C sayfasından devam.
79-) Fentekamna minhüm* ve innehüma le Bi imamin mubiyn;
Bu sebeple onlara yaptıklarının acı sonuçlarını yaşattık! Her ikisi de açık seçik görülebilen bir bölgededir. (A.Hulusi)
79 - Onlardan da intikam aldık, ikisi de apaçık önde bulunuyor. (Elmalı)
Fentekamna minhüm bunu ayrıntı vermiyor Kur’an ve hemen değinip geçiyor. Yani belaya uğramış bir toplum olarak, hani başlarda, ilk girişte rabbimizin sınırsız rahmetinden ve hemen arkasından da acı azabından söz eden ayetler gelmişti ya, bir sonra anlatılan misal, yani Hz. İbrahim ve Lut misali ve Allah’ın rahmet ve gazabının aynı anda nasıl tecelli ettiğini gösteriyor. Hz. İbrahim’e bir müjde, Lut kavmine ise bir bela, bir musibet. Daha doğrusu bir ceza. Onun için Allah’ın rahmeti nasıl tecelli eder o birincisinde, Allah’ın gazabı, cezası nasıl tecelli eder o da ikincisinde ve bu örnekte dile getiriliyor.
Fentekamna minhüm Bundan dolayı biz onlara da yaptıklarının acısını tattırdık.
İntikam, Türkçeye geçtiği gibi değil de, yaptığının acısını tattırmaktır, kişiye yaptığının acısını tattırmak, yani yaptığını yanına bırakmamakta diyebilirsiniz. Böyle çevrilirse daha doğru anlaşılmış olur.
ve innehüma le Bi imamin mubiyn bu iki toplumun, hangi toplum bunlar? Birisi Lut toplumu, diğeri Eyke toplumu. Bu iki toplumunda dünyevi refah açısından önde olduğu, gelişmiş olduğu apaçık ortada idi.
le Bi imamin mubiyn Buradaki imam biliyorsunuz önde olmak, öncü olmak, ilerde olmak anlamına. Mubiyn ise açık, ayan beyan anlamına gelir. Onun için bunu her ne kadar klasik tefsirin tüm otoriteleri, le Bi imamin ibaresini yol diye çevirmişlerse de bu dolaylı manasıdır. Yani bu yol hala görünüyor. Onların şehirlerinin üzerinde olduğu bu yol apaçık görünüyor şeklinde anlamışlarsa da, ben burada ki imamın gelişmiş, dünyevi refah açısından önde olan toplum anlamına geldiğini düşünüyorum ve bunun daha doğrudan bir anlam olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu gerçekten de Kur’an ın yasası, hayatın yasası.
Bir toplumun helak süreci şöyle gelişiyor. Önce o toplum acılar çekiyor. Allah o çektiği acılara bakarak onlara nimetler veriyor, ödüllendiriyor çektikleri sıkıntılardan sonra. Allah’ın verdiği nimetlere şükrederlerse nimeti artırıyor tabii ki, mutlu bir toplum oluyorlar dünyada da. Fakat o nimetlere çoğu şükretmiyor, azgınlık yapıyor. Allah’tan geldiğini unutuyor, kendi elde ettiğini zannetmeye başlıyor ve nimeti aldıkça azgınlaşıyor. Allah eğer o toplumun helakinin önünü açmışsa bu sefer azgınlıklarının önünü de kapatmıyor. Yani nimeti fazlalaştırıyor. Nimetleri fazlalaştırdıkça onlardaki ahlaki çöküş ve çözülme süreci hızlanıyor. En sonunda toplum iflas ediyor ve Kur’an işte bu süreci İsra suresinde şöyle dile getiriyor;
Ve izâ eredna en nühlike karyeten.. biz bir ülkeyi, biz bir uygarlığı helaki için karar verdiğimiz zaman, yani bir uygarlığın cezalandırılmasına karar verdiğimiz zaman, emerna mütrefiyha fefeseku fiyha fehakka aleyhel kavlü fedemmernaha tedmiyra; (İsra/16)oranın önünü açarız. Oraya nimetler yağdırırız ve onlar fısk işlemeye başlar, yani azgınlık yapmaya başlarlar. fefeseku fiyha Bu azgınlık arttıkça artar ve en sonunda fehakka aleyhel kavl onların üzerine infazımız vacip olur. Yani artık karar veririz, hüküm veririz ve en sonunda fedemmernaha tedmiyra onların altını üstüne getirir, yerle bir ederiz.
İşte bu ayeti kerimede ki süreç aynen bu toplumlarda da işliyor ve önce azgınlaşıyorlar, önleri açılıyor. Ondan sonra Allah’ın nimetlerine karşı nankörlüğe başlıyorlar, ondan sonra azgınlaşıyorlar, çözülme başlıyor, ahlaki çöküş başlıyor ve en sonunda da iflas, sosyal bir bitiş geliyor.
80-) Ve lekad kezzebe ashabül hıcril murseliyn;
Gerçek ki, Ashab-ı Hicr (Semud halkı) da Rasûlleri yalanladı. (A.Hulusi)
80 - Hakikaten ashabı hıcir dahi Peygamberleri tekzip ettiler. (Elmalı)
Ve lekad kezzebe ashabül hıcril murseliyn 3. çöküş örneği geldi. Doğrusu Hicr halkı da gönderilen elçileri yalanladı.
Surenin adı bu ayetten geliyor. Hicr; Kuzey Hicaz da Teyma vadisinin güneyinde Semud kavminin yurdu. Hatta ilginçtir, kadim Yunan tarihçileri buradan hegra diye söz ediyorlar, yani aynı isimle kadim Yunan tarihçilerinin tarihine geçmiş bir bölge. İbn. Battuta, ki büyük ve ünlü bir seyyahımızdır bizim. 8. hicri yüzyılda göz alıcı resimlerle bezeli Semud kavminin kayadan oyma şatolarını gördüğünü söylüyor. Daha canlı gibiydi resimler diyor. Demek ki 8. Y.y. a kadar yaşamış, ayakta kalmış, en azından kalıntıları ayakta kalmış bir uygarlık bu. İşte bu ayette ondan söz ediliyor.
81-) Ve ateynahüm âyâtina fekânu anha mu'ridıyn;
Onlara işaretlerimizi verdik; ama onlardan yüz çevirdiler. (A.Hulusi)
81 - Ve biz onlara âyetlerimizi vermiştik de ondan i'raz ediyorlardı. (Elmalı)
Ve ateynahüm âyâtina fekânu anha mu'ridıyn zira onlara ayetlerimizi iletmiştik, fakat onlar ondan ısrarla yüz çevirmiştiler.
82-) Ve kânu yenhıtune minel cibali buyuten aminiyn;
Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı. (A.Hulusi)
82 - Dağlardan emniyetli emniyetli evler yontuyorlardı. (Elmalı)
Ve kânu yenhıtune minel cibali buyuten aminiyn hesapta onlar dağları oyarak kendilerine güvenli evler inşa ediyorlardı. Oradaki “vav”’a hesapta diye mana verdim, çünkü bir sonraki ayet gerçekten de onların güvenli evler inşa etmelerinin çok hesapta olduğunu, yani hiçbir hükmünün olmadığını çok güzel beyan ediyor.
83-) Feehazethümussayhatü musbihıyn;
O korkunç titreşimli ses (volkanik patlama) onları da sabah vaktine girerlerken yakaladı. (A.Hulusi)
83 - Bunları da sabahleyin sayha tutuverdi. (Elmalı)
Feehazethümussayhatü musbihıyn Fakat sabahın ilk ışıklarıyla dehşetli sayha onları kıskıvrak yakalayıverdi.
84-) Fema ağna anhüm ma kânu yeksibun;
Kazandıkları, onları kurtaramadı. (A.Hulusi)
84 - De o kesp ede geldikleri şeylerin kendilerine hiç faidesi olmadı. (Elmalı)
Fema ağna anhüm ma kânu yeksibun ve elde ettiklerinden hiçbir şey onların başından belayı savamadı. Evet, yani onlar da yaptıklarıyla kaldılar. O uygarlıkta kendi elleriyle kendi sonunu getirdi, feci akıbetten kurtulamadı. Kayaların, dağların içine bir medeniyet inşa etmek bile kurtaramadı onları. Bela onları dağdan ve taştan, sağlam malzemeden oydukları evin içinde, köşklerin ve sarayların içinde geldi ve buldu.
Buradaki verilen mesaj; Allah’tan kaçamazsın ey insanoğlu. Ellerinle kazandığına katlanmak zorundasın. Eyleminden kaçamazsın ey insanoğlu. Budur mesaj ve yeni bir pasaja geçiyor Kur’an. Bu yeni pasajda adeta anlatılanlar daha üst bir amaca bağlanarak gök ve yer ayetlerine dikkat çekiliyor.
85-) Ve ma hâlâknesSemavati vel Arda ve ma beynehüma illâ BilHakk* ve innes saate leatiyetün fasfahıssafhal cemiyl;
Biz, semâları ve arzı ve ikisi arasındakileri Hak olarak yarattık! Kesinlikle o Saat (ölüm) gelecektir... O hâlde, hoşgörü ve Hakkanî görüş ile davran. (A.Hulusi)
85 - Öyle ya biz Samavât-ü Arzı ve mabeynlerini ancak hakkiyle halk ettik ve elbette saat muhakkak gelecek, şimdi sen safhı cemil ile muamele et. (Elmalı)
Ve ma hâlâknesSemavati vel Arda ve ma beynehüma illâ BilHakk imdi biz gökleri, yeri ve o ikisi arasındakileri başka değil sadece mutlak hakikate atıf olsunlar diye yarattık.
Neden böyle bir ayet geldi 3 topluma gönderilmiş cezanın ardından, yani biz cansız gibi gördüğünüz varlıkları dahi bir amaçla yarattık. Ya insan, amaçsız mı olsun..! Ey insanoğlu, insanın amaçsız olduğunu mu sanıyorsun.
Belki bir başka anlamı, göklerin ve yerin dahi bir ömrü var, insanoğlu ebedimi kalacağını sanıyor.
Yine bir başka anlamı, ey insanoğlu eğer gökleri ve yeri doğru okusaydın onların da bir ayet olduğunu öğrenirdin. Tıpkı tarihte geçen yaşanmış olayların birer ayet olduğu gibi.
ve innes saate leatiyetün İşte 2. manayı doğrulayan ibare geldi. Şu da bir gerçektir ki son saat kesinlikle gelecektir. Yani göklerin ve yerin ömrü bile dolacaktır. Ya senin..! Senin ömrün dolmasın mı. Yani yer yüzünde kurulmuş ve böbürlenen küstahça övünen uygarlıklar ebedi mi yaşayacaklarını sanıyorlar. İmparatorluklar 1.000 yıl yaşayacak diye bir kaide mi var. Hangi zulüm binlerce yıl yaşamış ki. İşte onu söylüyor burada ve arkasından kişisel bir öğüt, doğrudan Resulallah’a ve tabii ki tüm muhataplara.
fasfahıssafhal cemiyl şu halde onların çirkinliklerine güzel bir tavırla karşılık ver. Yani münasip bir tavırla, ne gerekiyorsa öyle karşılık ver. Yani Allah onları bırakacak değil. Onlar bu azgınlıkları içerisinde -Mekke’de ki ilk muhatapları dikkate alacak olursak- onların durumu da geçmişte küstahça böbürlenen bu toplumlara benziyordu. Bu toplumlar da onlar da şımarıktı. Kuzey ve güney arasındaki göç yoluna kurulmuşlar, son 150 yıldır tekel olmanın ekmeğini yiyorlardı ve bir de Kâbe’nin ekmeğini yiyorlardı, Kâbe’nin rabbine ihanet ediyorlardı. Onun için geçmiştekilere baksınlar geleceklerini okusunlar dercesine burada bu uyarı geliyordu.
86-) İnne Rabbeke "HU"vel Hallakul Aliym;
Kesinlikle Rabbin "HÛ"; Hâllak'tır, Aliym'dir. (A.Hulusi)
86 - Çünkü rabbin o öyle hallâk öyle alîm. (Elmalı)
İnne Rabbeke "HU"vel Hallakul Aliym Çünkü senin rabbin var ya, en büyük yaratıcı, her şeyi bilici işte O’dur. El Hallak..! El Halık, yaratan demek, yaratmayı meslek edinen demek. El Hallak, sürekli yaratan, en büyük yaratıcı. Muhkem, muhteşem ve mükemmel yaratıcı demek. El Hallak..!
külle yevmin HUve fiy şe'n;.. (Rahman/29) İşte sürekli yaratıcılığı burada O her an
iş başındadır, yaratmadadır. Yine Kur’an ölüm konusunda bile;
Küllü nefsin zâikatülmevt (Enbiya/35) Her nefis, yani her can ölümü her an tatmaktadır derken dahi Allah’ın Mumiyt, yani ölümü yaratan isminin tecellisine bir atıf olduğunu görüyoruz. Onun için Allah her an iş başındadır tüm sıfatlarıyla birlikte.
Ya kelam sıfatı nereye gitti son peygamberle diye soracak olursanız, işte bu ayetler o sorunun cevabıdır. Kelam sıfatı hala insana mesaj göndermeye devam ediyor, ama olayların içinde, ama eşyanın içinde, ama hadiselerin içinde eğer okuyabilirsen ey insanoğlu dercesine.
87-) Ve lekad ateynake Seb'an minel Mesâni vel Kur'ânel Azıym;
Gerçek ki, biz sana, Seb-ü Mesânî'yi (yedi zâtî sıfatınla hakikati değerlendirme kuvvesini) ve Kur'ân-ı Aziym'i (hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsini) verdik. (A.Hulusi)
87 - Celâlim hakkı için sana «sebul mesani»yi ve Kur'an ı azimi verdik. (Elmalı)
Ve lekad ateynake Seb'an minel Mesâni vel Kur'ânel Azıym doğrusu biz sana hem sık tekrarlanan çok ender, müstesna ve çift kutuplu tabiatı olan yediliyi, hem de yüce Kur’an ı verdik.
Seb'an minel Mesâni bu birçok kelime ile çevirmeye çalıştığım ibare. Ne demek; Meseni, eğer mesnâ dan geldiğini kabul edersek kat kat demek, dürüm dürüm demek. İçe kıvrılmış, katlanmış, bir çok kat yapılmış şeye mesnâ denir. Karşılıklı katlar halinde yükselen. Eğer Mesnâ dan ki onun kökü de iki manasına gelen senn, ikinci. Ama Mesnâ dan geldiğini kabul edersek kat kat, dürüm dürüm, çeşitli, yığın yığın demektir. Ve yine bu Mesenî kelimesinin senâ dan geldiğini kabul edersek; Müstesna, yani istisna, yani ender, yani çok az bulunur manasına geldiğini anlarız. Az bulunur, müstesna.
Yine bunun isnâ dan geldiğini düşünürsek bu ibarenin Seb'an minel Mesâni; Övgü kaynağı manasına gelir. Övgü kaynağı. Hamd kaynağı manasına gelir. Ki bunların üçüde söylenebilir. Zümer suresinin içinde de Kur’an için mesani denmiştir, Kur’an için kullanılşmıştır.
Peki ne demektir, bu durumda ne anlayacağız Mesâni den; Kur’an vahyinin çift boyutlu tabiatına bir atıftır aslında bu. Kur’an için de kullanıldığına göre zümer suresinde Ki 23. ayet olsa gerek, çift kutuplu tabiatı, çift kutuplu anlamı.
[(Ek
bilgi; Allâhu nezzele ahsenel hadiysi Kitaben müteşabihen
mesâniy (Zümer/23) Allâh, sözün en güzelini;
müteşabih (benzetme
yollu), mesanî (aynı
cümlede veya kelimede iki ayrı işareti vererek ikili anlatımla) bir bilgiyi (tafsilâtlı) indirdi. (A.Hulusi)]
Nedir bu; Rahmet, gazap. İşte gördük. Hani hatırlayınız dersimizin başında tefsir ettiğimiz ayetleri Nebbi' ıbadiy enniy enel Ğafûrur Rahıym (49) Ve enne azâbiy hüvel azâbül eliym (50)çift kutuplu tabiat. Bir tarafta bağışlayan rab, öbür tarafta cezalandıran. Böyle çift kutuplu.
Dahası; Nefy ve ispat. La ilahe illallah.
Dahası; Hakk ve batıl. İman ve küfür, dünya ve ahiret, yüce ve adi, ulvi ve süfli, insan ve şeytan. Bakınız, böyle çift kutuplu tabiatı var Kur’an vahyinin. Onun için Kur’an söylemi iki kutuplu ifade tarzıyla insanı hem karanlık, hem aydınlık hakkında bilgilendirir. Hem Hakk, hem batıl hakkında bilgilendirir. Ki, seçebilelim diye.
İşte mesâni öncelikle, evleviyetle bu anlama gelir. Fakat seb’an ifadesi ne anlama gelir denilecek olursa bu yedi manasına gelir. Ama Kur’an da birçok yerde yedi kat gökler ifadesinden olduğu gibi seb’a semavat, kinaye olarak ta kullanılmış olabilir, ki Kur’an da ve Arap dilinde örneği çoktur, çeşitli manasına, birden fazla manasına gelir. O zaman birbirini takviye eden bir anlamla karşı karşıyayız demektir. Fakat hemen ayetin devamında vel Kur'ânel Azıym diye, Kur’an ayrı olarak söyleniyorsa, ifade buyruluyorsa; Kur’an ın içinde veya dışında bir şey olması gerekir. Ki, sahabeden bir çoğu ve peygamberimizden gelen rivayetler, buradaki Seb'an minel Mesâni ifadesinin fatihaya tekabül ettiğini, yine kat kat anlamlıdır fatiha. Gerçekten bitimsiz bir anlam hazinesi vardır fatihanın ve tekrarlanan manasına, çünkü sürekli tekrarlanır.
- Fatihasız namaz, namaz değildir.
Buyurduğu için efendimiz namazlarda sürekli tekrarlanır. Namaz kılan her mümin günde fatihayı en az 20 ye yakın, eğer nafileleriyle birlikte namazını kılmışsa 40 a yakın bir günde tekrarlar. Onun için tekrarlanan. Müstesna oluşu zaten tartışılmaz. Fatihanın istisna oluşu Resulallah’ın ona Ümmül kitab, kitabın anası adını bizzat vermesiyle bilinmekte. Onun için fatiha olduğu yorumu bizce de gerçeğe en yakın yorum olsa gerektir. Çünkü Taberi bu ayetin yorumu sadedinde 82 ayrı rivayet nakletmiş. Bu kadar tartışılmış ilk nesiller tarafından.
Bunlar arasında bu yorum dışında en dikkate değer olanı, Kur’an ın en uzun 7 suresi Tıval diye bilinen en uzun, 200 ve 200 ayeti aşan 7 suresi. Fakat unutmayalım ki o surelerin hemen tamamı Medine’de nazil oldu, fakat bu ayet Mekke’de geldi. Verildiği söyleniyor. Verilmiş, bitmiş bir şey. Onun için de o yorum pek doğru bir yorum olmasa gerek.
[Ek bilgi; Zemahşeri ise, konuya daha farklı bir açıdan yaklaşarak oldukça manidar bir tespitte bulunmaktadır: "Bir şeyi tekrar zikretmenin faydası nedir? Diye soracak olursan, ben de buna şu şeklide cevap veririm: İnsan nefsinin, kulak verip dinlemekten en fazla kaçındığı (yani insanın bir kulağından girip öbüründen çıkan) sözler, vaaz ve nasihat türünden olan sözlerdir. İşte bunlar, sil baştan tekrar edilmezse, insanların nefislerine yerleşmez ve (tabiatıyla) bunların gereklerini yerine getirmezler. İşte bu yüzden Hz. Peygamber, muhataplarına yönelik öğüt ve nasihatlerini, onların kalplerinde yerleşip yeşermesi için, daima üç ve (hatta) yedi kez tekrar ederdi. (Prof. Dr. Mustafa Öztürk; Diyanet ilmi dergi.)]
[Ek bilgi; Zemahşeri ise, konuya daha farklı bir açıdan yaklaşarak oldukça manidar bir tespitte bulunmaktadır: "Bir şeyi tekrar zikretmenin faydası nedir? Diye soracak olursan, ben de buna şu şeklide cevap veririm: İnsan nefsinin, kulak verip dinlemekten en fazla kaçındığı (yani insanın bir kulağından girip öbüründen çıkan) sözler, vaaz ve nasihat türünden olan sözlerdir. İşte bunlar, sil baştan tekrar edilmezse, insanların nefislerine yerleşmez ve (tabiatıyla) bunların gereklerini yerine getirmezler. İşte bu yüzden Hz. Peygamber, muhataplarına yönelik öğüt ve nasihatlerini, onların kalplerinde yerleşip yeşermesi için, daima üç ve (hatta) yedi kez tekrar ederdi. (Prof. Dr. Mustafa Öztürk; Diyanet ilmi dergi.)]
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
84. Videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/02/17/islamoglu-tef-ders-hicr-45-9984/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder