A
sayfasından devam
189-) Yes'elûneke anil ehilleh* kul
hiye mevakıytu linNâsi velHacc* ve leysel birru Bi en te'tül buyûte min
zuhûriha ve lakinnel birra menitteka* ve'tül buyûte min ebvâbihâ* vettekullahe
lealleküm tüflihûn;
Sana hilâllerden (ay
takviminden) soruyorlar... De ki: "Bunlar (ibadetlerin ay takvimine
bağlanması ile) insanların yararlanması ve Hac için ölçülerdir." Birr,
evlere arka kapıdan girmek (hakikate dolaylı yoldan ulaşmak) değil,
korunanlardan olmak için ön kapıdan (direkt kestirme yoldan) girmektir.
Allâh'tan korunun ki felâh bulasınız. (A.Hulusi)
Sana hilâllerden soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için de, hac
için de vakit ölçüleridir. Bununla beraber iyilik, evlere arkalarından gelmeniz
değildir. Fakat iyiliğe eren, kötülükten korunan kimsedir. Evlere kapılarından
gelin, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz. (Elmalı)
Yes'elûneke anil ehilleh Şimdi bir başka geçti ama yine konular arasında ilginç
bağlantılar var. Yes'elûneke
anil ehilleh Sana ay’ın evrelerini
soruyorlar. Burada hilallerden soruyorlar, lafzi manası budur. Lakin ehille manasını ben bir hadise dayanarak veriyorum.
Burada
sorulan sorunun ne olduğu merak edildiğinde, kaynaklarda şöyle bir rivayete
rastlıyoruz. Sebep-i nüzulle, iniş sebebi ile ilgili. O da iki sahabe
Resulallah’a gelip;
- Ya Resulallah ay önce incecik iplik gibi doğuyor,
gittikçe kalınlaşıyor, dolunay halini alıyor, ondan sonra yine eski haline
yavaş yavaş dönüp bitiyor, kayboluyor.
O günün insanının ay’ın bu evrelerinden bu
kadar merak içinde olması hiç te garip değil. Bir kere bölge insanı göğe tutkun
bir insan, çöl İnsanı, tabiatı icabı gökle dost. İkincisi buna mecbur çünkü
yolunu gökle buluyor, çölde başka neyle bulursunuz ki gökle buluyor. Onun için
de Ay’la, yıldızla, kutup yıldızı ile güneşle içli dışlı insanlar. Hele ay
gecelerini aydınlatan bir kandil çöl insanı için, doğal bir kandil, aynı zaman
da yolunu bulmasına yardımcı olan bir gök cismi.
Yine
merakını celbeden, aynı zamanda borçlarını alacağını hep ona göre düzenlediği.
Her hesabını ona göre yaptığı bir takvim çöl insanı için ay. Çünkü güneş çöl
insanı için takvim olmak açısından hiçbir şey ifade etmez. Çünkü güneşin
evreleri olmadığı için. Tabii ki sadece güneşin mevsimleri ifade eden burçları
var ama ay gibi değil. Ay dikkatli bir göz ay’dan kaçıncı günde olduğunu
çıkarabilir. Onun için Ay’ı takip ederek adeta o gün hangi gün olduğunu, o gün
ayın kaçıncı günü olduğunu bilebilir ayı takip eden biri. Onun için ay insan
için bir takvim aynı zamanda.
Sadece o
kadar mı? Ayın çok daha farklı şeyleri var. Ay yeryüzünü etkileyen bir şey. Med
cezir hadisesi, meyvelerin renklenmesi. O kadar da değil ay insanı bizzat
ilgilendiriyor. Hanımların özel halleri. Ay la insan arasında adeta garip bir
ilişki var. Yani bu kadar çok fonksiyonu olan bir şeyi merak etmeleri hiçte
garip değil onun için ayı soruyorlar. Tabii bu fonksiyonları üzerine birde
bölge insanının aya ilişkin hurafavi inançları var, yanlış inançlar, sakat
inançlar var. Bu kadar çok fonksiyonlu bir aya, yarı tanrılık ya da ilahlık
yükleyebiliyorlar.
İşte bütün
bu çerçevede değerlendirilirse Resulallah’a bu soru sorulduğunda anlıyoruz ki
soruyu soranlar ayın evrelerini soruyorlar. Tabii ki diyeceksiniz ki bu sorunun
muhatabı bir peygamber midir? Gök bilimci değil bir peygambere sorulacak soru
değil bu, zaten şimdi ayette onu ima edecek bize.
kul hiye mevakıytu linNâsi velHacc Ayet bambaşka bir cevap veriyor. Onlar başka bir şeyi
soruyorlar ayette; Deki o insanlar için vakit ölçen bir şeydir. Yani vakit
tayin eder. Bir de Haccın vaktini. Bu cevabı veriyor ancak devam ediyor.
ve leysel birru Bi en te'tül buyûte min zuhûriha Evlere arkasından girmek erdemlilik değildir diyor. ve lakinnel birra menitteka lakin erdemlilik, asıl fazilet Allah’a karşı sorumluluğunun
bilincinde olan insanın durumudur. Onun faziletidir.
Niye böyle
bir ibare geldi? Öncelikle mecazi olarak manası;
- insanlar,
peygambere sorulacak soru bu değil, eve arkasından girmeyin, çalıyı tepesinden
sürümeyin yani kapı dururken bacadan girmeyin. Kaldı ki problem bu değil sizin
sormanız gereken çok soru var, sizin çözmeniz gereken çok sorun var. Peygamberi
bulmuşken onları sorun, hayata ilişkin sorun. Bunlar gökle ilgili bilgileri
olan, bu işle özel ilgilenen, bu konuda teknik bilgilere sahip olan insanların
cevap vereceği şeyler. Dercesine
adeta..!
ve'tül buyûte min ebvâbihâ Devam ediyor. O halde evlere kapılarından girin.
vettekullahe lealleküm tüflihûn; Allah’tan gereği gibi sakının Allah’a karşı sorumluluğunuzun
bilincini kuşanın. O zaman belki ebedi kurtuluşa nail olursunuz.
Burada eve
bacadan girmek, ya da arkadan girmek, kapıdan girmek ile sorulan soru arasında
ilişki olduğu kesin. Ama bir de bu ibarenin literal manasını, yani lafzi
manasını öne alanlar olmuş, onlar da şöyle bir rivayete dayanırlar.
Hunus
denilen bir zümre var. Mekke ve bölgede. Aslında İki kısım insanlar
değerlendiriliyorlar. Hille ve hunus. Hille diye torpilli olmayanlar, yani
harem bölge dışında yaşayanlara hille diyorlar. Harem bölge. Mekke ve Kureyşin
ve müttefiklerinden olmayanlara hille diyorlar. Zaten haremin dışındaki
topraklara da hill denir. Harem bölge içinde yaşayanlar, Kureyşliler ve onların
müttefikleri torpilli olmuş oluyor. Onlara da hums deniyor.
Bu biraz
da şu manaya geliyor. Sofu olanlar, sofu olmayanlar, ya da Allah’a daha yakın
olanlar, tabii onlar kendilerine böyle bir şey biçmişler şirk döneminde. Kabe
bizde madem, biz Allah’a daha yakınız. Onun içinde mesela Arafat’ta vakfeye
durmazlar, hemen Arafat’ın dışında bugün nevire mescidinin vakfe mahallinin
dışında kalan yerde dururlardı biz torpilliyiz diye. Orada vakfeye Hille
dursun, dışardan gelenler Arafat’ta duracak. Ama bunlar Mekke’li ya, bunlar
Kureyş ya bunlara bir özel muamele lazım. İşte onun için kendilerini diğer
kabilelerden ayırırlardı.
O hums lar
İhrama girdiklerinde başkalarından daha özel insan olduklarını başkalarına
göstermek için, daha doğrusu yersiz, kaba softalık yaptıklarını etrafa
göstermek için evlere ihramlı iken kapılarından değil de arkalarından
girerlermiş. Ya da dam kapılarından girerlermiş diye bir haber var. Bu haberde
ayetin lafzi manasıyla örtüşüyor. Ama ben özellikle ayetin manasının mecazi
olduğunu, ey insanlar sorduğunuz soru muhatabını bulsun. Sorduğunuz soru,
gerçekten sormanız gereken soru olsun. Bir soruyu sorarken o sorunun kime sorulacağını
iyi bilin manasını içerdiğini düşünüyorum.
[Ek bilgi; Kalplerinizin evlerine “arkalarından.” Maddi hislerinizin ve bedeni duygulardan kaynaklanan
bilgilerinizin yollarından kalp evlerine girmeniz iyi davranış değildir. Çünkü
kalbin arkası bedene bakan taraftır. “Lakin iyi davranış…” asıl iyilik “ korunan kimsenin davranışıdır.” Duyuların ilgi alanlarından, hayalin tasavvurlarından
ve nefsin vesveselerinden sakınan kimsenin davranışıdır. “Evlere kapılarından girin.”
kalplerin ruha bakan batıni
tarafından girin. Gerçekte kalbin kapısı, Hakk’a açılan yoludur. “Allah’tan korkun.” sizi O’ndan alıkoyacak şeylerle meşgul olmaktan
sakının. (İbn Arabi-Te’vilat)]
190-) Ve katilû fiy
sebiylillahilleziyne yukatilûneküm ve lâ ta'tedû* innAllahe la yuhıbbul
mu'tediyn;
Sizi öldürmek amacıyla savaşanlarla siz
de Allâh için savaşın. Haddi aşmayın. Muhakkak Allâh haddi aşanları sevmez. (A.
Hulusi)
Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız
saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez. (Elmalı)
Ve katilû fiy sebiylillahilleziyne yukatilûneküm ve lâ ta'tedû Allah yolunda sizinle savaşanlarla siz de savaşın ve sakın
ola haddi aşmayın. innAllahe
la yuhıbbul mu'tediyn; Allah
haddi aşanları sevmez.
Burada söz
savaşa getirildi, savaşla ilgili bir ayete getirildi ve hemen şu söylendi, savaşla
ilgili bir ilke konuyor. Düşünebiliyor musunuz, hiçbir ilkenin tanınmadığı,
hiçbir sınıra riayet edilmediği bir dönemde Kur’an insanlara, düşmanlarıyla
ilgili sınırlar getiriyor, savaş her şeyi meşru kılmaz diyor. Biri ile savaş
halinde olmanız sizin ona her şeyi yapmanızı meşru kılmaz diyor Kur’an bir
ilahi kitaba yaraşır bir biçimde. Allah’ın kelamı olması hasebiyle savaşın
hukukunu getiriyor, adabını getiriyor, öldürürken dahi güzel öldürmeyi teklif
ediyor ve bu noktada diyor ki, sakın aşırı gitmeyin, haddi aşmayın. ve lâ ta'tedû sizinle savaşanlarla savaşın.
Bu ayette
izin verilen ya da emredilen bir görüşe göre savaş, savunma savaşı belli ki, çünkü
sizinle savaşanlarla siz de savaşın. Ama ben bununla şunu demek istemiyorum,
İslam’da sadece savunma savaşı vardır, saldırı savaşı yoktur demiyorum. Değil,
Kur’an da öyle ayetler var ki onlar saldırı savaşını içerirler. Ama bunların
hepsinin yeri ve zamanı farklı olabilir. Bunlar siyasi iradenin vereceği
kararlardır. Onun için de Kur’an da ki bazı ayetlerin, bazı ayetlerle nesh
edildiğini söyleyenler var,
Örneğin;
Bu ayetin de savaşı, saldırı savaşını emreden ayetlerle nesh edildiğini
söylerler. Hiç doğru değil. Öyle zaman olur ki savunma savaşı icap eder, öyle
zaman olur ki saldırı savaşı icap eder. Bu zaman ve zemine, imkân ve ortama
göre değişir. Onun içinde o ayetin hükmünün icra edileceği bir zaman olur,
öteki ayetin hükmünün icra edileceği bir zaman olur. Niçin böyle düşünelim ki?
Böyle
düşünenler şunu da diyorlar, savaşa izin veren ayet kendisinden önce barışı,
affı, hoşgörüyü, sabrı tavsiye eden 100 den fazla ayetin hükmünü iptal etmiştir
diyorlar, nesh etmiştir diyorlar. Nasıl böyle düşünebiliriz..! Ne savaşa izin
veren ayet, kendisinden önce sabrı barışı öneren, teklif eden daveti, insanları
İslam’a daveti, insanlara İslam’ı götürmeyi öneren, teklif eden ayetleri iptal
etmiştir, ne de savunma savaşını emreden ayet, kendisinden sonra saldırı
savaşını emreden ayetle iptal edilmiştir. Bunların hepsinin yeri vardır, zamanı
vardır, zemini vardır.
Bir zaman
vardır ki davet zamanıdır bir zaman vardır ki, sabır zamanıdır, bir zaman
vardır ki, savaş zamanıdır, buna hep müminleri yönetenler karar vereceklerdir.
Onun için bu ayetleri nasih, mensuf çerçevesinde değerlendirmek bizce doğru
değildir.
191-) Vaktulûhüm haysü sekıftümûhüm ve
ahricûhüm min haysü ahrecûküm vel fitnetü eşeddü minel katl* ve lâ tükatilûhüm
'ındelMescidil Harâmi hattâ yükatilûküm fiyh* fein katelûküm faktülûhüm*
kezâlike cezâül kâfiriyn;
Onları nerede yakalarsanız orada
öldürün. Sizi sürdükleri yerden siz de onları sürün!.. Fitne (insan)
öldürmekten daha şiddetlidir (suçtur)... Onlar sizle savaşmadıkları
sürece, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Onlar sizi öldürmeye
kalkarsa o zaman siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin yaptığının karşılığı
budur. (A.Hulusi)
Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden
onları çıkarın. O fitne, öldürmeden daha şiddetlidir. Yalnız Mescid-i Haram
yanında onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Fakat sizi
öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir. (Elmalı)
Vaktulûhüm haysü sekıftümûhüm ve ahricûhüm min haysü ahrecûküm Onları karşı karşıya geldiğiniz yerde öldürün. Emir açık. ve ahricûhüm min haysü ahrecûküm Onların sizi çıkardığı yerden siz de onları çıkarın. vel fitnetü eşeddü minel katl Niçin diye sorarsanız gerekçesi de şu: Baskı ve zulüm,
inanca yönelik baskı ve zulüm, öldürmeden daha şiddetlidir.
Fitne
nedir? Ben fitneyi inanca yönelik baskı ve zulüm diye çevirdim, en doğru anlamı
budur, burada kastedilen de budur zaten. İnanca yönelik baskı ve zulüm, inanç
özgürlüğüne yönelik her baskı her zulüm fitnedir.
Fitne
aslında kelime olarak anlamı; Altını posasından ayırmak için ateşte eritmeye
denir, altını saflaştırma işlemi. Demek ki insan imtihana tutulursa altın gibi
saflaşıyor, işte fitne budur. İnsanın Allah tarafından imtihana sokulması,
fitneye düşürülmesi yani, altını saflaştırmak için ateşe atmaya benziyor.
Tabii bu
ne demektir? Bu aynı zamanda şu demektir. Kaç ayar olduğunuz ortaya çıkacak
demektir. Eğer posanız fazla ise, demek ki ayarınız düşük, fitneye kapıldınız
demektir. Evet eğer Altınınız saf ise, halis ise, ateşe girseniz ne yazar ki..!
Daha da saflaşarak çıkarsınız, işte budur.
Bu manada
onlarla savaşmanın gerekçesi fitnenin inanca yönelik baskının ve zulmün
katlden, öldürmeden, cinayetten beter olduğu ifade ediyor gerekçe bu.
Bunu şöyle
anlayabiliriz. Bir Müminin baskı ve zulüm altında, zor altında küfre girmesi,
öldürülmesinden daha beterdir. vel fitnetü eşeddü minel katl ibaresinden biz böyle bir şey anlıyoruz. Doğru bir
anlayıştır, yani bir müminin zor ve baskı altında inancını terk etmesi, ölümden
beterdir. Mümin için de ölümden beterdir, yani keşke ölseydim de, hani Ammar bin Yasin gibi ölümden beterdir.
2. Nasıl
anlarız? Bir mümine böyle bir baskı ve zulüm uygulamak, onu öldürmekten daha
büyük kötülük yapmaktır. Yani zulüm yapan açısından ele alabiliriz ayet-i
kerimeyi onu öldürmekten daha beterdir.
3. olarak
nasıl yorumlayabiliriz? Mücerret olarak inanç ve düşünceye baskı yapmak,
insanın temel, doğuştan gelen özgürlüklerinden biri ve birincisi olan belki de,
İman etme, inanma hürriyete karşı yönelik her türlü tecavüz ve tehdit, bizatihi
insanı öldürmekten daha beterdir diyor Kur’an.
Niçin?
Çünkü insana insanlık anlamını veren inancıdır. Siz insanın inancına baskı
yapmakla, ona zulmetmekle, onun özgürlüğünü yok etmekle, onun hayatının
anlamını yok ediyorsunuz. Anlamı yok olmuş bir hayat, cinayete kurban
gitmişlikten daha beterdir. Ölen bir insan, ölmüş kabul edilir. Ama anlamı
olmadığı halde yaşayan bir insan, ölmüş bir insandan daha kötüdür. Çünkü
hayatının anlamı kalmamıştır, yaşamanın anlamı kalmamıştır, bir anlam ve bir
amaç için ölen daha değerlidir. Evet bu manada sanırım anlaşılmıştır.
ve lâ tükatilûhüm 'ındelMescidil Harâmi hattâ yükatilûküm fiyh Mescid-i haramda, Allah’ın hürmeti emrettiği o kutsal
mabette, onlar sizinle savaşmadığı sürece siz de onlarla savaşmayın.
Bakınız çok önemli, bu
ibare bu ayetin birinci cümlesini tefsir ediyor, bunsuz eğer bu ayeti tefsir
etmeye, anlamaya kalkarsanız yanlış anlarsınız. Ayet nasıl girmişti? Vaktulûhüm haysü sekıftümûhüm Bulduğunuz yerde, karşı karşıya geldiğinizde onları öldürün.
Hemen altta da ne diyor? Onlar size kutsal mabette saldırmadığı sürece siz de
onlara saldırmayın.
Demek ki burada saldıranlara meşru müdafaa öngörülüyor. Meşru
müdafaa adı üstünde meşrudur yani insanın kendisini savunma hakkı meşrudur.
Size yönelik bir tehlikeye ve tehdide karşı eliniz kolunuz bağlı durmamak,
sizin en doğal hakkınızdır. Bu noktada sizin hayatınızın anlamı olan inancınıza
yönelik tehdit karşısında da durumunuz budur. İnancınıza, hayatınızın anlamına
yönelik her tehdit sizin bizatihi hayatınıza yönelik bir tehdit gibi
algılanıyor Kur’an tarafından.
fein katelûküm faktülûhüm Eğer sizinle savaşırlarsa siz de onları öldürün diyor
Kur’an. kezâlike
cezâül kâfiriyn; İşte
inkârında direnenlerin cezası budur. Bu kadar açık. Tefsire ihtiyaç
duyulmayacak kadar açık. İnanca yönelik zulüm ve baskıya bir müminin neler
yapabileceğinizin sınırlarını çiziyor bu ayet.
Devam ediyoruz.
192-) Feinintehev feinnAllahe Ğafûrun
Rahıym;
Eğer vazgeçerlerse (yaptıklarından)
Allâh Ğafûr'dur,
Rahıym'dir. (A.Hulusi)
Artık şirkten vazgeçerlerse, şüphesiz ki
Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Elmalı)
Feinintehev feinnAllahe Ğafûrun
Rahıym Eğer son verirlerse..!
Gördünüz mü, eğer düşmanlıklarına son verirlerse..! Dikkatinizi çekerim iman
ederlerse değil, Müslüman olurlarsa değil, size inancınıza yönelik zulüm ve
baskıdan vazgeçerlerse o zaman; Feinintehev feinnAllahe Ğafûrun Rahıym; Allah’ta Gafurdur, rahimdir. Yani bu noktada bırakın onları.
Bu önemli bir şey. İşte bu ayet te yukarıdaki ayeti açıklıyor, tefsir ediyor.
193-) Ve katilûhüm hattâ lâ tekûne
fitnetün ve yekûned diynu Lillâh* feinintehev felâ 'udvâne illâ alezzalimiyn;
Fitne (dinden
çıkmanız için yapılan baskı) kalkana; Allâh dinini rahatça yaşayana
kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse (baskıdan - savaşmaktan),
artık zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur. (A.Hulusi)
Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar
onlarla çarpışın . Vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır. (Elmalı)
Ve katilûhüm hattâ lâ tekûne fitnetün ve yekûned diynu Lillâh Yine bu ayette açıklanması gereken bir ayet. Onlarla Din
yalnızca Allah’a ait oluncaya kadar savaşın diyor ayet din yalnızca Allah’ın
oluncaya kadar. Ama yukarıda ne demişti? Feinintehev eğer
onlar son verirlerse siz de son verin demek zaten hemen arkasında tahtında
müstekir olarak bunu anlıyoruz. Burada ise din yalnız Allah’ın oluncaya kadar
savaşın ama devam ediyoruz, devamı ne diyor ayetin? Feinintehev yeniden geldi. feinintehev felâ 'udvâne illâ alezzalimiyn; Eğer son verirlerse zalimlerden başkasına artık düşmanlık
yoktur.
Bu ayetin ikinci cümlesini de birinci
cümlesinden bağımsız olarak anlayamayız. İki cümlenin arasına engel koyarak
anlamaya kalktık mı yanlış anlarız. Demek ki ayette ifade edilen, Din yalnız
Allah’ın oluncaya kadar savaşın, şu demek değil ki zaten sünnetullaha aykırı.
Kur’an da birçok ayette bunu ifade eder. Eğer Allah dileseydi onların hepsi
Müslüman olurdu. Mealen Kur’an da bu mealde birçok ifade bulursunuz.
Onun için
yeryüzünde ki her insanı Müslüman etmek, edinceye kadar savaşmak değil bu. Bura Feinintehev feinnAllahe Ğafûrun
Rahıym da söylenen şey İnsanla İslam
arasındaki engeli kaldırmak. Cihadın da amacı budur zaten.
Feinintehev Eğer son
verirlerse, yani inancınıza yönelik baskı ve zulme son verirlerse felâ 'udvâne illâ alezzalimiyn; Zalimlerin dışındakilere düşmanlık yapmayın artık.
Ama burada
bir istisna var, zalimlere cezalarını verin diyor zulmedenler cezalarını
alacaklar. İşte bu ayetteki izne dayanarak Resulallah Bedir savaşındaki ele
geçen esirlerin bazılarını fidye ile bazılarını 10 Müslüman’a okuma yazma
öğretmek şartıyla, bazılarını da benim bir şeyim yok ya Muhammed diyenleri de; Haydi sen de öyle git. diyerek hiçbir şey almadan salıvermişti. Ama iki tanesini
salıvermedi. İki tanesinden fidye de kabul etmedi, onlar işte bu ayetin
kapsamına giriyorlardı. Onlar cürümlerinin, suçlarının cezalarını çektiler ve
ölüm cezasına çarptırıldılar, çünkü onlar zulmetmişlerdi, onlar yaptıklarının
karşılığını buldular.
Yine
Resulallah’ın uygulamalarından biri de Mekke’nin fethinde oldu. Mekke’nin fethi
sırasında genel af çıkardı Resulallah. Genel af çıkardıkları Müslüman olmuş
insanlar değildi. Onun için onlara, Kâbe’nin önünde toplanmış o insanlara;
- Beni nasıl bilirsiniz..! Diye sordu, onlar;
- Sen kerim bir annenin ve babanın kerim bir evladısın. diye mukabelede bulundular. Oysaki düne kadar, ne dünü
bir saat öncesine kadar can düşman idiler Resulallah’a.
Resulallah’ın cevabı şu oldu;
- İz hebü fe
entüm tu leka..! Haydi gidin, sizi bıraktım, sizi salıverdim. Siz artık
salıverildiniz. Size bir şey yapmayacağım. Demişti.
Resulallah’ın işte genel affı böyle oldu. Ama bu
genel aftan hariç tutulanlar vardı, 17 kişi bir habere göre. Bunlardan hemen
tümü, tamamı gerçekten de direkt imana zulmeden insanlardı, Allah’la harp eden
insanlardı, Allah’la savaşan insanlardı, İçinde 6 sı da şairdi bunların, yani o
günün basınını temsil ediyordu ve 3 nün cezası infaz edildi, 3 ü geldi af
diledi ve affedildi geri kalan da farklı farklı yerlere kaçtılar. Evet, yani bu
ayetin tefsirinde Resulallah’ın uygulaması da böyle olmuştu.
194-) Eşşehrülharâmu Bişşehrilharâmi
vel hurumâtu kısas* femenı'tedâ aleyküm fa'tedû aleyhi Bi misli ma'tedâ
aleyküm* vettekullahe va'lemu ennAllahe ma'almüttekıyn;
Haram ay, haramınız olan aya
bedeldir... Ve buna hürmette eşitlik esastır. O hâlde haddi aşıp (bu süreçte)
size saldırana, saldırganlığının misliyle siz de saldırın! Allâh'tan korunun ve
iyi bilin ki Allâh korunanlarla beraberdir. (A. Hulusi)
Hürmetli ay hürmetli aya ve bütün hürmetler birbirine
karşılıktır. O halde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının
aynıyle saldırın da ileri gitmeye Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, takva
sahipleriyle beraberdir. (Elmalı)
Eşşehrülharâmu Bişşehrilharâmi vel hurumâtu kısas Saldırmazlık ayında saldırana verilecek cevap, saldırmazlıktır.
Ben haram ayını saldırmazlık ayı diye Türkçeleştirdim haram ay budur, yani
saldırının yasaklandığı, savaşın yasaklandığı ay.
Burada şu
söylenmek isteniyor. Haram aya karşılık haramdır. vel hurumâtu kısasu saldırmazlıklar da karşılıklıdır, yani hürmet karşılıklıdır.
Bununla söylenmek istenen şu; Resulallah Hudeybiye yılında hacc etmek için
Medine’den Mekke’ye çıktığında müşrikler izin vermediler, okla, taşla
saldırdılar ve tabii bir anlaşmayla sonuçlandı biliyorsunuz, Hudeybiye
anlaşması. Ama Resulallah’ı Mekke’ye sokmadılar o haram aydı, Resulallah’ın
çıktığı o ay haram aydı, Zilkade ayında çıkmıştı.
Haram
aylar biliyorsunuz Zilkade, Zilhicce ve Muharrem ayları, yani kameri yılın son
üç ayı haram aydır. Zilkade, Zilhicce ve yeni yılın ilk ayı. Son iki ay ve yeni
yılın ilk ayı.
Aslında 4
ay haram ay olarak bilinirdi cahiliyye de 4. ay olan Recep ayını Mudar kabilesi
haram ay ilan etmişti. Diğer 3 ayı kim ilan etti diye sorarsanız kaynaklarımız
bize şu bilgiyi veriyor, İbrahim peygamberden gelen bir gelenekti. Nebevi aslı
olan İbrahim’i bir gelenekti bu. Onun için Kur’an bu geleneği itiraz etmedi ama
en sonunda Hz. İbrahim’den gelen bu gelenek, Mekke’nin fethinden sonra, daha
doğrusu berae suresinin, Tevbe suresinin inişiyle artık hükmen
geçersiz ilan edildi yani bu ümmetten kaldırılmış oldu.
Biliyorsunuz
şeriatlar arasında nesh vardır, bendenizin görüşü de budur. Şeriatlar ve önceki
şeriatlar, sonraki şeriatlar hükümleri arasında nesh olabilir. Ancak şu kitabın
iki kapağın arasında kalıpta hükmü geçersiz olan ayetin olmadığını düşünüyorum.
Bu kitabın iki kapağı arasında yer alan tüm ayetlerin hükmü geçerlidir. Her
çağda, her zamanda. Ama onun zamanı, zemini, şartları ayrıdır. Oluşunca
şartları zamanı gelince o ayetin hükmü o anda baki olur. Eğer zamanı değilse
bir başka ayet o konuda hükmedilir. O ayetin şartları oluşmuşsa o ayet orada
uygulanır. Yani nesh edilen, nasih ve mensuh olarak görülen ayetlerin hepsinin
kendine has zaman ve zemini vardır. Buna biz tedric diyoruz.
femenı'tedâ aleyküm fa'tedû aleyhi Bi misli ma'tedâ aleyküm Her kim size saldırırsa onun yaptığının aynısını siz de ona
yapın. Yani onun yaptığının aynısıyla siz de ona karşılık verin. Vettekullahe Ve fakat Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun bunu
yaparken. va'lemu
ennAllahe ma'almüttekıyn; Ve yine
bilin ki, aklınızdan çıkarmayın ki Allah kendisine karşı sorumluluğunu
bilenlerle beraberdir.
Tabii
burada özellikle vurgulanmak istenen şey şu; Saldırana eğer ille de
saldıracaksanız, onun yaptığından fazlasını yapamazsınız, size tecavüz edene
siz de misli ile karşılık verebilirsiniz. Bu demek değildir ki siz de tecavüz
edin. Zaten saldırıya karşılık vermek cezadır tecavüz değildir. Onun için
saldırı misli ile karşılık bulur. Ama bu zarara zararla karşılık vermek
değildir. Onun için İslam hukukunun kurallarından biri haline getirilmiştir. La darara, vela dırar..! Zarara karşı
zarar verme yoktur İslam’da.
Peki bunu
nasıl anlayacağız, bunu İslam’da cezasız suç ta yoktur biçiminde
anlayacaksınız. Ve kendinizi savunmanız en doğal insani ve imani hakkınızdır
biçiminde anlayacağız. Hürmette denklik esastır diye anlayacağız. Tecavüze ceza
Yahudiler gibi olmamalı.
Yahudiler
ne yapıyorlardı? Eğer bir Yahudi’yi öldürürseniz, Yahudi’yi öldüren ırkın
tamamını öldürürüz mantığı hâkimdi. Bir Yahudi’ye bir dünya bedeldir mantık bu,
tam bir Yahudi mantığı. Hayır bir kişi öldürülmüşse onun karşılığını da katili
cezalandırılır. Ama onlar öyle yapmazlardı. Hatta İşaya kitabının bir ayeti var bu konuda, İşaya kitabında bir fıkra. Orada deniliyor ki; Yahudi olmayan
kavimlerin tümü, Yahudilerin ayaklarına kapanıp, onların ayağının tozunu
yalayacaklardır. Yahudi’ce mantık bu. Anlatabiliyor muyum..! Ben bu ayetin
İlahi hitap kelam olduğunu sanmıyorum. Özellikle içe kapanma döneminde
Yahudilerin kendi kendilerine verdikleri bir hava olduğunu zannediyorum.
Bu nokta
da başkalarına goim diyorlardı. Goim, ne demek, hem yabancı, öteki
manasına gelir hem de kâfir ve düşman manasına gelir. Yani öteki düşmandı,
öteki kâfirdi. Kim olmayan? İsrail oğullarına mensup olmayan.
Biliyorsunuz,
Yahudiler kendilerine gelen ilahi nizamı, bir milliyet olarak ırkçılığa
dönüştürdüler. Kutsal ırkçılık haline getirdiler. Onun için de Tevrat, Milli
kitap oldu. Yahuve, yahve, milli ilah oldu ve Musa’da Milli lider, milli önder
oldu. Oysaki Musa Müslümanların peygamberi, Tevrat, İnsanlığa gönderilmiş bir
ilahi rehber, onunla gelen şeriat ise İslam’ın bir şeriatıydı. Ama onlar bunu
millileştirdiler.
Bunun
karşısında bir dengesizlik yer aldı. Hıristiyanların dengesizliği. O da ne,
İncil’de ifade edildiği gibi; Bir yanağına vurana, öbürünü çevir, İslam ise bunu
demedi. Ne Yahudiler gibi İfrat, ne Pol Hıristiyanlığı gibi tefrit. Bir
yanağına vurana öbürünü çevirecek adam görmüyorum ben hangi Hıristiyan böyle
yapmış.
Bir tek
insanı öldürüldü diye Amerika bir tek gemisine bomba attı diye 100 binlerce
çocuğu bombalamadı mı Irak’ta. Körfez savaşı bir yanağını vurana öbür yanağını
çeviren adamın davranışı mıydı?.! Söyler misiniz?.! Nerede bir yanağına vurana
ikinci yanağını çevirenler..! Bu olmayacak bir şey, onun için de ütopya. Bu
sebeple İslam hayatın gerçeğini görür. İslam hayatı Allah’la karşı karşıya
getirmez. İslam insanı muhal olan bir ütopyaya değil, makul ve mümkün bir
hayata çağırır. Bu çok önemlidir. İşte İslam’ın makul ve mümkün olan bir hayata
çağırdığının en güzel delillerinden biride budur.
Hayatta
savaş vardır, savaş vakıadır. İnkâr etmekle savaş yok olmaz. Savaş insanın
içindedir. İnsanın olduğu yerde savaş vardır, o halde savaşı inkâr ederek bir
yere varamazsınız. Düzenleyin, savaşı mümkün olduğu kadar ilkelere oturtun,
ilkesel olsun. Düşmanlık vardır, mutlaka birileri cinayet işleyecektir bunu
engelleyemezsiniz. O halde bunu adil bir biçimde yargılayın ve cezalandırın yok
kabul etmeyin, yok sayarsanız eğer başınızı kuma gömmüş olursunuz.
Savaş
vardır, savaşı yok sayarsanız savaşın olmadığı bir dünyayı kim özlemez ki biz
özlemeyelim. Kim istemez ki biz istemeyelim. Bunu istemek ayrı şey, ama hayatın
gerçeğini görmekte ayrı şeydir. İstemekle olmuyor, bitmiyor ki..!
Belki
savaşın en çok olmamasını isteyenler, bir gün geliyorlar savaşa mecbur kalıyorlar.
O sebeple İslam insana başını kuma gömmesini teklif etmez. Aksine başını kumdan
çıkarıp hayata bakmasını, hayatın gerçekleriyle yüzleşmesini ve ayağını yere
basıp mümkün olan hayata güzellik katmasını ister hayatı güzelleştirir yani.
Bir düş ve rüya ülkesine çekmez İslam insanı, onun için buradaki emirler de
bunu gösteriyor zaten.
vettekullahe va'lemu ennAllahe ma'almüttekıyn; Mealendir miştik, devam ediyoruz şimdi.
Devam
ediyor C sayfasına geçiniz.
Bakara
(187-197) ayetlerini toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder