30 Aralık 2010 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Bakara (234-248) (17)

“Euzübillahimineşşeytanirracim.”

“Bismillahirrahmanirrahim”


Sevgili dostlar dersimize bakara suresinin 234. ayeti ile devam ediyoruz.

234-) Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerûne ezvâcen yeterebbasne Bi enfüsihinne erbeate eşhürin ve aşra* feizâ belağne ecelehünne felâ cünâha aleyküm fiymâ fealne fiy enfüsihinne Bil ma'rûf* vAllâhu Bi mâ ta'melûne Habiyr;

İçinizden vefat edip de geride eşler bırakan kimselerin hanımları, kendi başlarına dört ay on gün beklerler. İddet (bekleme) sürelerini bitirdikleri zaman, artık kendileri hakkında meşru bir şekilde yapacakları hareketten size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.(e.m.)

Sizden vefat edenlerin geriye bıraktıkları eşleri dört ay on gün beklerler (yeniden evlenmek isterlerse). Sürenin sonunda onların örfe göre yaptıkları davranışta (başkasıyla evlenmesinde) bir suç yoktur. Allâh tüm yaptıklarınızın oluşturucusu olarak Habiyr'dir. (A.Hulusi)

Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerûne ezvâcen yeterebbasne Bi enfüsihinne erbeate eşhürin ve aşra İçinizden vefat edipte geride eşler bırakan kimselerin eşleri yeterebbasne Bi enfüsihinne kendilerini gözetlesinler. Ne kadar? erbeate eşhürin ve aşra 4 ay 10 gün kendilerini gözetlesinler.

Tabii böyle bir ayet-i Kerimeyi anlamamız için sadece ne dediğini bilmemiz yetmez. Ne demek istediğini de bilmemiz lazım. Bir söz sadece kelimelerinden müteşekkil değildir. O sözün bir de arka planında söylenmek istenilen bir hakikat vardır. Onunla birlikte düşünüldüğünde sözler anlam kazanırlar. Kendi bütünlüğü içinde anlaşılırlar ve bağlamına göre yorumlanırlar. İşte bu ayetin de gerçek anlamını bilebilmek için öncelikle arka planı bilmek gerekiyor.

Şunu hemen ifade etmeliyim ki geçen dersimizde de işlediğimiz boşanmakla ilgili, özellikle boşanan ailelerde hanım tarafını ilgilendiren bir takım hükümler zikredilmişti. Neden hanım? Oysa ki boşanan ailede bir de erkek var. Kadın, özellikle o dönemde boşanan hanımlar, dul hanımlar hiçbir hakka sahip değildi. Boşanan hanım adeta diri diri öldürülüyordu, ölüme mahkum ediliyordu. Sahipsizdi, kimsesizdi, hiçbir şey verilmiyor, kocasının servetinde hiçbir paya sahip olmuyordu. Bazen çoluk çocuğuyla sokağa terk edilebiliyordu.

Bu ayeti iyi anlamamız için İla bahsinde açıkladığım gibi ila konusunda Araplarda cari olan kötü geleneği hatırlayacaksınız. Bir erkek hanımı yemin ile mevkuf tutuyor, yani mahpus tutuyordu. Ne boşuyor, ne bir başkası alabiliyordu. Ne de onu hanım olarak onunla birlikte oluyordu. Yani o iki arada bir derede dedikleri türden kala kalıyordu.

Bu bahiste de, bu ayette de böyle kötü bir geleneğe işaret var, o da şu. Kocası ölen bir hanım bir yıl Arap geleneklerine göre yas tutmak zorunda bırakılıyordu. Yine mahkum ediliyordu. Ne dışarı çıkabiliyor evinden, ne süslenebiliyor, hatta ona dünürcü bile gelemiyordu. Bir başkasıyla evlenemiyordu. Çünkü gelenekler bunu yasaklıyordu. Gelenekler kadını mahkum ediyordu.

İşte kadının bu mahkumiyetine son vermek için Kur’an yeni bir hüküm getiriyordu. O da kocası vefat etmiş bir kadın hiçbir zaman bir başkasının mahkumu değildir. Özgürce karar verebilir. Onun özgürce karar vermesinin önüne kimse geçemez. Onun bekleme süresi sadece ve sadece 4 ay 10 gündür.

Neden bu müddet? Bu müddetin hikmeti nedir? O da bir nesil kargaşası olmasın içindir. Çünkü bu süre zarfında o günün şartlarında hamile olup olmadığı bilinememektedir. Herkes tarafından görülecek bir süredir bu. Onun içinde 4 ay 10 gün vefat eden kocasından eğer bir çocuk sahibi olmuşsa bu süre içerisinde elbette bu çevresi tarafından görülüp bilinecek ve çocuğun babası belli olacaktı. Bir nesil kargaşası ortaya çıkmaması için bu süre konulmuş oluyordu.

feizâ belağne ecelehünne felâ cünâha aleyküm fiymâ fealne fiy enfüsihinne Bil ma'rûf Belirlenen sürenin sonuna ulaşıldığında o kadınların yani kocası vefat eden ve dul kalan kadınların kendileri hakkında verecekleri kararı, herhangi bir kararı yerine getirmelerinde, meşru olarak yerine getirmelerinde sizin için herhangi bir günah yoktur. Size bir vebal yoktur.

İşte biraz önce vurguladığım insanın karar verme özgürlüğüne Kur’an ın saygısını görüyoruz. Bir kadının, kocası vefat etmiş dul kalmış bir kadının kendi geleceği hakkında karar verme hakkını Kur’an ona teslim ediyor. Tabii bunu teslim ettiği tarihte kadınlar, özellikle dul kalan kadınlar adeta toplum içerisinde diri bir ölüden farksız, yaşayan bir ölüden farksız hale geliyordu. Onu düşündüğünüzde Kur’an ın medeni olarak ne büyük bir devrim yaptığını anlarsınız. Medeni hukukta cidden bundan 1400 yıl öncesinin şartlarında bu kurallar bir devrim sayılmalı.

Neden devrim sayılmalı? Çünkü bu kurallar o dönemdeki hem erkek egemenliğine yöneltilmiş bir tehdit, hem de o dönemde cari olan sistemin temeline konulmuş bir dinamittir. O gün erkek merkezli, erkek egemen toplum aynı zamanda kadını mahkum ve mahpus ederek kendi zevkinin, kendi neş’esinin, kendi basit duygu ve tutkularının esiri olarak kullanıyor. Kadını kendisi ile eşit bir varlık olarak algılayamıyor.

İşte Kur’an ın asıl yaptığı devrim budur. Onun için de kadını erkeğe, seninle eşit bir varlıktır, sen nasıl haklara sahipsen, o da öyle haklara sahiptir duygusunu vermeye çalışıyor. Burada bir kadının kendi lehinde alacağı meşru kararlarda kimsenin engel olamayacağı söyleniyor.

Bil ma'rûf deniliyor. Bu Bil ma'rûf makul ve meşru manasına gelir. Bir kadın kendisi için eğer makul ve meşru olan bir karar veriyorsa buna velisi de dahil kimse engel olamaz.

vAllâhu Bi mâ ta'melûne Habiyr; ve ayet bu cümle ile bitiyor. Allah iyi bilin ki, veya çünkü, veya zira Allah yaptığınız her bir şeyden haberdardır.

Tabii ki bu son cümlenin muhatabı hem kadınlardır. Hem kadınlara engel olan velilerdir ve hem de kocalardır. Eğer kocalar vefat etmeden önce kadınlarına; Ben ölürsem evlenmeyeceğine yemin et..! Gibi bir şey söylüyorlarsa, ki o günde mümkündü, bugün de doğru bir şey yapmış olmazlar bu ayete göre. Ama eğer aralarındaki sevgi bağı kıyamete kadar sürsün ve kimseyi bu bağa sokmayalım. Bu bağı kimse ile kesmeyelim diyorlarsa bu tamamen kendi özgür iradeleri ile veya hanımın, dul kalan eşin kendi özgür iradesi ile vereceği bir karar olmalıdır. Daha önce kocanın maddi ya da manevi baskısıyla alınan bir söz ya da ettirilen bir yemine dayalı olmamalıdır. Eğer böyle bir şey varsa Allah bundan haberdardır deniliyor.

235-) Ve lâ cünâha aleyküm fiymâ 'arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi ev eknentüm fiy enfüsiküm* alimAllâhu enneküm setezkürûnehünne ve lâkin la tüvâ'ıdûhünne sirran illâ en tekulû kavlen ma'rûfa* ve lâ ta'zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblüğal Kitâbu eceleh* va'lemu ennAllâhe ya'lemu mâ fiy enfüsiküm fahzerûh* va'lemû ennAllâhe Ğafûr'un Haliym;

Böyle kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya gönlünüzde tutmanızda size bir vebal yoktur. Allah biliyor ki siz onları mutlaka anacaksınız. Fakat meşru bir söz söylemekten başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan iddet sona erinceye kadar da nikâh akdine azmetmeyin (kesin karar vermeyin). Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir. Öyle ise O'nun azabından sakının. Yine bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşaktır. (e.m.)

(Bekleme sürecindeki) kadınlara evlenme isteğinizi hissettirmenizde veya içinizde saklamanızda bir suç yoktur. Allâh bilir ki sizin onlara meyliniz olacaktır. Fakat örf dışında, gizlice beraberliğe yeltenmeyin. Bekleme süresi doluncaya kadar nikâh bağını kurmayın. Bilin ki Allâh bilinçlerinizdekini bilir; bundan dolayı O'ndan sakının. Bilin ki Allâh Ğafûr'dur, Haliym'dir. (A.Hulusi)

Ve lâ cünâha aleyküm fiymâ 'arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi Böylesi kadınlar ki toplumsal bir olgudur bu boşanma,

- Boşanma Allah’ın en sevmediği helaldir..! Buyuruyor Resulallah efendimiz.

Ama vakıadır. Hayatın doğal gerçeklerin İslam yasaklamamıştır, ancak onları müspet yöne kanalize etmiştir. Onları kurallara bağlamıştır. İşte bu kurallardan bir kaçını zikrettikten sonra şimdi böyle bir kadının durumu ne olacak. Boşanmış dul bir hanımın durumu ne olacak. Bu böyle kaka kalacak mı. Bir çok kadim medeniyette olduğu gibi, örneğin kocası vefat eden kadını eski Hint’te kocası ile birlikte gömerlerdi. Çok ilginç.

Ve bu, biliyor musunuz, bu yy.da kaldırılmaya çalışılıyor, hatta geçen yıl böyle bir olay Hindistan’da yine vuku buldu ve birtakım insan hakları örgütleri ayaklanmıştı bunun üzerine. Düşünün bu güne kadar gelen bir gelenek, diri diri kocasıyla birlikte kocası ölen kadını diri diri mezara gömüyorlar. Evet, böyle bir geleneğin bu güne kadar gelen böyle bir geleneğin bir tarafa konulması durumunda, bundan 1400 yıl önceki dünyada bu ayetlerin ne anlama geldiğini daha iyi anlarsınız diye düşünüyorum.

Ve lâ cünâha aleyküm fiymâ 'arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi Böyle bir durumda sizin için bu tür kadınlara evlenme teklif etmenizde, yani, evlenme teklifi demeyelim buna. Çünkü fiymâ 'arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi buyuruluyor. Evlenme ima etmenizde. Benimle evlenir misin demeyi uygun bulmuyor Kur’an böyle bir durumda. Kocası ölmüş, iddet bitmemiş ne yapabilir? Ben evlenmeyi düşünüyorum diyebilir. İma edebilir. Ama teklif edemez. İma eder. Onun için ima etmenizde bir beis yoktur diyor bir mahsur yok.

ev eknentüm fiy enfüsiküm ya da böyle bir durumdaki hanıma karşı içinizde onunla evlenme isteği duymanızda bir beis yok. Yani bunu içinizde gizlemenizde bir beis yok. Sizin için herhangi bir günah yok bu konuda. alimAllâhu enneküm setezkürûnehünne Allah iyi biliyordu, sizin gelecekte ona evlenme teklif edeceğinizi Allah çok iyi biliyordu. Onun için Allah biliyor, bunu içinizde gizlemenizde, ya da ona ima etmenizde size herhangi bir günah yok.

ve lâkin la tüvâ'ıdûhünne sirran illâ en tekulû kavlen ma'rûfa Duygularınızı gizlice açmak yerine, yine de onlarla meşru yöntemlerle konuşun.

Kur’an ın sosyal ilişkilerde getirdiği o harika ilkelere bakın. Medeni ilkelere bakın. En medeni ilişkiler nasıl olur? Oradan yola çıkarak Kur’an ın bu getirdiği ilkeyi tartın. Göreceksiniz ki gerçekten de ilişkinin en saf, en sade, en temizi nasılsa onu teklif ediyor Kur’an. İçten pazarlık yapmayın, bir takım dil oyunlarına sapmayın, yanlış anlaşılacak bir takım yollar denemeyin. Etraf ve çevrede belki size laf gelmez ama evlenme teklif ettiğiniz insanın da şeref ve haysiyetini düşünün. Onun için de bir takım yer oyunlarıyla değil, medeni insanlar gibi yapın bu işi. Eğer samimi iseniz. Nasıl yapın?

ve lâkin la tüvâ'ıdûhünne sirran illâ en tekulû kavlen ma'rûfa Yine de duygularınızı gizlice açmak yerine onlarla meşru yöntemlerle konuşun. Diyaloga geçin.

ve lâ ta'zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblüğal Kitâbu eceleh Yazılı olan belirlenen süre doluncaya kadar onlarla nikah bağını kesinlikle bağlamayın. Düğümlemeyin. Yani son sözü söylemeyin bu süre doluncaya kadar.

va'lemu ennAllâhe ya'lemu mâ fiy enfüsiküm fahzerûh ve şunu hiç unutmayın ki Allah içinizde ne taşıyorsanız onu çok iyi bilir. Kalbinizden geçirdiklerinizi. İyi bilir. Fahzerûh o halde O’ndan sakının.

va'lemû ennAllâhe Ğafûr'un Haliym; Ve yine iyi bilin ki, yani Allah sizin içinizden bir şeyler geçireceğinizi yine de biliyor. Yani içinizin dürüst durmayacağını biliyor. Onun için yine iyi bilmeniz gereken bir şey var bu noktada o da Allah’ın bağışlayan bir Allah olduğu ve haliym bir Allah olduğunu. va'lemû ennAllâhe Ğafûr'un Haliym; yani cezalandırmakta acele etmeyen, süre tanıyan, kuluna mümkün olduğu kadar yumuşak davranan, hoş görülü davranan bir Allah olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın.

Yani, şuna bakın, Kur’an ın davet ettiği dengeye bakın. Denge buna derim işte. Bi,r tarafta “O halde ondan sakının” diyor Fahzerûh hemen arkasından da yine unutmamanız gereken bir şey Allah’ın affedici ve cezalandırmakta acele etmeyen bir Allah olduğudur. beynel havfi vel reca Korku ile ümit arasında. İnsanı bir sarkaç gibi götürüp getiriyor. Ne hep korkutuyor, ne hep umutlandırıyor. Bir korku bir umut. İşte duygunun dengede olması budur.

236-) Lâ cünâha aleyküm in tallaktümün nisâe mâ lem temessûhünne ev tefridû lehünne feriydaten, ve metti'ûhünn* alel mûsi'ı kaderuhû ve alel muktiri kaderuh* metâ'an Bil ma'rûf* Hakkan alel muhsiniyn;

Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız (bunda) size bir vebal yoktur. Şu kadar ki onlara (mal verip) faydalandırın. Eli geniş olan hâline göre, eli dar olan da haline göre ve güzellikle faydalandırmalıdır. Bu, iyilik yapanlar üzerine bir borçtur.(e.m.)

Eğer kendileriyle yatmadan veya mehr tespit etmeden önce boşarsanız size bir suç yoktur. Onları faydalandırın. İmkânları geniş olan, kapasitesince, imkânları dar olan da kendi ölçüsünde örfte olduğu üzere faydalandırmalıdır (boşanan eşlerini). İhsan ediciler üzerine bir görevdir bu. (A.Hulusi)

Lâ cünâha aleyküm in tallaktümün nisâe mâ lem temessûhünne ev tefridû lehünne feriydaten, Yine sizin üzerinize kendilerine henüz dokunmadığınız, ya da bir mehir tespit etmediğiniz kadınları boşamanızda bir günah yoktur. Bir vebal yoktur.

Şimdi yeni bir konuya girdik. Aynı konunun yeni bir varyantı. Yukarıdan itibaren boşanmış hanımların, farklı farklı durumda olanların hükümlerini zikrediyor Kur’an. Burada da gerdeğe girilmemiş ve kendilerine bir mehir tespit edilmemiş hanımların boşanmasının hükmü nedir diye sorulursa eğer, o sorunun cevabı var.

4 tür seçenek var.

1 – Gerdeğe girilmiş ve mihir tespit edilmiş hanımların boşanmasının hükmü.

2 - Gerdeğe girilmemiş lakin mihir tespit edilmiş hanımların boşanmasının hükmü.

3 - Gerdeğe girilmiş lakin mihir tespit edilmemiş hanımların boşanmasının hükmü ki bu daha sonra gelecek,

4 - Gerdeğe girilmemiş, mihir de tespit edilmemiş ve buna rağmen boşanmış hanımların hükmü.

Bu dört durumun dördünün de cevabı var Kur’an da. İşte burada gerdeğe girilmemiş ve mihir de tespit edilmemiş hanımlar boşanırsa ne lazım gelir. Şimdi devam ediyoruz.

ve metti'ûhünn Burada tamamlayıcı bilgi geldi. Ne ki bu durumda dahi onlara destek olun. Yani onlara bir takım hayati ihtiyaçlarını karşılamak suretiyle destek olunuz.

alel mûsi'ı kaderuhû ve alel muktiri kaderuh Harika bir denge yine. Eli geniş olan elinde ki servet miktarınca versin, eli dar olan da yine gücü yettiği kadar versin. Ona makul bir biçimde destek olun, böyle boşanmış hanımlara. metâ'an Bil ma'rûf makul bir biçimde geçimlik tedarik edin. Geldi;

Hakkan alel muhsiniyn; Bunu yapmak Allah’ı görür gibi iman edenlerin üzerine bir vazifedir, görevdir.

Neden böyle meallendirdim muhsiniyn’i, Çünkü muhsiniyn Resulallah’ın dilindeki anlamı budur. Mel İhsan diye sorulunca Resulallah’ın verdiği cevapta;

- Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Evet,

- En Ta’bu dallahe ke enneke terahu. Feinlemte kün terahü feinnehu yerake. Allah’ı görür gibi kulluk etmen.

Her ne kadar sen onu görmüyorsan da diyor arkasındaki açıklamada O seni görüyor. Bu bilinçle yaşaman, bu bilinçle hareket etmen. Ben de ayetteki muhsiniyn kelimesini peygamberin tefsiri ile açıkladım. Allah’ı görür gibi yaşayanlar ve kulluk edenler üzerine bu bir haktır, vazifedir.

237-) Ve in tallaktümûhünne min kabli en temessûhünne ve kad feradtüm lehünne feriydaten fenısfü ma feradtüm illâ en ya'fûne ev ya'fuvelleziy Bi yedihi ukdetün nikâh* ve en ta'fû akrabu littakvâ* ve lâ tensevül fadle beyneküm* innAllâhe Bi mâ ta'melûne Basıyr;

Eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse bağışlarsa başka. Ey erkekler! sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazileti unutmayın şüphesiz ki Allah, her ne yaparsanız hakkiyle görür.(e.m.)

Kendilerine bir mehr tayin ettikten sonra, onlarla yatmadan önce boşamışsanız, karar verdiğiniz mehrin yarısını kendilerine verin. Ancak kendileri veya nikâh akdi vekîlleri vazgeçerse bu haktan, o başka. Sizin (mehrin tümünü ona) bağışlamanız ise takvaya daha uygundur. Birbirinize faziletli davranmayı unutmayın. Muhakkak Allâh yaptıklarınızı Basıyr'dir (değerlendirmektedir). (A.Hulusi)

Ve in tallaktümûhünne min kabli en temessûhünne ve kad feradtüm lehünne feriydaten Bir başka şık geldi bu seferde. Boşanmada bir başka şık. Nedir o da; Dokunmadığınız, yani gerdeğe girmediğiniz ve fakat mihirlerini tespit ettiğiniz. Mihirleri tespit edilmiş, lakin gerdek vuku bulmamış, bu halde boşadığınız hanımlara, fenısfü ma feradtüm tespit ettiğiniz mihir bedelinin yarısını veriniz. Evet, tespit edilen mihir bedelinin yarısı, bu durumdaki boşanmış hanımlarındır.

illâ en ya'fûne ev ya'fuvelleziy Bi yedihi ukdetün nikâh Ancak, onların bundan vazgeçmeleri ya da nikah bağını ellerinde tutan kimselerin vazgeçmeleri, bundan müstesna. Yani ya boşanan eşler; Hakkımdan vazgeçiyorum derler ya da nikah bağını elinde tutan kimselerden kasıt herhalde o dönemde yaşı küçük ya da mümeyyiz olmadan evlendirilen kimselerin velileri, vasileri kastedilmekte. O kimselere ifade edilen şey şu; siz de vazgeçebilirsiniz.

Lakin hemen ayetin devamında bir başka tavsiye var. ve en ta'fû akrabu littakvâ Boşayan kimselere sesleniyor.

- Ey boşayanlar, sizin vazgeçmeniz takvaya daha uygundur. Çünkü aslında akdi bozan sizsiniz. Sizin vazgeçmeniz yani fedakarlıkta bulunmanız sorumluluk bilincinize daha uygundur.

ve lâ tensevül fadle beyneküm Birbirinize karşı fedakarlık yapmanız gerektiğini kesinlikle unutmayınız. Çünkü siz boşansanız da iman kardeşisiniz. Unutmayın ki müminler kardeştir ve bu noktada faziletli davranmak, karşınızdakine fedakarca davranmak size düşer. Bunu unutmayın.

innAllâhe Bi mâ ta'melûne Basıyr; Allah yaptığınız her bir şeyi görmektedir.

Medeni hukukun temel problemlerinden biri olan boşanma ile bunca ayet serdedildikten sonra, sanki hiç alakası yokmuş gibi duran bir konuya giriyor Kur’an. Bam başka bir konuya. Aslında bu Kur’an ın üslubudur. Üslubu vardır bunun.

Bu konu namaz konusu. Diyeceksiniz ki boşanma ile ilgili bunca ayetin arasına namazla ilgili böyle iki ayet neden girmiş? Sebebi şu; Hayta, gündelik hayatta yaptığınız her bir işin temelinde şuur olmalı, bilinç olmalı. Yani bir gayesi olmalı. Kulluk bilincinizi hiç aklınızdan çıkarmamalısınız. Eğer amaç aklınızdan çıkarsa, araçları amaçlaştırırsınız. Onun için de Kur’an burada böyle bir konuyu işledikten hemen sonra insanın kulluk bilincini diri tutan en birinci ibadet olan namaza sözü getiriyor. Ve gayeyi hatırlatıyor, hayatın gayesini hatırlatıyor. Hayatın amacını hatırlatıyor.

Yukarıda, hemen bir önceki ayette, tefsir ettiğimiz ayette fedakarlıktan söz edildi değil mi? Vazgeçmekten söz edildi. Karşısındakine ihsanla muamele etmekten söz edildi. Ve Allah yaptıklarınızı görmektedir denildi. İşte herkesin yaptığını bir bir gören Allah’ı karşısında kulun sorumluluğu hatırlatılıyor. Çünkü ibadet, kulun Allah’a karşı acziyyetini itiraftır.

Bu noktada ahlaki ilkeler insanda nasıl yerleşir, ne suretle yerleşir, yani bunu yapmak için, bu fedakarlığı yapmak için nasıl bir insan olmak gerekir ve neye sarılmak gerekir sorusunu sorarsanız; Ey müminler işte size şu yol gösteriyor;

238-) Hafizû ales Salevati ves Salâtil Vüsta ve kumu Lillahi kanitiyn;

Namazlara ve orta namaza devam edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun.(e.m.)

"Salât"lara (namaz - Allâh'a yöneliş), özellikle orta "salât"a (ikindi - şuurda her an bunu yaşamaya) dikkat edin. Kanitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allâh için yaşayın. (A.Hulusi)

Hafizû ales Salevati ves Salâtil Vüsta namazlarınıza, özellikle de, en ideal namazı kılmaya özen gösterin. Gayret edin diyor. Aslında bu bir sorunun cevabı. Biraz önce sordum o soruyu. Ya Rabbi ben bu kadar güzel bir ahlaka, fedakarlık yapacak bir ahlaka, benim iken vazgeçebileceğim bir ahlaka, bir şey benim olduğu halde, olsun kardeşimin olsun diyebileceğim güzel bir ahlaka nasıl kavuşurum sorusunu soruyorsanız eğer diyor, ben size cevabını vereyim.

Hafizû ales Salevati ves Salâtil Vüsta Namazlarınıza, özellikle de en ideal namazı kılmaya özen gösterin, gayret edin.

Hafizû fiili müşareket (İkili tarafın da isteğini bildiren fiil) için kullanılır. Mutalla (Yaldızlanmış, yaldızlı.) babındandır. Yani iki taraf arasında kullanılır. Bu bab’tan gelen tüm fiiller iki tarafa ihtiyaç duyar. Peki burada iki taraf mı vardır ki diyeceksiniz..! Evet bir kere namazda iki taraf vardır. Namaz kılan, namaz kılınan. Allah ve kul. Ondan öte bir nüktesi daha var bu müşareket fiilinin. Siz namazı koruyun ki, namaz da sizi korusun. Siz namazı gözetin ki, namaz da sizi gözetsin.

Hafizû fiili dedim müşareket içindir. Mutaale bab’ından gelen fiiller müşareket, isneyn veylinden müşareket içindir yani, mesela katl savaş, karşılıklı bir fiil. Evet. Şarekum ortaklaşın, el birliği yapın gibi. İşte bu Bab’tan gelen fiillerdir bu da. Onun için bunun manası şu olsa gerek dedim; Siz namazı koruyun, namaz da sizi korusun. Siz namaza hürmet edin, siz namazın hakkını verin, namaz da size karşılığını versin.

Daha önce farklı meselelere değinmiştim. Vahiy; Allah’tan kula bir iletişim, ibadet, vahyin kuldan Allah’a geri dönüşü. Adeta vahiy ve ibadet, kulla Allah arasındaki iletişimin süreklilik halidir. Allah’tan kula vahiy biçiminde gelen mesaj, kuldan Allah’a ibadet biçiminde gidiyor. Vahiy Allah’ın kula mesajı, ibadet kulun Allah’a mesajıdır. Vahiy Allah’ın kula haberi, ibadet kulun Allah’a haberidir. İşte adeta bu da işaret ediliyor.

Siz namazı koruyunuz, namaz da sizi korusun. Hatırlayın, hemen hatırlayın Kur’an ın o ifadesini;

“..innes Salâte tenha anil fahşai vel münker..” Ankebut/45

Hiç kuşkusuz namaz insanı kötülüklerden ve aşırılıklardan koyar.

Görüyorsunuz. Yani siz namaza ehem niyet gösterin, namaz da sizi korusun. Karşılıklı namazla çıkar ilişkiniz var. Onun için Hafizû ales Salevati Namazları gözetin. Ki namazlar da sizi gözetsin. ves Salâtil Vüsta özellikle ideal olan namazı gözetin.

Şimdi tabii bu meal de nereden çıktı diyebilirsiniz. Elimizde ki meallerde böyle yazmıyor. Orta namazı yazıyor. İkindi namazı yazıyor. Onlar da kendilerine göre doğru diyebilirim. Ancak benim acizane son ulaştığım en doğru burada kastedilen şey; En ideal namazdır.

Bu ibareyi, Salâtil Vüsta yı ikindi namazı diye tefsir eden bir çok müfessir var. Niçin Çünkü Resulallah’san hadisler gelmiş bu konuda. Özellikle hendek savaşında müşriklere beddua ederken Resulallah;

- Allah onları kahretsin, Onlar bize orta namazını geçirttiler..! Diye beddua etmiş.

Bunu destek olarak gösteren bu görüşteki müfessirler bu Salâtil Vüsta ikindi namazıydı diyorlar. Ancak bu konuda eş-Şevkânî, Neylü'lEvtâr isimli o mükemmel eserinde 18 tane ayrı görüş zikretmiş.

Yine aynı tefsir kitaplarında bu namazın sabah namazı olduğu da geçer ve o konuda da hadisler zikredilir.

Öğle namazı olduğunu söylüyorlar. Çünkü Vüsta nın bir manası orta, en orta demektir. Evsat kelimesinin müennesidir bu Vüsta. Yani ismi tafdilin müennesi böyle gelir. Onun için de en ortada ki..! Şimdi en ortadakinden maksat nedir?

5 vakit namazı düşünenler en ortadaki olarak ikindiyi düşünmüşler.

Ancak günün ortasını, yani günü düşünenler, günün ortasındaki namaz olduğu için öğleyi düşünmüşler.

Rekat olarak orta diyenler olmuş birçok müfessir, onlar da akşam namazı Salâtil Vüsta dır demişler. Çünkü ne 4 ne 2 farzı. 3 olduğu için onlarda akşam namazıdır demişler.

Yatsı namazı diyen görüş var. Onlar da eşit miktarda delilleri.

Sabah namazı diyen var, öğle namazı diyen var, Cuma namazı diyen var, Kurban bayramı namazı diyen var, ramazan bayramı diyen var, gece namazı diyen, vitir namazı diyen var. Yani 18 görüş var.

Tabii ki bendenize göre bunlardan hiç birisi. Burada kastedilen; Namazlarınıza özen gösterin, ama özellikle tüm namazlar bir namaz içindir diyor. Her namaz bir namaz içindir. En ideal namazı kılmaya özen gösterin. Çünkü Vüsta kelimesinin sözlükteki en temel anlamı ideal demektir. En ideal. En güzel, mükemmel, eftal manalarına gelir sözlükte. En eftal olan namaz. En mükemmel olan namazı, en güzel namazı kılmaya gayret edin.

Şöyle ayet üzerinde sıkıca durduğunuzda bu manayı ayet size zaten veriyor. Kaldı ki Said bin Müseyyib gibi tabiinden bazı ulema ve yine sahabe içerisinden bazıları;

- Bu hiçbir vakit namazı değildir, 5 vakit namazın 5 i de buna girer. Demişlerdir.

Aslın bu bir tür benim söylediğim şeye delalet eder. Yani herhangi bir vakit değildir. Zaten bu noktada Razi’de sözü toparlarken özetle diyor ki;

- Hepsi de birbirine benzer, hiç biri diğerinden daha üstün değildir bu görüşlerin. Diyor.

Bu aslında şu demektir: Doğru bu kadar fazla olmayacağına göre bunların daha üstünde bir şey olsa gerek. O da bendenizin söylediğidir diyorum ve Salâtil Vüsta en ideal namaz. Bu sabahta olur, öğlede olur akşamda olur. Ki bunu destekleyen rivayetler var. Taberi’de de görmüştüm bunu diğer tefsirlerimde var,

- Allah nasıl kadir gecesini ramazanın içinde gizlediyse, nasıl dostlarını insanlar içinde gizlediyse, nasıl icabet anını Cuma içerisinde gizlediyse duaya icabet anını aynen onun gibi de en ideal namazı namazlar içinde gizlemiştir. Siz onu arayın, acaba bunu ideal kılabilir miyim, acaba şu namazda ideal kılabilir miyim, olabilir miyim, durabilir miyim diye düşünün ve her namazınız Allah’a bir adım daha yaklaştırsın.

Aslında Salâtil Vüsta mirac olan namazdır. Hangi namaz mirac oldu, o namaz Salâtil Vüstadır. Hangi namaz sizi Allah’la buluşturdu, o namaz Salâtil Vüstadır.

ve kumu Lillahi kanitiyn; Evet, gönülden bir bağlılıkla Allah’ın huzurunda durun. Ayet böyle bitti. Ki bu bitiş biraz önceki tefsire de uygun. Gönülden bir bağlılıkla Allah’ın huzurunda kanıtsız ve ivazsız, yürekten durun. Çünkü namaz kalbi bir eylemdir öncelikle. Namazın fiiliyle fiziki boyutu, kalbi boyutunu takviye içindir. Aslolan kalbi olan kısmıdır. Onun için de kalbin işin içinde olmadığı bir namaz, namaz olmaz.

İşte burada da kastedilen bu. ve kumu Lillahi kanitiyn; Gönülden bir bağlılıkla Allah’ın huzurunda kıyama durun. Gönülden bir bağlılıkla.

Yani şunu yapmayın, etinizi kemiğinizi Allah’ın huzuruna bırakıp a zihninizle, kalbinizle dışarıda dolaşmaya gitmeyin. Başka işler görmeyin. Alış verişe çıkmayın. Eşinizle kavga etmeyin, çocuklarla kavga etmeyin namazın içinde. Namazdayken namazda olun.

Yani yüreğinizin yanında cesediniz, cesedinizin bulunduğu yerde de yüreğiniz ve kafanız olsun. Öncelikle namazı yüreğinize ve kafanıza kıldırın. Onlar da namaz kılsınlar o zaman mirac olur namaz. İşte ves Salâtil Vüsta budur. İdeal namaz budur. İnsanın bedeni, aklı, fikri, muhayyilesi, zihni, kalbi, duygusu tüm bedeniyle birlikte kıldığı namazdır namaz.

239-) Fein hıftüm fericalen ev rükbana* feizâ emintüm fezkürullahe kema allemeküm ma lem tekünu ta'lemun;

Eğer bir korku hâlindeyseniz, yaya veya binekli olarak giderken kılın, (korkudan) emin olduğunuz zaman da böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin (namazlarınızı yine her zamanki gibi huşû ile kılın).(e.m.)

Sizi korkutacak tehlike söz konusu ise yürürken veya bineğiniz üstünde de (salâtı ikame edebilirsiniz)... Güvende olduğunuzda, bilmediklerinizi öğretenin öğretisince Allâh'ı zikredin (O'nun Esmâ'sının âlemlerde açığa çıkışını düşünün). (A.Hulusi)

Fein hıftüm fericalen ev rükbanen Namaz hayatın öyle gereğidir ki, öyle temelidir ki namazı, belli bir takım şartlar değişince, zora gelince bırakamazsınız. Eğer tehlikedeyseniz diyor Kur’an, Fein hıftüm eğer korkulu bir haldeyseniz, tehlikedeyseniz, durumunuz kritikse fericalen ev rükbanen yaya ya da binek üzerinde, herhangi bir araç üzerinde giderken de Allah’a karşı kulluk sorumluluğunuzu ihmal edemezsiniz. Etmeyin.

Yani namazın biçiminden bir takım terkler yapabilirsiniz, ama yüreğinizin Allah’a olan borcunu mutlaka eda etmelisiniz. Ama Allah’a karşı sorumluluğunuzu mutlaka eda etmelisiniz ama Allah’la verdiğiniz randevuya mutlaka yetişmelisiniz. Ayakta kılamadınız, oturarak kılabilirsiniz. Bir yere sefere gidiyorsunuz, gerçekten de şartlar sizi sıkıştırdı. Namazın biçiminden bir kaçını feda edebilirsiniz. Eğilemediniz, eğilemeden de kılabilirsiniz. Kalkamadınız, kalkmadan da kılabilirsiniz. Hatta oturamadınız, sandalyede de kılabilirsiniz. Ama mutlaka Allah’la randevunuza yetişmek zorundasınız. Çünkü bu sizin kulluk bilincinizin temelidir. Bunu geçemezsiniz, atlatamazsınız. Erteleyemezsiniz.

İşte burada hayatının en kritik durumu olan savaş örneği verilmiş. Fein hıftüm fericalen ev rükbanen Eğer hayatınızda gerçekten büyük bir tehlike belirmişse, savaş gibi ve mutlaka düşman karşısında olsanız dahi yine de ima ile, gözünüzle kaşınızla, ama yüreğinizden Rabbinize;

- Ya rabbi senden ilişkimi koparmadım. Demek zorundasınız. Namaz budur zaten.

feizâ emintüm fezkürullahe kema allemeküm ma lem tekünu ta'lemun; Eminliğe kavuştuktan sonra, artık tehlike geçtikten sonra, ya da o kritik durum bittikten sonra, size bilmediklerinizi öğreten Allah’ı kendi öğrettiği gibi anmaya devam edin. Burada ki fezkürullah dan kasıt namazı geri asli haliyle, biçimiyle kılmaya devam edin olduğu sanırım anlaşılıyor.

240-) Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerune ezvacen, vasıyyeten liezvacihim meta'an ilel havli ğayra ıhrac* fein haracne fela cünaha aleyküm fiy ma fealne fiy enfüsihinne min ma'ruf* vAllahu Aziyz'ün Hakiym;


İçinizden hanımlarını geride bırakarak vefat edecek olanlar, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet ederler. Bununla birlikte eğer kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında yaptıkları meşru bir hareketten dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(e.m.)

Vefat edenlerin geride kalan eşleri için, yaşadıkları evden çıkmaksızın bir yıla kadar geçimleri temin edilmek üzere vasiyet edilsin. Eğer evden kendileri ayrılırlarsa, kendi haklarını kullanmaları dolayısıyla, size bir sorumluluk yoktur. Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerune ezvacen, İçinizden herhangi biri vefat ederde geride eşler bırakırsa, burada da farklı bir boşanma biçimi, hanımların farklı bir formuna işaret ediyor Dikkat edin. Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerune ezvacen, içinizden kim vefat ederde geride eşler bırakırsa; vasıyyeten liezvacihim meta'an ilel havli ğayra ıhrac evet, bu da farklı bir durum. Geride bıraktıkları eşlerine tam bir yıl geçine bilecek şekilde kendi evlerinden çıkarılmaksızın, yani oturdukları kocalarının evlerinden çıkarılmaksızın bir yıl geçine bilecekleri kadar bir miktarı vasiyet etsinler diyor ayet.

Bunun, bu günkü toplumda dahi çok büyük bir önemi var. Kaldı ki o günkü toplumda. Düşünün, çocuksuz bir hanım kocasını kaybettiğinde, kocasının kardeşleri tarafından oturduğu evden kapı dışarı edildiğini düşünün. Daha kaybının ertesi günü. Acısına mı yansın, sevdiği eşini kaybettiğine mi yansın, sokağa bırakılışa mı yansın. Bugün bile geçerli olan bir probleme çözüm.

Onun için burada özellikle bu ayeti bazı müfessirler ki bazı değil, müfessirlerin çoğu 240. ayeti 234. ayetle aynı konuda saymışlar. Onun içinde tabii aynı konuda sayınca birini diğeriyle nesh etmek zorunda kalmışlar. Çünkü aynı konuda ama farklı farklı. Aynı konuda ittihaz edince bu sefer çelişki gibi gözüküyor. Çünkü içinizden ölüp te geriye eşler bırakanların eşleri 4. ay 10 gün beklesin deniyordu.

234. ayette. Şimdi burada ise 1 yıllık geçimlerini vasiyet edin deniliyor. Tabii ki evlerinden çıkarılmaksızın. Oturdukları kocalarının evinden çıkarılmaksızın. Oysa ki 234. ayetle, 240. ayetin konuları farklı. Oradaki ayet iddet müddetinden söz ediyor, burada ki nafakadan söz ediyor. Geçimden söz ediyor. Oradaki verilen müddet iddet müddetidir, farklı bir konu. Buradaki ise tamamen nafakadır. Eğer kocamın evinde kalacağım ben, bir müddet oturmak zorundayım, gidecek yerim yok, diyorsa hiç kimse onun elinden o evi alamaz. Öyle bir şey yapılamaz. Kaldı ki, eğer vefat eden koca böyle bir vasiyeti yapmasa dahi, bu vasiyet yapılmış addedilir.

Yani bu vasiyet, el vasiyyetün vacibe cinsindendir. Vacip vasiyet cinsindendir. Zorunlu vasiyettir. Onun için yönetici böyle bir vasiyeti yapılmış gibi hükmeder ve kimse kocasının geriye bıraktığı mirastan, dul kalan eşinin, eğer evde hala oturuyor, evde oturmasından maksat şudur. Evlenmemişse. Bir başkası ile evliliğe kalkmamışsa budur aslında burada kastedilen. Bir başkasıyla evlenmemişse 1 yıl onun geçimi kocasının bıraktığı mirastan temin edilmek zorundadır.

vasıyyeten liezvacihim meta'an ilel havli ğayra ıhrac Evet, kendi evlerinden çıkarılmaksızın.

fein haracne fela cünaha aleyküm fiy ma fealne fiy enfüsihinne min ma'ruf Eğer kendiliklerinden çıkarlarsa onların kendileri için aldığı kararları, meşru kararları, kendileri için aldıkları makul ve meşru kararları uygulamalarında sizin için her hangi bir vebal yoktur. Yani kendileri için evlenme kararını alırlar, giderler, evlenirler, bu durumda size bir vebal yoktur. Lakin bunun tersi bir durumda çıkarılamazlar. vAllahu Aziyz'ün Hakiym; Allah aziyzdir, Allah Hakiymdir.

Aziyz ve hakiym ismi ile bitmesi ayeti kerimenin, aslında konunun sonuna yaklaştık nedendir, tesadüfen değildir tabii, Çünkü burada müthiş bir toplumsal gelenek alt üst ediliyor. Siz yerleşik bir kuralın toplumdan kazılıp atılmasının ne kadar zor bir iş olduğunu tahmin edebilir misiniz..! İşte burada Allah adeta topluma şunu söylüyor.

Allah sizin yüzyıllardır uyguladığınız bu yanlışlıkları söküp atmaya kadirdir. Gücü yeter. Çünkü Aziyzdir. Ha..! soruyorsanız kendinize gelip te Allah’ı suçlamak yerine kendinizi suçlayacak kadar akıllı iseniz, bu sefer de şunu iyi bilin, hikmeti vardır. Sizin lehinizedir. Onun için iyisi mi Allah’ın emirlerinde hikmet olduğunu sizin lehinize olduğunu bilin ve öyle davranın, kabul edin.

241-) Ve lil mütallekati metaun Bil ma'ruf* Hakkan alel müttekıyn;

Boşanmış kadınlar için de meşru ve geleneğe uygun şekilde bir meta'(intifa hakkı) vardır ki verilmesi, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.(E.M.)

Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerini temin için nafaka alma hakkı vardır ki bu takva sahipleri için bir görevdir. (A.Hulusi)

Ve lil mütallekati metaun Bil ma'ruf

Şimdi tüm konuyu toparlayan bir ayet geldi. Bu ayet herhangi bir yaşanma konusuna özgü, yani şıklardan herhangi birini izah etmiyor. Tabii bizce. Onun için ayeti şöyle çevirmek çok daha doğru, Ve lil mütallekati metaun Bil ma'ruf meşru bir biçimde geçimlerini bu şekilde sağlamış olacaklar. Yani işte böylece yukarıda gelen hükümler neden gelmiştir diye sorarsanız Hanımlarda, boşanmış hanımlarda geçimlerini işte böyle sağlamış olacaklar.

Hakkan alel müttekıyn; Bu, sorumluluk bilincine sahip olan herkesin üzerine düşen bir görevdir. Diyor ve konuyu burada noktalıyor Kur’an.

242-) Kezâlike yübeyyinullahu leküm ayatihi lealleküm ta'kılun;

İşte akıllarınız ersin diye, Allah size âyetlerini böylece açıklıyor.(e.m.)

İşte Allâh sizler için yaşam kurallarını böylece açıklıyor ki belki akledersiniz. (A.Hulusi)

Diyerek te bitiriyor. İşte Allah ayetlerini size böylece açıklıyor lealleküm ta'kılun; Umulur ki siz aklınızı çalıştırır, kafanızı kullanırsınız. Allah’ın sizin lehinize getirdiği bu kuralları hayatınızda uygular ve mutluluğa kavuşursunuz.

243-) Elem tera ilelleziyne harecu min diyarihim ve hüm ülufün hazerel mevt* fekale lehümüllahu mutu sümme ahyahüm* innAllahe lezûfadlin alenNasi ve lâkinne ekseranNasi la yeşkürun;

Görmedin mi o kimseleri ki kendileri binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıktılar. Allah da kendilerine "ölün!" dedi, sonra da onlara bir hayat verdi. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı bir lütuf sahibidir. Fakat insanların pek çokları şükretmezler.(e.m.)

Ölüm korkusuyla yurtlarını terk eden binlerce kişiyi görmedin mi? Allâh onlara "Ölün" dedi; sonra da diriltti. Şüphesiz ki Allâh insanlara fazl sahibidir; ama insanların ekseriyeti değerlendirmezler (verilen nimeti). (A.Hulusi)

Elem tera ilelleziyne harecu min diyarihim ve hüm ülufün hazerel mevt Farklı bir konuya geçti, ama farklı bir konuya geçti derken alakasız bir konuya mı? Hayır..! İşte o değil. Farklı ama alakalı bir konuya geçti.

Hemen bir üstteki ayeti düşünün, son okuduğum ayeti;

Kezâlike yübeyyinullahu leküm ayatihi lealleküm ta'kılun; İşte Allah ayetlerini size böylece açıklıyor. Belki üzerinde kafa yorar, kafanızı kullanırda doğruyu bulursunuz.

Bu ayet hem yukarıyı görüyor, hem aşağıyı. Nasıl görüyor? Aşağıyı görüyor çünkü hadi gelin tarihe gidelim. Allah’ın ayetlerini dinlemeyenlerin, tutmayanların nasıl hale geldiğini görün.

Tarihten bir pencere açıyor. Belki bu pencere tarihten de değildir, geleceğin tarihindendir, onu da bilemiyoruz doğrusu. Onun için bir misal veriyor burada. İnsanı zamanın içine doğru çekiyor Kur’an burada ve gözünün önüne bir temsil getiriyor. O temsil de bu.

Elem tera diye başlıyor. Baksana, tam Türkçesi bunun bana göre bu olmalı. Baksana, görmedin mi? Manasına gelir kelime olarak harfiyen tercümesi. Lakin bu özellikle Tenebbüh (Aklını başına getirmek.) içindir, intibah (Uyanıklık, göz açıklığı) içindir. Yani uyarmak içindir. Karşısındakine bir ders vermek içindir. Onun içinde baksana, bilmiyor musun, şunun haberi sana gelmedi mi? Gözünle görmüş gibi farkında değil misin manalarına gelen Elem tera ile başlar bazı kıssalar. Biliyorsunuz Fil hadisesi de böyle anlatılıyordu.

Elem tera keyfe feale Rabbüke Bi ashabil fiyl; fiyl/1

Burada anlatılan daha farklı bir olay; Elem tera ilelleziyne harecu min diyarihim ve hüm ülufün hazerel mevt Binlerce, sayıları binlere bâli olduğu halde ölüm korkusuyla yurtlarından min diyarihim yurtlarından çıkanları görmedin mi. Şu yurtlarını terk edip ölüm korkusuyla sayıları binlerce olduğu halde yurtlarından çıkıp kaçan kimselere baksana. Bu adeta bir azar.

fekale lehümüllahu mutu sümme ahyahüm Allah onlara demişti ki ölün, belki de bu mutu biraz daha galiyz bir biçimde ifade edilirse, geberin. Çünkü onlar; Korkunun ecele faydası olmadığını bilmiyorlardı. Onlar ahlaki faziletlerini ölüm korkusuyla kaybettiler. Burada vurgu yapılan şey ölüm korkusu.

Sevgili dostlar, ölüme hazır olan bir kere ölür. Ölümden korkan her ölümü duyduğunda, gördüğünde ölür. Bu açlık korkusuna benzer. Aç olan doyar. Ancak açlık korkusu duyan, doyursanız da doymaz. Bu, buna benzer. Ölümden en çok korkanlar, ahirete imanı zayıf olanlar ya da inanmayanlar korkar. Çünkü ölüm onlar için bir bitiştir, tükeniştir. Ölüm bir bitiş olmayan, ölümün bir bitiş olmadığına inanan, hatta ölümün bir yeni başlangıç olduğunu bilen bir insan, eğer ahirete de hazırlıklı gidiyorsa, eğer Allah’la dostluğunu ilerletmişse o zaman şeb-i aruz diyebilir. Yani düğün gecesi. Kavuşma, buluşma günü. Ki Hz. peygamber;

- İlâ Rafıkıl âlâ..! Diyordu son sözü bu oldu.

Dostuma gidiyorum…!

Ölümle korkutabilir misiniz? Dostuma gidiyorum diye karşılayan birini ölümle korkutmak mümkün mü? Seni öldüreceğim deseniz ne ifade eder ona? “İyi..! Yap..!” demez mi. Onu kim ölümle korkutabilir ki.

İslam tarihinin büyük isimlerinden İbn. Temiyye ölümle tehdit edilir. Kendisini ölümle tehdit eden insana aynen şunu söyler.

- Öldürülmem şahadet, Hapsedilmem riyazat, sürülmem hicrettir. Bana düşmanlarım ne yapabilir ki..! Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum.

Cennetinizi yüreğinizde taşıyorsanız size ne yapabilirler ki. Ölümle korkutamadıkları insanlardan korkar onlar. Çünkü kendileri ölümden tir tir titriyorlar. Ölümden çok korkanlar, ölümden korkmayanlardan da korkarlar. Onun için müminden çok korkarlar müminlere karşı savaş açanlar. Çok korkarlar. Çünkü ölümden korkmayanı hiçbir şeyle satın alamazsınız. Ölümden korkmayana cennetten aşağı fiyat biçilmez. Cennetten aşağı fiyat biçilmez..! Cenneti veremediğiniz sürece de onu alamazsınız. Onun için şehidin mertebesi yüksektir. Onun için şehit İslam’da bunca büyük bir rütbeye haizdir.

fekale lehümüllahu mutu Allah onlara demişti ki ölün, ya da dediğim gibi biraz önce eğer bu ölün ibaresi eğer kahren söylenmişse; Geberin..! sümme ahyahüm sonra onları diriltti.

innAllahe lezûfadlin alenNasi ve lâkinne ekseranNasi la yeşkürun; Hiç şüphesiz Allah insanlık üzerine fazilet ve kerem sahibidir. ve lâkinne ekseranNasi la yeşkürun; Lakin, fakat insanların çoğu bunun farkında değiller.

Burada anlatılan ne diyeceksiniz. Burada anlatılanların ne olduğu konusunda bir çok spekülasyon yapılmış. Tefsirlerde uzun uzun, farklı farklı birbiriyle çelişen rivayetler var. Bunların hepsini topladığımda gördüm ki genellikle Talmut’taki hikayelere benzer bir İsrailiyyat gördüm. Ve hiçbirini de doğrulayan ne Kur’an da bir ayet, ne de sahih sünnette bir hadis var. Onun için ben hiçbirine girmiyorum. Kaldı ki Reşit Rıza, El Benna tefsirinde öyle diyor.

- Bu gibi Elem tera formuyla başlayan her kıssa, bizzat vakıi olmayabilir. Yani gerçekten geçmişte yaşanmış olması şart değildir. Temsili de olabilir. Yani alegorik, dramatik de olabilir. Yani bir dramatizasyon yapılıyor olabilir. Cenab-ı Hakk bize bir hakikati anlatmak için bir temsil getiriyor da, olabilir de.

Der ki bence yabana atılacak bir görüş değildir. Her ne kadar Kur’an da ki her kıssayı böyle dramatik temsili saymak çok tehlikeli bir görüşse de, Kur’an da ki bazı kıssalarında temsili olduğunu kabul etmek lazım. Onun için ille de geçmişte yaşanmış olması gerekmiyor. Kaldı ki burada ifade edilen, söylenmek istenen hakikat nedir, yani bu ayet hangi hakikati tefsir ediyor diye sorarsanız, açıkça söyleyeceğimiz; Ölüm korkusunun Ahlaki zaafa uğrattığı toplumları uyarıyor.

Yani bir toplum ki ölüm korkusundan dolayı ahlaki yükümlülüklerini yerine getirmiyor. Düşüne biliyor musunuz. Yani aman hayatıma ilişirler diye hakikati savunmuyor. Adaleti savunmuyor. Zulme karşı çıkmıyor. Birey ya da toplum fark etmez.

Bu ne demektir. Ahlaki sorumluluklarını yerine getirmiyor ölüm korkusuyla. Ölüm korkusu o toplumun ahlakını yok etmiş. Bu toplum ne hale gelir..! Bu toplumun sosyal ve ahlaki olarak sonu nedir? Ölümdür dostlar. Ölüm..! Yani toplumsal bir ölüm. Çözülüş, bozuluş. Yani bu toplum yaşamaz. Ölüm korkusundan dolayı ahlaki yükümlülüklerini yerine getirmeyen fertlerin oluşturduğu bir toplumun geleceği yoktur.

Oysaki insan bazen ahlaki yükümlülükler insana bazen ölüme götürebilir. Adalet duygusu insana can verdirebilir. Başkasına karşı yapılan haksızlığa karşı insan bazen canını ortaya koyabilir. Olması lazım belki de. Unutmayın bu yüzyılın en büyük düşünürlerinden olan Nietzsche, alman filozof Friedrich Nietzsche, çamura batmış bir arabacının atını kurtarmak için atın altına girdi ve o sebepten öldü. Çok ilginç değil mi..!

Ahlaki kaygı, bir at için bile insanın canını verdirebilir bazen. Öyle olabilir, mümkündür. Onun için sevgili dostlar burada ifade edilen şey tabii ki bizatihi yaşanmış bir olay var mıdır, bu konuda bize kadar gelmiş bir haber yok, sahi bir haber. Ancak kıyamete kadar baki olan bu ayetin mesajı; Ölüm korkusu sizin ahlaki sorumluluğunuzu yok saydırmasın. Ölüm korkusu ahlaki yükümlülüklerinizi bir kenara attırmasın. Herkes ölümden korkmaya başladığı, ölümden korktuğu içinde bu yükümlülüğü yerine getirmediği bir toplumda yaşanmaz. Çünkü bazen yaşamak için ölünür.

Öyle diyordu ya Atilla İlhan bir şiirinde; Ölelim yaşamak için var ya..! Bazen yaşamak için ölünür. Ki şehit, yaşamak ve yaşatmak için ölür. Başkaları hayat bulsun diye ölür. Başkaları manevi ölümden, manevi bir dirilişe girsin, manevi bir dirilişi yaşasın diye kendi canını feda edebilir şehit.

Onun için sevgili dostlar bunu da böyle anlayacağız.

ekseranNasi la yeşkürun; Yine dikkatinizi çekerim.

ve lâkinne ekseranNasi la yeşkürun; Lakin diyor insanların çoğu Allah’a nankörlük yaparlar. Şükretmeyerek nankörlük yapmaktır.

Kur’an da bu form 3 yerde gelir. Yani insanların çoğu diye başlayan form. Hatta 18 tanedir. Böyle formla gelen ayet sonu 18 cümledir. Bunlardan bir tanesi;

ekseranNasi la Ya’lemun diye gelir. Yani insanların çoğu cahildir. Bilmezler diye gelir. 3 tanesi ekseranNasi la yeşkürun diye gelir. İşte burada olduğu gibi. Diğer 3 tanesi de ekseranNasi la Yu’minun diye gelir. la Ya’lemun, la yeşkürun, la Yu’minun. Cahildirler bilmezler. Allah’ın kendilerine verdiği lütfu bilmezler. Nimeti bilmezler. Nimeti bilmeyen şükrü bilir mi? Nimetle yani verilen nimetle, nimeti veren arasında ki bağı fark edemeyen, o nimetin sahibine şükür eda edemez. Çünkü nimetin kaynağını fark edemedi.

İşte bu cehalet, bu insana da cahil insan denir. Yoksa nimeti bilmemek değil, Ebu Cehil cehaletin babası ismini alan Ebu Cehil nimeti bilmeyen değildi. Hatta gökten yağmuru Allah’ın yağdırdığına inanan insandı. Yerden otları Allah’ın bitirdiğine inanan insandı. Kâbe’nin rabbinin Allah olduğuna inanan insandı. Peki neyi beceremedi? Aklı, gözü ile gördüğü olayların ve eşyanın arkasındaki güçle eşya arasındaki bağı kurmayı beceremedi. Ya da bu bağı yanlış kurdu. Oraya başka varlıkları koydu, aracılar koydu, putlar koydu.

Onun için eseri gördü ama müessiri göremedi. Müessiri göremeyince de şükredemedi. Şükredemeyince de küfretti. İnkar etti. la Yu’minun İman etmedi. Hakikati bulamadı. Çünkü hakikatin sahibine ulaşamadı. Gözü gördüğünde takılı kaldı. Cahz’ın dediği gibi; Gördüğüne değil, gördüğünün arkasında yatan hakikate bak. O hakikate bakamadı. Evet, eşyayı diyor gözünle değil aklınla algıla. Aklıyla algılayamadı. Sadece gözü ile algıladı, gözü ile algılayınca da yanıldı. Çünkü gördüğünüz sizi yanıltır bazen. Suda gördüğünüz kırık bir değnek, gerekte kırık değildir. Eğer aklınızı kullanmazsanız o değneğin kırık olmadığını anlayamazsınız. İşte bunun gibi. Yanıltır.

244-) Ve katilu fiy sebiylillâhi va'lemû ennAllahe Semiy'un 'Aliym;

O halde Allah yolunda çarpışın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir. (e.m.)

Allâh yolunda savaşın ve iyi bilin ki Allâh Semi' ve Aliym'dir. (A.Hulusi)

Sanki farklı bir konuya girmiş gibi ama hiç te birbirinden bağımsız değil. Çünkü ölüm korkusu ile savaş iç içe. Aslında 216. ayette ne ile girmiştik;

Kütibe aleykümül kıtalu ve huve kürhün leküm Savaş size hoşlanmadığınız halde farz kılındı.

Bakın 217. ayette bir parantez açılarak..! Şimdi, savaş olur. Savaş olunca kocalar ölür, kocalar ölünce hanımlar dul kalır, hanımlar dul kalınca hanımların dul kalma çeşitleri nelerdir, Kur’an tüm detaylarıyla o konuyu işledi. Adeta parantezi kapattı ve yeniden başa döndü. Yani 216 ya döndü ve savaşa yeniden döndü.

Savaş bir olgu. Savaş nedir, daha önce izah etmiştim. İslam’da savaş, hakkı savunmaktır. Hakkı savunmak. Onun için savaş savunmaktır doğru, neyi, hakkı. Ham el Hakkı savunmak, en üstün hakikati, hem de hukuku savunmaktır. İnsanın eşyanın, tabiatın ve Allah’ın hakkını savunmaktır. Savaş hakkı savunmaktır kısaca.

Ve katilu fiy sebiylillâhi işte Allah yolunda ifadesi ibaresi bu manaya gelir. Allah yolunda;

1 – Allah’ın yolunda savaşılır. Mal uğrunda savaşılmaz. Mesela ulusal çıkarlar için savaş, çıkar için adam öldürülür mü? Bireysel çıkarlar için adam öldürünce katil olacaksınız, Ulusal çıkar için adam öldürünce madalya alacaksınız. Ulusal çıkar için bile savaşamazsınız. Sadece hakkı savunmak için savaşılır. Ulusal çıkar için Amerika Irak’ta katliam yaptı. Körfez savaşı ulusal çıkar için değimliydi..1 Ama ulusal çıkar için Amerika Bosna’da ki katliama el sürmedi. Çünkü orada ulusal çıkar yoktu. Hakkı savunsaydı eğer, körfezde bir tane çocuğu öldüremezdi. 100 bin tane çocuğun ölümüne sebep oldu. Ama Bosna’daki ölen çocukların çığlığına da ilk gün yetişirdi.

İşte İslam hakkı savunmayı meşru savaş olarak nitelendirir. Ve bu emirler hakkı savunmaya bir davettir. Bir emirdir. Ve katilu fiy sebiylillâhi Allah yolunda ibaresini siz hakkı savunma yolunda diye anlayabilirsiniz. Hakkı savunma yolunda savaşın.

va'lemû ennAllahe Semiy'un 'Aliym; İyi bilin ki, unutmayın ki Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir. Yani ta yüreğinizde ne için savaştığınızı çok iyi bilir. Dışınızdan ne derseniz deyin. Gerçekte yüreğinizde eğer o mücadeleyi, o savaşı; “Ya..! ne iyi savaşıyor..!” desinler, “Bak bak..! Kahraman’a.” Desinler. Ya da “Bu savaşı yapalım, biraz da ganimet bize düşer.” Diyorsanız, ya da, ırkınız, kavminiz, milliyetiniz, ulusunuz, bilmem neyiniz için savaşıyorsanız, bu hakkı savunmak için yapılan savaş değildir. Çünkü niçin sorusuna vereceğiniz cevap savaşı ya meşru eder ya gayri meşru eder. Gayri meşru bir savaşta ölseniz de öldürseniz de ateştesiniz peygamberin ifadesi ile. Evet. El katl vel maktul fail emr. Ölen de öldürende. Çünkü gayri meşrudur.

Meşru olması için bir mücadelenin, sonu ölümlü bir mücadelenin meşru olması için mutlaka hakkı savunmak, niçinin cevabı olmalıdır tek cevap. Niçin? Hakkı savunmak için. Hakkı savunmak için dediğinizde bazen mazlumun yanında, zalimin karşısında olmanız gerektiği için bazen mazlum öteki zalim de kardeşiniz olabilir. Bazen mazlum onlardan, zalim sizden olabilir. Sizin ırkınızdan olabilir. Hatta sizin dininizden. Fark etmez. Evet, kime karşı olursa olsun mazlumun yanında zalime karşı. Kim olursa olsun. Müslüman’ın şiarı, sembolü budur. Bundan bir milim sapamaz.

245-) Menzelleziy yukridullahe kardan hasenen feyudaıfehu lehu ad'afen kesiyreten, vAllahu yakbidu ve yebsut* ve ileyhi türce'un;

Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını ödesin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Hepiniz de O'na döndürülüp götürüleceksiniz. (e.m.)

Kim, Allâh'a güzel bir ödünç verip de karşılığını katbekat geri almayı ister! Allâh kabz eder veya bast eder (tutar, sıkar, daraltır veya açar, genişletir, yayar)... O'na döndürülmektesiniz! (A.Hulusi

Menzelleziy yukridullahe kardan hasenen feyudaıfehu lehu ad'afen kesiyreten Şimdi manayı vermeden evvel bir şey hatırlatayım.

Hakkı savunmak için girilen savaşta, ganimet, getiri düşünülmez. Aksine hakkı savunmak için mücadeleye giren, savaşa giren biri, vermeye hazırdır almaya değil. Almak için çıkar için savaş yapılmaz. Çıkar için insan öldürülmez. İnsan hiçbir çıkar uğruna insan hayatına kıyılmaz. Çünkü hiçbir getiri insan hayatının karşılığı olamaz. Ancak nedir? Hakkı savunmak uğruna insanla hak arasına girilmişse biri, o engeli kaldırırsınız. O engel olmuştur artık. İşte o noktada siz meşru ve mazur görülebilirsiniz.

Bu noktada hakkı savunmak için savaş veren bir insan çıkar uğruna savaşmaz ki..! Dolayısıyla Hakkı savunmak için savaşa giren bir insan fedakarlık yapar. Ganimet beklemek yerine para verir. Bakın işe bu ayet onunla ilgili.

Menzelleziy yukridullahe kardan hasenen feyudaıfehu lehu ad'afen kesiyreten Allah’ın kat kat fazlasıyla geri ödeyeceği bir güzel borcu, ona verecek olan kimdir? Diye soruyor ayet. Allah’ın geriye kat kat ödeyeceği bir borcu, O’na güzel bir biçimde verecek olan kimdir. Bu soruyu soruyor ayet. Yani Allah’a borç vermekten söz ediyor ayet. Hatta buna benzer, bu formda aynı formda bir ayet indiğinde Medineli Yahudiler dalga geçmişlerdi.

- Bak bak ne diyor seninki gene. Allah Fakirmiş, biz zenginmişiz. Biz Allah’a borç verecekmişiz gibi..!

Çalıyı tepesinden sürüyorlar. Lafı arkasından anlıyorlardı. Aslında anlamıyorlardı. Anlamazlıktan geliyorlardı.

Allah’ın borca ihtiyacı yok. Allah acıkmaz, susamaz..! Peki nedir o halde? Borç kredi vermek, kredi açmak. Siz kime kredi açarsınız, güvendiğinize değil mi? Allah kulunun güvenini böyle sınıyor.

1 – Öncelikle güven problemi. Siz güvendiğinize borç verirsiniz. Geri ödeneceğine inanmadığınız birine borç verir misiniz? Vermezsiniz. Allah’ın geri ödeyeceğine inanıyorsanız, Allah yolunda harcarsınız. Geri ödeyeceğine ne kadar inanıyorsanız o kadar fazla harcarsınız. Birazcık tereddüt ederseniz vermezsiniz.

- Ya..! Tamam Allah yoluna harcayacağız şimdi, Allah’ın dini için harcayacağız, Allah rızası için yardım edeceğiz de acaba geri gelir mi? Ya birde Allah ödemezse..!

Diye düşünen bir insan harcamaz. Çünkü batık kredi olur. Harcamaz. Bu bir. Güven problemi varsa vermez insan.

2 – Bu ayetin dikkat çektiği ikinci nokta nedir? O da Cenab-ı Hak insana vereceği zaman mutlaka insandan harekete geçmesini istiyor. Yani bahane istiyor. Çünkü sünnet böyle. Kural böyle. Allah’ın koyduğu kanun bu. İnsan önce verecek ki Allah’tan kat kat alsın. Baksanıza Allah’ın kanunu doğada bile böyle. Önce ekeceksiniz ki bir tek tohumu, onun karşılığında bire on, bire yirmi, bire otuz alabilesiniz. Ama önce ekeceksiniz.

Tabii ektiğiniz de aslında Allah’ın size verdiği Allah size ektiğinizi de O verdi. Onu unutmayın. O da kendiliğinizden sahip olduğunuz bir şey değil. Çünkü çıplak doğdunuz. Ananızdan doğduğunuzda hiçbir şeyiniz yoktu. Eliniz ayağınız dahi size ait değil. O sebeple, aslında O’nun verdiğini O’na vererek O’nun size vermesi için Sünnetullahı gereği, yani kanun gereği O’nun gayretini harekete geçireceksiniz. Gayretullahı. Ve Allah’ta kat kat geri ödeyecek.

vAllahu yakbidu ve yebsut Allah kimi zaman daraltır, kimi zaman genişletir. Kimi zaman sıkar kimi zaman açar. Kimi zaman alarak sınar, kimi zaman vererek sınar. Verip sınadığında iyidir de, alıp sınadığında iyi değil midir. İşte hamd burada gerçekleşir.

“Ya Rabbi, hamdolsun. Verdiğinde şükr olsun ya rabbi, aldığında Hamdolsun, niçin, sen vermiştin ya rabbi onun için hamdolsun. İkincisi bir daha verebilirsin Yarabbi, onun için Hamdolsun, üçüncüsü daha fazlasını alabilirsin yarabbi onun için hamdolsun. Dördüncüsü daha fazlasını verebilirsin Ya rabbi onun için hamdolsun.”

Görüyorsunuz neden bütün hamdler Allah’a aittir. Tüm hamdler Allah’a aittir.

Femmel'İnsanu iza mebtelahu Rabbühu feekremehu ve na'(ğğ)amehu feyekulü Rabbiy ekremen; (Fecr/15)

Ama insan, her ne zaman Rabbi onu sınayıp da ikramda bulunur, nimet verirse, "Rabbim bana ikram etti." der.(e.m.)

İnsana gelince, insan rabbi insana ikram ettiğinde, vererek sınadığında hemen der ki Rabbim bana ikram etti. Adeta gizlice ben de layıktım hani canım, çalıştık kazandık falan der.

Ve emma iza mebtelahü fekadere 'aleyhi rizkahu feyekulü Rabbiy ehanen; (Fecr/16)

Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa, o vakit de, "Rabbim beni zillete düşürdü." der.(e.m.)

Fakat, bir dönemde olur Allah sınamaya başlar, hatta ayetteki ifade fekadere 'aleyhi rizkahu yani rızkını artık sayıya bindirir, ölçülü vermeye başlar. Hep alır demiyor, alsa hiç yaşayamaz zaten. Hiç yaşayamaz. Nefesimiz dahi Allah’a ait. Yalnız ölçüye koyar diyor. Sınırsız veriyordu, biraz sınırlamaya, kısıtlamaya başlar, ne der biliyor musunuz;

feyekulü Rabbiy ehanen; İhanet etti der. Rabbim bana. Kella, kesinlikle böyle bir şey yapmayın. Kesinlikle böyle yapmayın.

246-) Elem tera ilel melei min beniy israiyle min ba'di Musa* iz kalu li Nebiyyin lehümüb'as lena meliken nükatil fiy sebiylillâh* kale hel aseytüm in kütibe aleykümül kıtalu ella tukatilu* kalu ve ma lena ella nukatile fiy sebiylillâhi ve kad uhricna min diyarina ve ebnâina* felemma kütibe aleyhimül kıtalu tevellev illâ kaliylen minhüm* vAllahu Aliym'ün Biz zalimiyn;

Baksana, İsrail oğullarının Musa'dan sonra ileri gelenlerine! Hani onlar, bir peygamberlerine: "Bize bir kumandan gönder de Allah yolunda savaşalım..." dediler. O da: "Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmazlık eder misiniz?" dedi. Onlar: "Bize ne oldu da yurtlarımızdan çıkarıldığımız ve çocuklarımızdan ayrıldığımız halde Allah yolunda savaşmayalım?" dediler. Bunun üzerine savaş kendilerine farz kılınınca da onlardan pek azı hariç, yüz çevirdiler. Ama Allah, o zalimleri bilir.(e.m.)

Musa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerinden bir grubu görmedin mi? Hani onlar Nebilerine: "Bizim için bir Melîk bâ's et de Allâh yolunda savaşalım" demişlerdi. O Nebi de sordu: "Ya üzerinize savaş hükmolur da savaşmazsanız?"... Dediler: "Biz niye Allâh yolunda savaşmayalım ki? Üstelik yurdumuzdan, çocuklarımızdan olmuşken!" Ne zaman ki üzerlerine savaşmak hükmoldu, onlardan pek azı hariç savaşmaktan yüz çevirdiler. Allâh zâlimleri (onları Esmâ'sından yaratan olması dolayısıyla) Aliym'dir. (A.Hulusi)

Elem tera ilel melei min beniy israiyle min ba'di Musa Yine Elem tera ile başladı ama bu kez yaşanmış, geçmişte yaşanmış bir hayatı anlatıyor. Ta..! bizi aldı İsrail oğulları döneminde yaşanmış bir hadiseye götürüyor. Neden? Çünkü yukarıda verdiği öğütleri tutmayanların başlarına neler geliyor onu söyleyecek.

Baksana şu İsrail oğullarına, Musa’dan sonra İsrail oğullarının önde gelenlerine baksana bir, iz kalu li Nebiyyin lehüm Onlar peygamberlerinden birine demişlerdi ki;

üb'as lena meliken nükatil fiy sebiylillâh Bize bir kral seç, Allah yolunda savaşalım demişlerdi. Bakın, bize bir kral seç, Allah yolunda savaşalım.

Bir kere, tabii burada oynamaya gönlü olmayan yerim dar dermiş atasözü tam da gelip oturuyor. Şimdi Allah yolunda savaşmak için bir kral seçmek gerekmiyor bu bir. Efendim, kaldı ki bir peygamberleri var zaten, peygamber komutan olabilir. Ayrıca bir de kral mı gerekir. Ama böyle bir itiraz yok. Tamam.

kale hel aseytüm in kütibe aleykümül kıtalu ella tukatilu Peygamberin onlara verdiği cevap. Bu peygamberin Samuel peygamber olduğu Tevrat’ta geçiyor. Oradan anlıyoruz.

Yine Samuel Peygamber bunlara cevap veriyor. Diyor ki;

- Haydi size böyle bir şey yazılırsa, Allah tarafından bu emir verilirse, ve onun ardından da savaşmayıp Allah’a karşı asi olursanız ne olacak? Diye soruyor.

Kalu Cevap verdiler: ve ma lena ella nukatile fiy sebiylillâhi ve kad uhricna min diyarina ve ebnâina

- Bize ne oluyor ki biz hem vatanımızdan çıkarılmış, hem de çoluk çocuğumuzdan ayrı ve cüda düşmüş iken bize ne oluyor da savaşmayalım, neden savaşmayalım ki..! Diye cevap verirler.

felemma kütibe aleyhimül kıtalu Ta ki onların dilekleri üzere Allah onlara savaşı farz kılar. Tevellev yüz çeviriverdiler. illâ kaliylen minhüm Onlardan çok azı müstesna hepsi Allah’ın bu emrinden yüz çevirdiler. vAllahu Aliym'ün Biz zalimiyn; Allah kendi kendine zulmedenleri çok iyi bilir.

Bu ayet ne diyor. Bu ayetin ilk muhataplarının durumunu hatırlayıverirseniz ayetin ne dediğini anlarsınız. İlk muhatapları, bu ayetlerin indiği yıl yaklaşık hicretin ikinci yılı. Aynen ilk muhataplarında da böyle bir şey olmuştu. Resulallah’a yalvarıyorlardı.

- Ya Resulallah artık Allah bize savaşa izin versin.

Bu yalvaranlar tefsir ve tarihlerden öğreniyoruz ki bu yalvaranlar arasından bazıları savaşa izin verilir verilmez;

- Allah niye bize savaşı yazdı..! Dediler.

Evet, yani tarih ibret alınmayınca orada da tekerrür ediyor bu günde de gelecekte de tekerrür edecek. Onun için Allah’tan bir şeyi istemek ve samimi değillerse eğer, işte Allah veriyor deniyor. Burada veriyor, deniyor onu gösteriyor.

247-) Ve kale lehüm Nebiyyühüm innAllahe kad bease leküm Talûte melikâ* kalu enna yekünu lehül mülkü aleyna ve nahnu ehakku Bil mülki minhu ve lem yü'te se'aten minel mal* kale innAllahastefahu aleyküm ve zadehu bestaten fiyl ılmi vel cism* vAllahu yü'tiy mülkeHU men yeşâ'* vAllahu Vasi'un Aliym;

Peygamberleri onlara: "Allah, size hükümdar olmak üzere Talût'u gönderdi." demişti. Onlar: "Ona bizim üzerimize hükümdar olmak nereden geldi? Oysa hükümdarlığa biz ondan daha lâyıkız, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir." dediler. Peygamberleri de "Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve ona bilgi ve vücut bakımından bir güç, bir genişlik vermiştir." dedi. Hem Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir, o her şeyi bilir.(e.m.)

Nebileri onlara dedi ki: "Muhakkak ki Allâh, Talut'u sizin için Melîk olarak bâ's etti." Dediler: "Nasıl olur da o bizim üzerimize mülk sahibi olur? Biz mülkümüze ondan daha çok hak sahibiyiz. Üstelik servet itibarıyla zengin de değildir." Nebileri dedi ki: "Muhakkak ki Allâh onu sizin üzerinize seçti, ilimde derinlik, bedende genişlik verdi." Allâh mülkünü (mülkünde tasarrufu) dilediğine verir. Allâh Vasi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)

Ve kale lehüm Nebiyyühüm innAllahe kad bease leküm Talûte melikâ Onlara peygamberleri dedi ki,

- Haydi siz istemiştiniz yukarıda arzu etmiştiniz, Allah Talut’u size kral seçti.

Kalu, Bakın İsrail oğulları nasıl Yahudileşiyor, nasıl, yani oynamayı bilmeyen dedim ya, oynamak istemeyen, Halep’te 40 arşın atlayacak ya mutlaka bir Halep istiyorlar bakın. Yani aslında atlamayacak kalu dediler ki, enna yekünu lehül mülkü aleyna Nasıl onun bizim üzerimizde bir otoritesi olabilir ki ve nahnu ehakku Bil mülki Biz yönetime ondan daha layıkken minhu ondan daha layıkken ve lem yü'te se'aten minel mal ve ona büyük bir servette verilmemişken nasıl o bizim üzerimizde otorite kurabilir ki dediler. Kendi üzerlerine otorite kurması için sanki bu ikisi şartmış gibi. Neymiş, mantığa bakın;

Biz ondan daha layığız. Çünkü yukarıda kim bu; ve lem aristokrat sınıfı. Bir toplumun kaymak tabakasıyız. Yersek biz yeriz kimseye yedirmeyiz mantığı aynen bugünde geçerli. Bakın, öyle değil mi? %3, %97 ye savaşıyor. Savaş açtı. Niye? Biz yeriz. Yani ganimet kazanının başına sizi yanaştırmayız. Toplum diyor ki bana da payımı ver. Bu kadar yıldır yediniz, hep siz yediniz. Biz de payımızı istiyoruz. Hayır diyorlar. Buna biz layığız. Bu ganimet kazanının başında hep biz olacağız. Siz mi, bizim artıklarımızdan arta kalanları bulursanız yersiniz. Topluma bunu söylüyorlar.

İşte burada mantık aynı mantık. Ve kendilerinin üstünlüğüne de neyi delil gösteriyorlar, Ona büyük bir mal, büyük bir servet verilmedi. Yani hak etmesi için serveti olması lazım.

Bugün de öyle değil mi? Bakın Amerikan demokrasisine benziyor o biraz da. Amerikan demokrasisinde bir insanın başkan adaylığına namzet olabilmesi için, adaylığını koyabilmesi için hatırı sayılır milyarlarca dolarlık bir servet lazım. Bir kampanya bir seçim kampanyası bir devlet bütçesi kadar. Bu nasıl demokrasi diye bana sormayacaksınız tabii muhatabı ben değilim. Ama görüyorsunuz değil mi? Hiç parası, yeterince parası olmayan biri böyle bir yerde efendim ben de vatandaşım, benim de seçilme hakkım var. Ben seçilme hakkımı kullanacağım diyebilir mi? O halde nasıl demokrasi diye sormazlar mı? Eğer seçilme hakkı nazari olarak size verilen seçilme hakkını kullanmak için milyarlarca dolar gerekiyorsa, aslında bu; seni öldürelim ama ondan sonraki yiyeceklerinin tamamını temin ederiz. Demeye benzemiyor mu? Yani öldüreceksiniz, ondan sonra ne kadar ne yiyecekse bizim üzerimize. Zaten öldükten sonra bir şey yiyemez ki..! Bu böyle. Onun için burada da mantık aynı mantık. Serveti yoksa otorite hakkı da yok.

Kale Tabii ki bu mantığa cevap veriyor peygamberleri. innAllahastefahu Allah onu sizin üzerinize seçti, bir manası da üstün kıldı. Mustafa aynı kökten gelir. Seçilmiş üstün kılınmış. innAllahastefahu aleyküm Onu sizin üzerinize üstün kıldı. ve zadehu bestaten fiyl ılmi ilimde kuşatıcı bir derinlik vel cism ve fiziki üstünlük sahibi kıldı onu üstelik. vAllahu yü'tiy mülkeHU men yeşâ Allah mülküne dilediğine otoriteyi verir. Dilediğine mülkünü verir. vAllahu Vasi'un Aliym; Allah sınırsızdır. Evet, Allah sınırsızdır ve Allah her bir şeyi bilendir.

Yani Allah’ın onlara üstünlük ve otorite ölçüsü olarak getirdiği ölçüye bakın. İlim, Yakıyn bir bilgi. Delili olan bilgi. Onlar servet diyor, Allah ilim diyor otorite için.

248-) Ve kale lehüm Nebiyyühüm inne ayete mülkiHİ en ye'tiyekümüt tabûtu fiyhi sekiynetüm min Rabbiküm ve bekıyyetün mimma terake alu Musa ve alu Harune tahmilühül Melaiketü, inne fiy zâlike leayeten leküm in küntüm mu'miniyn;

Peygamberleri, onlara şunu da söylemişti: Haberiniz olsun, Onun hükümdarlığının alâmeti, size o tabutun gelmesi olacaktır ki onda Rabbinizden bir sekine (sükûnet, gönül rahatlığı), Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir bakiyye (kalıntı) vardır. Onu melekler getirecektir. Eğer iman etmiş kimselerden iseniz, bunda sizin için kesin bir ibret, bir alâmet vardır.(e.m.)

Nebileri onlara dedi ki: "Muhakkak ki onun hükümranlığının işareti, o tabutun (kalbin - şuurun) size gelmesidir. Ki onun içinde Rabbinizden bir sekine (iç huzuru - ferahlık), Musa ve Harun neslinden bir geriye kalan (ilim) vardır. Onu melâike (nefsinizdeki Esmâ kuvveleri) getirecektir. Muhakkak ki bunda kesin açık bir işaret vardır, eğer iman ehli iseniz." (A.Hulusi)

Ve kale lehüm Nebiyyühüm inne ayete mülkiHİ en ye'tiyekümüt tabûtu Onların peygamberleri cevap verdi onlara Onla onun otoritesinin delili, işareti, ona şöyle bir kalbin verilmesidir. Tabûtu kalp olarak çevirmeyi en uygun buldum. Tabûtu Bizim tefsirlerimizin hemen tamamında bir sandık olarak, İsrail oğullarının Peygamberlerinden gelen kutsal emanetin içinde toplandığı sandık olarak geçiyor. Lakin; Ragıp el Isfahani, Zemahşeri Esâs-ül Belega’sında, Havili, Tac-ül aruz’unda, İbn Esir; nihaye’sinde bu kelimeye kalp manasını vermişler ki gerçekten de harika bir mana. Ve tam yerine oturuyor.

Evet, fiyhi sekiynetüm niçin? İçinde huzur ve sükunet bulunan bir kalp vermesidir. min Rabbiküm Rabbinizden içinde huzur ve sükunet bulunan bir kalp ve bekıyyetün mimma terake alu Musa ve alu Harune tahmilühül Melaiketü Meleklerin taşıdığı Musa ve Harun ailesinden geriye kalan mirası da verdi. Musa ve Harun ailesinden geriye kalan miras, meleklerin taşıdığı miras ne olabilir? Ne olacak Vahiydir. Melekler taşır vahyi, Musa ve Harun ailesinden peygamberlere, melekler taşımıştı, ondan geriye kalan değişmez değerler, değişmez ilahi değerler kastediliyor diye düşünüyorum.

inne fiy zâlike leayeten leküm in küntüm mu'miniyn; Eğer gerçekten inanıyorsanız işte bu sizin için hakikate bir işarettir. Yani Talut’un Allah tarafından size otorite olarak seçilmesine bir işarettir. Dedi onlara peygamberleri.

Gelecek dersimizde Talut ve Calut kıssasını daha derinliklerine inerek ve çok geniş bir yorumla inşallah işleyeceğiz.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder