25 Ekim 2011 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Yunus (003-004)(67-B)



A sayfasından devam.


3-) İnne Rabbekümullâhulleziy halekas Semavati vel Arda fiy sitteti eyyamin sümmesteva alel Arşi yüdebbirul emr* ma min şefiy'in illâ min ba'di izniHİ, zâlikümullâhu Rabbuküm fa'buduHU, efela tezekkerun;

Muhakkak Rabbiniz O Allâh'tır ki, semâlar ve arzı altı aşamalı bir süreçte yarattı; sonra Arş'a istiva etti (Esmâ'sından yarattığı bu âlemlerde gene dileğince hükümran olarak tedbir {idare} etti - {Arş; derûnî mânâda, tüm varlığın tekillik boyutudur. A.H.}), Hükmü üzere tedbir (idare - her an yeni şe'nde olarak) oluyor! Hiç kimse bir diğerine şefaat edemez, şefaat edilecek olanın "HÛ"viyetindeki (yaratılış amacına göre oluşmuş Esmâ bileşimi) elvermedikçe! İşte budur Rabbiniz olan Allâh! O hâlde O'na kulluğunuzun farkında lığına erin! Hâlâ derinliğine düşünmeyecek misiniz? (A.Hulusi)

3 - Rabbiniz o Allah dır ki Gökleri ve Yeri altı günde olarak yarattı sonra Arş üzerine istivâ buyurdu emri tedbir ediyor hiç şefaatçi yok ancak onun izninden sonra, işte bu evsafın sâhibi Allah dır rabbiniz, o halde ona ibadet ediniz, artık düşünmez misiniz! (Elmalı)


İnne Rabbekümullâhulleziy halekas Semavati vel Arda fiy sitteti eyyam kuşkusuz sizin rabbiniz gökleri ve yeri 6 devrede yaratan. fiy sitteti eyyam, eyyam’ı devre diye çevirdim, devre. Aslında Arap dilinde gün, bizim bildiğimiz sadece 24 saat için kullanılmaz. Onun içindir ki Kur’an da bazen günün müddetine bin yıl, bazen 50.000 yıl verilir. Onun için yevmül kıyam, kıyamet günü deriz. Kur’an ın kullandığı kalıplar böyledir. Gün, nispi bir şeydir. Yani görece bir şeydir. Onun için de Arapça da burada bu bağlamda Allah’ın yaratışının aşamalarına, devrelerine, evrelerine tekabül eder. Yoksa 6 gün eğer mecaz değil de hakiki olarak, literal manada alırsak o zaman işte Yahudilerin yaptığı gibi 7. gün dinlenmiş mantığına götürür sizi. Onun için burada evre manası bu bağlamda doğru anlamdır.

sümmesteva alel Arşi yüdebbirul emr ve sınırsız güç ve kudreti ile, daha doğrusu sınırsız güç ve kudret makamına kurulup varlığı çekip çeviren Allah’tır.

Burada ki arş’ı tefsir etmiyorum. Daha önce müteşabihat üzerinde durmuştum. Bu alegorik bir ifade yani temsili ifadeler bunlar. Allah’ın sınırsız güç ve kudretine delalet eden ifadeler bunlar.  Bir dil eğer gaybı, insan idrakini aşan hakikatleri, insan idrakine indirmek istiyorsa, o dilin yapabileceği tek şey mecazdır. Mecazı olmayan bir dil, dili olmayan bir insana benzer. Onun için eğer insanın idrakinin almayacağı hakikatlerden bahsediyorsa bir dil, orada başka çaresi yoktur, mecazı kullanacaktır.

Onun için Allah’ın kudret ve gücü gibi insanın havsalasının almayacağı, idrakinin almayacağı muhteşem bir hakikati insan bilincine ancak böyle indirebilirdi Kur’an. İşte bu yapılan da budur.

ma min şefiy'in illâ min ba'di izniH O’nun izni olmadan kimse, kimseyi kayıramaz. Kimse kayırıcılık yapamaz.

İlginçtir dostlar, Kur’an burada bir şeye itiraz ediyor. Mekke müşriklerinin bir inancına itiraz ediyor. Nedir o inanç? Şefaat inancına. Mekke müşrikleri putların kendilerine şefaat edeceğine inanırlardı. Ya bu putlar neden Allah’a inanıyorsunuz da putlara neden tapıyorsunuz diye sorduğunuzda Kur’an şu cevabı verirler diyor:

..liyükarribûna ilAllâhi zülfâ.. (Zümer/3) Bunlar bizi Allah’a yaklaştıran aracılardır.

Buradan bir şey anlıyoruz. Mekke’liler öldükten sonra dirileceklerine inanıyorlar. Peki Kur’an da bir çok ayette öldükten sonra biz tekrar diriltilecek miyiz diye soran müşrikler de var. Evet, Mekke de birkaç inancın iç i,çe yaşadığını görüyoruz. Mekke’nin reislerinden sayısı onu geçmeyen kodamanların mutlak ateist olduklarını görüyoruz. Özellikle iç Arabistan dışına, Yemen’e, Suriye’ye giden tüccarların başlarında Ümeyye Bin Halef, Ebu Cehil, Ebu Süfyan, Utbe, Şeybe gibi kodamanların bulunduğu ve sayısı onu geçmeyen reislerin öldükten sonra dirileceğine inanmayan mutlak bir dehri, materyalist olduklarını görüyoruz.

Onlar bu inancı dışarıdan taşıyan insanlar. Ama Mekke’nin sıradan insanlarının bozulmuş bir İbrahimî inancı taşıdıklarını ve dolayısıyla hem bozulmuş bir Allah inancına, hem de bozulmuş bir ahiret inancına sahip olduklarını görüyoruz.

Allah inancını Mekkeli müşrikler şirk ile bozdular. Ahiret inancını şefaatle bozdular. Onun için şirk Mekkelilerin Allah inancına kattıkları bir tahrifti, şefaat inancı Mekkelilerin ahiret inancına kattıkları bir tahrif.

Kur’an da 25 tane ayet vardır şefaatle ilgili. 23 ü menfi cümledir. Nefyeder. İşte burada olduğu gibi. Buradaki cümle de olumsuz cümledir. Nasıl başlar; ma min şefiy’in, Yok, değil, yok öyle bir şey itiraz ederek başlar, nefy ile başlar. Ayetel Kürsi’de de öyle başlamıyor mu. Aslında ..men zelleziy yeşfe'u 'ındeHÛ illâ Bi iznih.. (Bakara/255) Men, kimmiş o bakayım, getirin şunu bana. Onun için Kur’an bu meseleye genelde nefiy cümlelerle yaklaşır. Bir ayetin, bir hitabın, bir metnin ne demek istediğini doğru anlamak istiyorsak, neye itiraz ettiğini doğru anlamak zorundayız. Önce neyi reddediyor bu metin.

Evet, Kur’an da ki şefaatle ilgili hemen tüm ayetler -ikisi dışında- işte müşriklerin bu şefaat anlayışını, yamuk ve sapık şefaat anlayışını reddettiğini görüyoruz. Çünkü onlar Allah’a inandıklarını söyledikleri halde, uzak bir Allah inancına sahip idiler. Uzak bir Allah inancına sahip olunca Allah’la kendi aralarında bir aracıya ihtiyaç duyuyorlardı. İşte bu aracıyı da putları olarak gösteriyorlardı. Buna karşın Kur’an ın mesajı; Allah size şah damarınızdan;

 ..ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd; (Kaf/16)

Biz ona, yani kulumuza şah damarından daha yakınız mesajı oldu.

Ve izâ seeleke 'ıbadiy 'anniy feinniy kariyb.. (Bakara/186)

Kullarım sana beni soracak olurlarsa diyor rabbimiz ben yakınım. Bu kadar. Ben yakınım. Yakın bir Allah, Kur’an ın Allah inancı, yakın bir Allah. Müşriklerin Allah inancı; uzak bir Allah. Uzak olunca araya aracılar koyar. Uzak olunca gördüğüne inanmaz, görmeyen bir Allah. Onun içinde her istediğini yapar. Mantık böyle kurulmuştu. İşte bunu reddediyor ve bu mantığın temelinde yamuk şefaat anlayışı, inancı yer alıyordu. Onun için de Kur’an önce o inanca ateş etti, o inancı yıktı.

  illâ min ba'di izniHİ bir istisna var, ancak O’nun izni ile. Fakat istisnayı görüp de nefyi görmeyen mantık, tersinden bakan mantıktır. Önce nefyi görmek lazım, çünkü önce nefiy konmuş; ma min şefiy’in -,İlla sonra geliyor. O sebeple istisnadan önce olumsuzluk geliyor.

Ancak istisna neyi ispat eder, neyi ifade eder dersek, elbette Allah’ın izni ile mümkün olacağını ifade eder. Fakat şefaatin mahiyetini bilmeden insan böyle bir inanca saplanırsa, Allah yerine, Allah’tan başkasından istemeye başlar. Oysa ki Kur’an a göre şefaat aslında Allah’ın ödüle layık gördüğü birine ödülü, onurlandırdığı bir başkası aracılığı ile takdim etmesidir. Sen verdiğim ödülü tevdi et demesidir. Ödülü tevdi edenden ödül istenmez. Ödülü verenden ödül istenir. Şefaat Allah’tan istenir.

zâlikümullâhu Rabbuküm fa'buduHU işte cevabı burada. Neden derseniz, neden Allah’tan istenir? Çünkü işte bu niteliklere sahip olan Allah’tır, sizin rabbiniz. O halde yalnız O’na kulluk edin. Yalnız O’na kulluk edin derken dikkat buyurun Allah’tan başkalarını aracılık kabul etmeyi, O’ndan başkalarına kulluk iması olarak görüyor olmasın sakın Kur’an. Bu konu çok hassas bir konu.

efela tezekkerun; hala öğüt almayacak mısınız.


4-) İleyHİ merci'uküm cemiy'a* va'dAllâhi Hakka* inneHU yebdeül halka sümme yu'ıydühu li yecziyellezine amenû ve amilus salihati Bil kıst* velleziyne keferu lehüm şerabün min hamiymin ve azâbün eliymün Bima kânu yekfürun;

Hepiniz topluca O'na rücu edeceksiniz (O'na rücu; mekânsal değil boyutsal olur; hakikatinde müşahede anlamında)... Allâh'ın, kesin uygulayacağıdır bu! Muhakkak ki O, halkı ibda eder (Esmâ'sından Mubdi' ismi anlamına göre, tüm yaratılmışları, muradı doğrultusunda topluca ve birimselliksiz yaratır; "ORİJİN BENLİK"), sonra (birimsellik boyutunda) iman edip imanın gereği fiilleri açığa çıkaranları (OLUŞMUŞ BENLİK) hak ettiklerine göre cezalandırmak (yani kendisinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşatmak) için onu birimsel kişiliğine ("KAF" harfiyle işaret edilen "OLUŞMUŞ "BEN"liği {RUHUNU}) iade eder (aslına rücu aşamasından sonra Esmâ'sındaki Muıyd ismi anlamına göre)... Hakikat bilgisini inkâr edenlere gelince, küfürlerinin sonucu olarak bir kaynar sudan içerler ve acı bir azap yaşarlar. (A.Hulusi)

4 - Dönüşünüz hep onadır: hakkâ Allahın vaadi, çünkü o iptida halk ediyor sonra onu geri çevirecek, iman edip iyi iyi işler yapan kimselere adâletle karşılık vermek için, (Elmalı)


İleyHİ merci'uküm cemiy'a Hepinizin dönüşü O’nadır. va'dAllâhi Hakka bu Allah’ın gerçekleşmesi kaçınılmaz vaadidir. inneHU yebdeül halka sümme yu'ıydühu li yecziyellezine amenû ve amilus salihati Bil kıst çünkü O insanı yaratmaya başladıktan sonra O’nun yaratışını sürdürüyor ki iman edipte değer üretenleri adaletle ödüllendirsin.

Dikkat buyurunuz sümme yu'ıydühu ibaresini, yaratışını sürdürüyor diye çevirdim. Buna biraz da mecburdum. Buradaki, ayette ki yebdeül halka.  Hâlk; birkaç manaya birden gelir. Hem yaratılışın ilk başlangıcı manasına gelir, hem de halk deriz, kamu, yani yaratıklar manasına gelir. Çok daha özel de tüm insanlar manasına gelir halk.

Dolayısıyla burada yaratışı ilk başlangıçta yaratıp bırakmıyor. Aracıya gerek yok, yaratıyor ve yaratmaya devam ediyor. Yaratıyor; sümme yu'ıydühu yaratışı tekrar iade ediyor. Yani Hâllak’tır O Yaratmayı meslek edinendir. külle yevmin HUve fiy şe'n;.. (Rahman/29) dir, her an yaratandır.Her an iş başındadır. Emekli olmaz, yorulmaz, köşeye çekilmez. Onun için Allah yaratmayı kendisine meslek edinendir. Hallâk’tır. İşte burada da sümme yu'ıydühu yu ben; yaratışı iade eden, tekrar tekrar yaratan biçiminde çevirdim. Tabii ki bunun anlamı, birincil anlamı öldükten sonra diriliştir. Ba’sü Ba’del mevttir.

velleziyne keferu lehüm şerabün min hamiymin ve azâbün eliymün Bima kânu yekfürun; inkarda direnenlere gelince, inkarda ısrarları nedeniyle yudum yudum içecekleri kavurucu bir pişmanlık ve can yakıcı bir azap onları bekleyecek.

Evet yine şerabün min hamiymin literal olarak lafzen manası yakıcı bir içecektir. Fakat bendeniz burada çok rafine, çok yüksek bir mecazi dil kullanıldığından yola çıkarak insanı pişmanlıktan yakıp kavuracak bir ateş diyorum, yani insanın içini dağlayacak, içini kavuracak bir pişmanlık ateşi.

Razi’ye baktığımızda bu surenin 7. ayetinin tefsirinde Kur’an da geçen Nâr, Hâr gibi sıcaklık, ateş ifadelerinin 4 manaya geldiğini söyler. Yani ateşin 4 çeşidi olduğunu söyler.

1 – Çeşit ateşi, bizzat insanın yakan ateş olarak verir. Ama;

2 - İkinci madde çok ilginçtir, der ki; Nârun, Ruhaniyyun ve akliyyun. Psikolojik ve akli ateş, insanın içini kavuran ateş. İnsanın yüreğini dağlayan ateş. İnsanın pişmanlıktan içine düşmüş bir kor. Bunu göz ardı etmemek lazım.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder