A sayfasından devam.
27-) Yüsebbitullahulleziyne amenû Bil kavlis sabiti fiyl hayatid dünya ve fiyl ahireti, ve yudılullahuz zâlimiyne ve yef'alullahu ma yeşa';
Allâh, iman edenleri dünya yaşamında da, sonsuz gelecekte de değişmez gerçeği vurgulayan söz üzere (Kelime-i Tevhid) sâbitler! Allâh, zâlimleri saptırır! Allâh dilediğini yapar! (A.Hulusi)
27 - Allah, iman edenleri hem Dünyada hem Âhirette sâbit söz ile tespit buyurur, haksızlık edenleri ise şaşırtır ve Allah ne isterse yapar. (Elmalı)
Yüsebbitullahulleziyne amenû Bil kavlis sabiti fiyl hayatid dünya ve fiyl ahirah Allah, inanıp güvenen kimseleri sabit, sağlam bir sözle hem dünyada, hem de ahirette sapa sağlam, dimdik ayakta tutar.
Evet, biraz önce kelam ile kavl arasındaki farkı açıklarken, Kur’an bu ikisini birbirinin yerine kullanabiliyor demiştim, işte burada kavl geldi. Ki müteratif olarak kullanılıyor burada da.
İbare şöyle diyor; Allah’a güvenen, inanan, ki iman; Allah’a ahlaken güvenmenin akideten inanmanın sonucunda gerçekleşir. Ahlaken Allah’a güvenmeyip de Allah’a inandığını söyleyen kendi kendini aldatıyor demektir. Allah’a güvenmeyip de Allah’a inandığını söylemek pek mümkün mü? O kadar çok ki,,! Etrafımıza baktığımızda belki kendimiz de içinde bir çok örneğini görürüz. Allah’a güveni yok, Allah’tan gelen yasalara güveni yok. Allah’ın kendisi için verdiği kararlara onun için yüreği yatmıyor. Fakat inandığını söylüyor. İşte bu güvenmediği bir şeye inandığını söylemek gibi bir garabettir. Gerçekten garipliktir. Onun için böyle bir inanç iddiası Allah tarafından ciddiye alınmayacaktır.
İşte onun için böyle çevirdim. İnanıp güvenen kimseleri sabit, sağlam bir sözle hem dünyada hem de ahirette sapasağlam dimdik tutacak diyor ibare. Belki el kavl burada mecazi anlamıyla düşünce, bakış açısı, yaklaşım biçimi diye anlamak daha doğru olur. Anlayış, hatta inanç. Çünkü kişinin inancı anlayışından, bakış açısından bağımsız değil.
Dolayısıyla sağlam bir sözle kişiyi ayakta tutması Allah’ın, aslında sağlam bir inançla, sağlam bir imanla, sağlam bir bakış açısıyla, sağlam bir akılla, sağlam bir düşünme biçimiyle ayakta tutması anlamına gelebilir diye düşünüyorum. Ki insanı ayakta tutan da bu değil midir.
Burnunun üzerine sürünenler aslında öncelikle düşüncelerinde, öncelikle bakış açılarında, öncelikle inançlarında kaybetmişlerdir, orada düşmüşlerdir. Yüreğinde düşmeyen hayatta düşmez. Önce yüreklerinde ayakları sürçmüştür. Önce orada yere yıkılmışlardır. Çünkü insanın; kaldıran, yük çeken tarafı, kasları değildir. Kasa emir veren merkezi sistemdir, akıldır. Eğer bir insan korkmuşsa, olağan üstü korkmuşsa, o insanın eli yerinde 30 kilo, 40 kilo, 50 kilo kaldırdığı halde, 30 gramı kaldıramaz olur. Elim kolum döküldü deyimi işte bunu ifade eder.
Eli kolu döküldü. Bazen eli kolu dökülür. Eli kolu dökülen insanın, eli kolu dökülmeden önceki kasları ile aynı kası taşıdığını kim inkar edebilir. Bu insanın eli kolu dökülmeden önce 50 kiloyu kaldırırken bugün 50 gramı kaldıramaz oluşunu neyle açıklarsınız. Eğer kaldıran kas ise, o kas aynen yerinde duruyor, neden şimdi kaldıramıyor. Evet, İman işte böyle izah edilir, düşünce böyle izah edilir, akıl böyle izah edilir. O dev hikayesini bilmem anlatmış mıydım.
Devler ülkesinde bir dev, devler padişahına karşı isyan bayrağı kaldırır, kabadayılık taslar. Gücüne boyuna posuna bakmadan. Devler padişahı bu kabadayıya haddini bildirmek için gök gürler gibi gürleyerek gelir. Bu kez kabadayı telaşa düşer, titrer ve eşine ne yapacağını sorar. Eğer gelirse beni yok eder, der.
Eşi son bir çare olarak bir tedbir düşündüğünü dile getirir ve sen yat, ben senin üzerini örteceğim ayaklarını açıkta bırakacağım, bakalım tedbirim işe yarayacak mı der.
Güçlü, kuvvetli ve onları bir sillede yok edecek kadar gerçekten güçlü olan devler sultanı gelir. Kapıyı kırarak içeri girer. Kabadayı devin eşi ise onun,
- “Nerede o, çıksın bakayım karşıma da haddini bildireyim.” tehdidi karşısında;
- Ssss..! der, çocuk uyuyor.
İşte o anda her şey değişmiştir. Her şey. Bakar ki çocuğun ayakları çok büyük. “Eğer çocuğunun ayakları böyle ise babası kim bilir nasıldır.” diye düşünmeye başlar ve işte bu düşünce ona; hem onurunu, hem şerefini, hem iktidarını, hem de gücünü, öz gücünü ve tabii kendisine olan güvenini, inancını kaybettirir, kendisini kaybettirir yani. Kendisini yitiren neyi bulabilir ki..!
Ve o andan itibaren her şey tersine dönmüştür. Devin, devler sultanının yaptığı en büyük hata, yorganı kaldırıp altına bakmamaktır. Devin kabadayılık taslayan, sahtekar devin eşinin söylediğini gerçek sanmaktır. Test etmemektir, hakikat mihengine vurmamaktır. Bir cümle hayatını mahvetmiştir, kendini yitirtmiştir ona.
İşte düşünce, işte tasavvur bu kadar önemlidir. Gücünüzü bir anda yok edebilir. Onun için Allah; “Benden korkun.” der. Vahşevn, (Maide/3) benden korkun, onlardan korkmayın. Neden? İnsanın korkmak doğasında vardır. Doğasında olan bu eğilimi Allah kendisine hasreder ki, insan kula kul olmasın, kuldan korkup ta, eşyadan korkup ta eşyaya, kula, makama, mevkie, iktidara kul olmasın. Onun için Allah insan için en iyisini ister. Güç işte böyle yok edilir, böyle soğurulur.
ve yudılullahuz zâlimiyne Yine Allah zalimlerin ayaklarını kaydırır. Biraz önce zulmü tarif etmiştim. Kendisini Allah’ın koyduğu yere koymayan. Allah’ın kendisi için seçtiği rolü oynamayan. ve yef'alullahu ma yeşa'; çünkü Allah dilediğini yapar.
28-) Elem tera ilelleziyne beddelu nı'metellahi küfren ve ehallu kavmehüm darel bevar;
Görmez misin, Allâh nimetini (hakikat bilgisini) küfür (inkâr) ile değiştiren ve kendi toplumunu dar'ül bevar'a (hakikatin getirisi olmayan yaşama) indiren kimseleri? (Dar'ül Bevar = hakikatin getirisi olmayan yaşam) (A.Hulusi)
28 - Bakmaz mısın onlara ki Allahın nimetini küfre değiştiler ve kavimlerini helâk yurduna kondurdular. (Elmalı)
Elem tera ilelleziyne beddelu nı'metellahi küfren ve ehallu kavmehüm darel bevar; Görmez misin Allah’ın nimetini küfürle takas edenleri, ve kavimlerini helak diyarına sürükleyen kimseleri, baksana şunlara. Allah’ın kendilerine olan nimetlerini.
Nı'metellah Arap dilindeki bir kurala göre eğer mastar muzaf olarak gelir ve tekil olursa çoğul anlaşılabilir. Enamallah diye okuyabiliriz, anlayabiliriz. Allah’ın nimetini, nimetlerini küfürle takas edenler sonuçta helak yurduna sürüklenirler diyor ayet. Bu helak yurdu ne imiş, müteakip ayet onu söylüyor.
29-) Cehennem* yaslevneha* ve bi'sel karar;
Cehennem'dir ki ona yaslanırlar! Ne kötü bir yaşam boyutudur o! (A.Hulusi)
29 - Cehenneme, yaslanırlar ona, o ise ne fena makardır. (Elmalı)
Cehennem* yaslevneha* ve bi'sel karar; Cehenneme evet, oraya varıp dayanacaklar ve orası ne berbat bir ikametgahtır.
30-) Ve ce'alu Lillâhi endaden li yudıllu an sebiyliHİ, kul temette'û feinne masıyreküm ilennar;
Allâh'a denkler (denk varsandıkları tanrılar) oluşturdular, O'nun yolundan saptırmak için! De ki: "Faydalanmaya çalışın (bakalım); yaşayacağınız yer ateştir!" (A.Hulusi)
30 - Ve Allahın yolundan sapıtmak için Allaha menendler uydurdular, de ki: keyfinize bakın çünkü gidişiniz ateşedir. (Elmalı)
Ve ce'alu Lillâhi endaden li yudıllu an sebiyliH Allah’a O’nun yolundan saptırmak için rakipler tasavvur ettiler. Evet, şimdi kendi kendine kıyanlar, Allah’ın koyduğu yeri beğenmeyip kendisine başka yerler arayanlar, eşyanın yerini değiştirenler, bozanlar; Öncelikle kendilerine yaptıkları bu yanlışı, mutlak hakikate de yöneltiyorlar. Bir kez insan ilk düğmeyi yanlış düğmelemeye görsün, daha sonraki düğmelerin doğru düğmelenmesi mümkün değil. Kendisini yanlış bir yere koyunca Allah’ı da olmayan bir yere, ya da Allah’tan başkalarını da Allah yerine koyacaktır, tanrı yerine koyacaktır.
İşte onu dile getiriyor. Bu zulüm silsilesi böylesine sapmış bir akılda nasıl işler, nereye varır. Sonuçta nasıl vahim bir belaya dönüşür işte çok tipik bir örneği veriliyor burada. Deniliyor ki; Allah’a O’nun yolundan saptırmak için rakipler tasavvur ettiler.
Bu tasavvur sıradan bir putperestlik olmasa gerek. Bendeniz daha farklı bir şey anlıyorum buradan. Şeytanı Allah’a rakip etmek gibi. Oysa ki kötülük ilahı düşüncesi şirktir ve zerdüştizimde vardır bu. Zerdüştlükte iyilik ve kötülük ilahları birbirinin rakibidir. Ama Allah’ın rakibi yoktur. Hasmı bile yoktur bu manada. Eşi menendi yoktur. Yani tersinden negatif rakibi yoktur.
Ya şeytan..! dediğinizi duyar gibiyim. Şeytan Allah’ın kuludur. Kur’an da defaatle Allah’ın kulu olduğunu kendisi beyan etmiştir. Allah’tan korktuğunu kendisi söylemiştir. Allah’ın şeref ve izzeti üzerine yemin etmiştir.
Şeytan; insanın rakibidir ve Allah’ta zaten bizim şeytan tasavvurumuzu düzeltmek için şeytanın; kendisinin kulu fakat insanın düşmanı olduğunu sık sık dile getirir. Onun için ..innehû leküm 'adüvvün mubiyn; (Bakara/208) O sizin apaçık düşmanınızdır der Kur’an. .. en lâ ta'budüş şeytan..(Yasin/60) der Kur’an. Şeytana kulluk etmeyiniz. Aslında şeytana ibadet eden yoktur fakat şeytanın sözünü dinlemeyi şeytana kulluk olarak nitelendirir Kur’an. Onu takip etmeyi, onun ardı sıra gitmeyi onun söylediği köksüz sözlerin gerçek olduğunu düşünmeyi, öyle inanmayı ona kulluk olarak niteler.
kul temette'û De ki; geçici arzularla oyalana durun bakalım. feinne masıyreküm ilennar; nasıl olsa varacağınız yer ateş olacaktır.
31-) Kul li 'ıbadiyelleziyne amenû yukıymus Salâte ve yünfiku mimma razaknahüm sirran ve alaniyeten min kabli en ye'tiye yevmün lâ bey'un fiyhi ve lâ hılal;
İman etmiş kullarıma de ki: "Salâtı ikame etsinler ve verdiğimiz yaşam gıdalarından gizlice veya açıkça bağışta bulunsunlar, alış-veriş ve dostluğun olmadığı süreç gelmeden önce." (A.Hulusi)
31 - Söyle: o iman etmiş olan kullarıma: namazı kılsınlar ve kendilerini merzuk kıldığımız şeylerden gizli ve açık infak etsinler, öyle bir gün gelmeden evvel ki onda ne alım satım var, ne dostluk. (Elmalı)
Kul li 'ıbadiyelleziyne amenû imanda sebat gösteren kimselere söyle, amenû yukıymus Salâte ve yünfiku mimma razaknahüm sirran ve alaniyeten min kabli en ye'tiye yevmün lâ bey'un fiyhi ve lâ hılal; hiçbir pazarlığın, hiçbir dostluğun fayda vermediği gün gelip çatmazdan önce sâlâtı ikame etsinler. Kendilerine verdiğimiz nimetlerden gizli ya da açık harcamayı sürdürsünler.
Sâlatı ikame, yukıymus Salâ sâlâtı ikame etsinler. Namazı kılsınlar diye çevirmedim. Namaz, sâlâtı ikamenin sembolüdür, simgesidir. Fakat Sâlâtı ikame namazın da daha derininde yatan, namazın da amacına bir işaret olduğu, yani namazın araç olup namazın gaye ve hedefini gösteren bir ibaredir sâlâtı ikame. Sâlât sözcüğü, namaz diye çevirdiğimiz sâlât sözcüğünün aslı, insanın dik durmasını sağlayan omurgadır. Omurga anlamına gelir. Yani insanı dik tutan, esas duruşta tutan, klas duruşta tutan Allah karşısında insanın esas duruşu. Bu durumda namazın da gayesini veren bu ibareyi belki mefhum en şöyle çevirebiliriz; Allah karşısında esas duruşlarını bozmasınlar.
Maun suresini hatırlayalım, ne diyordu?
Feveylün lil musalliyn; (Maun/4) yazıklar olsun o ibadet edenlere. Namaz kılanlara diye çevirmek pek doğru olmayabilir. İbadet diye genel anlamıyla çevirmek daha doğru olur. Çünkü bu sure Mekke’de indi ve ilk muhatapları da inkarcı müşriklerdi. Yazıklar olsun onlara. Elleziyne hüm 'an Salâtihim sâhûn;(5) Onlar ki ibadetin, kelime anlamı ile namazın farkında değiller. Niçin yaptıklarını bilmiyorlar. Bilinçsizce yapıyorlar. Amacını, maksadını, gayesini bilmeden yapılan ibadetin nitelemesi bu. Yazıklar olsun, amacını, gayesini, hedefini bilmeden ibadet yapanlar Resulallah’ın ifadesi ile yorulduğu yanlarına kalanlardır. Elleziyne hüm yurâûn;(6) Onlar gösteri yapıyorlardı. Gösteriş diye de çevirebiliriz, ama bir fiil, bir hareket için gösteri demek daha doğru olur. Gösteri yapıyorlar, yani “mış” gibi yapıyorlar. Kılarmış gibi, ibadet edermiş gibi. İçi boş, ruhu yok, cesedine sarılıyorlar, fakat ruhunu öldürmüşler. Ve yemne'ûnel mâ'ûn;(7) ve onlar yardımı engelliyorlar.
Bakınız sanki alakası olmayan bir şey aynı, bir celsede inan ayetlerin ardına nasıl eklenivermiş. Ama çok alakalı. Demek ki namazla sosyal bilinç, namazla sosyal tavır, yani insanın Allah’la ilişkisiyle, insanın diğer insanlarla, toplumla ilişkisi birebir irtibatlı. Bu irtibatı koparan, bu bağı koparan bir akıl, esas duruşunu bozmuş bir akıldır. İşte burada belki biraz da ona bir gönderme olsa gerek.
Ağaç örneği verilmişti yukarıda, esas duruş. Esas duruşunu bozmayan ağaç, işte güzel söz. Yani kaynağından çıkan söz. Kaynağı vahiy olan, ya da kaynağı hakikat olan söz ağaca benzetilmişti, kökü toprakta. Esas duruşunu bozmamış ağaca. Şimdi o esas duruşun insan hayatında ki en müşahhas timsali olan namaza, ibadete getirdi sözü ve hemen ardından da infaka, Allah yolunda gizli ve açık harcamaya.
İnfakla nifak aynı kökten gelir. Nifak iki yüzlülüktür, münafık iki yüzlü olana denir. İnfak ise Allah yolunda harcamak. İkisi arasında ki dinsel benzerlik nedir diye soracak olursanız, gariptir, nifak iki yüzlü olan, nerden girip nerden çıktığı belli olmayan bir hayat yaşayana denir. Onun için tünellere nefak denilir Arapçada. İki tane çıkışı vardır veya bir çok çıkışı vardır, kişinin hangisinden girip nereden çıkacağı belli olmaz. Köstebek yuvasının bir ismi de odur. Girip çıktığı yer belli olmadığı için.
Peki neden Allah yolunda harcamaya infak denilmiş, aynı kökten? Çünkü iki dünyalı infak yapar. Buradan yani tünelin bu ucundan verir, tünelin öbür ucundan gittiğini bilir ve inanır. Oraya yatırım yaptığına iman etmiştir. Onun için verirken boşa giymediğini, kendisi için öbür dünyaya yatırım yaptığını bilir, inanır. Bunun için infak, yani aynı kökten gelmiştir.
Devam ediyor. C sayfasına geçiniz.
82. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/02/03/islamoglu-tef-ders-ibrahim-24-5282/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder