16 Şubat 2012 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Hicr (023-029)(83-D)


C sayfasından devam


23-) Ve inna le nahnu nuhyı ve nümiytü ve nahnul varisun;

Muhakkak ki biz, evet biziz hayat veren de öldüren de! Biz vârisleriz (siz Fânisiniz biz Bakıy'iz)! (A.Hulusi)

23 - Her halde biz, mutlak hem bir hayat veririz hem öldürürüz, hepsine vâris de biziz. (Elmalı)


Ve inna le nahnu nuhyı ve nümiytü ve nahnul varisun ve elbette biziz hayatı ve ölümü var eden. Ölümlü tüm varlıklardan geriye kalan her şeyin tek gerçek varisi olan da biziz.

Burada ki varis; ..ve Lillâhi miyrasüsSemâvati vel'Ard. (Ali İmran/180),(Hadiyd/10) diyen ayeti gibi. Göklerin ve yerin mirası Allah’a aittir. Yani ölümlü olan varlıklar ölüp gittikten sonra biriktirdiklerinin kime kalacağını sanıyorsunuz. Burada, nihai tahlilde mülkün yegane sahibi, gerçek sahibinin Allah oluşuna bir atıf görüyoruz.

Küllü men 'aleyha fan. , Ve yebka vechu Rabbike ZülCelâli vel'İkrâm; (Rahman 26-27)

Her şey fani olacak, her canlı bir gün fanidir yok olacak, geriye kalacak olan sadece izzet ve yücelik sahibi, ikram sahibi olan rabbinin zatıdır diyor ya Kur’an. İşte bu.


24-) Ve lekad alimnel müstakdimiyne minküm ve lekad alimnel müste'hıriyn;

Andolsun ki, sizden ileri geçmek isteyenleri de biliriz; andolsun ki, geriye kalanları da biliriz! (A.Hulusi)

24 - Kasem olsun ki içinizden öne geçmek isteyenler de malûmumuz, geri kalmak isteyenler de malûmumuz. (Elmalı)


Ve lekad alimnel müstakdimiyne minküm ve lekad alimnel müste'hıriyn doğrusu biz sizin içinizden öne geçmek isteyenleri de, bile isteye geride kalanları da biliriz. İnkarda ya da imanda öne geçmek isteyen, ya da geride kalanlar. Veya şöyle de anlayabiliriz bu ayeti; Geçip gidenlerin de, geride kalanlarında ne ameller işlediklerini ve işleyeceklerini. Hatta bir başka şekilde de anlayabiliriz; İleri gidenlerin de geride kalanların da akıbetini biliriz manasına da gelebilir.


25-) Ve inne Rabbeke HUve yahşüruhüm* inneHU Hakiymun Aliym;

Muhakkak ki Rabbin, "HÛ"; onları haşreder! Muhakkak ki O, Hakiym'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)

25 - Ve hakikat rabbin o, onları hep haşr edecek, hakikat o, hakîmdir, alîmdir. (Elmalı)


Ve inne Rabbeke HUve yahşüruhüm* inneHU Hakiymun Aliym ve gerçekte senin rabbin var ya, işte O’dur onları bir araya toplayacak olan. Çünkü o her şeyi bilip hikmetle davranandır.


26-) Ve lekad halâknel İnsane min salsalin min hamein mesnun;

Andolsun ki, biz insanı dönüşüp gelişen hücresel yapıdan (toprak + su + hava) halkettik. (A.Hulusi)

26 - Filhakika biz insanı bir «salsâl» den, mesnun bir balçıktan yarattık. (Elmalı)


Ve lekad halâknel İnsane min salsalin min hamein mesnun

Sure yepyeni bir konuya geçti. Aslında yukarıdaki konu ile bağlantısız falan değil, genel bir, enfüste ve afakta, yani satırlarda ki vahiyle kainattaki vahye dikkat çektikten sonra, şimdi insandaki vahye dikkat çekti, işte oraya geldi, oraya getirdi sözü ve insana, iki ayaklı bir vahiy olan insana getirdi sözü.

Ve lekad halâknel İnsane min salsalin min hamein mesnun doğrusu biz insanı süzme, kurumuş balçıktan. Süzme, kurumuş balçıktan..! Özgün bir biçim almaya elverişli, tabiatı değiştirilmiş koyu ve yoğun, konsantre bir çamurdan yarattık. Bu kadar kısa metnin, bu kadar uzun meali mi olur demezsiniz her halde. Çünkü burada ki bu 3 sözcük; salsâl, hame, mesnun. O kadar açılıma müsait ki, o kadar çok anlamı bünyesinde toplamış ki bunu sadece bir kelime ile bir başka dile, hangi dil olursa olsun çevirmenin imkanı ve ihtimali bulunmamaktadır.

Öncelikle ayet insanın hem element er ve biyolojik, hem de anatomik yaratılış süreçlerini izah eden bir ayet. Yani hem kökenden insanlaşma sürecine kadar hangi aşamalardan geçtiğine ilişkin bilgi veren, hem de anne karnında tohum olarak anne rahmine düşüp ondan yer yüzünde ki en gelişmiş aşamasına kadar biyolojik varlığını nasıl kemale erdirdiğine ilişkin bilgi veriyor.

Salsâl; Kelimeler, yani kavramlar burada çok önemli. Kur’an da 4 yerde geçiyor, 3.ü burada. 3.ü sadece bu surede. 26- 28- 33. ayetlerde geçiyor. Bir tanesi ise Rahman suresinde geçiyor. Yani adeta bu sure insanın yapı ve yaratılışı ile ilgili çok özel bir vurgu içeriyor. Onun için ana konusu insandır demiştim girişte.

Salsal; ses çıkarmaya elverişli topraktan, balçıktan yapılmış kuru bir nesne diyor. Yani ateşe sokulmuş halini biz başka ayetlerde fahhar, kel fahhar (Rahman/14) ibaresinden anlıyoruz. Burada ateşe sokulmamış hali. Balçığın kurumuş ses veren hali. Aslında bu işlevdir. Nesnenin kendisinden dolayı bu ismi almamış çünkü salsale ses demektir. Bir şeyin çıkardığı ses, tını, ritmik sese, akustik sese salsale denir. Onun için nesnenin kendisi değil burada asıl öne çıkarılan, işlevi.

Hemen burada belirtelim İnsanın konuşma yeteneğine bir atıf var. Fakat burada ki salsal bizim bildiğimiz manada sıradan bir çamur değil. Kurumuş, süzme, öncelikle. Hatta bunu İbn. Abbas toprağın en iyi, geride kalan en özlü tarafı diyor. Dahası lügatlar suyun dibinde kalan tortuya da bu ismi veriyorlar. Öz yani adeta suyun içindeki organik maddelerin yoğunlaşıp konsantre halini aldığı şey. Öyle ki derinleştikçe derinleşiyor.

Ne o zaman salsal? Anlıyoruz ki sıradan bir çamurdan falan söz ettiği yok. Çok özel bir hammadde den söz ediyor. Yani hamurdan söz ediyor. İnsan hamurundan. Adeta surenin başında ki mukattaat harfleri gibi bu çamur. Ne idi? Elif Lam Râ diyordu. Onlar harf, A, B, C gibi. Fakat bu muhteşem vahiy işte bu harflerden oluştu. Adeta buna kıyasla şu muhteşem, Allah’ın şaheseri olan insan böyle bir çamurdan oluştu demeye getiriyor gibime geliyor.

İnsanın toprağa nispeti bir başka atfı da içeriyor. Yer yüzündeki yaşamının toprağa bağımlı olarak, topraktan aldığı organik ve inorganik maddelerle, doğumundan, hatta anne karnında husule gelmesinden itibaren topraktan aldığı organik ve inorganik maddelerle büyüyüp gelişiyor insanın fizyolojik varlığı. Dolayısıyla burada yaşamını toprağa bağlı olduğu dile getiriliyor.

Bu salsal’in hüviyet değiştirme özelliği de var. Yani mahiyeti değişebilen bir özellikte  olursa salsal diyorlar ona. İnsanın yaratılış sürecinde geçişten evrelere tekabül ediyor olsa gerektir.

Hame ise ayetteki, kokuşup başkalaşan konsantre koyu balçık anlamına geliyor. Yine salsal’in bazı özellikleri ortak. Fakat hame’de daha özel bir mana var o da başkalaşmaya elverişli daha süzme, ondan da konsantre bir hamur diyebiliriz.

Bir de Mesnun var ki hame in vasfı olarak gelmiş burada. Nasıl bir hame? Mesnun bir hame, yani şekil alabilir. Şekillendirilebilir. Ki sünnette aynı kökten gelir. Orijinal anlamına gelir. Orijinal bir şekil verilebilecek kıvamda bir hame. Yani kara çamur. Onun için bütün bunlardan ne anladık; İnsanın Allah’ın müdahalesiyle topraktan, yani çamurdan insanlaşmaya doğru giden o muhteşem yaratılışına bir atıf. Yani ey insan çok değersiz bir malzemeden senin gibi bir şaheseri yaratan Allah’a karşı nasıl itimatsızlık edersin. Kendine bak Allah’ı tanı. Bu budur. Çamurdan seni yaratan Allah bu vahyi indirmeye kadir değil mi. Aynı zamanda vahye ilişkin bir atıf bu. Nasıl inanmazsın, budur. Devam ediyoruz;


27-) Vel Canne halâknahu min kablü min narisSemum;

Cann'ı da daha önce semum ateşten (gözeneklerden geçen, zehirleyici ateşten; ışınsal bedenle, cehennemdeki ateş, semum kelimesiyle tanımlanmıştır. A.H.) yarattık. (A.Hulusi)

27 - Cann, onu da bundan evvel «narissemum»dan yaratmıştık. (Elmalı)


Vel Canne halâknahu min kablü min narisSemum görünmez varlıkları ise daha önceden yakıp kavurucu şaşırtıcı bir karışımda zehir gibi nüfuz edici çok özel bir nââr dan yarattık.

Alın yine zipli, sıkıştırılmış, yoğun bir ayet. Vel Canne, Cann, beşerin zıddıdır. Beşerin karşıt anlamlısıdır. Beşer; görünen manasına gelir, lügatteki karşılığı budur. Cann ise görünmeyen. Onun için ce ne ne kökünden gelen tüm fiiller Arap dilinde görünmezliğe tekabül eder. Ceniyn, anne karnında görünmediği için. Cennet, yeşillikten ve ağaçtan tabanı görünmediği için cennet denir. O kadar bol yeşil ki tabanı görünmez, toprağı görünmez. Onun için cennet denmiş. Yani görünmez olmuş artık yeşillikten. Mecnuun, kapanmış görünmeyen. Yani kişinin artık aklı görünmüyor, görünür olmuyor, aklını kullanamıyor. Onun için mecnun derler, deli derler. Gördüğünüz gibi Arap dilinde ce ne ne kökünden türetilmiş tüm sözcükler görünmemeye tekabül eder. Burada da cinn, görünmeyen varlık demektir. Onun için vel caanne, görünenin zıddı, beşerin zıddı, görünmeyen varlık demektir.

Ayette ki narisSemum yakıp kavuran ve zehir gibi nüfuz eden anlamına geliyor ki, bu iki anlamda kelimenin kök anlamıdır. İkisinden birini tercih edemiyoruz. Rahman suresinin 15. ayetinde açıklama babında bu naar’ı; ..maricin min nar. (Rahman/15) diyor, maric. Parantez içi açıklamamız bu ayetteki, işte buna dayanıyor. Yani şaşırtıcı demiştik ya ayette, şaşırtıcı bir karışımda. Parantez içi böyle bir açılım koymuştuk. Onun için maric, şaşırtıcı karışım manasına geliyor.

Bu ateş, ya da bu enerjinin bilinen anlamda bir ateş olmadığını dile getirmektir bu. Bizim bildiğimiz, herkesin bildiği bir manada bir ateş olmadığı anlaşılıyor. Fakat nasıl bir ateş; Zehirleyici diyor. Semum, zehir manasına da gelir. Semm. Aynı manada semm iğne deliği manasına gelir. Yani çok küçük. Mikroskobik delik manasına da gelir. Yani nüfuz eden, çok küçük yerlerden dahi geçen bir ateş. Hatta onun için bunu dumansız ateş diye de tanımlamışlar bu manada.

İşte görünmeyen varlıkları da bundan yarattık. Belki bu yer yüzünün mağma halinde, yer yüzüne varis olanlar kimlerdi sorusunun da bir cevabı olabilir diye düşünmek mümkündür. Yani insan yer yüzünün bu günkü yaşanan halinin varisi. Ama insandan önceki varisler kimdi sorusunun, herhalde yer yüzünün mağma halindeki, daha önceki, geçirdiği evrelerde ki varislerine bir atıf olabilir.


[(Ek bilgi: Ondan önce cinlerin atası olan Cân'ı da alevli ateşten yarattık.»

Cinlerin yaratılışı insanların yaratılışından çok öncedir. Yeryüzü daha ateş halindeyken Yüce Mevlâ cinleri - o ortamda yaşayacak şekilde- alevli ateşten yaratmış, onlar da Hz. Âdem in yaratılışına kadar uzun süre yeryüzünde hüküm sürmüşlerdir. Ne zaman ki, yer küre soğumaya başlamış ve insan neslinin yaşamasına elverişli hale gelmiş, işte o zaman Yüce Allah halifem diye vasıflandırdığı Hz. Âdem AS. ı balçıktan yaratmıştır. Bu iki varlığı Yüce Allah ancak kendisine ibadet etmekle mükellef kılmıştır. (Ebü'l-Leys Semerkandi)]



28-) Ve iz kale Rabbüke lilMelaiketi innİY Halikun beşeran min salsalin min hamein mesnun;

Hani Rabbin, melâikeye: "Muhakkak ki ben kuru balçıktan, değişip dönüşen balçıktan (hücre) bir beşer halkedeceğim" demişti. (A.Hulusi)

28 - Ve düşün o vaktı ki Rabbin Melâikeye: ben, demişti: salsâldan, mesnun bir balçıktan bir beşer halk edeceğim. (Elmalı)


Ve iz kale Rabbüke lilMelaiketi innİY Halikun beşeran min salsalin min hamein mesnun Hani bir zamanlar rabbin meleklere demişti ki; Bakın ben süzme, kurumuş balçıktan, özgün bir biçim almaya elverişli, tabiatı değiştirilmiş koyu bir çamurdan fiziki olarak görünen bir varlık yaratacağım.


29-) Feizâ sevveytühu ve nefahtü fiyhi min RuhİY feka'u lehu sacidiyn;

"Onu tesviye edip (beden ve beyini kemâle erdirip), ona Ruhumdan (Esmâ mânâlarımın özelliklerinden) nefhettim (üfledim); (böylece buyurdum) Ona secdeye kapanın (Onun kuvveleri olarak hizmetine girin)!" (A.Hulusi)

29 - Binaenaleyh onu tesviye ettiğim ve içine ruhumdan nefh eylediğim vakit derhal onun için secdeye kapanın. (Elmalı)


Feizâ sevveytühu ve nefahtü fiyhi min RuhİY feka'u lehu sacidiyn izleyin ne zaman ki onu şekillendirir de kendisine ruhumdan üflersem hemen yere kapanın, onun hizmetine amade olun. Burada ki ruh üfleme nefahtü fiyhi min RuhİY ruh, Kur’an da hem vahiy, hem vahiy meleği anlamına kullanılıyor. Fakat burada kendi özelliklerimden sınırlı düzeyde insana da verdim manasına anlaşılmalı doğru biçimde.

Yani ruh insanda olan bir cevherdir ki göze ıtlak olunduğu zaman, göz için kullanıldığı zaman basar, ya da basiret. Kalbe ıtlak olunduğu zaman akıl. Akla ıtlak olunduğu zaman basiret. Kulağa ıtlak olunduğu zaman sem’ duyma yetisi, yeteneği ve deriye ıtlak olunduğu zaman hissetme, dokunma yeteneği anlamına denir. ,Tüm beden için kullanılırsa ruh can manasına gelir. Onun için her bedenin, her organın ruhu, o organın işlevidir. Bu manada ruhu Allah’ın kendi mutlak vasıflarından mukayyet olarak, yani basiyr sıfatından küçük miktar insana da vermesi. Es semi’ vasfında, işitici vasfından insana da küçük bir miktar vermesi. Külli aklından insana da cüzi bir miktar vermesi. Külli iradesinden insana cüzi bir miktar takdir etmesi gibi anlaşılırsa doğru anlaşılmış olur.



Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
83. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/02/10/islamoglu-tef-ders-hicr-014-4483/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder