin tanımına dikkatinizi çekeceğim o ayet gelince. Bunun tan tersi o. Müminin tanımının tam tersi Münafık. Çok ilginç. Onun için mümin ve münafık ters kutuplarda duruyorlar. Davranış açısından davranış sosyolojisi açısından, psikolojik davranış ve tavır açısından tam ters gruplarda duruyorlar. Birinin iyi dediğine öbürü kötü diyor. Birinin olumlu baktığına öbürü olumsuz bakıyor. Yani hayatı algılayışları, hayat tasavvurları zıt.

Münafığın hayat tasavvuru, ters dönmüş bir tasavvurdur. O hakikati alabora etmiş, onun için yıldızlara kızıyor, küçük görünüyorlar diye. Küçük görüyorum demiyor, gözümden demiyor. Camdan bak diyorsunuz, cama bakıyor, ama camdan bakmıyor. Dolayısıyla ne görüyorsun diyorsunuz, camdaki ufak lekeleri size söylüyor. Oysa siz bakıyorsunuz, camdan baktığınız için bambaşka bir şey görüyorsunuz. O ise camdan bakmayıp cama baktığı için daha başka bir şey görüyor. O camı görüyor, siz ise camın arkasını, camın gösterdiğini. Onun için de anlaşamıyorsunuz. Aynı şeyleri görmüyor, aynı şeylere bakmıyorsunuz ve dolayısıyla o güzelliğe elini uzatamıyor. Çünkü camdan o canım ormanı görmedi ki, cama baktı. Siz görüyorsunuz, ona ulaşabilmek için elinizi uzatıyorsunuz. O ise onu görmüyor ve uzatmıyor.

nesullahe fenesiyehüm Onlar Allah’ı göz ardı ettiler, bu yüzden Allah’ta onları gözden çıkardı.

Evet, yine evrensel nifak standartlarının sırrını çözüyor., deşifre ediyor Kuran ve tüm çağlar boyunca münafıkların, birbirine benzeyen münafıkların benzeme noktalarını müminlere açıklarken, onlar Allah’ı göz ardı ettiler diyor. Yukarıda söylemişti, Allah’ın rızası yerine insanların rızasını gözetiyorlardı. İnsan rızasını eksen alıyorlardı. Onun için burada Onu Allah’ı unutmak biçiminde niteliyor Kuran. Allah’ı göz ardı ettiler diye çevirdim ben. Tabii ki Allah’ta onları gözden çıkardı. Allah’ta onları unuttu, metnin tam yalınkat tercümesi böyle ama bu metni açtığınızda kendisini göz ardı edenlerin gözden çıkarıldığını anlıyoruz.

 innel münafikıyne hümül fasikun; gerçekte sapkınlar, işte bunlar, bu münafıklardır. Bendeniz bu ibareden yola çıkarak Kuran’ın, hastalığa gömülüp giden ve artık tedavisi mümkün olmayan münafıklarla, tedavisi mümkün olup nifak mikrobu isabet etmiş olan, ama tedavisi da mümkün olanları bir kez daha ayırdığı gibi bir sonuca ulaşıyorum. Gerçekte sapkınlar işte bunlar, bu münafıklardır derken, münafıkların içerisinden hiç tedavi kabul etmeyen ve iyice sapan yani, fasikun dediği.

Aslında yoldan sapmak anlamından daha öte, fıtrattan sapan, yaratılışlarına yabancılaşan, artık konuldukları zeminin yok olduğu, Allah’ın kendilerini koyduğu yerde durmayan, formatlanmış olan tabiatlarını bozan ve yeni bir format ile, şeytani bir format ile formatlanan dolayısıyla artık tedavi de kabul etmeyen bir tip. İşte onlar için hem münafık, hem fasık ifadelerini kullanıyor Kuran.

Burada Tebük seferine çıkarken beşeri korkular, beşeri endişeler duyanlarla, bir de yüreğinden vahye karşı gelenler, hesap yapanlar, içinde kin besleyip ağzına kadar kin tutanlar ayrılmış oluyor.

Beşeri zaaflar olabilir, mümkündür. Hatta müminde nifak alametleri olabilir. Mümin yalan söyleyebilir, bu bir nifak alametidir. Hani peygamberimiz;

- Âyetü’l- münâfıkı selâsün.  Diyor ya, Münafığın alametleri 3 tür.

- İzâ haddese, kezebe. Konuştuğu zaman yalan söyler.

- Ve izâ veade ahlefe. Vaat ettiği zaman, söz verdiği zaman sözünden döner, cayar.

- Ve ize’ tümine hâne. Bir şey emanet etseniz, emanete ihanet eder.

Bu üç alamet bulunan kimse, örneğin emanete riayet etmeyen bir kimse münafıktır denilmez. Nifak alameti vardır denilir. Nifak alameti olmakla, o alametin olduğu kimsenin münafık olması ayrı ayrı, farklı farklı şeylerdir. Riya bir şirk alametidir, ama riyakâra müşrik denmez. Yalan bir nifak alametidir fakat yalancıya münafık denmez. Birine nifakı isim olarak vermek için onun tüm boyutlarıyla iflah olmaz bir biçimde nifakı bir tabiat olarak giymesi ve biraz önce de söylediğim gibi Allah’ın yaptığı formatı bozması gereklidir.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder