
“Euzübillahimineşşeytanirracim.”
“Bismillahirrahmanirrahim”
Sevgili dostlar, Bakara suresinin 249. ayeti ile dersimize devam
ediyoruz.
249-) Fe lemma fesale Talûtu Bil cunûdi, kale innAllahe mübteliyküm Bi neher*
femen şeribe minhu feleyse minniy* vemen lem yat'amhü feinnehu minniy illâ
menığterafe gurfeten Bi yedih* feşeribû minhu illâ kaliylen minhüm* felemma
cavezehu huve velleziyne amenû meahu, kalu la takate lenel yevme Bi Calûte ve
cunudih* kalelleziyne yezunnune ennehüm mulakullahi kem min fietin kaliyletin
ğalebet fieten kesiyraten Bi iznillah* vAllahu meas Sabiriyn;
Talut,
ordu ile hareket edince dedi ki: "Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan
edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o
bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır)."
Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Talut ve
beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde. "Bizim bugün, Calut
ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarına
inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: "Nice az topluluklar, Allah'ın
izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla
beraberdir." (Elmalı)
Talut,
ordusuyla yola çıktığında (askerlerine) dedi ki: "Muhakkak Allâh sizi bir nehir ile
sınayacaktır. Kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan tatmazsa o da
bendendir. Eliyle bir avuç kadar alan müstesna"... Fakat içlerinden pek
azı hariç, ondan içtiler. Ne zaman ki O ve beraberindekiler nehrin karşı
yakasına geçtiler, "Calut ve ordusuna karşı savaşacak gücümüz
kalmadı" dediler. Allâh'a kavuşacaklarını (imanları sebebiyle)
özlerinden gelen (yakîn) ile bilenler ise: "Pek çok defa, az bir
topluluk Allâh'ın izniyle (biiznillah), kendilerinden çok fazla
topluluğu yenmiştir. Allâh dayananlar ile beraberdir" dediler. (A.Hulusi
Fe lemma fesale
Talûtu Bil cunûdi, kale innAllahe mübteliyküm Bi neher Ve Talut ordusuyla harekete
geçtiği zaman dedi ki ordusuna; “Allah sizi bir ırmakla sınayacak.”
Biliyorsunuz daha önceki dersimde de ima ettiğimi
hatırlıyorum, Talut, Saul isimli, ismi Tevratta Saul olarak geçen bir İsrail
oğulları komutanı, mümin, kamil bir insan. Allah’ın seçtiği bir komutan. Her
komutan gibi ordusunda disiplin istiyor, ancak bu disiplin sadece keyfi bir
disiplin değil. Üstlendikleri sorumluluğun bilincini taşıyan. Görevlerinin ne
kadar ağır olduğunu fark eden. Allah’tan aldıkları mesajı insanlığa ulaştırmak
için, Vahiyle insan arasındaki engeli kaldırmak isteyen bu insanların,
yaptıkları işin ne kadar önemli olduğunu onlara bu sınavla anlatmak istemişti.
Aslında Talut’un ordusu ile Muhammed AS. Ordusu aynı
ordu idi. Çünkü aynı gaye, aynı hedef, aynı merkezden yönlendiriliyorlar. Ve
aynı amaca ulaşmak için çaba gösteriyorlardı. Onun için de Allah bu ayetlerin
ilk muhatabı olan Muhammed AS. ve onun arkadaşları olan sahabelerine onu misal
veriyordu. Tabii ki bu ayetlerin modern muhatapları olan bize de
misal veriyordu.
femen şeribe minhu
feleyse minniy
Kim ondan içerse benden değildir. Talut ordusunu uyarıyor. Kim bu ırmaktan
içerse benden değildir.
vemen lem yat'amhü
feinnehu minniy illâ menığterafe gurfeten Bi yedih Bir avuç dışında kim de ondan
tatmazsa, kana kana içmezse o bendendir.
Peki, bu uyarının ardından ne oldu? Onu da Kur’an
haber veriyor. feşeribû minhu illâ kaliylen minhüm Çok
azı müstesna hemen hepsi ondan kana kana içtiler. felemma cavezehu huve velleziyne amenû meahu Talut’un ordusu ve Talut, yani
ona iman edenlerle birlikte nehri geçtikleri zaman beride kalanlar dediler ki;
kalu la takate
lenel yevme Bi Calûte ve cunudih Bugün bizim düşmanımız olan Calut ve onun ordusuna
karşı bir gücümüz yok, dermanımız kalmadı dediler. Aslında yukarıdaki İslam
ordusu komutanı Talut’un verdiği talimatın hikmeti de burada anlaşılmış oldu.
Nedir bu hikmet;
Tefsirlerin anlattıklarından öğreniyoruz ki Talut’un
verdiği bu emri dinlemeyip te uzun bir çöl yolculuğunun ardından, çok uzun bir
susuzluğun ardından ırmağa gelince ki bu ırmağın Ürdün ırmağı olduğunu söylüyor
bazı müfessirler. Irmağa gelince kana su içenlerin dudaklarının morardığı,
bacaklarının titremeye başladığı, takatsiz kesilip oldukları yere yığıldıkları
aktarılır.
Aslında İslam ordusu komutanı Talut bu deneme ile iki
şeyi amaçlıyordu
1 – Ordunun disiplinini ölçüyor,
yani disiplinsiz bir ordunun ne kadar kalabalık olursa olsun başarılı
olamayacağı gerçeğini görüyor ve orduda kaç disiplinli insan çıkacak onu bilmek
istiyor.
2 – Fiziki bir tehlikeye karşı
ordusunu garantiye alıyordu. Çünkü uzun süre susuz yürüyen, susuz duran, çölü
geçen bir insan aniden su içerse hep başına bu gelir. Bunu iyi biliyordu.
Çölde yaşayan bedeviler uzun süre çölde susuz kalmış
insanı bulduklarında kesinlikle su içirmezlermiş. Önce derisine ıslak bezle
masaj yaparlarmış. Sonra dudağına ıslak bezle yavaş yavaş, damla damla su
damlatırlarmış. Yoksa sonu ölüme kadar varan bir takım sıkıntılar baş
gösterebilirmiş. Onun için Talut’un bu emri aslında 2 vecheli, iki boyutlu bir
uyarıydı.
Tabii bize ne var burada; Talut’un ordusuna bir uyarı.
Ama onlar gittiler, bize ne kaldı? Bize bir şey kalmasaydı Kur’an bu yaklaşık
3.000 yıl önce yaşanmış hikayeyi bize niçin anlatsındı ki? Elbette bir sebebi
var tabii. Aynı şey bizi de ilgilendiriyor.
Bu nokta da Allah yolunda disiplinli bir birliktelik oluşturmuş
her cemaatin, her grubun, her İslami oluşumun mutlaka ve mutlaka uyması gereken
bir disiplin kuralları, bir silsile olduğu gerçeği öğretiliyordu. Bunlar hikaye
değildi. Ve bu ayetlerin ilk muhatabı olan ashab-ı kirama, Resulallah’a karşı
nasıl davranmaları gerektiği öğretiliyordu.
Ve hepsinden öte öğretilen bir şey vardı o da şu; Kaç
kişi olduğunuzu öğrenmek istiyorsanız daranızı düşürün. Darayı ana kilodan
saymayın. Net le Brüt arasındaki farkı mutlaka öğrenin. Brüt çok çekebilir, ama
brütten yola çıkarak hiçbir plan yapılmaz. Net nedir ona bakın.
İşte tüm dünyanın hareket adamlarına Kur’an ın verdiği
müthiş ders bu. Gölgeleri hesaba katmayın, gölgeleri sayıya dahil etmeyin. Bir
kendisi bir de gölgesi derseniz eğer siz yanılıyorsunuz. Ve yahut ta gölge gibi
olan şahsiyet olamamış bireyleri hesaba katmayın. Kendi yüreği ile duymayan,
kendi kafası ile düşünmeyen, kendi yüreği ile sevmeyen gölge şahsiyetleri
hesaba katmayın. Onlar birin önündeki sıfır gibidirler. Sıfırdırlar. Hep sıfır
çıkarlar. Çünkü birin önündedirler.
Disiplinleri de yoktur üstelik. Sıfır bile olsa eğer
disipline girerde birin arkasına geçerse, yani yerini bilirse o zaman kendi de
değer alır, bire de değer yükler. İşte bu disiplindir. Rakamların bile
disiplini rakamlara değer yükler. İnsanların disiplini de insanlara değer
yükler.
kalelleziyne
yezunnune ennehüm mulakullahi Allah’a kavuşacaklarına kesin olarak inananlar
dediler ki;
kem min fietin
kaliyletin ğalebet fieten kesiyraten Bi iznillah* vAllahu meas Sabiriyn; Nice az topluluk vardır ki
sayıca az topluluk, tarih boyunca sayıca çok kalabalık olan orduları yenmiştir.
Galip gelmiştir onlara Allah, hiç kuşkunuz olması ki Allah direnenlerle
beraberdir. Sabredenleri direnenler diye çevirdim.
Bu doğrudur. Sabrın karşılığı, ya da karşılıklarından
en birincisi direnmedir. Onun için size biri sabret dediği zaman, diren
demiştir. Çünkü direnecek bir şeyiniz yoksa, sabredecek bir şeyiniz yoksa,
sabır da söz konusu olmaz. Bir yerde sabırdan söz edilmesi için, sabredilecek
bir şeyin olması lazım. O nedenle sabır direniştir.
Ve burada tarihin en eskimez toplumsal bir yasası
hatırlatılıyor. O da nedir? Tarihi değiştirenler, tarihin yatağını
değiştirenler kalabalıklar değil, şuursuz yığınlar değil, cahil kitleler değil,
tarihin yatağını insanlık tarihi boyunca değiştirenler tarihin edil gen
nesneleri değil, etken özneleridir. Yani Ulul Elbab’dır. Az da olsalar. Onlar
hiçbir zaman, hiçbir çağda çoğunluğu oluşturmadılar.
Hemen bu noktada hatırlamayacak mısınız 243. ayeti,
geçen ders işlediğim ayeti, ekseranNasi oraya bir atıftır aslında bu. Geçen ders işlemiştim
243. ayette.
ekseranNasi ne demek, insanların çoğu ve 3
halde geldiğini duyurmuştum Kur’an da. İnsanların çoğu bilmez. İnsanların çoğu
şükretmez, ekseranNasi la yeşkürun İnsanların çoğu iman etmez. La Yu’minun üç hal de birbirinin devamı, illeti ve sebebi olarak
gelir demiştim hatırlayın. İşte adeta ona bir gönderme, bir atıftır. Çok olan
değil, az ama samimi olan kazanır. Sayılara bakan sayılara inanmıştır. Siz
kaliteye mi bakıyorsunuz kantite ye mi (sayısal
değer, çokluk). Öze mi bakıyorsunuz, biçime mi. Bu bakışınız çok önemli.
Allah nereye bakıyor..! Allah
hiçbir zaman nerde çok varsa ben oradayım demez. Onun için de Allah’ın ne
dediğini iyi bilen insanlardan, yiğit insanlardan biri olan Abdullah İbn. Mes’ut sahabenin
büyüklerinden; Cemaat nedir diye sorulduğunda aynen şu cevabı veriyor.
- El cemaat-u alel Hakk Velev kâne vahdet.
Cemaat hakikat üzere olandır,
istersen tek ol. Evet Onun için burada da bir hakikat. İnsanlık tarihinin en
büyük yasalarından biri hatırlatılıyor. Tarihsel dönüşüm kalabalıkların eliyle
değil, şuurlu, bilinçli insanların eliyle gerçekleşir.
O halde bugün de insanımıza en
büyük ders bu değil mi? Bu günün insanının bakış açısına baktığınızda ne kadar
da benziyor değil mi..! Suyu içenlerin, kana kana içenlerin bakış açısına.
- Niçin
oradasın arkadaş?
-
Efendim herkes burada da ondan.
Çünkü Niçinine vereceği daha
ciddi bir cevap yok. Orada kalabalık olduğu için orada. Çoğunluk orada olduğu
için orada. Bu ne demektir? Bu “Kendi
başıma bir değer ifade etmiyorum.” Demektir. Kendi bütünlüğümü kuramadım
demektir. Kendi kemalimi oluşturamadım demektir. Kendi kendimi gerçekleştiren
bir insan değilim demektir. Bu;
…keennehüm huşubun musennedetun…
(Münafıkun/4) Giydirilmiş
kalaslar. Bu bir insanın çokluğu hakikate tercih etmesi, çok olanı az olana
karşı az hakikate karşı çok yalanı tercih etmesi yenilmiş kalas olmanın
itirafıdır.
Bu sebeple sevgili dostlar burada
verilen şey aslında tarihin büyük bir yasasıdır.
250-) Ve lemma berezu liCalûte ve cunudihi kalu Rabbena efrığ aleyna sabren ve
sebbit akdamena vansurna alel kavmil kâfiriyn;
Calut
ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: "Ey
Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler
topluluğuna karşı bize yardım et!" (Elmalı)
Calut ve ordusunun karşısına çıktıklarında dua ettiler:
"Rabbimiz dayanma kuvvesi ver, ayaklarımızı sâbitle, kaydırma ve
inkârcılar topluluğuna karşı bize kazanma gücü ver." (A.Hulusi)
Ve lemma berezu
liCalûte ve cunudihi kalu Rabbena efrığ aleyna sabren Calut’ ve ordusu karşı kıyıya
geldiklerinde bu müminler dediler ki Rabbena efrığ
aleyna sabren
Ey Rabbimiz üzerimize sabır yağdır. ve sebbit akdamena ve ayaklarımızı sabit tut.
Bizi sabit kadem eyle vansurna alel kavmil kâfiriyn; Ve bizi inkarda direnen şu
topluma karşı muzaffer kıl diye dua ettiler.
Bakınız iki topluluk var. Bir topluluk emir
dinlememiş, geride kalmış. Bir topluluk ise emri dinlemiş ve geçmiş. Geçenler
Calut ve ordusuyla yani düşman ordusuyla karşı karşıya gelmişler. Harp hali
almışlar. Savaş hali, mücadeleye tutuşacaklar. Karşı karşıya gelince şöyle
dememişler, ey komutan, biz çıkarken çoktuk. Büyük bir kısmımız elendi, bizimse
gücümüz yetmez dememişler. Ne demişler; Onlar sınavı verenler, onlar gücün,
başarının sadece Allah’tan geldiğine inananlar. Onun için de adresi doğru
tutmuşlar. Doğru adrese yönelmişler, doğrudan Allah’a yönelmişler.
Sayılarına bakmamışlar, kelleyi saymamışlar ve
demişler ki Ya rabbi bizim üzerimize sabır yağdır, bize direnç ver. Direnecek
bir güç ver ve bizim ayaklarımızı sabit tut, kaydırma. Ve bize, inkarında
direnen bu düşmana karşı zafer ihsan et.
Düşmanlarına
niçin düşman olduklarının da cevabını burada vermişler. Yani biz bunlarla başka
şey için savaşmıyoruz, savaş açmadık. Bizim savaş açmamızın tek sebebi küfür de
direnmeleri alel kavmil kâfiriyn;
Orada isim vermiyor, Calut ve ordusu demiyor. Sıfat
veriyor. Onların küfürde direniyor olmaları, bizi onlarla savaşa mecbur etti
demiş oluyorlar. Devam ediyor;
251-) Fehezemuhüm Bi iznillahi ve katele Davudu Calûte ve atahullahul Mülke vel
Hikmete ve allemehu mimma yeşâ'* ve levla def'ullahin Nase ba'dahüm Bi ba'din
le fesedetil Ardu ve lakinnAllahe zû fadlin alel alemiyn;
Derken,
Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah,
kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden
de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü
mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf
sahibidir. (elmalı)
Derken (biiznillah) nefslerinin hakikati olan Allâh Esmâ'sının
elvermesiyle, onları hezimete uğrattılar. Davud, Calut'u öldürdü. Allâh (Davud'a)
mülkü ve Hikmeti verdi ve dilediğini ona talim etti (programladı Esmâ'sıyla
özünden gelen bir yolla). Eğer Allâh insanların (eliyle) diğer bir
kısmını saf dışı etmeseydi, elbette arz bozulurdu (yaşanmaz olurdu).
Fakat Allâh'ın fazlı âlemler üzerinedir. (A.Hulusi)
Fehezemuhüm Bi
iznillahi
Allah’ın izniyle, Bi iznillah, onları bozguna uğrattılar.
ve katele Davudu
Calûte ve atahullahul Mülke vel Hikmete Bakınız ilginç bir yer. Davut,
o ana kadar ismi yok ortalarda. Peygamber de değil. Sadece İslam ordusu
komutanı Talut’un ordusunda bir asker. Sıradan bir asker. Davut, Calut’u, küfür
ordusu Calut’u öldürdü. ve atahullahul
Mülke
Ve Allah ona mülkü verdi. Hükümranlık verdi. Yönetimi nasip etti. vel Hikmete Sadece yönetimi değil. Aslında
yönetim bir promosyon. Asıl hikmeti verdi ona. Yani hakikatle hayat arasındaki
sırrı bulacak bir keskin bakış verdi.
Afaki ayetlerle enfüsi ayetler arasında ki irtibatı
keşfedecek harika bir feraset verdi, basiret verdi. Onun için de Vahiyle gelen
hakikatleri, hayatın içinde ki hakikatlerle örtüştürdü. Hikmetin tanımlarını yapıyor
bu size.
ve allemehu mimma
yeşâ'
Ve ona istediğini öğretti. Dilediği şeyleri ya da kimin dilediği; Davut’un
dilediklerini mi, herhalde Allah’ın, Allah kendi dilediklerini, onun bilmesi
gerekenleri de ona öğretti.
Burada verilmek istenen şey ne? Açık, siz Allah’a
yardım edin ki Allah’ta size yardım etsin.
..in tensurullahe yensurküm ve yüsebbit
akdameküm; Muhammed/7
Eğer siz Allah’a yardım ederseniz
Allah’ta size yardım eder ve ayaklarınız üzerinde sabit kılar sizi.
Yukarıdaki ifadenin aynısı bakın.
Bu aslında bu. Onun için bilgi de Allah’a ait. Bilgiye sahip olmak istiyorsanız,
yine Salih amel işleyin. Allah size bilginin kapılarını da açacaktır.
ve levla
def'ullahin Nase ba'dahüm Bi ba'din le fesedetil Ardu Eğer Allah insanların bazısını
bazısına karşı savunmamış olsaydı, yeryüzü fesada giderdi. Çözülme başlardı.
Toplumsal bozulma ve kokuşma olurdu.
Bazısını bazısına karşı savunmamış diye çevirdim, Def’u yine Nafi kıraatinde Difa’u diye de okunmuş. Tam savunma
anlamına gelir. Ancak büyük dilci Sibevey, ikisinin aynı anlama geldiğini
söylüyor ki bence bu doğru. Onun için savunmak diye karşıladım ben. İnsanların
bazısını bazısına karşı savunmamış olsaydı, insanlık fesada giderdi yeryüzü.
Bu ne demek dostlar; Açık, zalimin biri çıkar
zulmeder, yanına mı kalır? Allah’ın yasası gereği, Allah Zulmettiği insanları
bir başkası ile savunur. O zalimin zulmettiği insanın belki kendisini savunacak
gücü olmayabilir, mümkündür. Ama Allah daha başka bazılarını getirir, o zalime
musallat eder, onu onlar savunur. Zulmedilenlere, mazlum olanları onlar
savunur.
Eğer o savunanlar da zulmederse, ki mümkündür, o zaman
o zalimlerin başına da bir başkalarını musallat eder ve adalet, ilahi adalet
daima böyle gerçekleşir.
Ha..! Önceki zulme uğrayan mı, onun da bir sebebi
vardır. Belki o da başkalarına zulmetmiştir, ve onun cezasını çekiyordur. Ve
daha önce zulmettiklerine karşıda Allah, öbür zalimle onu savunuyordur.
Hadis diye nakledilen lakin hadisle alakası olmayıp bu
ilahi hakikati güzel ifade eden meşhur bir söz vardır.
- Ez zalimu seyfullah yentakı nu bihi sümme
yentakun
Zalim Allah’ın kılıcıdır, onunla
intikam alır, döner ondan da intikam alır. Bu ilahi adalet yasasıdır.
ve lakinnAllahe zû
fadlin alel alemiyn; Ve fakat Allah bütün varlıklara karşı sınırsız merhamet
sahibidir.
252-) Tilke ayatullahi netluha aleyke Bil Hakk* ve inneke le minel mürseliyn;
İşte
bunlar, Allah'ın âyetleridir. Onları sana hakkıyla okuyoruz. Şüphesiz ki sen o
gönderilen resullerdensin.(elmalı)
Bunlar Allâh işaretleri... Onları sana Hak olarak
anlatıyoruz... Sen irsâl olan Rasûllerdensin. (A.Hulusi)
Tilke ayatullahi
netluha aleyke Bil Hakk işte bütün bu sana okuduğumuz, sana ilettiğimiz
belgeler hakikati Allah’tan gelen belgeleridir. Biz sana bunların aslını,
doğrusunu iletiyoruz.
Bu Bil Hakk var ya aşağıdaki, son
satırdaki Bil Hakk o özel olarak gelir ve birçok
ayette de, kıssaların anlatıldığı bir çok ayette vurgu yapılır. Neden? Bu Bil Hakk
ifadesi ile pekiştirilince kıssalar, buradan şunu anlıyoruz. Bölge halkının
bildiği bir hikaye anlatılıyor. Ancak efsaneye karışmış ve bozulmuş bir hikaye.
Aslı anlatılıyor. Yani biz bunun sana doğrusunu anlatacağız. Bölgede bu kıssa
biliniyor. Medine Yahudileri iyi biliyorlar Talut ve Calut kıssasını. Ancak
doğru bilmiyorlar. Efsaneleşmiş, mitolojik bir tabiata dönüşmüş, onun için de
doğrusu yalanla karışmış. O sebeple Bil Hakk diye geldiği zaman anlıyoruz
ki Kur’an doğrusunu ifade ediyor. O kıssanın aslını bize bildiriyor. Niçin?
ve inneke le minel
mürseliyn;
Çünkü sen kendisine Risalet vazifesi verilenlerdensin.
Mürsel risale gönderilen, haber
gönderilen, mesaj gönderilen kişi demektir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz, sen
kendisine mesaj iletilenlerden birisin. Onun içinde biz, kendisine mesaj
iletilen bir peygamber olarak sana bu hadiselerin hakikatini iletiyoruz.
Eğer öyle ise sen, kendisine mesaj iletilen
Nebilerden, elçilerden biriysen şimdi dinle;
253-) Tilker Rusülü faddelna ba'dahüm alâ ba'd* minhüm men kellemAllahu ve
refea ba'dahüm derecat* ve ateyna Iysebne Meryemel beyyinati ve eyyednahü Bi
Ruh-ıl Kudüs* ve lev şaAllahu maktetelelleziyne min ba'dihim min ba'di ma
caethümül beyyinatu ve lakinıhtelefû, feminhüm men amene ve minhüm men kefer*
ve lev şaAllahu maktetelu, ve lakinnAllahe yef'alu ma yüriyd;
O
işaret olunan resuller yok mu, biz onların bazısını, bazısından üstün kıldık.
İçlerinden kimi var ki Allah, kendisiyle konuştu, bazısını da derecelerle daha
yükseklere çıkardı. Biz Meryem oğlu İsa'ya da o delilleri verdik ve kendisini
Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile kuvvetlendirdik. Eğer Allah dileseydi, bunların
arkasındaki ümmetler, kendilerine o deliller geldikten sonra birbirlerinin
kanına girmezlerdi. Fakat ihtilâfa düştüler, kimi iman etti, kimi inkâr etti.
Yine Allah dileseydi, birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat Allah dilediğini
yapar.(emalı)
İşte o Rasûllerden bazısını bazısından daha üst özellikli
kıldık. Onlardan kimi Allâh kelâmına muhatap oldu, kimini de derecelerle daha
yükseltti. Meryemoğlu İsa'ya da açık deliller verdik, varlığında açığa çıkan
Ruh-ül Kuds (kutsal
kuvveler) ile teyit ettik... Eğer Allâh dileseydi, onlardan sonraki
toplumlar kendilerine açık deliller ulaştığı hâlde birbirlerini
öldürmezdi. Fakat fikir ayrılığına düştüler, kimi iman etti kimi de inkâr
etti. Eğer Allâh dilemiş olsaydı birbirlerini öldürmezlerdi... Ne var ki Allâh
dilediğini yapar. (A.Hulusi)
Tilker Rusülü
faddelna ba'dahüm alâ ba'd Evet, seninde içinde olduğun bu peygamberler
silsilesi var ya, söz konusu elçilerden her birine diğerinden farklı meziyetler
bahşettik.
ba'dahüm alâ ba'd kalıbı, kalıp diyorum Arap
dilinde bir kalıp bu. Farklı farklı çevirilere temel teşkil etmiş. Onun için de
mealler bu konuda bir standart geliştirmemiş olabilirler. Lakin burada lafzen
kelime olarak tercümesi, işte söz konusu elçilerin bazılarını bazılarına üstün
kıldık diye çevrilebilir mi..!
Böyle bir çeviri, ayetin maksadını ifade etmez bizce.
Çünkü efdaliyyet, peygamberler arasında efdaliyyet, kategorik bir efdaliyyet
inancı Kur’an tarafından bizzat yasaklanır. Hatırlayın, hemen bu surenin 285.
ayet ne diyor orada;
… la nuferriku beyne ehadin min RusuliHİ.. Bak./285
Biz onun elçileri arasından hiç birini ayırmayız.
Tabii bu ayırım aynı zamanda inkar
etmeyiz manasına da gelir. Lakin, bundan başka ayetlerde var. Bakınız İsra
suresinin 55. ayeti;
.. ve lekad faddalna ba'danNebiyyiyne alâ ba'din ve ateyna Davude Zebura;
İsra/55
Bu ayet nasıl bitti bakınız, yine aynı form orada da
geliyor, aynı form. ve lekad faddalna
ba'danNebiyyiyne alâ ba'd Evet.
Biz peygamberlerden
bazılarını bazıları üzerine tafdil ettik. Üstün kıldık manası verilebilir mi?
Eğer burada aynı kategorik ayırıma delalet etseydi ayet, Davud’a da Zebur’u
verdik diye bitmezdi. Yani burada söylenmek istenilen nedir? Şudur; Her bir
elçiye ayrı ayrı meziyet verdik. Her birinin kendine has özelliği var,
hususiyeti var. Ki örnekte verilmiş. Burada mesela demektir devamı ayetin.
Örneğin, mesela men kellemAllahu ve refea ba'dahüm derecat Onlardan kimisiyle Allah
konuştu, kimisini de kat kat derecelerle üstün kıldı, yükseltti.
Allah’ın konuştuğu kim? Hz. Musa, Kat kat derecelerle
yükseltilen, Resulallah kastediliyor bu açık. İmaen Resulallah’ın kastedildiği
tartışılmaz burada. Ama bazıları ifadesiyle Resulallah her halde olsa olsa Hz.
İbrahim le burada eşleştiriliyor gibime geldi benim. Çünkü biraz sonra zaten
söz oraya getirilecek.
ve ateyna Iysebne
Meryemel beyyinati Ve Meryem’in oğlu İsa’ya da apaçık hakikati, apaçık
belgelerini verdik. ve eyyednahü Bi Ruh-ıl Kudüs Mukaddes ruh ile onu
destekledik. Biz Mukadder ruh, Bi Ruh-ıl Kudüs ibaresini daha önce
işlemiştik.
ve lev şaAllahu
maktetelelleziyne min ba'dihim min ba'di ma caethümül beyyinatu ve
lakinıhtelefû
Evet burada yine bir insanlık yasası ifade ediliyor. Yine bir insanlık yasası.
Kendilerine hakikatin apaçık belgeleri geldikten sonra
ve lev şaAllahu
maktetelelleziyne min ba'dihim min ba'di ma caethümül beyyinatu Eğer Allah dileseydi
kendilerine hakikatin apaçık belgeleri geldikten sonra birbirlerinin kanına
girmezlerdi.
Allah bunu diledi mi? ve lakinıhtelefû Hayır, dilemedi. Yani insanların farklı farklı
yaratılışını diledi. Allah kendine muhalefeti yok etmedi. Allah kendi
muhalefetini bile yok etmemiş bakın. ve lakinıhtelefû Lakin ihtilaf
ettiler. Çünkü Allah öbürünü dilememişti. Allah kendi muhalefetini yok etmezken
ey siyasetçiler, ey insanlar, ey dünyayı çekip çevirenler muhaliflerinizi neden
sürüm sürüm süründürüyorsunuz, yok etmeye çalışıyorsunuz ve bize de bir ders.
Dünyayı çiçek bahçesi etmek gibi bir ütopyaya
sarılmayın. Daima karanlık ve aydınlık olacak. İyi ve kötü olacak, imanla küfür
olacak. Onun için görevinizi yapın. Ütopyaya saplanmayın. Düş ülkelerde rüya
görmeyin. Ayağınız yere değsin. Gerçeklerle hareket edin. Planınızı da gerçekçi
bir biçimde yapın. Bunun verdiği ders bu.
Ve bir ima da yukarıya. Adeta peygamberlerin hepsi
birbirinden farklı. Hepsinin kendine özgü meziyeti var. Ümmeti var. Derecesi
var. Adeta burada söylenen bu hayatın tabiatı zaten. Hayatın doğasında var.
Hayatın doğasında olan şey peygamberlerde niye olmasın. Onun için de onlar
böyle sıra sıra aynı hizada dizilmiş şeyler değil. Hepsinin kendine has
meziyeti var. Onun için peygamberler arasındaki farklılık ta, aslında hayatın
doğasından gelen bu farklılığın bir tenevvuatı, yani zenginliği. Buradaki
ihtilaf zenginlik anlamına da alınabilir.
feminhüm men amene
ve minhüm men kefer Devam ediyor, onlardan kimi iman eder, etti, kimi de
küfreder. İnkar etti.
ve lev şaAllahu
maktetelu
İkinci kez geldi bu cümle. Eğer Allah dileseydi birbirinin kanına girmezlerdi.
İkinci sefer gelmesinin bir sebebi olsa gerek diye
düşünüyorum. Bu ikinci cümle bana doğrudan bu ümmete hitap ediyor gibi geldi.
Birinci cümle Tarihi bir hakikati, İkinci cümle aynen birincisinin aynı formla
gelmesi; Bu ümmette birbirine düşüp bir gün boğaz boğaza girecek anlamını
taşıyor gibime geldi. Geleceğe bir işarettir. Yani sahabenin arasındaki o kanlı
çatışmalara, çarpışmalara bir göndermedir gibi tefsir edilebilir mi acaba diye
düşünüyorum.
ve lakinnAllahe
yef'alu ma yüriyd; Lakin, fakat Allah istediğini yapandır. İstediğini
icra edendir. Bu noktada hiç kimse; “Ya
rabbi sen yeryüzünü niçin dikensiz gül bahçesi etmedin..!” diyemez. Allah
böyle diledi. Bu Allah’ın bir nizamı. Allah’ın yasasını öğrenmeye çalışın,
hayatı doğru algılayın. Hayatı yanlış algılarsanız, suyu yokuş yukarı akıtmaya
kalkışırsınız ve beceremezsiniz. Onun için de hayatı doğru okuyun. Doğru
okursanız akıntı istikametinde kürek çeker ve menzil-i maksuda erişirsiniz.
Yani akıntıya karşı kürek çekmek zorunda kalmazsınız. Hayatın yasalarını size
yardımcı kılarsınız o zaman.
254-) Ya eyyühelleziyne amenû enfiku mimma razaknaküm min kabli en ye'tiye
yevmün la bey'un fiyhi ve la hulletün ve la şefaatün, vel kâfirune hümüz
zalimun;
Ey
iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir
şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah
yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir. (elmalı)
Ey iman edenler, ne alışverişin, ne dostluğun, ne de
şefaatin olmadığı günden önce, sizi rızıklandırdıklarımızda infak edin (imanınız dolayısıyla
karşılıksız bağışlayın)... Kâfirler (Hakikati inkâr edenler),
zâlimlerin (kendi nefsine zarar verenlerin) ta kendileridir. (A.Hulusi)
Ya eyyühelleziyne
amenû enfiku mimma razaknaküm Bakınız burada farklı bir konuya girdi, ancak
yukarıyla yine bağlantılı. Yine bağlantılı, çünkü yukarıdaki ölümü izah ediyor.
Aslında bugün işleyeceğimiz hemen bütün ayetler bize ahlakın temel direğinin,
öldükten sonra dirilip hesap vermeye iman olduğunu ima etmek için. Ahlaki
kuralların en temel yasası, insanda ahlakın en temel düsturu, öldükten sonra
hesap vermeye imandır. Onun için de bütün şu verilen örnekler ve verilecek
örnekler, insana ahlakın temel yasasına dikkat çekmek içindir.
Ya eyyühelleziyne amenû Ey iman ettiğini iddia
edenler, enfiku mimma razaknaküm eğer iddianızı ispat etmek
istiyorsanız size rızık olarak bahşettiklerimizden Allah yolunda harcayın, sarf
edin. min kabli en ye'tiye yevmün la bey'un fiyhi ve la hulletün ne olmadan önce? Evet,
kendisinde pazarlığın olmadığı, dostluğun olmadığı, ve la şefaatün şefaatin olmadığı gün gelmeden önce size rızık olarak
verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. vel kâfirune hümüz
zalimun;
Nankörler var ya nankörler, hem Allah’ın kendisine
verdiğinden Allah’a vermek istemeyen, Allah’ın kendisine bir bağ bağışlayıp ta,
kendisi bir üzüm bağışlamak istemeyen nankörler var ya, onlar zalimlerin kendi
kendilerine zulmedenlerin, kötülük edenlerin ta kendileridir.
Değerli dostlar burada bir atfa dikkatinizi çekmek
istiyorum. Ciddi bir atıf var burada. O atıfta, hani hatırlayacaksınız, daha
önce Allah’a kim güzel bir borç verir diyordu ya, Allah’a borç verirseniz
borcunuzun karşılığını, kredinizin karşılığını ne zaman alırsınız. İşte orada
alırsınız. Alacağınız günü tarif ediyor size. Öyle bir gün ki; O günde pazarlık
yok, O günde dostluk sökmüyor, o günde şefaat yok..!
Şefaati 48. ayeti işlerken işlediğim için geçiyorum.
245. ayetle, Allah’a borç verenler karşılığını
alacaklar ayetiyle irtibat kurar, bir atıftır demiştim. Hatırlayın Kur’andan;
El ehıllau yevmeizin ba'duhüm li ba'dın adüvvün
illel müttekıyn; Zuhruf/67
Nasıl bir gün o gün; O günü Kur’an tarif ediyor. Öyle
bir gün ki, Öyle bir gün ki..! Dostluk fayda etmiyor, kimse size yardımcı
olamıyor ve pazarlık geçmiyor kimseyle. Kur’an ın dediği gibi;
El ehıllau yevmeizin ba'duhüm li ba'dın adüvvün
illel müttekıyn;
o gün dostlar bile birbirine düşman oluyor, sadece Allah için dost olanlar
hariç, muttakıler hariç. Bu ne güzel müjde değil mi..!
Niçin dostlar düşman oluyor? Çünkü o gün eğer Allah
için dostluk kurulmamışsa, Allah rızası için olmayan dostluklar düşmanlığa
dönüşüyor. Menfaat bitiyor. Dünyevi dostlukların ahirete taşınması mümkün değil
de ondan. Dünyada kalıyor o dostluklar. Ve onlar düşman oluyorlar. Hatta
birbirlerinin yakasına yapışıp; “Ya rabbi benim küfrüme sebep bu, günahıma
sebep bu..!” Diye onu suçlu gösteriyorlar. Ki Kur’an da bu tip sahneler
anlatılır.
Yine o gün nasıl bir gün?
Yevme yefirrulmer'u min ahıyh;
Abese/34
Kişinin kardeşinden kaçtığı,
Ve ümmihi ve ebiyh; Abese/35
Babasından kaçtığı, annesinden kaçtığı,
Ve sahıbetihi ve beniyh; Abese/36
Arkadaşlarından, evlatlarından, dostlarından,
yakınlarından ya da eşinden kaçtığı..! Evet, böyle bir gün.
Yine o gün;
İkra' Kitabek* oku sicilini kefa Bi nefsikel
yevme aleyke Hasiyba;İsra/14
Bugün kendi hesabını görmek için
sen sana yetersin. Kendi hesabını kendi ellerinle gör, kendi karnene kendin not
ver. İkra'
Kitabek..! Oku sicilini. Böyle bir gün o gün.
İşte o günden söz ediliyor
burada. O günde hiçbir şey fayda etmeyecek deniliyor. Tabii fayda edecek bir,
bir var. Bir. O bir kim diye mi soruyorsunuz, Hadi öğrenin o zaman;
255-) Allâhu lâ ilâhe illâ HÛ* elHayy'ül Kayyûm* lâ te'huzuHÛ sinetün vela
nevm* leHÛ mâ fiys Semâvâti ve mâ fiyl Ard* men zelleziy yeşfe'u 'ındeHÛ illâ
Bi iznih* ya'lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm* ve lâ yuhıytûne Bi şey'in
min 'ılmiHİ illâ Bi ma şâ'* vesi'a Kürsiyyühüs Semâvâti vel Ard* ve la yeûduhu
hıfzuhümâ* ve HUvel Aliyy'ül Azıym;
Allah'tan
başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini
yürüten (kayyum)dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne
varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O,
kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun
dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi,
bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na
bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür. (e.m.)
Allâh O, tanrı yoktur sadece HÛ! Hayy ve Kayyum (yegâne hayat olan ve her şeyi
kendi isimlerinin anlamı ile ilminde oluşturan - devam ettiren); O'nda ne
uyuklama (âlemlerden bir an için olsun ayrılık), ne de uyku (yaratılmışları
kendi hâline bırakıp kendi Zâtî dünyasına çekilme) söz konusudur. Semâlarda
ve arzda (âlemlerdeki tümel ilim ve fiiller boyutunda) ne varsa hepsi
O'nundur. Nefsinin hakikati olan Esmâ mertebesinden açığa çıkan kuvve
olmaksızın (biiznihi) O'nun indînde kim şefaat edebilir... Bilir onların
yaşadıkları boyutu ve algılayamadıkları âlemleri... O'nun dilemesi (elvermiş
olması) olmadıkça ilminden bir şey ihâta edilemez. Kürsüsü (hükümranlık
ve tasarrufu {rubûbiyeti}) semâları ve arzı kapsamıştır. Onları muhafaza
etmek O'na ağır gelmez. O Alîy (sınırsız yüce) ve Aziym'dir (sonsuz
azamet sahibi). (A.Hulusi)
Allâhu lâ ilâhe
illâ HÛ* elHayy'ül Kayyûm Evet..! Kendisinden başka ilah olmayan tek Allah’tır
o. Kim diye soruyorsanız. İşte öğrenin. O Allah’ı kendi lisanından yanıyın.
Kimliği bu. Kendisinden başka tapılacak, tapınmaya layık mabut olmayan yegane ilahtır
o Allah.
El Hayy dır. Bizatihi diridir. Mutlak
diridir. Diriliğin kaynağıdır. Sadece diri değil, tüm dirilikleri yaratandır.
Diri olan her şeye diriliği verendir.
El Kayyûm Şimdi bunu nasıl Türkçeye
çevireyim ben..! Türkçede karşılığı yok ki. Koskoca iki cümle kurmam gerekecek.
Kendi kendisine yeten ve kendisi dışındaki her şeyin kaynağı olan, kendisi
dışında ayakta kalan, her şeyi ayakta tutan tek Zat’tır O.
Hani demiştim ki, kişinin kendi kendisine yettiğini
zannetmesi şirktir. Çünkü kendi kendisine yeten sadece Allah’tır. İnsan kendi
kendisine yetmez. Onun için de Allahsız bir nefes alamaz insan. Bir adım atamaz
insan. Atmaya çalışırsa yürüdüğü yer cehennem olacaktır. Kör, sağır ve dilsiz
olacaktır. Devam ediyor, Rabbimiz kendisini tanıtıyor. Kimlik beyanı bu.
lâ te'huzuHÛ
sinetün vela nevm O’nu ne gaflet basar, ne uyku tutar. Yok öyle şey.
Söyler misiniz, bir canlı söyler misiniz gaflet basmayan, uyku tutmayan.
İçinizde en uyanığınızı getirin ey insanlar, en uyanığınızı. Gaflet basmayan,
uyku tutmayan bir insan söyler misiniz? O bunlardan münezzehtir. Onun için de
böyle bir Allah karşısında dikkatli olun. Yani onun gafil olduğu bir an
bulamazsınız ki, şu anda görmüyor beni, istediğimi yapayım diyesiniz. Onun
unuttuğu bir zaman bulamazsınız ki yapayım ya çok geçti unutur, daha çok zaman
var, o zamana kadar Allah unutur diyemezsiniz. Hiç birini unutmaz. Onun için
bir anınızı O’nun kudret nazarından kaçınamazsınız.
leHÛ mâ fiys
Semâvâti ve mâ fiyl Ard Sadece siz değil, göklerde ve yerde olan her bir şey
O’na aittir. Sadece siz O’na ait değilsiniz. Sizin dışınızdaki tüm varlıklarda
O’na ait.
men zelleziy
yeşfe'u 'ındeHÛ illâ Bi iznih Ayet-el Kürsi, Kur’an ın can damarı, Ayet-el Kürsinin
de can damarı bu cümle. men zelleziy yeşfe'u 'ındeHÛ illâ Bi iznih O’nun izni olmaksızın katında
şefaat edecek olan kimmiş bakayım. Hele şunu bir görelim..! Söyleyin bakayım
bana O’nun izni olmaksızın O’nun katında şefaat edecek olan kimmiş. Boyunu
görelim.
Bu bir nefiy cümlesi, olumsuzlama
cümlesi. Bir iddia var, bu iddiayı yalanlayan bir cümle dikkat edin. Cümlenin
geliş tarzı çok önemli. Bir iddia var karşıda, karşının iddiasını sert ve
şiddetli bir biçimde reddediyor bu cümle. Karşının iddiası nedir? Açık,
falanca, falanca, falanca Allah katında bize şefaatçi olur. Bizi alır eteğine
toplar götürür, bu bir tarz.
Onun için bu her çağda
değişebilir, her toplumda değişebilir. Bazı toplumlarda işte cahiliye müşrik
toplumu gibi, Putlar. Yoksa onlar Allah’a inanıyorlardı. Bunlar nedir diye
sorduğunuzda Kur’an dan öğreniyoruz ki onlar şu cevabı veriyorlarmış; ..liyükarribuna
ilellahi zülfa.. Zümer/3. Bunlar bizi Allah’a yaklaştıran
aracılardır. Öyle diyorlarmış. Yoksa Allah’a inanmadıklarından değil. Ama
inandıkları Allah, inançlar, Allah inançları uzak bir Allah inancı. Uzak, her
an göremez, bize karışamaz, bir aracı lazım. Onun için de aracı tutmak lazım.
Kur’an işte bu inancı yerden yere
çalıp sahih bir Allah inancı kurmak istiyor. Onun içinde ısrarla; Yakın, sizi
sizden iyi gören, size şah damarınızdan daha yakın bir Allah inancını
yerleştirmeye çalışıyor. Her satırda, Kur’an ın her satırında bunu görürsünüz,
açık ya da gizli. Bunu görürsünüz.
Onun için takva, ittika, Muttaki
kelimeleri ve bu kökten türemiş Kur’an da ki tüm takva ile ilgili terimler hep
Allah’ın kula çok yakın olduğunu andıran kelimelerdir. Evet, Takvanın kökeninde
Allah’ın her an seni gözlediği, seni bildiği, seni takip ettiği, seni terbiye
ettiğinin şuurunda olmak. Allah bilincidir bu. Zikir de budur zaten. Zikir şuur
dirilimidir. Sürekli hatırda tutmak, gözetlendiğinizi hatırda tutmak.
Burada, söylenecek çok şey var
tabii, ama biraz hızlı yürümek istediğimden ben şimdilik bu kadarla iktifa
ediyor ve devam ediyorum.
ya'lemu ma beyne
eydiyhim ve ma halfehüm Onların önünde ve açıkta olanı da, arkada ve gizli
olanı da bilir Allah. Tabii yukarıda Allah’ın sıfatlarından bazıları ifade
edildi. Zaten sözün buraya gelmesi doğal akışı içerisinde gerekiyordu.
Burada insana doğrudan bir uyarı var. Allah insanın önünde,
ma beyne eydiyhim Bu bir kalıptır Arap dilinde. Aslında iki eli
arasında, lafsi manası budur. Ama bunu mecazen ifade ettiği mana, açıkta
olanlar, yani açıkça yaptıklarımız. Arkada olanlarda gizlice, saklayarak, ta..!
yüreğimizde, ta..! zihnimizin dehlizlerinde düşündüklerimiz.
Tabii bunun en meşhur manalarından ikisi önümüzde olan
dünya, arkamızda olan ahiret. Tersini de söylemiş bazıları burada ifade edilen
insan ahirete doğru, Allah’a doğru yürüyen, ölümüne doğru yürüyen insan olduğu
için, önünde olan ahiret, arkasında kalan dünya biçiminde de tefsir etmiş bazı
müfessirler. Ama Allah gizli ve açık, küçük ve büyük her bir şeyi bilir. Bu
gerçek ifade ediliyor.
ve lâ yuhıytûne Bi
şey'in min 'ılmiHİ illâ Bi ma şâ Evet, O’nun ilminden hiçbir şeyi O dilemedikçe
kavrayamazlar. Kim? Kim kavrayamaz? O şefaatçiler ve şefaat bekleyenler. Onun
kime şefaat edeceğini nereden öğrenmişler. Veya kime şefaat hakkı vereceğini
nereden öğrenmişler. Bu O’nun ilmi içerisinde burada ima edilen o.
Tamam birileri birilerinden şefaat bekliyor da, kim
söyledi onlara Allah’ın onlara şefaat izni vereceğini. Kaldı ki şefaatin ne
olduğunu dediğim gibi 48. ayette işlemiştim. Orada demiştim ki; Şefaat şuna
benzer, bir örnekle izah etmiştim; Bir kişinin birine verdiği ödülü bir başkasına
onur olarak, falana verdiğim ödülü sen takdim eder misin demesidir.
Şimdi ödülü takdim eden insan ödülün hakiki sahibi
midir. Onun ödülle, ödülün takdiriyle alakası yok. Onu onurlandırmak için
oranın amiri, oranın reisi, oranın lideri, oranın başkanı, onu
onurlandırmıştır. Falana ben ödül verdim, bunu vermeyi de sana tevdi ediyorum.
Yani seni onurlandırıyorum ödül vermekle. Falana ödülünü ver. Şimdi siz
birinden ödül istemek zorunda kalırsanız o ödülün sahibinden mi istemeniz doğru
olur, yoksa ödülü takdim eden, sizden farkı olmayan o kişiden mi. Ondan
isterseniz ödülün sahibi gücenmez mi..! Ve bu durumda adresi şaşırmış olmaz
mısınız. İstemeniz gereken adresten değil de, istememeniz gereken adresten
istemekle aslında ödül sahibine de hakaret etmiş olmaz mısınız. Ödülü takdir
eden o, ne ödülü verileceğini takdir eden o, ödülün kime verileceğini takdir
eden o, ödülün kim tarafından verilmesi gerektiğini de takdir eden o. O halde
siz nasıl kalkıp ta kendi kendinize ondan bir haber almadan, onun bilgisin de
olan bir konuda fikir yürütüyorsunuz da kendi kendinize falanı ödül tevdi edici
biri gibi görmeye çalışıyorsunuz. Diyor Kur’an. İşte bu.
vesi'a Kürsiyyühüs
Semâvâti vel Ard Burada daha
azametli bir cümle geldi. O adeta Allah’ın sonsuz kudretine bir delalet olsun
diye, O’nun sonsuz kudret ve otoritesi gökleri ve yeri kaplamıştır diyor.
Kürsiy sandalye manasına gelir, taht
manasına gelir. Dahası, bir semboldür. Onun için “tahttan indi” dediğiniz zaman, Abdülhamit tahttan indi cümlesi
kurulduğu zaman siz, Ha..! Abdülhamit tahttan yere indi anlamazsınız.
Otoriteden alaşağı edildi, saltanattan düştü. Tahta çıktı diye duyduğumuz zaman
siz ha, falanca adam tahtın üzerine çıktı oturdu anlamazsınız. Otoriteyi ele
geçirdi diye anlarsınız. Onun için, Tahtı yıkıldı diye duyduğunuz zaman taht
devrildi demek ki diye anlamazsınız. Bu zaten gülerler böyle bir şeye. Devleti
yıkıldı, yönetimi yıkıldı anlarsınız. Onun için burada ki bir mecazdır ve
Allah’ın kudret ve azametine delalet eder.
ve la yeûduhu
hıfzuhümâ
Onları, gökleri ve yeri gözetmek O’na ağır gelmez. ve HUvel Aliyy'ül Azıym; O yücedir ve azametli olan bir Rabdır. Yüce,
gerçekten yüce ve azametli olan yalnızca O’dur. Daha doğru bir tercüme ile;
Gerçekten yüce ve azametli olan yalnızca O’dur.
Ayet-el Kürsi’nin, ki buna
ayet-el kürsi denir biliyorsunuz. Efdaliyeti konusunda bir çok hadis gelmiş. Bu
hadislerden bir çoğu ya zayıf, ya da uydurma. Bir çok sure faziletine ilişkin
ayetlerde olduğu gibi. Ama bunlardan sahih olanları var. Biri, sahih olan bu
rivayetlerin birinde peygamberimiz Ayet el kürsi’yi;
İnsanın bireysel ve toplumsal
emniyetini sağlayabilecek manevi bir güç olarak takdim edişi var. Onun için de
yatarken Ayet el kürsinin okunması konusunda ki teşvik edici hadis, sadece Ayet
el Kürsinin okunduğu mekanı değil, ona komşu olan mekanların da emniyet altına
alındığını ifade eder.
Yine namazlardan sonra Ayet el
kürsiyi okumamız Resulallah’tan bize kadar gelen sahih bir haberledir.
Namazlardan sonra Ayet el kürsiyi okumamızı teşvik eden bu haberde bir çok
müjdelerle doludur.
Neden böyledir? Dediğim gibi
Kur’an da en çarpıcı ayetler, Allah’ın kimliğini bize bildiren ayetlerdir.
İhlas suresinin önemi de buradan gelir onun için. Çünkü o da Allah’ım sen
kimsin sorusun cevabı olduğu için yüce bir suredir yoksa surelerin hepsi
yücedir tabii ki. Ancak Ayet el kürsinin özel bir yerinin olduğu bize kadar
nakledilen sahih hadislerden açıkça anlaşılıyor.
Ben bu nokta da kainatı ve
mahlukatı bire bir göremediğimiz için Resulallah’tan bize kadar
gelen sahih rivayetlere güvenmemiz, inanmamız ve amel etmemizin hakkımızda
hayırlı olduğuna inanıyorum.
Ve dünyayı
birlikte paylaştığımız görünmez varlıklara karşı, onların şerrine karşı
korunmanın yöntemlerinin de manevi olduğuna inanıyorum. Bu manevi yöntemlerin
de öyle hurafelerden, derme çatma bilgilerden değil, bize kadar gelen sahih
haberlerden ve tamamen Kur’an dan almamız gerektiğine inanıyorum.
Ve manevi
tehlikelere karşı korunmanın en güzel yönteminin manevi bir zırh olan Cevşen-ül
kebir olan, büyük kalkan olan Kur’an la mümkün olduğuna inanıyorum. Onun için
kendinizi Kur’an kalkanıyla manevi tehlikelere karşı koruyun. Bunda hiçbir beis
yok, aksine bunu yapmanız teşvik edilmiş.
256-) Lâ ikrahe fid Diyni kad tebeyyenerrüşdü minel ğayy* femen yekfür
Bittağuti ve yu'min Billahi fekadistemseke Bil urvetil vüska, lenfisame leha*
vAllahu Semiy'un 'Aliym;
Dinde
zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim
tâğutu inkar edip, Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir
zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.(elmalı)
"DİN"de (Allâh yaratısı sistem ve düzeni {Sünnetullah} kabul
konusunda) zorlama yoktur! Rüşd (Hakikat en olgun hâliyle) ortaya
çıkmış, sapık fikirlerden ayrılmıştır. Kim Tagut'u (gerçekte var olmayıp
vehim yollu var sanılan kuvvelere tapınmayı) terk eder, (varlığını
oluşturan) Allâh'a (Esmâ'sına) iman ederse, kesinlikle o kopması
mümkün olmayan, hakikatindeki sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allâh Semi' ve
Aliym'dir. (A.Hulusi)
Lâ ikrahe fid Diyn Zorlama dinde yoktur. Herkesin
dilinde gezen hele bu günlerde dilinde gezen bir ayet. Lakin kimsenin manası
üzerinde düşünmediği, herkesin diline gelip böyle olur olmaz yerde konuştuğu
savurduğu bir ayet. Zorlama dinde yoktur. Yani zorlamanın tabiatı dinde yoktur.
Bu ne demektir? Bir kimse zorla bir dine sokulmaz.
İslam zorla kendisine gireni Müslüman saymaz. Çünkü İslam bir
irade meselesidir. Hür irade meselesidir. Hür iradesi ile seçmeyen bir insan
Müslüman olmaz.
Onun için de Tarihte hiçbir Alim,
Hiçbir imam, hiçbir müçtehit İslam’a zorla giren Müslüman olacağı, zorlama
yoluyla, zorla İslam’a sokulan insanın Müslüman olduğu yolunda herhangi bir şey
söylememiş. Ve tabii İslam’a zorla sokulması yönünde de herhangi bir görüş
bildirmemişlerdir. Onun için de daima seçenekli davet sunulur. Davet denilir,
davet edilir. Savaşların gayesi de İnsanları zorla İslam’a sokmak değildir.
Öyle olsaydı cizye olmazdı, öyle olsaydı Müslümanların 400 yıl, 500 yıl, 600
yıl, 700 yıl hükmettikleri yerde şimdi bir tane gayri Müslim olmaması lazımdı.
Ama tam tersi.
Osmanlı, 350 yıl 400 yıl
balkanların tümünde hükümranlık etmiş, hakimiyet yürütmüş. Ama balkanlar gayri
Müslim’le dolu. Osmanlının 450 yılda, kılına, tüyüne dokunmadığı gayri
Müslim’ler, geleli 100 yıl olmuşlar, şimdi Müslüman’ı horluyorlar. Dikkatinizi
çekerim.
Endülüs’te İslam devleti 650 yılı
aşkın, 700 yıla yakın hükümranlık sürdü. Ama Endülüs’te Hıristiyan hiç
eksilmedi, hiç bitmedi, hiç kökü kazınmadı. Lakin Endülüs’te Müslümanların 15.
y.y.da hezimete uğramasından sonra, çok değil, sadece 100 yıl sonra damızlık
için bir tane Müslüman yoktu İspanya’da.
Evet, işte fark. Onun için
değerli dostlar burada Lâ ikrahe fid Diyn zorlama dinde yoktur derken,
zorla kimse Müslüman olmaya zorlanamaz, lakin bu yanlış anlaşılıyor ve
kullanılıyor.
Şimdi bir insan düşünün, Berber levhası asmış. Siz
traş olmaya varıyorsunuz, zorlama be kardeşim diyor. Siz ona saçmalama
diyeceksiniz. Yani benim sana traş olmaya varmam, ya da berber yazmışsın, bir
traş eder misin diye söylemem, zorlamak mı? Yoksa iddianın ispatını istemek mi.
Zorlamakla ne alakası var. Siz doktor önlüğü giymişsiniz ve hastanede
geziyorsunuz. Biri gelmiş beni tedavi eder misin deyince, Zorlama be kardeşim
diyorsunuz. Bu saçma olur tabii gülerler adama. Ne zorlaması be kardeşim, çıkar
sırtından önlüğü doktor değilsen. Sahtekarsam o ayrı bir mesele. Onun için Müslüman’ım dedikten sonra, Müslüman
gibi davranırsın.
Tabii ki ibadetlerde de zorlama yoktur. Çünkü zorla
ibadet olmaz. Bir insana zorla kıldırdığınız namazdan dolayı o insana namaz
ecri verilmez. Çünkü ibadet gönüllülük esasına dayanır. Vicdani bir hadisedir.
Lakin onun ortamı sağlanır. Zaten İslami bir topluma düşen de budur. Lakin, bir
Müslüman’a, Müslüman ol demek, bir berbere berber ol demek kadar doğaldır. Bir
doktora doktor ol demek kadar doğaldır. Zorlamak falan da değildir.
Müslüman’san adam gibi Müslüman ol. Değilsen Müslüman’ım diye geçinme, çıkar
sırtındaki önlüğü, indir o levhayı. Hiç olmazsa insanların umuduyla oynama.
İnancıyla oynama. Onun için burada iki şeyi birbirinden ayırmak lazım.
kad tebeyyenerrüşdü
minel ğayy
Artık, doğru ile yanlış birbirinden seçilip ayrılmıştır.
femen yekfür
Bittağuti ve yu'min Billahi fekadistemseke Bil urvetil vüska, lenfisame leha Kim Tagut’u inkar eder ve
Allah’a da iman ederse kesinlikle kopmaz bir tutamağa yapışmış olur. Bu
Kelime-i Şahadetin tefsiridir dostlar. Bu ayet Kelime-i şahadetin tefsiridir. La ilahe İllallah Kelime-i tevhidin daha
doğrusu. Kelime-i Tevhidin La ilahe İllallah kelimesinin tefsiridir,
şerhidir. La ilahe Tagut’u inkardır. İllallah
Allah’a imandır.
Tagut nedir..! Kısaca eğer Beydavi’nin ve
Zemahşeri’nin tarifini esas alacak olursak, sizi Allah yolundan alıkoyan her
bir şey Tagut’tur. Canlı olur, cansız olur, cismani olur, şeytani olur, ruhani
olur, manevi olur, maddi olur, ve sen olur sanem olur hepsi olabilir.
Aslında putlar Tagut değildir. Çünkü Tagut irade ile
insanı Allah yolundan alıkoyandır. Putlar insanı Allah yolundan alıkoymaz,
çünkü onların canı yoktur, iradesi yoktur. Tüm putlar Tagut’ların adi birer
aletleridirler. Onun için Tagut putlara hükmedenlerdir. Putların ekmeğini
yiyenlerdir. Put sektörünün tepesinde oturanlardır Tagut.
Onun için Tagut’u inkar etmeyen Allah’a iman etmiş
olmaz. Tagut kendisini Allah’la karşı karşıya koyandır. Yani Allah bir şeyi
emretti, o da bir başka şeyi. Allah bir şeyi yasakladı, o Allah’ın
yasakladığını serbest bıraktı. Allah bir şeyi emretti, o Allah’ın emrettiğini
yasakladı, ya da serbest bıraktı. İşte Tagut’luk budur. Onun için bu manada
iman etmiş olmak için mutlaka Tagut’u inkar etmek gerektir. Yoksa olmaz. La ilahe
demeden illallah demenin hiçbir hükmü
olmadığını gibi, ki müşrikler İllallah diyorlardı ama La ilahe
demiyorlardı. Allah’a iman ediyorlar, Allah’la beraber başka şeylere de iman
ediyorlardı.
Onun için yu'min Billahi eğer Allah’a iman ediyor,
lakin yekfür Bittağut Tagut’u inkar etmiyorsa o Allah’a iman etmiyor
demektir. Onun imanı makbul değil,
merdut bir imandır.
Bu ayet gerçekten de bu konuda hiçbir tefsire mahal
bırakmayacak kadar açıktır. Böyle olan, Tagut’u inkar edip Allah’a iman eden,
ki Tagut’u inkar aynen Kelime-i Tevhid’de geldiği gibi La ilahe
gibi önde gelmiş. Önce Tagut’u inkar edeceksin. Kendisine ilahlık yakıştıran,
Kendisini Allah’ın yerine koyan, Allah’ın hükmü karşısında hüküm, Allah’ın
otoritesi karşısında otorite ortaya koyan bir otoriteyi inkar etmedikçe Allah’a
iman etmeniz işe yaramıyor. Böyle yapanlar kopmaz bir halkaya yapışmış olurlar.
vAllahu Semiy'un
'Aliym;
Kimin gerçekten böyle inanıp ta, kimin içlerinde Tagut’a birazcık iman ettiğini
Allah çok iyi işitir ve çok iyi bilir.
257-) Allahu Veliyyülleziyne amenû yuhricühüm minez zulümati ilenNur*
velleziyne keferu evliyaühümüt tağutu yuhricunehüm minen Nuri ilez zulümat*
ülaike ashabün nar* hüm fiyha hâlidun;
Allah,
iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr
edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar.
İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.(elmalı)
Allâh iman edenlerin Veliyy'sidir; onları zulmattan (karanlıklardan - hakikat
bilgisizliğinden) Nur'a (ilmin aydınlığında hakikati görmeye)
çıkartır. Fiilen küfür (hakikati inkâr) hâlinde olanlara gelince;
onların velîsi Tagut'tur (gerçekte var olmayıp var sandıkları kuvveler,
fikirler), onları nurdan zulmete dönüştürür. İşte onlar, ateş ehli (sonuçta
yanmaya mahkûm) kişilerdir. Onlar o şartlarda sonsuza dek kalıcıdırlar.
(A.Hulusi)
Allahu
Veliyyülleziyne amenû Allah imanların, iman edenlerin velisidir. Halk
diliyle amiyane tabirle galatla (meşhur) evliyasıdır. Herkesin bir evliyası
var.Tarih boyunca böyle olmuştur. Sizin evliyanız kim diye sorarlarsa burada
ayette iman edenlerin evliyası Allah’tır diyor.
yuhricühüm minez
zulümati ilenNur Evliyanın bir özelliği olması lazım, nedir o özellik,
o insanları zulümattan, karanlıktan aydınlığa çıkarır.
Dikkatinizi çekerim zulümat çoğul, Nur
tekil. Niçin? Karanlık tek olmaz. Çünkü kaynağı yok. Karanlığın kaynağı yok ki
tek olsun. Karanlıklar var. Onun içinde bir karanlıktan çıkan mutlaka aydınlığa
girmiş değildir, bir başka karanlığa girebilir. Karanlıklar vardır. Zulümat vardır. Kaynağı olmayan
karanlığın tek olması mümkün değil. Karanlık, ışığın yokluğu halidir. Bir
başına bizatihi var değildir. İşte batıl karanlıktır. Batıl, yoktur yani.
Aslında yok olandır batıl.
Karanlığın aslı yoktur. Mış gibidir. Sanaldır.
Similatiftir. İşte bugünkü modern hayat gibi. Yok. Aydınlığın yokluğuna
karanlık denir. Yoksa bizatihi var olan bir şey değildir karanlık. Işığı
çektiniz mi, geride karanlık kalır.
Işığın yokluğu halidir dedim. Niçin Nur tek gelmiştir,
tekil? Çünkü kaynağı vardır. Bir yerde aydınlık varsa mutlaka kaynağı vardır.
Bir yerde aydınlık varsa, ışığın kaynağını bulabilirsiniz. Oraya bir yerden
ışık geliyordur. Bunu bulabilirsiniz.
velleziyne keferu
evliyaühümüt tağut Küfreden kimselerin evliyası ise tağutlardır. Bakın
herkesin kendine göre bir evliyası var demiştim ya, Kur’an bunu diyor.
Küfredenlerin evliyası da tağutlardır.
yuhricunehüm minen
Nuri ilez zulümat Onların da bir işlevi var. Ne işlev yapar onlar?
İnsanları ışıktan alıkoyar, karanlıklara doğru yönlendirirler. Karanlıktan
karanlığa. Onlara cici oyuncaklar gösterirler karanlığa döndürmek için. Çünkü
onlar yarasa ruhlulardır. Yarasa ruhlu oldukları için güneş gözlerini
kamaştırır. Geceleri çalışırlar. Çünkü suçları görülsün istemezler. Onun için
kara yüzlü, kara çağın, kara yüzlü, kara vicdanlı, karanlık adamlarıdır onlar.
Karanlığın çocuklarıdır. Hep kara kara işler yaparlar. Ve şeytanın
askerleridir. Onun için de insanları karanlıklara çağırırlar.
ülaike ashabün nar İşte onlar ateşin çocukları, ateşin ashabıdır. hüm fiyha hâlidun; Ve orada kalıcıdırlar.Geçici değil.
258-) Elem tera ilelleziy hâcce İbrahiyme fiy Rabbihi en atahullahul mülk* iz
kale İbrahiymu Rabbiyelleziy yuhyiy ve yumiytu, kale ene uhyiy ve umiyt* kale
İbrahiymu feinnAllahe ye'tiy BişŞemsi minel meşrikı fe'ti Bi ha minel mağribi
febühitelleziy kefer* vAllahu la yehdil kavmez zalimiyn;
Allah,
kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi?
Hani İbrahim, ona: "Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür."
dediği zaman: "Ben de diriltir ve öldürürüm." demişti. İbrahim:
"Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!"
deyince o inkâr eden herif şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu
doğru yola iletmez. (elmalı)
Allâh, kendisine hükümdarlık verdiği için, İbrahim ile Rabbi
konusunda tartışanı görmedin mi? İbrahim: "Benim Rabbim O'dur ki diriltir
ve öldürür" dediğinde, o da :"Ben de diriltir ve öldürürüm"
dedi. İbrahim: "Allâh Güneş'i doğudan doğduruyor, hadi sen batıdan doğdur
bakalım" dediğinde ise, o kâfir (hakikati örten) apışıp kaldı! Allâh zâlimler topluluğuna
hidâyet etmez. (A.Hulusi)
Elem tera ilelleziy
hâcce İbrahiyme fiy Rabbihi en atahullahul mülke İbrahim’le Rabbi hususunda
kendisine mülk verdik, Rabbi, kendisine hükümranlık verdi diye tartışan şu
adama baksana diyor Kur’an. Kim bu adam? Biliyorsunuz Nemrut’tu. Allah
kendisine hükümranlık, yönetim verdi diye İbrahim’le Rabbi hususunda tartışmaya
giriyor. Baksana şu adama diyor Kur’an.
iz kale İbrahiymu O zaman İbrahim demişti ki;
Rabbiyelleziy
yuhyiy ve yumiyt Benim rabbim hayat veren ve öldüren bir Rabdir.
kale ene uhyiy ve
umiyt O
da İbrahim’e cevap verdi, bende hayat verir ve öldürürüm. Dedi. Hatta
tarihlerin anlattığına göre iki adam getirdi ceza evinden, birine hadi, sen git
dedi, birini de oracıkta kellesini kestiriverdi. Ben de böyle öldürür ve hayat
veririm dedi.
kale İbrahiym İbrahim bu sefer dedi ki;
feinnAllahe ye'tiy
BişŞemsi minel meşrikı fe'ti Bi ha minel mağrib Allah güneşi doğudan doğdurur,
hadi sen de eğer ilahlığa kalkışıyorsan onu batıdan doğdur.
febühitelleziy
kefer
Kafir donakaldı.
vAllahu la yehdil
kavmez zalimiyn; Allah, bakın, Nemrut’tan bahsediyor, kavme getiriyor
sözü. Topluma.
Niçin? Oysaki yukarıda bir kişiden bahsetti. Hiçbir
sapkın, arkasında bir sapkınlar sürüsü olmadan ayakta kalamaz. Onun için her
Nemrut, her Nemrut’u Nemrut yapan bir kitle vardır. Ve onlar da Nemrut’la
beraberdir. Onlarda Nemrut’tur. İsterse Nemrut’luk yapmasınlar. Nemrut’un
Nemrut’luğuna ses çıkarmıyor ve katkıda bulunuyorlarsa onlarda Nemrut’un
hükmündendirler. İşte onun için ayet böyle bitiyor.
vAllahu la yehdil
kavmez zalimiyn; Allah kendi kendine kötülük eden bir topluma hidayet
etmez. Onları doğru yola iletmez. Devam ediyor;
Ayetin, dersimin başında söylemiştim, okuduğum
ayetlerin hemen hepsi ahlaki davranışın temel direği olan, öldükten sonra
dirilmeye iman ile ilgili. Onun için de sözü döndürüp döndürüp oraya getiriyor.
Bakınız yukarıda Vakıi bir kıssa anlattı. İbrahim’e ilişkin. Şimdi de burada
temsili bir kıssa anlatacak.
259-) Ev kelleziy merra alâ karyetin ve hiye haviyetün alâ 'uruşiha* kale enna
yuhyiy hazihillahu ba'de mevtiha* feematehullahu miete 'amin sümme beaseh* kale
kem lebist* kale lebistü yevmen ev ba'da yevm* kale bel lebiste miete amin
fenzur ila taamike ve şerabike lem yetesenneh* venzur ila hımarike ve li
nec'aleke ayeten lin Nasi venzur ilel ızami keyfe nünşizüha sümme neksuha
lahmâ* felemma tebeyyene lehu kale a'lemü ennAllahe alâ külli şey'in Kadiyr;
Yahut
o kimse gibisini (görmedin mi) ki, bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş,
ıpıssız yatıyordu. "Bunu bu ölümünden sonra Allah, nerden
diriltecek?" dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra
diriltti, "Ne kadar kaldın?" diye sordu. O da: "Bir gün, yahut
bir günden eksik kaldım." dedi. Allah buyurdu ki: "Hayır, yüz sene
kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele eşeğine bak,
hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin bir işareti kılalım diyedir. Hele
o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara
nasıl et giydiriyoruz?" Böylece gerçek ona açıkça belli olunca:
"Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir." dedi. (elmalı)
Şöyle birinin (haberini almadın mı)? Bir yerleşim alanına uğramıştı ki
binaların üstü altına gelmiş, insanları helâk olmuş, "Allâh şurayı bu ölüm
sonrasında nasıl diriltir" diye düşünmüştü. Allâh onu orada öldürmüş ve
yüz sene sonra diriltmişti. "Ne kadar kaldın" dedi... O da: "Bir
gün veya birazı kadar" cevabını verdi. Allâh buyurdu: "Hayır, yüz
sene geçti üzerinden... İşte bak yiyecek içeceğine, hiç bozulmamış, ama eşeğine
bak (nasıl çürüyüp sırf kemikleri kalmış!) Seni insanlar için bir işaret
- ibret kılalım diye (yaptık bunu)... Kemiklere bak nasıl onları
kaldırıp üzerlerine et giydiriyoruz." Bu suretle iş açıkça belli olunca
şöyle dedi: "Biliyorum, kesinlikle Allâh her şeye Kaadir'dir!"
(A.Hulusi)
Ev kelleziy merra
alâ karyetin ve hiye haviyetün alâ 'uruşiha Yoksa sen alt üst olmuş, her
tarafı yıkılıp harabeye dönmüş şehre uğrayıp ta;
kale enna yuhyiy
hazihillahu ba'de mevtiha öldükten sonra Allah bütün bunları nasıl diriltecek
diyen kimse gibi misin sen de bu kimse gibimi düşünüyorsun diye ayete girdi.
Yani böyle biri var, faraza. Bir kasabaya uğramış
şehre, yerle bir olmuş, mahvolmuş, alt üst olmuş, tahrip olmuş her yer ve o
kasabayı gören biri dedi ki; Allah öldükten sonra burayı nasıl diriltecekmiş,
diyen gibi misin diyor sende. Sen dediği hepimiz.
Kale enna yuhyiy
hazihillahu ba'de mevtiha* feematehullahu
miete 'amin sümme beasehu Temsil devam ediyor. Allah onu 100 yıl ölü bıraktı ve
hemen ardından yeniden diriltti.
kale kem lebist Kendisine soruldu. Ne kadar
kaldın?
kale lebistü yevmen
ev ba'da yevm
Bir gün, ya da bir günden daha az kaldım diye cevap verdi.
İlginç bir örnek veriyor. Yani kendinizi ölmüş kabul
edin. Mezardasınız ve böyle bir diyalogla karşı karşıyasınız. Mezardaki insanın
zaman mefhumunu ele alıyor. Evet.
kale bel lebiste
miete amin
Hayır, aksine sen 100 yıl kaldın. fenzur ila taamike ve şerabike lem yetesenneh İstersen bak yiyeceğine ve
içeceğine daha bozulmamış bile. venzur ila hımarik ve bir de eşeğine bak. ve li nec'aleke ayeten lin Nas Biz seni insanlara bir işaret kıldık işte böylece. venzur ilel ızam ve bir de bak şu kemiklere, keyfe nünşizüha sümme neksuha lahmâ Onları nasıl yerli yerince
dizip ardından üzerini etle kapladığımızı düşünsene..! Baksana buna. felemma tebeyyene lehu Bütün bunlar kendisine açıklanınca şu itirafta
bulundu, bulunur o kimse:
kale a'lemü
ennAllahe alâ külli şey'in Kadiyr; Der ki; Tamam itiraf ettim, teslim oldum. Artık
bildim ki Allah her bir şeye kâdirdir. Der.
Bu ayet nedir, neden söz ediyor derseniz, doğrusu bu
ayetin olmuş bir olaydan söz ettiğine dair elimizde ciddi ve sahih hiçbir belge
ve delil yok. Tefsirlerin bu konuda anlattıkları uzun uzun hadiseler ve
hikayeler ise tamamen İsrailiyyatın mitolojik kaynağı olan Talmut’tan alınmış.
Orada da sahih bir desteği yok. Onun içinde ben hiçbir hikayeye girmeden burada
temsili bir şeyin anlatıldığı görüşündeyim. Yani bize; Kendinizi böyle bir
insanın yerine koyun. Allah o günün insanına o günün unsurlarıyla bir ders
veriyor. Gerçekten de kabirdeki bir insanın, 500 sene önce ölmüş bir insanı
şimdi kaldırsanız, bu cevapları almaz mısınız.
Tabii Cenab-ı Hakkın nasıl dirilteceğine ilişkin bir
çok delilleri, bir çok belgeleri var. Bu belgelerden belki de o günün insanının
bildiği, belki efsane olarak dillerde dolaşan, belki gerçekten yaşanmış bir
hadise olarak rabbimiz onlar bir kıssa anlatıyor.
260-) Ve iz kale İbrahiymu Rabbi eriniy keyfe tuhyil mevta* kale evelem tu'min*
kale belâ ve lâkin liyatmeinne kalbiy* kale fe huz erbeaten minet tayri
fesurhünne ileyke sümmec'al alâ külli cebelin minhünne cüz'en sümmed'uhünne
ye'tiyneke sa'ya* va'lem ennAllahe Aziyz'un Hakiym;
Bir
zamanlar İbrahim de: "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana
göster!" demişti. Allah: "İnanmadın mı ki?" buyurdu. İbrahim:
"İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum." dedi. Allah
buyurdu ki: "Öyle ise kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice
tanıdıktan sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da
onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok
güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."(elmalı)
Hani İbrahim de:"Rabbim bana ölüleri nasıl dirilttiğini
göster" demişti. Rabbi de: "İman etmedin mi?" demişti. (İbrahim): "Ettim de,
kalbimin mutmain olması için (fiilen görmek istedim)..."
"Kuşlardan dört tür al, onları kendine alıştır, sonra onların her birini
dört tepeye koy; sonra da onları kendine çağır. Sana koşarak (uçarak)
gelsinler. Bil ki Allâh Aziyzdir, Hakiym'dir." (A.Hulusi)
Ve iz kale Ve bize de yine farklı bir
biçimde yaşanmış bir kıssa anlatıyor. O da şu;
Ve iz kale
İbrahiymu
Hani İbrahim demişti ki; Rabbi eriniy keyfe
tuhyil mevta
Ölüyü nasıl diriltirsin bana göster ya rabbi. Demişti. Meraklı bir peygamberdi.
Böyle bir şeyi merak etmişti ve istemişti. Kale
Allah cevap verdi; evelem tu'min Yoksa inanmadın mı? Diye sordu Allah.
Evet, diyaloga bakın Rabbi ile İbrahim arasındaki
sıcak diyaloga. Aşk ve naz makamı adeta. Evet, Kale,
İbrahim cevap verdi. Belâ
Hayır ya rabbi, bilakis inandım iman ettim. ve lâkin liyatmeinne kalbiy Fakat kalbim yatışsın için soruyorum. Yani aynel yakıyn görmek istiyorum. Hak-el yakıyn yaşamak istiyorum.
kale fe huz
erbeaten minet tayri Allah cevap verdi. O halde dört tane kuş al, fesurhünne ileyke onları kendine itaate alıştır. Tam manası bu. Onları
kendine itaate alıştır, terbiye et.
sümmec'al alâ külli
cebelin minhünne cüz'en Onlardan her birini cüz cüz, ayrı ayrı bir tepeye
koy. Ya da sal. sümmed'uhünne ve ardından çağır. ye'tiyneke sa'ya sana uçarak geldiklerini göreceksin. Sana uçarak
gelecekler.
va'lem ennAllahe Bakın biraz önce ayet nasıl
birmiş ti;
kale a'lemü ennAllahe Burada
da va'lem ennAllahe Aziyz'un Hakiym; Ve iyi bil ki Allah aziyzdir.
Yani kendisinden şüphe edilmekten münezzehtir. Çok yücedir. İzzet sahibidir.
Hatta bunda bir nükte de var, o da şu; İbrahim, sen de
inanmasan Allah’ın nesi eksilir, Allah’ın nesi eksilir. Hiç olmasanız Allah’ın
nesi eksilir. Öyle Aziyz ki Allah, izzetini sizden almıyor ki. Sizin
inanmanızla Allah’a bir izzet eklemiş olmuyorsunuz. Siz inanmakla kendinize
şeref ve izzet katmış oluyorsunuz. İzzetinizi Allah’tan alıyorsunuz çünkü.
Va'lem ennAllahe
Aziyz'un Hakiym; Yani iyi bil ki İbrahim, sen aşk ile, naz-ü niyaz ile
bunu sordun, ben de bu yolu gösterdim. Yoksa Allah’ın sana ihtiyacı falan yok.
Bir dost, bir Halilsin ve niçin sorduğun da ortada ama şunu aklından çıkarma ki
Allah sana muhtaç falan değil. Sen inanmanla Allah’a bir şey gelecekte değil. Hakiym;
Ha..! Niçin böyle yapıyor, niçin bütün bu alemi
yaratıyor, İnsanları yaratıyor, insanlar içerisinden sapıkları yaratıyor,
kafiri yaratıyor, ardından bir de peygamberleri gönderiyor, peygamberler de
dönüp bir de bu soruları soruyorlar dersen, Hikmeti vardır. Sen bu soruyu
soracaksın ki gelecekte kıyamete kadar müminlerden bazıları, bazı inandıkları
şeyler hakkında gönüllerinde bizatihi görme isteği, aşkı belirir, bir Aynel Yakıyn olarak hissetmek yaşamak
arzusu gelirse gönüllerine, kendilerini suçlamasınlar. Benim imanımda bir
tereddüt mü var, bir şüphe mi var, niye ben bu soruları soruyorum, Allah acaba
nasıl yaratır diye, veya Allah nasıldır acaba, veya ahiret nasıldır acaba diye
soruyorum..! Diyerek kendilerini suçlamasınlar. Bu da ilahi bir mizansendir
adeta. Sen bunu sor ki İbrahim, gelecek insanlar, müminler rahat etsinler.
Böyle bir duyguyla kendilerini imanda şüpheye düşmüş görmesinler. Diye işte bir
çok hikmetinden biri de budur.
Burada değerli dostlar ahlaki bir ders var bu ayette.
Bu ayetin tefsirlerde farklı farklı yorumu yapılmış, hatta o kadar uzun şeyler
anlatılmış ki, biraz da zorlamalarla anlatılmış tabii. Ben bu ayetin olağan
üstü bir yere çekilmeden de çok büyük ahlaki dersler içerdiğini görüyorum.
Allah’ın ölüyü nasıl dirilteceğini merak ediyorsan ey
insan, işte Allah’ta tüm eşyaya ve varlığı terbiye etti bakın. İbrahim nasıl
kuşu terbiye edince, terbiye edilmiş kuş çağrılınca terbiye edene geliyor.
Bunda hayret edecek ne var. Allah’ta eşyayı öyle terbiye etti. Tüm eşyayı
öylesine kendisine alıştırdı ki..! Işığını oradan alıyor çünkü. İbrahim nasıl
terbiye ettiği kuşları çağırınca kendisine geldiyse, Allah’ta Rabbül Alemin
olarak terbiye ettiği eşyayı çağırınca kendisine gelecek. O kuşlar gibi emre
amade olacaklar. Sen çağırınca terbiye ettiğin kuşlar sana geliyor da Allah
çağırınca terbiye ettiği ruhlar Allah’a uçarak niye gelmesin. Bunda hayret
edilecek, bunda anlamayacak, bunda bilmeyecek ne var? Çok ilginç bir ahlaki
ders değil mi?
Aslında öyle olağan üstü hale büründürmeye de hiç
gerek yok, bir takım keşlime zorlamaları ile görüyorsunuz. Senin emrine amade
olan kuşlar çağırınca geliyorsa Allah’ın emrine amade olan ruhlar ve bedenler
niçin Allah çağırınca kalkıp ta gelmesinler, bunda şaşılacak bir şey yok ey
İbrahim diyor Cenab-ı Hak. Bu dersi veriyor. İşte bu ahlaki ders aynı zamanda
öldükten sonra dirilmeye, öldükten sonra dirilmekte ebedi adaletin
gerçekleşeceğine bir delildir. Eğer ebedi adalet yoksa, ahlaki davranış ta yok.
Ahlaki davranışa insanı mecbur eden şey, bir gün karşılığını göreceğidir.
Göreceği inancıdır.
[Ek bilgi 1 - Bu âşıkane niyaz
üzerine, Allah hayatın uçup giden bir şey olduğuna işaret olsun diye buyurdu
ki, öyle ise kuşlardan dördünü -rivayete göre kelimesindeki elif-lâm ahd için
olmak üzere tavus, horoz, karga, güvercin veya kartal tut da bunları çevir,
kendine meylettir, kendine bağla.
Hamze kırâetinde Sâd'ın
kesresi ile , diğerlerinde zammesiyle okunur. Zammelisi dan, kesrelisi den
gelir ki, ikisi de, "imâle" (meylettirme, bir tarafa eğme) anlamına
birer lügat (sözlüktür) tır. Parça parça kesmek, biçim biçim kesip ayırmak
anlamlarına da gelir. Zammeli okunuşu, "imale" (meylettirme),
kesrelisi (kesme) anlamına olduğu açıklanmış ve iki şekilde de tefsir
edilmiştir. Fakat kesme anlamı âyetin daha sonrasından da anlaşılacağı için
burada "imale" yeterlidir. "İmale"nin ile kullanılması
(sılalanması) da kendine bitiştirme, katma anlamını verir veya bu anlamı
gerektirir. Bunun için âyetin anlamı: Onları kendine meylettir, evir, çevir,
kendine bağla, biçimleriyle, kendilerine özel gerçekleri (karekterleri) ile
bil, tanı, demektir. (M. Hamdi Yazır (Elmalılı) – Hak dini kuran dili)]
[Ek
bilgi; Hz.İBRAHİM Kuşların
Canlanması
{Nemrûd, İbrâhîm
-aleyhisselâm-’a:
“–Rûhları vermek sûretiyle
diriltmeyi ve rûhları alıp kabzetmeyi gözünle gördün mü?” diye sormuştu.
İbrâhîm -aleyhisselâm-, sükût
etmiş, hemen ardından kendisine bu ibretli hâdise gösterilmişti.
Cenâb-ı Hakk’ın buyurduğu
vechile İbrâhîm -aleyhisselâm-, birer adet tavus, karga, güvercin ve horoz
aldı. Dördünü de kesip parçaladı. Hepsini birbiriyle harman etti. Dört parça
hâlinde dört tepeye koydu. Sonra hepsini çağırdı. Onlar da hemen uçarak
kendisine geldiler.} (Ebussuud tefsiri)]
Allahu alem..!
İşte bu inanç Ahirete imandır dostlar. Ahirete yakıyn
derecesinde iman eden kullarından kılsın bizi diyorum Rabbim.
“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil
alemiyn”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder