3 Aralık 2010 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. BAKARA SURESİ (189-194)(13)B



A sayfasından devam

189-) Yes'elûneke anil ehilleh* kul hiye mevakıytu linNâsi velHacc* ve leysel birru Bi en te'tül buyûte min zuhûriha ve lakinnel birra menitteka* ve'tül buyûte min ebvâbihâ* vettekullahe lealleküm tüflihûn;

Sana hilâllerden (ay takviminden) soruyorlar... De ki: "Bunlar (ibadetlerin ay takvimine bağlanması ile) insanların yararlanması ve Hac için ölçülerdir." Birr, evlere arka kapıdan girmek (hakikate dolaylı yoldan ulaşmak) değil, korunanlardan olmak için ön kapıdan (direkt kestirme yoldan) girmektir. Allâh'tan korunun ki felâh bulasınız. (A.Hulusi)

Sana hilâllerden soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için de, hac için de vakit ölçüleridir. Bununla beraber iyilik, evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyiliğe eren, kötülükten korunan kimsedir. Evlere kapılarından gelin, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz. (Elmalı)


Yes'elûneke anil ehilleh Şimdi bir başka geçti ama yine konular arasında ilginç bağlantılar var. Yes'elûneke anil ehilleh Sana ay’ın evrelerini soruyorlar. Burada hilallerden soruyorlar, lafzi manası budur. Lakin ehille manasını ben bir hadise dayanarak veriyorum.

Burada sorulan sorunun ne olduğu merak edildiğinde, kaynaklarda şöyle bir rivayete rastlıyoruz. Sebep-i nüzulle, iniş sebebi ile ilgili. O da iki sahabe Resulallah’a gelip;

- Ya Resulallah ay önce incecik iplik gibi doğuyor, gittikçe kalınlaşıyor, dolunay halini alıyor, ondan sonra yine eski haline yavaş yavaş dönüp bitiyor, kayboluyor.

 O günün insanının ay’ın bu evrelerinden bu kadar merak içinde olması hiç te garip değil. Bir kere bölge insanı göğe tutkun bir insan, çöl İnsanı, tabiatı icabı gökle dost. İkincisi buna mecbur çünkü yolunu gökle buluyor, çölde başka neyle bulursunuz ki gökle buluyor. Onun için de Ay’la, yıldızla, kutup yıldızı ile güneşle içli dışlı insanlar. Hele ay gecelerini aydınlatan bir kandil çöl insanı için, doğal bir kandil, aynı zaman da yolunu bulmasına yardımcı olan bir gök cismi.

Yine merakını celbeden, aynı zamanda borçlarını alacağını hep ona göre düzenlediği. Her hesabını ona göre yaptığı bir takvim çöl insanı için ay. Çünkü güneş çöl insanı için takvim olmak açısından hiçbir şey ifade etmez. Çünkü güneşin evreleri olmadığı için. Tabii ki sadece güneşin mevsimleri ifade eden burçları var ama ay gibi değil. Ay dikkatli bir göz ay’dan kaçıncı günde olduğunu çıkarabilir. Onun için Ay’ı takip ederek adeta o gün hangi gün olduğunu, o gün ayın kaçıncı günü olduğunu bilebilir ayı takip eden biri. Onun için ay insan için bir takvim aynı zamanda.

Sadece o kadar mı? Ayın çok daha farklı şeyleri var. Ay yeryüzünü etkileyen bir şey. Med cezir hadisesi, meyvelerin renklenmesi. O kadar da değil ay insanı bizzat ilgilendiriyor. Hanımların özel halleri. Ay la insan arasında adeta garip bir ilişki var. Yani bu kadar çok fonksiyonu olan bir şeyi merak etmeleri hiçte garip değil onun için ayı soruyorlar. Tabii bu fonksiyonları üzerine birde bölge insanının aya ilişkin hurafavi inançları var, yanlış inançlar, sakat inançlar var. Bu kadar çok fonksiyonlu bir aya, yarı tanrılık ya da ilahlık yükleyebiliyorlar.

İşte bütün bu çerçevede değerlendirilirse Resulallah’a bu soru sorulduğunda anlıyoruz ki soruyu soranlar ayın evrelerini soruyorlar. Tabii ki diyeceksiniz ki bu sorunun muhatabı bir peygamber midir? Gök bilimci değil bir peygambere sorulacak soru değil bu, zaten şimdi ayette onu ima edecek bize.

kul hiye mevakıytu linNâsi velHacc Ayet bambaşka bir cevap veriyor. Onlar başka bir şeyi soruyorlar ayette; Deki o insanlar için vakit ölçen bir şeydir. Yani vakit tayin eder. Bir de Haccın vaktini. Bu cevabı veriyor ancak devam ediyor.

ve leysel birru Bi en te'tül buyûte min zuhûriha Evlere arkasından girmek erdemlilik değildir diyor. ve lakinnel birra menitteka lakin erdemlilik, asıl fazilet Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olan insanın durumudur. Onun faziletidir.

Niye böyle bir ibare geldi? Öncelikle mecazi olarak manası;

-  insanlar, peygambere sorulacak soru bu değil, eve arkasından girmeyin, çalıyı tepesinden sürümeyin yani kapı dururken bacadan girmeyin. Kaldı ki problem bu değil sizin sormanız gereken çok soru var, sizin çözmeniz gereken çok sorun var. Peygamberi bulmuşken onları sorun, hayata ilişkin sorun. Bunlar gökle ilgili bilgileri olan, bu işle özel ilgilenen, bu konuda teknik bilgilere sahip olan insanların cevap vereceği şeyler. Dercesine adeta..!

ve'tül buyûte min ebvâbihâ Devam ediyor. O halde evlere kapılarından girin.

vettekullahe lealleküm tüflihûn; Allah’tan gereği gibi sakının Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincini kuşanın. O zaman belki ebedi kurtuluşa nail olursunuz.

Burada eve bacadan girmek, ya da arkadan girmek, kapıdan girmek ile sorulan soru arasında ilişki olduğu kesin. Ama bir de bu ibarenin literal manasını, yani lafzi manasını öne alanlar olmuş, onlar da şöyle bir rivayete dayanırlar.

Hunus denilen bir zümre var. Mekke ve bölgede. Aslında İki kısım insanlar değerlendiriliyorlar. Hille ve hunus. Hille diye torpilli olmayanlar, yani harem bölge dışında yaşayanlara hille diyorlar. Harem bölge. Mekke ve Kureyşin ve müttefiklerinden olmayanlara hille diyorlar. Zaten haremin dışındaki topraklara da hill denir. Harem bölge içinde yaşayanlar, Kureyşliler ve onların müttefikleri torpilli olmuş oluyor. Onlara da hums deniyor.

Bu biraz da şu manaya geliyor. Sofu olanlar, sofu olmayanlar, ya da Allah’a daha yakın olanlar, tabii onlar kendilerine böyle bir şey biçmişler şirk döneminde. Kabe bizde madem, biz Allah’a daha yakınız. Onun içinde mesela Arafat’ta vakfeye durmazlar, hemen Arafat’ın dışında bugün nevire mescidinin vakfe mahallinin dışında kalan yerde dururlardı biz torpilliyiz diye. Orada vakfeye Hille dursun, dışardan gelenler Arafat’ta duracak. Ama bunlar Mekke’li ya, bunlar Kureyş ya bunlara bir özel muamele lazım. İşte onun için kendilerini diğer kabilelerden ayırırlardı.

O hums lar İhrama girdiklerinde başkalarından daha özel insan olduklarını başkalarına göstermek için, daha doğrusu yersiz, kaba softalık yaptıklarını etrafa göstermek için evlere ihramlı iken kapılarından değil de arkalarından girerlermiş. Ya da dam kapılarından girerlermiş diye bir haber var. Bu haberde ayetin lafzi manasıyla örtüşüyor. Ama ben özellikle ayetin manasının mecazi olduğunu, ey insanlar sorduğunuz soru muhatabını bulsun. Sorduğunuz soru, gerçekten sormanız gereken soru olsun. Bir soruyu sorarken o sorunun kime sorulacağını iyi bilin manasını içerdiğini düşünüyorum.

[Ek bilgi; Kalplerinizin evlerine “arkalarından.” Maddi hislerinizin ve bedeni duygulardan kaynaklanan bilgilerinizin yollarından kalp evlerine girmeniz iyi davranış değildir. Çünkü kalbin arkası bedene bakan taraftır. “Lakin iyi davranış…” asıl iyilik “ korunan kimsenin davranışıdır.” Duyuların ilgi alanlarından, hayalin tasavvurlarından ve nefsin vesveselerinden sakınan kimsenin davranışıdır. “Evlere kapılarından girin.” kalplerin ruha bakan batıni tarafından girin. Gerçekte kalbin kapısı, Hakk’a açılan yoludur. “Allah’tan korkun.” sizi O’ndan alıkoyacak şeylerle meşgul olmaktan sakının. (İbn Arabi-Te’vilat)]


190-) Ve katilû fiy sebiylillahilleziyne yukatilûneküm ve lâ ta'tedû* innAllahe la yuhıbbul mu'tediyn;

Sizi öldürmek amacıyla savaşanlarla siz de Allâh için savaşın. Haddi aşmayın. Muhakkak Allâh haddi aşanları sevmez. (A. Hulusi)

Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez. (Elmalı)


Ve katilû fiy sebiylillahilleziyne yukatilûneküm ve lâ ta'tedû Allah yolunda sizinle savaşanlarla siz de savaşın ve sakın ola haddi aşmayın. innAllahe la yuhıbbul mu'tediyn; Allah haddi aşanları sevmez.

Burada söz savaşa getirildi, savaşla ilgili bir ayete getirildi ve hemen şu söylendi, savaşla ilgili bir ilke konuyor. Düşünebiliyor musunuz, hiçbir ilkenin tanınmadığı, hiçbir sınıra riayet edilmediği bir dönemde Kur’an insanlara, düşmanlarıyla ilgili sınırlar getiriyor, savaş her şeyi meşru kılmaz diyor. Biri ile savaş halinde olmanız sizin ona her şeyi yapmanızı meşru kılmaz diyor Kur’an bir ilahi kitaba yaraşır bir biçimde. Allah’ın kelamı olması hasebiyle savaşın hukukunu getiriyor, adabını getiriyor, öldürürken dahi güzel öldürmeyi teklif ediyor ve bu noktada diyor ki, sakın aşırı gitmeyin, haddi aşmayın. ve lâ ta'tedû sizinle savaşanlarla savaşın.

Bu ayette izin verilen ya da emredilen bir görüşe göre savaş, savunma savaşı belli ki, çünkü sizinle savaşanlarla siz de savaşın. Ama ben bununla şunu demek istemiyorum, İslam’da sadece savunma savaşı vardır, saldırı savaşı yoktur demiyorum. Değil, Kur’an da öyle ayetler var ki onlar saldırı savaşını içerirler. Ama bunların hepsinin yeri ve zamanı farklı olabilir. Bunlar siyasi iradenin vereceği kararlardır. Onun için de Kur’an da ki bazı ayetlerin, bazı ayetlerle nesh edildiğini söyleyenler var,

Örneğin; Bu ayetin de savaşı, saldırı savaşını emreden ayetlerle nesh edildiğini söylerler. Hiç doğru değil. Öyle zaman olur ki savunma savaşı icap eder, öyle zaman olur ki saldırı savaşı icap eder. Bu zaman ve zemine, imkân ve ortama göre değişir. Onun içinde o ayetin hükmünün icra edileceği bir zaman olur, öteki ayetin hükmünün icra edileceği bir zaman olur. Niçin böyle düşünelim ki?

Böyle düşünenler şunu da diyorlar, savaşa izin veren ayet kendisinden önce barışı, affı, hoşgörüyü, sabrı tavsiye eden 100 den fazla ayetin hükmünü iptal etmiştir diyorlar, nesh etmiştir diyorlar. Nasıl böyle düşünebiliriz..! Ne savaşa izin veren ayet, kendisinden önce sabrı barışı öneren, teklif eden daveti, insanları İslam’a daveti, insanlara İslam’ı götürmeyi öneren, teklif eden ayetleri iptal etmiştir, ne de savunma savaşını emreden ayet, kendisinden sonra saldırı savaşını emreden ayetle iptal edilmiştir. Bunların hepsinin yeri vardır, zamanı vardır, zemini vardır.

Bir zaman vardır ki davet zamanıdır bir zaman vardır ki, sabır zamanıdır, bir zaman vardır ki, savaş zamanıdır, buna hep müminleri yönetenler karar vereceklerdir. Onun için bu ayetleri nasih, mensuf çerçevesinde değerlendirmek bizce doğru değildir.

191-) Vaktulûhüm haysü sekıftümûhüm ve ahricûhüm min haysü ahrecûküm vel fitnetü eşeddü minel katl* ve lâ tükatilûhüm 'ındelMescidil Harâmi hattâ yükatilûküm fiyh* fein katelûküm faktülûhüm* kezâlike cezâül kâfiriyn;

Onları nerede yakalarsanız orada öldürün. Sizi sürdükleri yerden siz de onları sürün!.. Fitne (insan) öldürmekten daha şiddetlidir (suçtur)... Onlar sizle savaşmadıkları sürece, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Onlar sizi öldürmeye kalkarsa o zaman siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin yaptığının karşılığı budur. (A.Hulusi)

Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, öldürmeden daha şiddetlidir. Yalnız Mescid-i Haram yanında onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir. (Elmalı)


Vaktulûhüm haysü sekıftümûhüm ve ahricûhüm min haysü ahrecûküm Onları karşı karşıya geldiğiniz yerde öldürün. Emir açık. ve ahricûhüm min haysü ahrecûküm Onların sizi çıkardığı yerden siz de onları çıkarın. vel fitnetü eşeddü minel katl Niçin diye sorarsanız gerekçesi de şu: Baskı ve zulüm, inanca yönelik baskı ve zulüm, öldürmeden daha şiddetlidir.

Fitne nedir? Ben fitneyi inanca yönelik baskı ve zulüm diye çevirdim, en doğru anlamı budur, burada kastedilen de budur zaten. İnanca yönelik baskı ve zulüm, inanç özgürlüğüne yönelik her baskı her zulüm fitnedir.

Fitne aslında kelime olarak anlamı; Altını posasından ayırmak için ateşte eritmeye denir, altını saflaştırma işlemi. Demek ki insan imtihana tutulursa altın gibi saflaşıyor, işte fitne budur. İnsanın Allah tarafından imtihana sokulması, fitneye düşürülmesi yani, altını saflaştırmak için ateşe atmaya benziyor.

Tabii bu ne demektir? Bu aynı zamanda şu demektir. Kaç ayar olduğunuz ortaya çıkacak demektir. Eğer posanız fazla ise, demek ki ayarınız düşük, fitneye kapıldınız demektir. Evet eğer Altınınız saf ise, halis ise, ateşe girseniz ne yazar ki..! Daha da saflaşarak çıkarsınız, işte budur.

Bu manada onlarla savaşmanın gerekçesi fitnenin inanca yönelik baskının ve zulmün katlden, öldürmeden, cinayetten beter olduğu ifade ediyor gerekçe bu.

Bunu şöyle anlayabiliriz. Bir Müminin baskı ve zulüm altında, zor altında küfre girmesi, öldürülmesinden daha beterdir. vel fitnetü eşeddü minel katl ibaresinden biz böyle bir şey anlıyoruz. Doğru bir anlayıştır, yani bir müminin zor ve baskı altında inancını terk etmesi, ölümden beterdir. Mümin için de ölümden beterdir, yani keşke ölseydim de, hani Ammar bin Yasin gibi ölümden beterdir.

2. Nasıl anlarız? Bir mümine böyle bir baskı ve zulüm uygulamak, onu öldürmekten daha büyük kötülük yapmaktır. Yani zulüm yapan açısından ele alabiliriz ayet-i kerimeyi onu öldürmekten daha beterdir.

3. olarak nasıl yorumlayabiliriz? Mücerret olarak inanç ve düşünceye baskı yapmak, insanın temel, doğuştan gelen özgürlüklerinden biri ve birincisi olan belki de, İman etme, inanma hürriyete karşı yönelik her türlü tecavüz ve tehdit, bizatihi insanı öldürmekten daha beterdir diyor Kur’an.

Niçin? Çünkü insana insanlık anlamını veren inancıdır. Siz insanın inancına baskı yapmakla, ona zulmetmekle, onun özgürlüğünü yok etmekle, onun hayatının anlamını yok ediyorsunuz. Anlamı yok olmuş bir hayat, cinayete kurban gitmişlikten daha beterdir. Ölen bir insan, ölmüş kabul edilir. Ama anlamı olmadığı halde yaşayan bir insan, ölmüş bir insandan daha kötüdür. Çünkü hayatının anlamı kalmamıştır, yaşamanın anlamı kalmamıştır, bir anlam ve bir amaç için ölen daha değerlidir. Evet bu manada sanırım anlaşılmıştır.

ve lâ tükatilûhüm 'ındelMescidil Harâmi hattâ yükatilûküm fiyh Mescid-i haramda, Allah’ın hürmeti emrettiği o kutsal mabette, onlar sizinle savaşmadığı sürece siz de onlarla savaşmayın.

 Bakınız çok önemli, bu ibare bu ayetin birinci cümlesini tefsir ediyor, bunsuz eğer bu ayeti tefsir etmeye, anlamaya kalkarsanız yanlış anlarsınız. Ayet nasıl girmişti? Vaktulûhüm haysü sekıftümûhüm Bulduğunuz yerde, karşı karşıya geldiğinizde onları öldürün. Hemen altta da ne diyor? Onlar size kutsal mabette saldırmadığı sürece siz de onlara saldırmayın.

Demek ki burada saldıranlara meşru müdafaa öngörülüyor. Meşru müdafaa adı üstünde meşrudur yani insanın kendisini savunma hakkı meşrudur. Size yönelik bir tehlikeye ve tehdide karşı eliniz kolunuz bağlı durmamak, sizin en doğal hakkınızdır. Bu noktada sizin hayatınızın anlamı olan inancınıza yönelik tehdit karşısında da durumunuz budur. İnancınıza, hayatınızın anlamına yönelik her tehdit sizin bizatihi hayatınıza yönelik bir tehdit gibi algılanıyor Kur’an tarafından.

fein katelûküm faktülûhüm Eğer sizinle savaşırlarsa siz de onları öldürün diyor Kur’an. kezâlike cezâül kâfiriyn; İşte inkârında direnenlerin cezası budur. Bu kadar açık. Tefsire ihtiyaç duyulmayacak kadar açık. İnanca yönelik zulüm ve baskıya bir müminin neler yapabileceğinizin sınırlarını çiziyor bu ayet.

Devam ediyoruz.

192-) Feinintehev feinnAllahe Ğafûrun Rahıym;

Eğer vazgeçerlerse (yaptıklarından) Allâh Ğafûr'dur,
Rahıym'dir. (A.Hulusi)

Artık şirkten vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Elmalı)


Feinintehev feinnAllahe Ğafûrun Rahıym Eğer son verirlerse..! Gördünüz mü, eğer düşmanlıklarına son verirlerse..! Dikkatinizi çekerim iman ederlerse değil, Müslüman olurlarsa değil, size inancınıza yönelik zulüm ve baskıdan vazgeçerlerse o zaman; Feinintehev feinnAllahe Ğafûrun Rahıym; Allah’ta Gafurdur, rahimdir. Yani bu noktada bırakın onları. Bu önemli bir şey. İşte bu ayet te yukarıdaki ayeti açıklıyor, tefsir ediyor.

193-) Ve katilûhüm hattâ lâ tekûne fitnetün ve yekûned diynu Lillâh* feinintehev felâ 'udvâne illâ alezzalimiyn;

Fitne (dinden çıkmanız için yapılan baskı) kalkana; Allâh dinini rahatça yaşayana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse (baskıdan - savaşmaktan), artık zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur. (A.Hulusi)

Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın . Vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır. (Elmalı)


Ve katilûhüm hattâ lâ tekûne fitnetün ve yekûned diynu Lillâh Yine bu ayette açıklanması gereken bir ayet. Onlarla Din yalnızca Allah’a ait oluncaya kadar savaşın diyor ayet din yalnızca Allah’ın oluncaya kadar. Ama yukarıda ne demişti? Feinintehev eğer onlar son verirlerse siz de son verin demek zaten hemen arkasında tahtında müstekir olarak bunu anlıyoruz. Burada ise din yalnız Allah’ın oluncaya kadar savaşın ama devam ediyoruz, devamı ne diyor ayetin? Feinintehev yeniden geldi. feinintehev felâ 'udvâne illâ alezzalimiyn; Eğer son verirlerse zalimlerden başkasına artık düşmanlık yoktur.

 Bu ayetin ikinci cümlesini de birinci cümlesinden bağımsız olarak anlayamayız. İki cümlenin arasına engel koyarak anlamaya kalktık mı yanlış anlarız. Demek ki ayette ifade edilen, Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar savaşın, şu demek değil ki zaten sünnetullaha aykırı. Kur’an da birçok ayette bunu ifade eder. Eğer Allah dileseydi onların hepsi Müslüman olurdu. Mealen Kur’an da bu mealde birçok ifade bulursunuz.

Onun için yeryüzünde ki her insanı Müslüman etmek, edinceye kadar savaşmak değil bu. Bura Feinintehev feinnAllahe Ğafûrun Rahıym da söylenen şey İnsanla İslam arasındaki engeli kaldırmak. Cihadın da amacı budur zaten.

Feinintehev Eğer son verirlerse, yani inancınıza yönelik baskı ve zulme son verirlerse felâ 'udvâne illâ alezzalimiyn; Zalimlerin dışındakilere düşmanlık yapmayın artık.

Ama burada bir istisna var, zalimlere cezalarını verin diyor zulmedenler cezalarını alacaklar. İşte bu ayetteki izne dayanarak Resulallah Bedir savaşındaki ele geçen esirlerin bazılarını fidye ile bazılarını 10 Müslüman’a okuma yazma öğretmek şartıyla, bazılarını da benim bir şeyim yok ya Muhammed diyenleri de; Haydi sen de öyle git. diyerek hiçbir şey almadan salıvermişti. Ama iki tanesini salıvermedi. İki tanesinden fidye de kabul etmedi, onlar işte bu ayetin kapsamına giriyorlardı. Onlar cürümlerinin, suçlarının cezalarını çektiler ve ölüm cezasına çarptırıldılar, çünkü onlar zulmetmişlerdi, onlar yaptıklarının karşılığını buldular.

Yine Resulallah’ın uygulamalarından biri de Mekke’nin fethinde oldu. Mekke’nin fethi sırasında genel af çıkardı Resulallah. Genel af çıkardıkları Müslüman olmuş insanlar değildi. Onun için onlara, Kâbe’nin önünde toplanmış o insanlara;

- Beni nasıl bilirsiniz..! Diye sordu, onlar;

- Sen kerim bir annenin ve babanın kerim bir evladısın. diye mukabelede bulundular. Oysaki düne kadar, ne dünü bir saat öncesine kadar can düşman idiler Resulallah’a.

Resulallah’ın cevabı şu oldu;

- İz hebü fe entüm tu leka..! Haydi gidin, sizi bıraktım, sizi salıverdim. Siz artık salıverildiniz. Size bir şey yapmayacağım. Demişti.

Resulallah’ın işte genel affı böyle oldu. Ama bu genel aftan hariç tutulanlar vardı, 17 kişi bir habere göre. Bunlardan hemen tümü, tamamı gerçekten de direkt imana zulmeden insanlardı, Allah’la harp eden insanlardı, Allah’la savaşan insanlardı, İçinde 6 sı da şairdi bunların, yani o günün basınını temsil ediyordu ve 3 nün cezası infaz edildi, 3 ü geldi af diledi ve affedildi geri kalan da farklı farklı yerlere kaçtılar. Evet, yani bu ayetin tefsirinde Resulallah’ın uygulaması da böyle olmuştu.

194-) Eşşehrülharâmu Bişşehrilharâmi vel hurumâtu kısas* femenı'tedâ aleyküm fa'tedû aleyhi Bi misli ma'tedâ aleyküm* vettekullahe va'lemu ennAllahe ma'almüttekıyn;

Haram ay, haramınız olan aya bedeldir... Ve buna hürmette eşitlik esastır. O hâlde haddi aşıp (bu süreçte) size saldırana, saldırganlığının misliyle siz de saldırın! Allâh'tan korunun ve iyi bilin ki Allâh korunanlarla beraberdir. (A. Hulusi)

Hürmetli ay hürmetli aya ve bütün hürmetler birbirine karşılıktır. O halde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyle saldırın da ileri gitmeye Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir. (Elmalı)


Eşşehrülharâmu Bişşehrilharâmi vel hurumâtu kısas Saldırmazlık ayında saldırana verilecek cevap, saldırmazlıktır. Ben haram ayını saldırmazlık ayı diye Türkçeleştirdim haram ay budur, yani saldırının yasaklandığı, savaşın yasaklandığı ay.

Burada şu söylenmek isteniyor. Haram aya karşılık haramdır. vel hurumâtu kısasu saldırmazlıklar da karşılıklıdır, yani hürmet karşılıklıdır. Bununla söylenmek istenen şu; Resulallah Hudeybiye yılında hacc etmek için Medine’den Mekke’ye çıktığında müşrikler izin vermediler, okla, taşla saldırdılar ve tabii bir anlaşmayla sonuçlandı biliyorsunuz, Hudeybiye anlaşması. Ama Resulallah’ı Mekke’ye sokmadılar o haram aydı, Resulallah’ın çıktığı o ay haram aydı, Zilkade ayında çıkmıştı.

Haram aylar biliyorsunuz Zilkade, Zilhicce ve Muharrem ayları, yani kameri yılın son üç ayı haram aydır. Zilkade, Zilhicce ve yeni yılın ilk ayı. Son iki ay ve yeni yılın ilk ayı.

Aslında 4 ay haram ay olarak bilinirdi cahiliyye de 4. ay olan Recep ayını Mudar kabilesi haram ay ilan etmişti. Diğer 3 ayı kim ilan etti diye sorarsanız kaynaklarımız bize şu bilgiyi veriyor, İbrahim peygamberden gelen bir gelenekti. Nebevi aslı olan İbrahim’i bir gelenekti bu. Onun için Kur’an bu geleneği itiraz etmedi ama en sonunda Hz. İbrahim’den gelen bu gelenek, Mekke’nin fethinden sonra, daha doğrusu berae suresinin, Tevbe suresinin inişiyle artık hükmen geçersiz ilan edildi yani bu ümmetten kaldırılmış oldu.

Biliyorsunuz şeriatlar arasında nesh vardır, bendenizin görüşü de budur. Şeriatlar ve önceki şeriatlar, sonraki şeriatlar hükümleri arasında nesh olabilir. Ancak şu kitabın iki kapağın arasında kalıpta hükmü geçersiz olan ayetin olmadığını düşünüyorum. Bu kitabın iki kapağı arasında yer alan tüm ayetlerin hükmü geçerlidir. Her çağda, her zamanda. Ama onun zamanı, zemini, şartları ayrıdır. Oluşunca şartları zamanı gelince o ayetin hükmü o anda baki olur. Eğer zamanı değilse bir başka ayet o konuda hükmedilir. O ayetin şartları oluşmuşsa o ayet orada uygulanır. Yani nesh edilen, nasih ve mensuh olarak görülen ayetlerin hepsinin kendine has zaman ve zemini vardır. Buna biz tedric diyoruz.

femenı'tedâ aleyküm fa'tedû aleyhi Bi misli ma'tedâ aleyküm Her kim size saldırırsa onun yaptığının aynısını siz de ona yapın. Yani onun yaptığının aynısıyla siz de ona karşılık verin. Vettekullahe Ve fakat Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun bunu yaparken. va'lemu ennAllahe ma'almüttekıyn; Ve yine bilin ki, aklınızdan çıkarmayın ki Allah kendisine karşı sorumluluğunu bilenlerle beraberdir.

Tabii burada özellikle vurgulanmak istenen şey şu; Saldırana eğer ille de saldıracaksanız, onun yaptığından fazlasını yapamazsınız, size tecavüz edene siz de misli ile karşılık verebilirsiniz. Bu demek değildir ki siz de tecavüz edin. Zaten saldırıya karşılık vermek cezadır tecavüz değildir. Onun için saldırı misli ile karşılık bulur. Ama bu zarara zararla karşılık vermek değildir. Onun için İslam hukukunun kurallarından biri haline getirilmiştir. La darara, vela dırar..! Zarara karşı zarar verme yoktur İslam’da.

Peki bunu nasıl anlayacağız, bunu İslam’da cezasız suç ta yoktur biçiminde anlayacaksınız. Ve kendinizi savunmanız en doğal insani ve imani hakkınızdır biçiminde anlayacağız. Hürmette denklik esastır diye anlayacağız. Tecavüze ceza Yahudiler gibi olmamalı.

Yahudiler ne yapıyorlardı? Eğer bir Yahudi’yi öldürürseniz, Yahudi’yi öldüren ırkın tamamını öldürürüz mantığı hâkimdi. Bir Yahudi’ye bir dünya bedeldir mantık bu, tam bir Yahudi mantığı. Hayır bir kişi öldürülmüşse onun karşılığını da katili cezalandırılır. Ama onlar öyle yapmazlardı. Hatta İşaya kitabının bir ayeti var bu konuda, İşaya kitabında bir fıkra. Orada deniliyor ki; Yahudi olmayan kavimlerin tümü, Yahudilerin ayaklarına kapanıp, onların ayağının tozunu yalayacaklardır. Yahudi’ce mantık bu. Anlatabiliyor muyum..! Ben bu ayetin İlahi hitap kelam olduğunu sanmıyorum. Özellikle içe kapanma döneminde Yahudilerin kendi kendilerine verdikleri bir hava olduğunu zannediyorum.

Bu nokta da başkalarına goim diyorlardı. Goim, ne demek, hem yabancı, öteki manasına gelir hem de kâfir ve düşman manasına gelir. Yani öteki düşmandı, öteki kâfirdi. Kim olmayan? İsrail oğullarına mensup olmayan.

Biliyorsunuz, Yahudiler kendilerine gelen ilahi nizamı, bir milliyet olarak ırkçılığa dönüştürdüler. Kutsal ırkçılık haline getirdiler. Onun için de Tevrat, Milli kitap oldu. Yahuve, yahve, milli ilah oldu ve Musa’da Milli lider, milli önder oldu. Oysaki Musa Müslümanların peygamberi, Tevrat, İnsanlığa gönderilmiş bir ilahi rehber, onunla gelen şeriat ise İslam’ın bir şeriatıydı. Ama onlar bunu millileştirdiler.

Bunun karşısında bir dengesizlik yer aldı. Hıristiyanların dengesizliği. O da ne, İncil’de ifade edildiği gibi; Bir yanağına vurana, öbürünü çevir, İslam ise bunu demedi. Ne Yahudiler gibi İfrat, ne Pol Hıristiyanlığı gibi tefrit. Bir yanağına vurana öbürünü çevirecek adam görmüyorum ben hangi Hıristiyan böyle yapmış.

Bir tek insanı öldürüldü diye Amerika bir tek gemisine bomba attı diye 100 binlerce çocuğu bombalamadı mı Irak’ta. Körfez savaşı bir yanağını vurana öbür yanağını çeviren adamın davranışı mıydı?.! Söyler misiniz?.! Nerede bir yanağına vurana ikinci yanağını çevirenler..! Bu olmayacak bir şey, onun için de ütopya. Bu sebeple İslam hayatın gerçeğini görür. İslam hayatı Allah’la karşı karşıya getirmez. İslam insanı muhal olan bir ütopyaya değil, makul ve mümkün bir hayata çağırır. Bu çok önemlidir. İşte İslam’ın makul ve mümkün olan bir hayata çağırdığının en güzel delillerinden biride budur.

Hayatta savaş vardır, savaş vakıadır. İnkâr etmekle savaş yok olmaz. Savaş insanın içindedir. İnsanın olduğu yerde savaş vardır, o halde savaşı inkâr ederek bir yere varamazsınız. Düzenleyin, savaşı mümkün olduğu kadar ilkelere oturtun, ilkesel olsun. Düşmanlık vardır, mutlaka birileri cinayet işleyecektir bunu engelleyemezsiniz. O halde bunu adil bir biçimde yargılayın ve cezalandırın yok kabul etmeyin, yok sayarsanız eğer başınızı kuma gömmüş olursunuz.

Savaş vardır, savaşı yok sayarsanız savaşın olmadığı bir dünyayı kim özlemez ki biz özlemeyelim. Kim istemez ki biz istemeyelim. Bunu istemek ayrı şey, ama hayatın gerçeğini görmekte ayrı şeydir. İstemekle olmuyor, bitmiyor ki..!

Belki savaşın en çok olmamasını isteyenler, bir gün geliyorlar savaşa mecbur kalıyorlar. O sebeple İslam insana başını kuma gömmesini teklif etmez. Aksine başını kumdan çıkarıp hayata bakmasını, hayatın gerçekleriyle yüzleşmesini ve ayağını yere basıp mümkün olan hayata güzellik katmasını ister hayatı güzelleştirir yani. Bir düş ve rüya ülkesine çekmez İslam insanı, onun için buradaki emirler de bunu gösteriyor zaten.

vettekullahe va'lemu ennAllahe ma'almüttekıyn; Mealendir miştik, devam ediyoruz şimdi.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
Bakara (187-197) ayetlerini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder