23 Aralık 2010 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Bakara (224-233) (16)





Euzübillahimineşşeytanirracim,

Bismillahirrahmanirrahim

        Sevgili dostlar 16. dersimize, bakara suresinin 224. ayetinden devam ediyoruz.

        224-) Ve lâ tec'alullâhe urdaten lieymaniküm en teberrû ve tetteku ve tuslihû beynen Nâs* vAllâhu Semiy'un 'Aliym;

        Sözünüzde durmanız, kötülükten sakınmanız ve insanların arasını düzeltmeniz için, Allah'ı yeminlerinize hedef veya siper edip durmayın. Allah, her şeyi işitir ve bilir.(e.m.)

Allâh adına yaptığınız yeminler; iyilik yapmak, korunmak, insanlar arasını düzeltmek gibi konularda size engel olmasın. Allâh Semi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)


        Ve lâ tec'alullâhe urdaten lieymaniküm Allah’ı yeminlerinizle engel kılmayın.

        en teberrû ve tetteku ve tuslihû beynen Nâs Erdemli davranışlarınıza, Allah’a karşı sorumluluk bilincinizin gerektirdiği tavırlara ve insanlar arasında barışı yayma hususunda Allah’ı yeminleriniz vasıtasıyla engel kılmayın.

Yeni bir konuya girdi Kur’an aynı sure içerisinde. Ancak takdir ettiğiniz gibi her yeni konunun kendisinden bir önce ki konu ile güzel bir tenasübü, bağlantısı, iç ve dış bağlamı var. Bu bağlam çerçevesinde düşünüldüğünde, geçen dersimizde işlediğimiz ayetlerle bu ayet ve bundan sonraki ayetler arasında da ilginç bağlantılar vardır. Bu bağlantı öncelikle insan hayatında, gündelik yaşamda hepimizin başına gelen bir takım olaylarla ilgili.

Bu olayların başında sözümüz içinde geçen yeminler geliyor. Yeminler neden Kur’an ı bu kadar ilgilendiriyor derseniz, ilgilendirir.
1 – hayatın içinde yer bulan her şey Kur’an ı ilgilendirir, çünkü Kur’an hayattır.

2 – Allah adına yemin ediyorsunuz. Allah adına yemin ediyorsanız elbette bunun bir hükmü olmalı. Kur’an bu konuda bir şey söylemeli.

İşte Kur’an onu söylüyor ve diyor ki; Erdemlilik, sorumluluk ve Islah konusunda, hususunda Allah’ın adını anarak ettiğiniz yeminleri erdemliliğe, insanlar arasında ki barışa ve güzel davranışın her türüne bir engel telakki etmeyin.

Burada iki mana var.

1 – Güzel davranışı yapmamak üzere yemin etmeyin. Yani Vallahi ben bir daha falana hayır etmeyeceğim. Vallahi ben bir daha iyilik etmeyeceğim. Gibi yemin etmeyin. Ki bu ayetin sebep-i nüzulü, iniş nedeni olarak gösterilen bir olay var tefsirlerde.

Hz. Ebu Bekir, akrabası olan Mistah Bin Usâse’ye yardım ederdi. Çünkü Mistah çok yoksul biriydi. Lakin Hz. Aişe nin başına iftira hadisesi geldiğinde Hz. Ebu Bekir’in yardımlarıyla geçinen bu akrabası bu iftiraya inanan ve yayanlardan biri olmuştu. Bu acı üzerine Hz. Ebu Bekir’de;

- Vallahi bundan böyle Mistaha yardım etmeyeceğim..! Diye yemin etmişti.

İşte bu ayeti bu olayla irtibatlandırıyor bazı müfessirler ve özellikle ilk kuşağa mensup bazı alimler.

Tabii aslında gerek sahabenin, gerekse alimlerin, müfessirlerin böyle bir olayı bu ayetle irtibatlandırması olayla ayet arasında bir ardıllık, bir eş zamanlılık anlamına gelmiyor. Yani bu olay olmuş, bu ayet inmiş anlamı çıkmaz hiçbir sebep-i nüzul rivayetinde. Olsa olsa bunun anlamı şudur. Sahabe Kur’an ı olmuş ve bitmiş, inmiş ve tamamlanmış bir metin gibi değil, hayata her an müdahil olan bir özne gibi görüyor. Bir nesne gibi değil, hayatın her alanına her an müdahale eden canlı bir özne gibi gördüğünün delilidir bu.

Yani bu bakış açısıyla bugün olmuş bir olay da o gün inmiş bir ayete sebep-i nüzul olabilir. Ve diyebilirsiniz ki bu olay bu ayetin iniş sebebidir. Çünkü Kur’an canlıdır. Hayata ilişkin şeyler söyler. Ve Kur’an zaman ve mekanla mukayyet değildir. Her an sıcak her an taze ve her an hayatın içindedir. Onun için her ayet her an sizi muhatap alır. Hayatınızı muhatap alır. Kendinizi o ayette görebilirsiniz. O zaman şunu diyebilirsiniz; Bu ayetin sebep-i nüzulü benim. Bunu rahatlıkla diyebilirsiniz.

Birincisi o, yani hayır hususunda yapmayacağım diye Allah adına yemin etmeyin.

2. İkinci anlaşılan şey, böyle bir yemin etmişseniz, bu yemini tutmakla yükümlü değilsiniz. Güzelliği yapmamak üzerine yapılmış bir yemin tutulmakla mükellef değildir.

Resulallah’ın bu konuda farklı varyantlarıyla Buhari, Müslüm ve diğer hadis külliyatına giren bir hadisi var.

- Eğer bir hayrı yapmamaya yemin etmişseniz, daha sonra yemininizin aksini yapmanın daha hayırlı olduğunu görmüşseniz o yemininize bakmayın, o hayrı yapın, kefaretini de ödeyin. Buyurmuşlardır.

Onun için hayrı yapmamak üzerine yemin edilmemeli. Edilmişse o yeminle kişi kendisini bağlı hissetmemeli. Eğer böyle ise düşünün siz şerri yapma üzerine yemin etmenin hükmü nedir..!

- Allah’a yemin olsun ki vallahi ben içki içeceğim..!

Diye yemin etmesi bir insanın, insanla Allah ilişkisini geriverir. Belki koparır. Çünkü Allah’ın yasakladığı bir şeyi, Allah’ın adıyla irtikap etmeye çalışmaktır ki bu, Allah’ın yasağıyla dalga geçmek, Allah’a rağmen, Allah’ın adını kullanmak anlamına gelir. Bu elbette çok büyük bir vebaldir.

vAllâhu Semiy'un 'Aliym; Ayetlerin bitiş cümleleri mutlaka ayetin muhtevasıyla alakalıdır. Özellikle bitiş cümlelerinde yer alan Allah’ın sıfat ve isimleri ayetin muhtevasına uygun gelir. Yani hiç biri tesadüfi değildir. Hiçbir ayetin sonunda yer alan isimler ve sıfatlar; İşte öyle denk gelmiştir de onun için bu sıfat kullanılmıştı diyebileceğiniz şekilde değildir. Semiy'un 'Aliym Allah’ın işitme ve bilme sıfatları yemin bahsinde kullanılıyor, anlaşılması çok basit. Çünkü insan yemin ederken neyi kastettiği yüreğindedir. Onun için Allah yüreğindeki gerçek maksadını bilir diyor. Tabii ki yüreğindeki maksadı yansıtmıyorsa eğer dilindeki, onu da işitiyor ve hem işitip hem bilince ikisinin arasındaki mutabakatı ya da zıddiyeti elbette ki biliyor.

Bu şu demektir. Siz bunu bilemezsiniz. Siz işitebilirsiniz yemini, ama Alîm olmadığınız için onun yüreğinde ki maksadını bilemezsiniz. Allah bunu biliyor. Allah onun için insana hep kendisinin her şeyi işittiğini ve her şeyi bildiğini, her şey, bir tefsir değildir. Semiy ve Alîm, Alîm isminin kipi icabı, yani formu icabı, bu iki sıfatı dildeki yeri icabı bu mana mutlaka verilmelidir. Çünkü mübalağa vezninden gelir bu ikisi de. Semiy, Alîm yani normal bir işitme değil, normal bir bilme değil. Her şeyi kapsamıyla derinliğine işitir, her şeyi tüm ayrıntılarıyla derinliğine bilir demektir. Ve tabii bildiği için rahatlıyoruz. Neden? Çünkü insanız, insan olmamız hasebiyle bu konuda da hatalar yapıyoruz. Ne yapabiliyoruz mesela; Devam ediyoruz.

225-) Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm ve lâkin yuahızüküm Bi mâ kesebet kulûbüküm* vAllâhu Ğafûr'un Hâliym;

Allah, sizi yeminlerinizde bilmeyerek ettiğiniz lağıv (herhangi bir kasıt olmadan, kanaate göre yanlış yere yapılan yemin)dan sorumlu tutmaz. Fakat kalbinizin kazandığı yalan yere yapılan yeminden sorumlu tutar. Allah çok bağışlayıcıdır, çok halimdir.(e.m.)

Allâh bilmeyerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin (bilincinizin, haddi aşan) getirisinden sorumlu tutar. Allâh Ğafûr'dur, Haliym'dir. (A.Hulusi)


Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm Düşüncesizce yaptığınız yeminlerden dolayı Allah sizi sorumlu tutmaz. Rahatlıyoruz. Çünkü, içimizde hepimiz değil belki ama bazıları özellikle yeminlerini bir alışkanlık yapmış olabiliyor. Vara yoğa, gerekli gereksiz yemin edebiliyor. Bu Allah adına yapılmış bir şey olduğu için çok büyük bir vebal.

Yemin Allah adına yapılırsa yemin olur. Öncelikle onu söyleyeyim. Yeminin, yemin edeni bağlayıcı olması için Allah adına yapılması lazım.

Allah’tan başkası adına yemin edilebilir mi? Bu mümkündür. Örneğin ekmek üzerine, toplum arasında. Kitap üzerine. Bunlar, yemin edilmesi, yemin olması hasebiyle caiz olan ama, hiçbir zaman Allah adına yapılan yemin gibi kişiyi sorumlu kılmayan yeminler.

Bir de Şeref, Namus gibi soyut kavramlar üzerine yapılan yeminler var ki, onlar da Allah adına yapılan yemin gibi değildir ve kişiyi Allah adına yapılan yemin gibi bağlı ve sorumlu kılmaz.

Bir de yemin edilmesi üzerine caiz olmayan şeyler vardır. Onlar da putlar, maddi, manevi, İslamî olmayan semboller, ideolojiler, sistemler ve buna benzer her türlü İslam’ın dışında ki sembol, simge, unsur, soyut ve somut olsun hangi türden olursa olsun her şeydir. Bunlar üzerine yemin de caiz değildir şer’an.

Kişi yeminiyle kendisini bağlamış olur. Yemin, savm manasına gelir. Aslında güçlendirmek, kuvvetlendirmek manasına gelir. Yeminin üretildiği kök kelimelerden biri sayılan yüvn aynı zamanda bereket, gür, gümrah güçlü manasına gelir. Onun için yemin eden bir kimse, aynı zamanda yemini ile kendisini bağlamıştır.

Yemine niçin, and’a, niçin yemin denilmiştir derseniz, sağ ele aynı isin verilmiştir. Çünkü insanlar karşılarındakiler ile anlaşmalarını tokalaşarak yaparlar. Buradan kinaye olarak ta verilmiş olabilir. Evet..!

 Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm Allah düşüncesizce yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. ve lâkin yuahızüküm Bi mâ kesebet kulûbüküm Fakat kalplerinizin aldığı tavırdan dolayı kesinlikle sizi sorumlu tutar.

Ayetteki kalıba dikkatinizi çekmek istiyorum. Bi mâ kesebet kulûbüküm Tam, harfiyen manası, kalplerinizin kazandıklarından dolayı. Yani kalbin eylemi de varmış. Tıpkı bedenin eylemi gibi.

Kalbin eylemi kasıttır. Maksattır. Niyettir. Onun için bir şeye niyet etmeniz, kalbinizin eylemidir. Onun için ibadetlerde yaptığınız niyetlerde yüreğinizin bir fiilidir. Salih amelidir. Yüreğin Salih ameli olabildiği gibi, yüreğin fasık ameli de olur. Fasıt amelide olur, Kâzip amelide olur, hatta kafir amelide olur. Allah korusun. Onun için kalbinizin eyleminden söz ediyor ayet. Kavrama dikkatinizi çekiyorum.

Kalbinizin kasıtla yaptığı, yani aldığı tavırdan dolayı Allah sizi hesaba çekecek. Eğer karşınızdakine yalan söyleme maksadıyla yemin etmişseniz işte bu sizi sorumlu kılar. Bu durumda yemininizden mes’ulsünüz. Vallahi şöyledir dediğiniz zaman, eğer onun öyle olmadığını biliyorsanız bu İslam fıkhında yemin-i gamus denir buna. Bunun kefareti yoktur ve büyük günahlardandır. Bu ağır cezalıktır. Asliye cezalık olmadığı için hesabı dünyada görülmez, ahirete kalmıştır. Onun için özellikle ticari yeminlerde ticaret ehlinin çok dikkatli olması gerekiyor. Eğer yaptıkları yemin sattıkları malın sıfatına uygun değilse, elde ettikleri kazanç haram olur. Sermayeleri dışında ki kazanç, kesinlikle haram olur. O kazancı ellerinden bir şekilde çıkarmaları gerekir.

Ancak bunun dışında esnafın olur olmaz yalan yere olmasa da, müşteriyi kızıştırmak, malı satmak için olur olmaz yemin etmesini dahi Resulallah hoş görmemiş ve bu konuda bize kadar hadisler rivayet edilmiş. Bu hadislerden birinde, örneğin Müslim’de nakledilen bir hadiste:

- Çok yemin eden esnafın malı belki çok satılabilir ama, Allah malından bereketini kaldırır. Diyor.

Güzel bir uyarı, gerçekten hoş bir uyarı. Bu noktada tabii ki söylenecek söz çok olmakla birlikte boş yere yemin etmenin insanın mürüvvetini, insanın onurunu zedelediğini söylememe gerek bile yok. İmam Şafî der ki;

- Ben ne yalan yere ne doğru yere yemin etmedim.

Gerçekten çok ilginç bir örnek. Hepimize örnek olması gereken bir tavır var ortada. Ne yalan yere, ne gerçek yere.

Tabii bu çok yemin edenler için söylenmiş bir uyarı. Gerektiği yer de lüzum ettiği yerde yemin edilebilir. Mümkündür. Ancak habire, hiç gereği yokken ağzından çıkan her söze yemin eden birinin güvenle ilgili bir problemi var demektir. Önce kendi kendisine güvenmiyor, sonra ettiği söze güvenmiyor, sonra da karşısındakine güvenmiyor. Dolayısıyla ettiği sözden emin olmayanlar, kendisine güven problemi olanlar, başkasına güven problemi olanlar, başkalarının kendisine söylediği her şeyde bir eksiklik, noksanlık hatta gerçek dışılık arayanlar, kendileri de başkalarına söz söylerken ille de yemin etme ihtiyacını hissederler. Aslında bu bir tür suçüstü halidir.

vAllâhu Ğafûr'un Hâliym; Bu ayette böyle bitti. Evet siz bu hatayı yapabiliyorsunuz, yapıyorsunuz. Ancak Allah’ın bu konuda sizi sorumlu tutmaması, yaptığınız hatanın hata olmadığından değil. Ya neden? Allah’ın Gafûr olduğundan. Çok bağışlayan bir rab oluşundan. Bu da yetmez Halim oluşundan. Hilm sahibi, yani cezalandırmakta aceleci olmayışından. Size karşı hoşgörülü oluşundan kaynaklanıyor. Yoksa yaptığınız yine bir hatadır, demeye geliyor aslında.

226-) Lilleziyne yu'lûne min nisâihim terabbusu erbeati eşhur* fein fâu feinnAllahe Ğafûr'un Rahıym;

Kadınlarından îlâ edenler (onlara yaklaşmamaya yemin edenler) için dört ay beklemek vardır. Eğer bu yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (e.m.)

Karılarına yaklaşmama yemini edenlere dört ay bekleme vardır. Şayet bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse, muhakkak Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)


Lilleziyne yu'lûne min nisâihim Yemin bahsinden iki ayet geçtikten sonra hemen konuyu yeminle ilgili bir başka boyuta taşıdı Kur’an. Aslında Rabbimizin üslubu, Kur’an a baktığınızda insanı hayran edecek derecede çarpıcı.

Rabbimiz bir şeyden söz edecekse eğer, sanki hiç alakası olmayan bir şeyden girermiş gibi giriyor. Yani adeta bir film düşünün. Bir ayrıntıyı göz önüne getirecek, ama o ayrıntıyı getirmeden önce çok geri planda bir fon alıveriyor. Şöyle geneli çiziyor. Genel bir fonu gösterdikten sonra zumluyor. Asıl söylemek istediği mesele üzerine zum yapıyor, büyütüveriyor. Şimdi aslında yeminden söz açılmasının gerçek nedeninin ne olduğunu öğreniyoruz.

Gerçek nedeni, yeminle yıkılan yuvalarmış. Yeminin sosyal bir yaraya dönüştüğü yer. Özellikle o toplumda. Özellikle miladi 7. yy.lın Arap toplumunda yemin nasıl sosyal bir cinayete dönüşüyor, haydi hep beraber okuyalım.

Lilleziyne yu'lûne min nisâihim Hanımlarınıza yaklaşmamaya yemin eden kimseler, terabbusu erbeati eşhur Evet. 4 ay bekleme süresi vardır. Yani hanımlarına yaklaşmamaya yemin eden kimselerin eşlerinin 4 ay bekleme süreleri vardır.

fein fâu feinnAllahe Ğafûr'un Rahıym; Şayet dönerlerse o zaman Allah Gafûr’dur bağışlar, rahimdir merhamet eder.

İslam fıkhında ki adıyla “ilâ” olayından bahsediyor bu ayet.

İlâ nedir; Bir kişinin eşine yaklaşmamak için yemin etmesidir. Kızmak veya herhangi bir sebeple, bir kusur dolayısıyla, eşler arasındaki bir anlaşmazlık dolayısıyla, geçimsizlik dolayısıyla eşin diğerine yaklaşmamaya yemin etmesi ve özellikle bu uygulama o dönemde erkeklerin kadınlara yaptığı bir uygulama olduğu içinde kip olarak erkeklerin hanımlarına yaklaşmamak üzerine yemin etmelerini ifade ediyor.

Neden sosyal bir yara dedim. Bu sözümü anlamanız için bu olgunun, bu olayın o dönemde nasıl yapıldığını bilmeniz gerekiyor.

İlâ, bir zulümdü. Kadına yapılmış müthiş bir zulüm. Erkek hiçbir zaman sınırı olmaksızın bir kadına, hanımlarından bir tanesine yaklaşmamak için yemin ediyor ve ona karşı artı erkeklik görevlerini yapmıyordu. Lakin o kadın bir başkasıyla da evlenemiyordu. Ne bir dul kadın gibi muamele görebiliyor, ne de evli bir kadın gibi muamele görebiliyor. Adeta onu köle olarak kullanıyordu. Onu kendisine böylesine rapt ediyor ve acı çektiriyordu.

Büyük bir zulümdü bu. Müthiş bir zulümdü ve böylece yıllar geçiyordu bazı kadınların üzerinden. Yıllar geçiyor, ne ona eş muamelesi yapıyor, ne de onu bırakıyordu. Askıda tutuyordu. İşte bu gerçekten insan onuruyla hiç bağdaşmayan müthiş bir zulümdü.

Kur’an bu noktada bu zulme dur dedi. Bu zulmü tamamen ortadan kaldırmak için ilk süreci başlattı. İlk süreç neydi? Sınırlandırmak. Bu zulmü en asgari sınıra çekmek. İşte onun için bu süreyi Kur’an 4 ay’a çekti. Sınırsızdı. 4 ay ile sınırlandırdı.

Buradan ben ayetin arkasında yatan ruhu şöyle anlıyorum. Aslında bu davranış hiçbir şekilde onaylanabilecek bir davranış değil. Ama toplumsal bir yara ve herkes yapıyor. Tıpkı kölelik gibi. Onun için de anında kesip atamaz. Atarsa sosyal yara daha da büyüyebilir. Onun için Kur’an ın yöntemi var. Tedricilik, aşama aşama. İşte bu olayda da, İlâ olayında da aşamalılığı tercih ediyor Kur’an ve sınırlıyor öncelikle.

Bu sınırlamayı İlâ’nın, Allah’ın hoşuna giden bir davranışmış gibi anlaşılması doğru değildir. Bu sınırlamadan anlayacağımız bizim şudur; Hayır, böyle bir zulmün büyüğü de küçüğü de doğru değildir. Bunu anlamamız gerekiyor. Ama eğer ille de insan böyle bir vebale girmiş ve bir yemin etmişse, bunun asgari sınırı yani 4 ayla sınırlaması gerekiyor.

fein fâu feinnAllahe Ğafûr'un Rahıym; Eğer dönerse. Yemin ediyor, “Ben vallahi hanımıma yaklaşmayacağım.” Diye. Bu İlâ. Bu yeminden 4 ay içerisinde süre dolmadan dönerse, ki Allah’ın bu noktada teşviki var. Gafûr ve Rahim isminin gelmesi bir teşviktir. Dönün kısa yoldan ki Allah’ın bağış ve merhametine muhatap olasınız.

227-) Ve in azemüttalâka feinnAllâhe Semiy'un 'Aliym;

Yok eğer boşamaya karar vermişlerse, şüphesiz ki Allah söylediklerini işitir, kurduklarını bilir. (e.m.)

Eğer boşamaya karar verirlerse, şüphesiz Allâh Semi'dir, Aliym'dir (niyetlerini bilir). (A.Hulusi)


Ve in azemü eğer, yok eğer dönmezse, Ve in azemüttalâka feinnAllâhe Semiy'un 'Aliym; Eğer boşamakta ısrarlı ise, İlâ yaptığı eşini boşamakta ısrarlı ise ve boşama hususunda karar verirlerse feinnAllâhe Semiy'un 'Aliym; Allah’ta bu durumda Semiy’dir, işitmiştir onu ve yüreğinde yatan niyeti bilmektedir.

Yani burada bir Gafûr, Rahim yok. Bakın Allah onu tespit etmiştir. Onun hesabını ilerde görürüz dercesine. Allah işitmiştir, bilmektedir. O hanımını niye boşuyor, gerçekten bir boşamayı gerektirecek kusuru var mı? Eşliğini yapamadı mı? Yoksa, yoksa aslında boşamayı gerektirecek bir kusuru yokta sırf keyfi, canı öyle istediği için, hatta zulmetmek istediği için, onu mahrum bırakmak için, onu muzdarip etmek için, ona acı çektirmek için mi yapıyor, elbette ki Allah bunu da biliyor diyor ayet.

228-) Vel mütallekatu yeterabbasne Bi enfüsihinne selâsete kurû'* ve lâ yehıllu lehünne en yektümne mâ halekAllâhu fiy erhamihinne in künne yu'minne Billâhi vel yevmil ahır* ve bü'ûletühünne ehakku Bi raddihinne fiy zâlike in eradû ıslaha* ve lehünne mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf* ve lirRicali aleyhinne deracetün, vAllâhu Aziyz'ün Hakiym;

Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri takdirde o süre içersinde onları geri almaya daha layıktırlar. O kadınların, üzerlerindeki meşru hak gibi, kendilerinin de hakları vardır. Yalnız erkekler için, onların üzerinde bir derece vardır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(e.m.)

Boşanmış kadınlar üç aybaşı süresi hamile olup olmadıklarını anlamak için evlenmeyip bekleyeceklerdir. Hakikatleri olan Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman ediyorlarsa, Allâh'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeye hakları yoktur. Kocaları da bu süre zarfında barışmak isterse, başkalarından daha önceliklidir. Karıların kocaları üzerindeki hakkı gibi kocaların da karıları üzerinde hakkı vardır. Ancak kocaların hakkı bir derece daha ileridir (erkekten kadına akış olduğu için). Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)


Vel mütallekatu yeterabbasne Bi enfüsihinne selâsete kurû Boşanmış kadınlar kendilerini 3 hayız, adet müddetince gözetlerler.

Kurû kelimesi Arap dilinde müşterek, yani çift anlamlı kelimelerden biridir. Hatta zıt anlamlı kelimelerden biridir. Hem adetten temizlenmek manasına gelir hem de adet görmek manasına gelir. Onun için de bu çift anlamlılığından dolayı Fıkıh ekolleri arasında farklı sonuçlara varılmıştır.

Ebu Hanife adet görmek olarak, o manayı tercih ederken, Şâfi ve diğerleri temizlenmek anlamını tercih etmişler. Bu aslında konunun özüne yönelik bir ihtilaf değildir. Ancak Kur’an da çift anlamlılığa, hatta zıt anlamlılığa gösterilebilecek örneklerin en çarpıcılarından biridir kurû kelimesi.

Boşanmış eşler 3 adet müddetince kendilerini gözetlerler. Niçin? Niçin sorusunun cevabı hemen ardından geliyor.

ve lâ yehıllu lehünne en yektümne mâ halekAllâhu fiy erhamihinne in künne yu'minne Billâhi vel yevmil ahır Eğer Allah’a ve ahiret gününe samimi bir biçimde inanıyorlarsa, Allah’ın rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri onlar için helal olmaz. Yani: Aslında İlleti burada gözüktü. İddetin, beklemenin, boşanmış hanımların iddet beklemesinin illeti ne imiş? Nesil emniyetini sağlamak. Yani eğer bir çocuk olacaksa bunun iyice belli olmasını sağlamak.

Tabii bu iddet meselesinin illete mebni olup olmadığı konusu elbette i tartışılmış. Ulemanın hemen hemen tamamına yakını bu iddet beklemenin bir illete mebni değil de teabbüdi olduğunu, yani muallel değil müteabbet olduğu sonucuna varmışlar ve bunun içinde iddetten kesilmiş olan hanımların, menepoz dönemine girmiş olan hanımların boşanması durumunda onların da kıyasen bu kadar müddet beklemesi gerekliliğini savunmuşlar.

Tabii ki bendeniz bu ayetin yani iddet beklemenin illete mebni bir emir olduğuna inanıyorum. Yani Müteabbet değil, muallel bir emir olduğuna. Lakin illetinin tek olmadığına inanıyorum. Yani illeti yalnızca rahimlerde olan çocukların belirgin hale gelmesi değil. Aynı zamanda bununla birlikte toplumda bir iftiraya meydan vermemek, kadını toplumda zor durumda bırakmamak ve öbür taraftan, örneğin kocası ölmüş bir kadın düşünün. O da iddet bekleyecek. 4 ay beklemeden anında evlenen bir kadının etrafında düştüğü zor durumu da düşünün. Adeta sanki ölümünü bekler gibi.

Hatta şöyle bir iftiraya maruz kalabileceğini düşünün. Kocasını zehirledi mi acaba..! Bu kadar başkasında gözü vardı, acele ediyordu, derdine ne oldu ki 4 ay bile beklemeden..! Bütün bunları yan yana dizdiğinizde kadını iftiradan, töhmetten, bühtandan, kötü suizandan, kötü zandan korumak için de olduğuna inanıyorum. Onun için illeti tek değil, bir çok illete mebni olarak düşünmek lazım, anlamak lazım diye düşünüyorum İddet bekleme emrini.

ve bü'ûletühünne ehakku Bi raddihinne fiy zâlike in eradû ıslahan Evet, kocaları eğer barışmak isterlerse bu zaman zarfında dönmeye daha ehak olandır. Yani ayrıldığı kocası eğer bu süre zarfında bu üç adet zaman zarfında barışırlarsa, araları düzelirse kocalarına dönmeleri daha doğru olur.Yani kocalarının öncelik hakkı vardır.

ve lehünne mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf* Aslında kadın erkek ilişkilerinde Kur’an ın getirdiği muhteşem bir ilkeye şu anda geldik. Bu ilkeyi ifade ediyor bu ayet. Diyor ki;

Nasıl kadınların kocaları üzerinde meşru hakları varsa, kocaların kadınları üzerinde meşru hakları varsa, kadınlarında aynen öyle kocaları üzerinde meşru hakları vardır. Yani hak ve sorumluluklar mutlaka karşılıklıdır. Bu bir ilke. Kur’an ın temel bir ilkesi. Sadece kadın, ya da sadece erkek değil, birbirlerine karşı hakları ve sorumlulukları var.

Bu hak ve sorumluluk alanları farklı olabilir. Zaten eşitliği de böyle algılamak lazım. Hak ve sorumluluk alanları farklı farklı. Bu alanlarda ne kadar hak kullanmak istiyorsa o kadar sorumluluğunu yerine getirsin. Eşler, ikisi için de geçerli. Onun için böyle bir ayetin kadına köle muamelesi yapıldığı bir dönemde, ne büyük bir insani ve hukuki devrim oluğunu düşünebiliyor musunuz.

Erkeğin kadınlar üzerinde nasıl hakkı varsa, kadının da erkek üzerinde öyle hakkı vardır diyebilen bir hukukun o dönem için ne muhteşem bir devrim olduğunu düşünebiliyor musunuz. Bırakın o dönemi, bu dönem için bile, bugün için bile bir devrimdir. Çünkü bugün dahi, sadece doğu toplumlarında değil, batı toplumlarında da öyle. Bakmayın göstermelik kadın hakları, göstermelik bir takım feminist hareketlerin vitrinde ki göz boyamalarına.

Aslında perdenin arkasına baktığımızda, istatistiklere baktığımızda, rakamları konuşturduğunuzda batıda ve doğuda kadının ne zor durumda olduğunu açık seçik görürsünüz. Onun için Kur’an ın bu ilkesine bugünde muhtacız, gelecekte de muhtaç olacağız.

Bu ilke hayata dönüştüğü zaman kadın hakkı erkek hakkı diye haklar ayrılmayacak. İnsan hakkı, aile hakkı daha doğrusu, kul hakkı olacak. Ve kul hakkı bizim için yetecek. Kadının insandan ve kuldan öte bir hakkının olmadığı, erkeğin de insan olmaktan ve kul olmaktan öte bir hakkının olmadığı, erkek olması hasebiyle erkeğin farklı bir hakkının, kadın olması hasebiyle de kadının farklı bir hakkının olmadığı, insan olması, aile olması, birbirine eş yoldaş olması hasebiyle haklarının olduğu anlaşılacak.

Ve devam ediyor. Yanlış anlaşılan bir cümle bu, ayetin bu cümlesi.

ve lirRicali aleyhinne deracetün Erkekler için kadınlardan farklı olarak bir derece vardır. Yani bu konuda erkeklerin öncelik hakkı vardır.

Tefsirleri açıp baktığınızda gariptir, bu ayetin içinde yer alan bu cümlecik, sanki bağımsız bir ayetmiş gibi, ait olduğu ayetten koparılıp, konudan koparılıp;

ErRicalu kavvamune alen nisai..(Nisa/34)  

Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. (e.m.)

Yani bir başka ayetten alınan yine bir cümlecikle montaj yapılıyor ve bu bir derece farkta erkeklerin kadınlar üzerine reisliğidir biçimine dönüşüyor. O ayrı, onun tartışması da ayrı. Ama şu bir gerçek ki ve lirRicali aleyhinne deracetün Bu konuda parantez içinde söylüyorum bu konuda öncelik hakkı vardır cümlesi işte bu ayette geçen boşanmış kadınlarla ilgilidir. Elbette ki, hanımını eşini boşamış kızgınlığa gelip, ağzından bir şey kaçırıp boşanmış bir erkek, öncelikle eşine dönme önceliğini kendisinde bulundurması, ailenin saadet ve selameti, toplumun geleceği ve huzuru açısından anlamlıdır. Onun için öncelik hakkı eğer süre bitmemişse o kadına dönme önceliği, o kadınla evlenme hakkı öncelikle bu eski kocasına aittir.

Hatta bunu şöyle de algılayabiliriz. Süre bitmişte olabilir. Boşamıştır. Kişi eşini boşamıştır. İddet müddeti bitmiştir. Boşadığı ay temizlendikten sonra boşamış, ondan sonra iddet başlamış ve iddet süresi bitmiştir. Bu boşamaya Talak-ı baiyn denir. Baiyn talaktır.

Baiyn talak ne demektir. Ric’i Talak ile Baiyn talak arasındaki farkı söyleyince ancak anlayabilirsiniz. Ric’i Talak; iddet süresi içerisinde eşlerin birbirine geri dönmesidir. Ric’i Talakta kesin boşama gerçekleşmemiştir. Ancak bir askı müddeti vardır. O müddet içerisindedir Ric’i Talak. Ric’at, dönmek demektir. Yani eşine dönmesi mümkün olan boşama. O süre içerisinde ki boşama. Onun için bu Ric’i Talaktır. Bu talaktan vazgeçmek yeni bir nikahı gerektirmediği gibi, yeni bir mihri de gerektirmez. Ve Ric’i Talakta eşin rızasına da bakılmaz. Yuvanın selameti açısından.

Ancak  Baiyn talak ta artık eş boşamış ve kadında iddeti bitirmiş. Müddet bitmişse bu durumda Baiyn talakla boş olmuş olurlar. Bu neyi gerektirir;

1 Eğer erkek tekrar eşine dönmek istiyorsa, eşi kabul ederse döner. Reddederse dönemez. Yani onun da eşini istemesi lazım. Karşılıklı rızaya bağlıdır.

2 - ikisi karşılıklı razı olurlarsa tekrar nikah ister ve tekrar mihir ister. Yani kadının güvence istemesi şart olur veya hakkı doğar.

İşte Baiyn talak ile Ric’i Talak arasındaki fark budur.

Bu durumda ayetin her iki türlü anlaşılmasının mümkündür, zaten müfessirlere baktığımızda tefsirlere baktığımızda, hatta büyük imamlara baktığımızda iki şekilde de anlayan olmuş.

Vel mütallekatu yeterabbasne Bi enfüsihinne selâsete kurû'* ve lâ yehıllu lehünne en yektümne mâ halekAllâhu fiy erhamihinne in künne yu'minne Billâhi vel yevmil ahır* ve bü'ûletühünne ehakku Bi raddihinne fiy zâlike in eradû ıslaha* ve lehünne mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf* ve lirRicali aleyhinne deracetün, vAllâhu Aziyz'ün Hakiym;

Ayet, Allah azîzdir, Hakîmdir diye bitiyor. Bu da tesadüf değil. Bunun tesadüf olmadığını anlamak için Azîz isminin manasını bilmek yeter. Yani böyle bir hükmü koydum ben ey kullarım. Ancak bu hükümden benim istifade etmem söz konusu değildir. Çünkü Allah için ne evlenme, ne boşanma söz konusu değildir. O halde Allah bunlardan münezzehtir.

Peki niçin koydum? Hakîm, hikmeti var. Hikmeti de sizin mutluluğunuz bu hükümlere bağlı. Toplumunuzun ıslahı bu hükümlere bağlı. Ailenin, yuvanın ayakta kalması bu hükümlere bağlı. Kuralsız yaşayamazsınız. Kuralsız mutlu olamazsınız. Özgürlüğünüz, güvenliğinizden bağımsız ele alınamaz. Hiçbir zaman hukuksuzluk, özgürlük olarak adlandırılamaz. Onun için işte sizi yarattığım gibi sizi mutlu edecek kuralları da böylece belirliyorum. Anlamına gelir. Devam ediyoruz.

229-) EtTalâku merretân* fe imsakün Bi ma'rûfin ev tesriyhun Bi ıhsan* ve lâ yahıllu leküm en te'huzû mimmâ âteytümûhünne şey'en illâ en yehâfâ ellâ yukıyma hudûdAllâh* fein hıftüm ellâ yukıyma hudûdAllâhi felâ cünaha aleyhima fiymeftedet Bihi, tilke hudûdullâhi felâ ta'tedûha* ve men yeteadde hudûdAllâhi feülâike hümüz zalimûn;

Boşamak (talak) iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız da size helâl olmaz. Ancak Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkmaları başka. Eğer siz de bunların, Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkarsanız, kadının, ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde artık ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın çizdiği hudududur. Sakın bunları aşmayın, Her kim Allah'ın hududunu aşarsa, işte onlar zalimlerdir.(e.m.)

Boşanma iki defadır. Ondan sonrası ya devamdır ya da geri dönmesiz serbest bırakmadır. Karılarınıza verdiklerinizden bir şeyi (boşanma yüzünden) geri almanız helal değildir. Eğer karı ve koca Allâh hudutları içinde yaşamakta zorlanırlarsa, kadının erkekten aldıklarını iade ederek boşanma isteme hakkı vardır ve bundan dolayı suçlu olmaz. İşte bunlar Allâh'ın size koyduğu sınırlardır ki sakın aşmayın. Kim sınırları aşarsa nefsine zulmedenlerden olur. (A.Hulusi)


EtTalâku merretân Boşama ikidir. fe imsakün Bi ma'rûfin ev tesriyhun Bi ıhsan Bundan ötede ya iyilikle geçinmek ya da güzellikle ayrılmak vardır.

Burayı tefsir edelim. Boşama ikidir diyor. Bundan ne anlayacağız. Bugün Anadolu da yapılan çok yanlış bir uygulama üçten dokuza şart olsun diye amiyane bir tabir var. O dokuz diye bir şey yok. Onu geçelim. Öyle bir şey ancak Anadolu da duyulur zaten böyle bir şey yok. Kitapta yeri yok onun. Yalan arasında da yeri yok. Üç var. Peki burada boşama ikidir diyor, o üçü nasıl algılayacağız? Aslında şer’i olan boşama şudur.

Bir kişi eşini boşayabilir,  mümkündür. Boşadıktan sonra yukarıda görüldüğü gibidir. Kur’anî boşama budur. Bir kez boşar, ondan sonra iddet biter ve ayrılık gerçekleşir. Ondan sonra eşi isterse geri döner, isterse bir başkasıyla evlenir: Bir başkasıyla evlenince zaten bitmiştir, daha sonrasını Allah bilir. Boşama, Kur’ani boşama yukarıda gösterilmiştir. Ancak bu boşamayı kesin bir biçimde kestirip atmak istiyorsa, yani geri dönüşünün hiç mümkün olmaması şeklinde boşamak istiyorsa, temizlendikten sonra eşi, yani adet halinde iken boşama caiz değildir.

Temizlendikten sonra hiç yaklaşmaz ve bir kez boşar. Üzerinden bir ay geçer, ikinci ay halini görür ve ondan sonra bir kez daha boşar. Onu da görür, Böyle boşaması şart değil, ama kestirip atmak, bir daha kesinlikle birleşmeyeceğini ifade etmek istiyorsa bunu yapar. 3. boşamada kesinkes boşanmış olurlar. Geri dönüşü ancak bir başkasıyla evlilikten sonra gerçekleşir.

İşte ikiden kasıt o ilk iki aylık süredir. Neden böyle zora koşulmuş diyecek olursanız; Boşamak, buyuruyor Allah resulü;

- Allah’ın en sevmediği iştir.

Evet, Hayatın bir gerçeğidir. İslam ve İslam’ın kitabı Kur’an hayatın gerçeğini dışlamaz. Çünkü İslam hayatla karşı karşıya durmaz. Hayatla yan yana durur. İslam hayatı karşısına alan bir din değildir. Yanına alan bir dindir. Onun için İslam Müslüman’ı köşeye sıkıştırmaz. İnsanın hayatında var olan her bir şey insanda da vardır, ancak Onu İslam terbiye eder.

Savaş hayatın doğasında vardır. İslam bunu inkar etmez. Yok saymaz. Ne yapar? Düzene sokar. Kurallar koyar. Savaşın bir zulme dönüşmesini engeller.

Cinsiyet güdüsü. Cinsellik insanın doğasında vardır. İslam Pol Hıristiyanlığı gibi insanın doğasında olan bu gerçeği reddetmez. Ne yapar? Meşru bir biçimde kanalize eder. Hatta ibadete dönüştürür.

İşte bunun gibi boşamak, boşanmak ta insanın toplumsal bir problem olarak, toplumsal bir olgu olarak daima olacaktır. Hatta boşanmanın yasaklanması, ki biliyorsunuz bazı Hıristiyan mezheplerinde ve bazı doğu dinlerinde boşanmak yasaktır. Boşanmanın yasaklanması insan fıtratına aykırıdır ve bir işkencedir. İki taraf için de işkencedir.

Şimdi kadın için zulmün iki ayaklısı anlamına gelen bir kocayla, sonuna kadar beraber yaşayacaksın demek kadına ikram mıdır. Hayır. Böyle bir ikram olamaz. Erkek için de aynı şey geçerli. Yani hiçbir zaman eğer dişliler uyuşmuyorsa eğer bu yuva ayakta kalamayacaksa, eğer orada sevgi, merhamet, şefkat ve saygı kalkmışsa o ev bir cennet değil bir cehenneme dönüşmüşse, bir zindana dönüşmüşse bu aileye hala aile olarak tutmak her iki taraf içinde zulüm olacaktır. Onun için boşanmayı yok saymak, hayatı karşısına alması demektir bir inancın. Dolayısıyla vakıadır ve İslam hayatın olgularını terbiye eder, reddetmez. İşte burada da bu gözüküyor. Boşanma hususunda İslam’ın getirdiği ilke en ideal ve en adil olan ilkedir.

Burada mastar gelmiş. İmsakün tutmak tesriyh bırakmak. Mastar gelmiş bakınız. İlginçtir hiçbir kelime tesadüfi bir kiple gelmez Kur’an da. Mastar gelmesi hitabı birden çok muhataba olmasından dolayıdır ki hitap burada sadece bir tek muhataba değil.
1. bunların evlenmesine sebep olan velilere. Veliler burada bir muhatap.
2. Koca bir muhatap.
3. Eşler yine birer muhatap
4. Ve bu işi düzenleyen mahkeme varsa o da muhatap. Yargı da muhatap burada.

Onun için bu evlilik bağını bağlayan o toplumda örfi olarak, hukuki olarak Hangi mercii ise koca olabilir, veli olabilir, yargı olabilir, daha farklı bir mercii olabilir, hatta efendim geçmiş dönemlerde ağalar yaparmış bu işi. Daha farklı yerlerde köylerin ihtiyar heyetleri yaparlarmış. Daha farklı yerlerde ailenin en büyüğü kararı verirmiş. Her ne ise bu konuda o toplumda nikah akdinde son sözü söylemesi gereken kimse veya son sözü söyleyenlerin hepsine bu uyarı onlara deniliyor.

Bu konuda haberiniz olsun ki ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle ayrılmak vardır. Yani zorlayamazsınız. Mahkemeye de aynısını söylüyor. Mahkeme ise bu mercii. Veli ise bu mercii velilere söylüyor. Zorlayamazsınız bunları bir arada tutmak için.

ve lâ yahıllu leküm en te'huzû mimmâ âteytümûhünne şey'en Size verdiğiniz şeyi geri almak helal olmaz bu durumda. Nedir o? Güvence olan Mihir bedeli. Yani kadının güvencesi olarak verdiğiniz ve kadının da öz malı olan ve anasının ak sütü gibi helal olan o mihri, boşanma durumunda geri almanız size helal değildir diyor Kur’an.

illâ en yehâfâ ellâ yukıyma hudûdAllâh Ancak iki tarafın da Allah’ın sınırlarını koruma endişeleri dışında. Eğer Allah’ın sınırlarını koruyamayacakları endişesi varsa bu durumda iş değişir.

Yani burada söylenmek istenen nedir? Eğer daha büyük bir zulüm olacaksa. Bu malı almamaktan, vermemekten dolayı aileler karşılıklı birbirlerine kılıç çekecekler, silah çekecekler hatta biliyorsunuz bazı yerlerde kan davasına kadar dönüşebiliyor. Böyle bir şey olacaksa, velilere, yargıya, mahkemeye ya da kocaya, eşlere; Siz bu konuda kararı ona göre vereceksiniz. Yani eş ödüyor almayacaksın, helal olmaz sana. Ancak daha büyük bir şey olacaksa o başka. Hududa riayet etmeyecekseniz, Allah’ın koyduğu sınırı tanımayacaksanız bu başka bir şey zaten. O zaman Allah’ın koyduğu sınırı tanımamış olursunuz ve günahkar olursunuz. Helal olmayan bir şeyi de geri almış olursunuz.

fein hıftüm ellâ yukıyma hudûdAllâh Eğer Allah’ın çizdiği, koyduğu sınırları ikame edememekten, koruyamamaktan korkarsanız; felâ cünaha aleyhima fiymeftedet Bih O zaman kadının ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde bir günah yoktur. Yani kadın da baktı ki sınırlar korunamayacak, baktı ki karşıdaki sınırı çiğneyip geçecek. Ona, ateşe girmesin diye acır ve der ki; Benim hakkım ama al, al der. Artık Allah müstehakını versin der gibi.

Adeta burada Kur’an zaten bu konuyu işlerken en çok kullanılan kavram Ma’ruf tur. Göreceksiniz bu ayetlerin içinde Ma’ruf kavramı çok sık gelir.

Neden gelir dostlarım? Şundan; Aile ilişkisi, karı koca ilişkisi, eşler arasındaki ilişki öyle katı hukuk kuralları ile belirlenecek bir şey değildir. Aile ilişkisi, çok özel bir boyutu vardır. Derinlerde bir boyutu. Karı koca arasındaki ilişkinin derinliğine, yüreğe doğru inen bir boyutu vardır. Çok girift bir ilişkidir bu. Onun için Kur’an hep bir tampon bölge koymak, örfe bir yer ayırmak, adet ve geleneklere bir yer ayırmak ve ayrıca karı koca arasındaki özel ilişkiye bir yer ayırmak için daima o Ma’ruf kelimesini her yerde kullanır. Münasip diye anlayabilirsiniz. Nasıl gerekiyorsa öyle diye anlayabilirsiniz. Meşru diye anlayabilirsiniz ve yine örfe uygun diye anlayabilirsiniz. Hepsi de mümkündür, hepsi de doğrudur.

tilke hudûdullâhi felâ ta'tedûha İşte bu Allah’ın çizdiği sınırlardır. Sakın ha bu sınırları aşmayın.

ve men yeteadde hudûdAllâhi feülâike hümüz zalimûn; Kim Allah’ın çizdiği sınırları aşarsa işte onlar zulmedenlerin ta kendisi olurlar. Kendi kendilerine kötülük etmiş olurlar.

Evet, bu ayetin sebebi nüzulü ilginçtir dostlar. Abdullah Bin Ubey’in kızı Cemile hakkında nazil olduğu söylenir. Unutmayın bu ayet çok, Kur’an da bu hükmü ifade eden gerçekten ender ayetlerden biridir. Abdullah bin Ubey biliyorsunuz münafıkların reisi ama, kızı güzel bir Müslüman. Cemile, adı da güzel. Cemile hanım sahabeden Sabit bin Kays ile evli, ancak kocasına bir türlü ısınamamış. Her nasılsa ya velisi, ya başkaları önayak olmuşlar evlendirmişler.

Bize gelen rivayette Resulallah’a geliyor. Bir hanım, evli bir hanım peygambere geliyor. Toplumun önderine. Hakim olarak geliyor. Diyor ki;

- Ya Resulallah, bir gün erkeklerin toplu oturduğu bir dönemde perdeyi kaldırdım şöyle bakıverdim, benimkisi en karası, en çirkini, en işte şöyle..! Ahlakına vallahi bir şey diyemem ya Resulallah. Diyor.

Dinine de hiçbir şey diyemem. Ahlaka bakın, edebe bakın, Müslüman hanımın, sahabe hanımın adil davranışına bakın. Ahlakına bir şey diyemem Vallahi ya Resulallah diyor. Dinine de hiçbir toz konduramam ya Resulallah. Amma gözüm tutmuyor ya Resulallah, böyle gördüm. Ve ayrılmak istiyor.

Bakınız bu ayet tüm otoritelerin ittifakı ile kadının boşanma hakkına dair bir ayettir. Kadının erkeğini boşamasının meşruluğuna dair bir ayettir. Buna hulû denir İslam fıkhında. Onun için Hulû ıh. Bu bir kavramdır, fıkhi bir kavramdır. Onun için kadının boşaması konusunda da bu hadis, bu ayetin sebep-i nüzulü olarak aktarılır.

Ve ayrılmak istediğini ifade eder Resulallah’a. Yalnız Sabit Bin Kays evlenirken eşi Cemile’ye güzel bir bahçeyi mihir bedeli olarak vermiştir. Ayrılık istemesi üzerine akdi bozan taraf hanım olduğu için, akdin getirdiği getiriyi geri iade eder. Bahçeyi geri verir. Hatta der ki;

- Üstüne de vereyim ya Resulallah..!

Demek ki gerçekten gönlünde hiç sevgisi yokmuş, ama benim dikkatimi çeken sizin de dikkatinizi çekmesini istediğim şey, sahabe arasındaki bu açık yüreklilik. Sahabenin hanımının dahi medeni cesareti ve kendi derdini, İslam toplumunun önderi ve Aziyz peygamberimize bu kadar sade, yalın bir biçimde ifade edebilmesi, Resulallah’ın da onu hiç kınamaması, çok ilginç..! Ve tabii sonuçta boşanırlar, Cemile’de ondan mihir bedeli olarak aldığı bahçeyi geri iade eder.

Dediğim gibi İslam fıkhında bu ayet otoritelerin ittifakıyla kadının boşama hakkına delalet eder. Eğer kadın kocasını boşar ise tabii ki kocalık yükümlülüklerinden herhangi birini ihlal etmemesi durumunda. İhlal etmesi durumunda farklı. Kocalık yükümlülüğünü ihlal etmesi durumunda farklı. İslam fakihlerinin bir çoğuna göre mahkemeye başvurur, mahkeme boşar demişler.

Zaten mahkemeyi araya katan birkaç sebep vardır. Boşanma yani aile anlaşmazlıklarında hakimi araya katmaz İslam fıkhı pek. Bazı yerlerde katar. Kadının boşamasında birçok fakihler mahkemeyi, yargıyı devreye sokarlar.

Neden İslam fıkhı genelde yargıyı devreye sokmaz? Çünkü Ma’ruf olmayabilir. Karı koca arasında ki özel ilişkiler, ki mahrem ilişkilerdir. Gün yüzüne çıkıp el aleme rezil olmazlar. Anlatabiliyor muyum? Yani bu nokta da asgari sınırda tutar, ama adil, mutedil bir biçimde gerçekleştirir. Karşılıklı vicdanları çalıştırır, mahkemenin zoru ile değil de imanın yardımı ile problemi çözmeye çalışır İslam. Karı koca arasındaki problemi imana dayanarak çözmeye çalışır. Yargıya değil.

Bu tabii ki ideal bir şeydir. Çünkü dedim ya, karı koca ilişkileri çok hassas ve derin ilişkiler. Bu derin ilişkilere sağın solun gözünün elinin girmesi doğru değildir. Ama son noktaya gelmiş artık bir şey yapılamıyorsa ve ortada bir de hak yeme söz konusu ise, hukuk çiğnenecekse işte o zaman yargı gündeme gelmeli, devreye girmelidir.

Onun için dediğim gibi bu ayet, kadınların boşama hakkı konusundadır. Ve eğer kadın, erkeğinin, evli olduğu erkeğinin, evlilik görevlerinden, yapmakla vazifeli olduğu yükümlü olduğu görevlerden birini yapmadığı için değil de, böyle bir gerekçesi olmadan boşuyorsa bu durumda akdi bozan taraftır, karşıya aldığı mihir bedelini iade etmesi gerekir.

 230-) Fein tallekahâ felâ tehıllu lehû min ba'dü hattâ tenkıha zevcen ğayrehu, fein tallekahâ felâ cünâha aleyhimâ en yeterâce'â in zanna en yukıyma hudûdAllâh* ve tilke hudûdullâhi yubeyyinuha li kavmin ya'lemûn;

Eğer kadını bir daha boşarsa, bundan sonra artık başka bir kocaya varıncaya kadar ona helâl olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın hududunu sağlam tutacaklarını ümit ettikleri takdirde öncekilerin birbirlerine dönmelerinde her ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın tayin ettiği hudududur. Bunları, bilen bir kavim için açıklıyor.(e.m.)

Erkek bunlardan sonra (üçüncü defa) tekrar karısını boşarsa, o kadın başka biri ile nikâhlanmadıkça tekrar kendisine helal olmaz. Şayet yeni kocasından boşanırsa, evlilik şartlarını Allâh sınırları içinde yürütebileceklerini düşünüyorlarsa, tekrardan nikâhlanmalarında üzerlerine bir suç yoktur. İşte bunlar Allâh'ın (koyduğu) sınırlarıdır ki, (Allâh'ı) bilen kavim için açıklıyor. (A.Hulusi)


Fein tallekahâ felâ tehıllu lehû min ba'dü hattâ tenkıha zevcen ğayrehu Eğer kesinlikle boşamışsa felâ tehıllu lehû min ba'dü bunun ardından kendisine helal olmaz. Ne? hattâ tenkıha zevcen ğayrehu bir başka eşle evlenmediği sürece boşadığı eşi kendisine geri dönemez. Eğer kesinlikle boşamışsa. Bu açık.

Bu, niçin böyle keskin bir hüküm var İslam’da. Yani bir erkek için siz bunun ne demek olduğunu biliyorsunuz. Bir erkek için. Yani kıskançlığın doğasında bulunan bir varlık için, bir canlı için, boşadığı eşini, yani kendisinin mahremi olan, hayat arkadaşı olan, canını canı ile birleştirdiği eşinin bir başkasıyla evlilikten sonra ancak.

Bu tersinden anlaşılmamalı. Bu hüküm, bu hükmü koymak için değildir. Boşanmayı zorlaştırmak içindir. Anlatabiliyor muyum? Yani ayetin ruhu nedir diye sorarsanız, ayetin söylemek istediği bu değil. Ayetin söylemek istediği;

- Bakın boşamaya kalkmayın öyle. Öyle hemen boşamaya kalkmayın demektedir ayet. Eğer böyle ağzınıza gelince, canınız sıkılınca boşamaya kalkarsanız bakın sonu sizin için hiçte kabul edilemeyecek bir durum bekliyor. Demektir.

fein tallekahâ felâ cünâha aleyhimâ en yeterâce'â in zanna en yukıyma hudûdAllâh Eğer boşarsa felâ cünâha aleyhimâ en yeterâce'â in zanna en yukıyma hudûdAllâh Eğer Allah’ın hududunu, Allah’ın koyduğu sınırları ikame edeceklerine inanıyorlarsa her iki tarafta in zanna eğer her iki tarafta Allah’ın çizdiği sınırlara göre bir evliliği devam ettireceklerine inanıyorlarsa, bu durumda birbirlerine dönmelerinde bir günah yoktur.

Günah, vebal manasına gelir. Aslında Mısır lehçesinden Türkçeye geçtiği için günah, G harfi ile söylenir. Yoksa cünha’dır, cünahtır. La cühana ama mısırlılar hiçbir c harfini telaffuz etmezler, hatta edemezler. Onun için mesela Euzübillahimineşşeytanirracim, diyemezler. “Gim” derler ve bunun gibi. Gelal derler, gemal derler. Cemal diyemezler. Onun için Anadolu ya da bu kavram Mısır lehçesinden gelmiş olmalı ki Anadolu halk lisanında Günah olarak şöhret bulmuş.

ve tilke hudûdullâhi yubeyyinuha li kavmin ya'lemûn; İşte bütün bunlar Allah’ın çizdiği sınırlardır. Allah onların değerini bilen, Allah’ın hüküm koymasının ne demek olduğunu bilen bir toplum için işte bunları böyle açıklıyor.

231-) Ve izâ tallaktümün nisâe febelağne ecelehünne feemsikühünne Bi ma'rûfin ev serrihûhünne Bi ma'rûf* ve lâ tümsikühünne dıraren lita'tedû* ve men yef'al zâlike fekad zaleme nefsehu, ve lâ tettehızû âyâtillâhi hüzüva* vezkürû nı'metAllâhi aleyküm ve mâ enzele aleyküm minel Kitâbi vel Hikmeti ye'ızuküm Bih* vettekullâhe va'lemû ennAllâhe Bi külli şey'in 'Aliym;

Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.(e.m.)

Karılarınızı boşadığınızda üç aybaşı süresi tamamlandığında ya güzellikle devam edin ya da iyilikle serbest bırakın. Eziyet amacıyla onları kendinize bağlı tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendi nefsine zulmetmiş olur. Allâh hükümlerini önemsememezlik yapmayın. Allâh'ın üzerinizdeki nimetini ve size "B" mânâsınca öğüt (ibret) vermek için Kitap ve Hikmetten inzâl ettiğini hatırlayın. Allâh'tan korunun ve iyi bilin ki, Allâh her şeyin (Esmâ mertebesi itibarıyla) hakikati olarak bilir. (A.Hulusi)


Ve izâ tallaktümün nisâe febelağne ecelehünne feemsikühünne Bi ma'rûfin Eğer boşanan kadınlar kendileri için tanınan sürenin sonuna yaklaşırlarsa feemsikühünne Bi ma'rûfin ya güzellikle onları tutun ev serrihûhünne Bi ma'rûf ya da güzellikle onları bırakın.

ve lâ tümsikühünne dıraren lita'tedû* ve men yef'al zâlike fekad zaleme nefsehu Onları, zarar vermek için alıkoymayın. lita'tedû eğer böyle bu maksatla alıkoyarsanız bu durumda haddi aşmış olursunuz. lita'tedû ..! zarar vermek için onları alıkoyarsanız Haddi aşmış olursunuz. ve men yef'al zâlike fekad zaleme nefsehu Kim böyle bir şey yaparsa hiç şüphesiz kendi kendisine kötülük etmiş olur.

Bakınız bu ayetin sebep-i nüzul bahsinde bir olay anlatılır.

Sabit Bin Yesar ya da Sinan Ensari hakkında nazil olduğu söylenen bu ayette, bu sahabelerden bir tanesi hanımını boşamıştı. İddetinin bitmesine birkaç gün kala vazgeçiyorum dedi. Cahiliyyede böyle zulmediyordu. Vazgeçiyorum dedi. Yani 3 ay beklemiş. 3 ay aile ilişkisi kesik hem de. Sanki bir yabancı gibi duruyor. Bitmesine birkaç gün kala vazgeçiyorum dedi, ondan sonra bir daha boşadı. Ve böylece 7 ay o kadına zulmetmişti. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Kadınlara yapılan kötü muamelenin önüne geçmek içindir. Deminden beri tefsir ettiğim tüm ayetler. Kadının hukukunu korumak içindir.

Şimdi siz o dönemde gerçekten bunların ne muhteşem bir devrim olduğunu düşünebiliyor musunuz..! Ve gerçekten de kadına böylesine zulmedilen bir toplumda, Kur’an ın o insanları nasıl terbiye ettiğini aklınıza getirebiliyor musunuz..! İşte Kur’an ın insanlığa getirdiği bu muhteşem değerlerin kıymetini ancak bu ayetleri çok iyi bilen, Ayetlerin arka planını çok iyi bilenler takdir ederler ve o zaman onlar Kur’an ı layıkıyla okurlar. Yoksa ne bilsin Kur’an ın değerini. Kur’an ın insanlık için ne muhteşem bir adalet rehberi, rahmet rehberi, saadet rehberi olduğunu nasıl kavrayacak insan. İşte böyle kavrayabilir ancak.

ve lâ tettehızû âyâtillâhi hüzüva eğer böyle yaparsanız Allah’ın ayetlerini oyun, oyuncak etmiş olursunuz. Allah’ın ayetleri ile dalga geçmiş olursunuz. Yani Allah’ın ayetlerini eğlenceye almayın. vezkürû nı'metAllâhi aleyküm Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.

ve mâ enzele aleyküm minel Kitâbi vel Hikmeti ye'ızuküm Bih Size öğüt vermek için indirdiği kitabı vahyi ve hikmeti hatırlayın.

Biraz önce söylediğim şeyleri Kur’an kendi lisanı ile söylüyor. Yani Allah bu ayetleri indirmekle size ne büyük bir ikram etti bunu unutmayın, hatırlayın. Ve yine unutmayın insanlığın bugün geldiği noktada Kur’an ın muhteşem bir etkisi vardır. Bunu nasıl aklınızdan çıkarırsınız..! Bugün insanlığın geldiği noktada eğer dün görülen bir takım zulüm uygulamaları yoksa, Kur’an daha başında bunları paranteze alıp yok etmek için çalıştığındandır. Kur’an bu gibi uygulamalara karşı cephe aldığı için yok olmuştur. Yoksa 20. asır cahiliyyesinde, 21. asır cahiliyyesinde ne gelenekler var ki bu zulümlerden hiçte aşağı değildir.

Bakınız 21. yy.ın kendine has zulümleri, kendilerine has cahiliyyesi var. Ve yine kadınlar farklı yöntemlerle bu kez, 7. yy. cahiliyyesinden çok farklı bir yöntemlerle yine kadınlar zulme uğruyor. Ama reklama malzeme edilerek, ama cinsellikte sömürülerek, ama şu yolla, ama bu yolla. Yine kadın mazlum ve ezilen konumunu koruyor. O halde bu ayetler 7.yy.ın değil, bu ayetler aynı zamanda 21. yy.ın ayetleridir. Ruhuyla. Söylemek istediği ile, arka planı ile.

[Eksik olan cümle; vettekullâhe va'lemû ennAllâhe Bi külli şey'in 'Aliym; Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.(e.m.)]

232-) Ve izâ tallaktümünnisâe febelağne ecelehünne felâ ta'dulûhünne en yenkıhne ezvacehünne izâ teradav beynehüm Bil ma'rûf* zâlike yûazu Bihî men kâne minküm yu'minü Billâhi vel yevmil ahıri, zâliküm ezkâ leküm ve ather* vAllâhu ya'lemu ve entüm la ta'lemûn;

Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.(e.m.)

Karılarınızı boşadığınızda, bekleme süresi sonunda, aralarında karşılıklı anlaşmaları hâlinde, evlenmelerine engel olmayın. Bu sizden kim Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman ediyorsa ona verilmiş olan bir öğüttür. İşte bu sizin için daha tezkiyeli (beşeri şartlanmalardan arı) ve daha temizdir. Allâh bilir siz bilmezsiniz! (A.Hulusi)


Ve izâ tallaktümünnisâe febelağne ecelehünne eğer hanımları boşarsanız, onlarda kendileri için ayrılan sürenin sonuna ulaşırlarsa felâ ta'dulûhünne en yenkıhne ezvacehünne izâ teradav beynehüm Bil ma'rûf Bu durumda aralarında münasip bir biçimde evlenmek için anlaşmışlarsa başka kocalarla, evet, başka kocalarla evlenmek için anlaşmışlarsa siz onlara engel olmayın. Yani boşadığınız kadınlar, boşamışsınız, ilişkinizi kesmişsiniz.

Tabii ki bu Talak-ı Baiyn le boşanmışta olabilir. fark etmez yani geri dönmek mümkündür ama kadının isteğine bağlıdır. Talak-ı Baiynde. Lakin nikah bitmiş, nikah yok artık. Talak-ı baiynde nikah olmaz. Nikah yeniden kıyılır zaten. Böyle bir boşama ile boşamışsınız ama hala onun üzerinde otorite kurmaya kalkıyorsunuz. Hala onun adeta rezil olmasını istiyorsunuz. Onun mağdur durumda bulunmasından zevk alıyorsunuz.

İşte Kur’an böyle kadim bir zulmüne parmak basıyor ve diyor ki; Eğer aralarında anlaşmışlarsa başka kocalarla, onların birbirleriyle evlenmelerine engel çıkarmayın. Tabii ki meşru bir biçimde.

zâlike yûazu Bihî men kâne minküm yu'minü Billâhi vel yevmil ahıri işte bu içinizden Allah’a ve ahiret gününe inananlara Allah’ın verdiği bir öğüttür. zâliküm ezkâ leküm ve ather Bu sizin için en yararlı ve en temiz olan yöntemdir.

vAllâhu ya'lemu ve entüm la ta'lemûn; Allah çok iyi bilir bunun ne anlama geldiğini. Ama siz tabii takdir edemeye bilirsiniz.

Bu ayetin sebep-i nüzulü, birebir sebep-i nüzuldür. Bunu söylüyorum. Birebir sebep-i nüzuldür ve bu olay üzerine inmiştir ittifakla bu ayet. O olay da şudur:

Ma’kıl bin Yesar, kız kardeşini boşayan kocasına tekrar kız kardeşi ile evlenmek için müracaat etmişti. Kız kardeşi de eski kocasına dönmeyi kabul etti. Yani bir dönem anlaşmazlığa düşmüşler, kocası boşamış, tabii ki talak-ı baiynle boşamış, boşanmışlar, ondan sonra tekrar anlaşmışlar. Ama Ma’kıl bin Yesar;

- O seni boşadı, ben bir daha seni ona vermem..! Diye diretmişti.

Tabii bu ayet ininceye kadar diretti. Bu ayet indi, Resulallah Ma’kıl’ı çağırdı. (Çok ilgimi çeken bir şey var o da Resulallah bu kadar yoğun bir toplumu tek tek nasıl taassut altında tutuyor. Herkesin problemini nasıl da gözlüyor. O çok dikkatimi çeken bir husustu.) Çağırdı Ma’kıl’i mescid-i Nebevide herkes orada. Gerçekten, yürekten candan bir insandı Ma’kıl. Dedi ki;

- Ayet indi..! Dedi ve bu ayeti okudu Resulallah.

Ma’kıl hem ağlıyordu, hem gülüyordu. Nasıl olur bu ben bilmem ama, hem ağlıyor hem seviniyordu.

- Ma’kıl’ın burnunu sürten Rabbime hamdolsun. Diyordu ve arkasından, Ey Allah’ım senden razıyım ve emrine amadeyim. semi'nâ ve eta'nâ diye bitirdi sözünü.

Hemen gitti ve kardeşine;

- Allah hükmünü verdi, ben af diliyorum. Dedi ve aradan çekildi.

 İşte Kur’an böyle terbiye eder.

233-) Vel validatu yurdı'ne evladehünne havleyni kâmileyni limen erade en yütimmerredâ'ate ve alel mevlûdi lehû rizkuhünne ve kisvetühünne Bil ma'rûf* lâ tükellefü nefsün illâ vüs'ahâ* la tudârre validetün Bi veledihâ ve lâ mevlûdün lehû Bi veledihi ve alel vârisi mislü zâlik* fein eradâ fisâlen an terâdın minhümâ ve teşâvürin felâ cünâha aleyhimâ* ve in eradtüm en testerdı'û evlâdeküm felâ cünâha aleyküm izâ sellemtüm mâ âteytüm Bil ma'rûf* vettekullâhe va'lemû ennAllâhe Bi mâ ta'melûne Basıyr;

Anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri geleneklere uygun olarak bir borçtur. Bununla beraber herkes ancak gücüne göre mükellef olur. Çocuğu sebebiyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise düşen de yine aynı borçtur. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra bunda da size bir günah yoktur. Bununla beraber Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görür. (e.m.)

(Boşanmış annelerin) süt emzirmesini tamamlatmak isteyen (babalar) için, anneler iki tam yıl çocuklarını emzirebilirler. Bu süre zarfında onların rızkı ve giyim kuşamı örfte olduğu üzere babanın yükümlülüğündedir. Hiçbir nefse kapasitesini aşan teklif edilmez. Ne bir ana ne de bir baba çocuğu yüzünden zarara sokulmamalıdır. Vârise düşen de aynen böyledir. Eğer kendi rızaları ile anlaşarak çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse kendilerine bir suç yoktur. Eğer çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek isterseniz, örf üzere verilmesi gerekeni ödediğiniz takdirde, bunda da bir beis yoktur. Allâh'tan korunun ve iyi bilin ki Allâh (tüm yaptıklarınızın yaratanı olarak) Basıyr'dir. (A.Hulusi)


        Vel validatu yurdı'ne evladehünne havleyni kâmileyni limen erade en yütimmerredâ'ate Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Tabii ki limen erade en yütimmerredâ'ate emzirme süresini tamamlamak isteyenler için bu böyledir. Emzirme süresini tamamlamak isteyen, tabii bu ayette yukarı ile ilişkili. Yani boşanmış kadınların bir de çocuk problemi var, şimdi ne olacak. Boşandı ama bitmedi problem.

Kur’an üzerini örtmüyor, es geçmiyor, teğet geçmiyor. O problemi şimdi ele alıyor. Boşandı ama çocuk var ortada. Hem de bu çocuk küçük. Büyük olsa önemi yok. Çocukluktan çıkmış olsa, küçük, kucakta çocuk kaldı, ne olacak. Tabii ki Allah bırakacak değil ve şimdi o problemi ele alıyor.

Vel validatu yurdı'ne evladehünne havleyni kâmileyni limen erade en yütimmerredâ'ate Emzirme süresini tamamlamak isteyenler için çocuklarını tam iki yıl emzirme görevleri vardır. Boşanmış annelerin görevi budur.

Bugün yapılan birçok çalışma ile doğumdan sonra ilk altı ay süresince bebeğin fizyolojik ve psiko sosyal ihtiyaçlarını tek başına mükemmel bir şekilde karşılayan anne sütünün, anne ve bebek bağının kurulmasında önemli rol oynadığı, bebeğin ilk altı ay tek başına anne sütü ile beslenmesi, altıncı aydan sonra ek besinlerle birlikte anne sütü ile beslenmenin devam ettirilmesini ve emzirmenin iki yaşın sonuna kadar sürdürülmesinin; bebeğe sayısız yararlar sağladığı bilimsel veriler ile ispatlanmıştır…. (Prof. Dr. Mustafa Bakır)]

ve alel mevlûdi Evet, ve alel mevlûdi lehû rizkuhünne ve kisvetühünne Bil ma'rûf Tabii ki bu arada babaya, onları boşayan, yani çocuğun babası artık. Onun için bakınız ve alel mevlûdi diye geldi. Çocuğun olmasına vesile olan kimse manasına gelir motomot. Babaya, şimdi koca bitti. Onun için o jargonu kullanmıyor Kur’an. Farklı bir alana kaydırdı. Çocuğu merkeze aldı, çocuğun annesi, çocuğun babası biçiminde hitap geliyor. Babaya da ne düşer burada; Onların yeme içme, giyim kuşamlarını temin etmek düşer. Babaya da bu vaciptir.

lâ tükellefü nefsün illâ vüs'ahâ hiçbir kimseye götüremeyeceği yüklenmez. Meçhul geldi. Zaten bu, sırf bu iş için değil, Kur’an ın koyduğu hükümlerin tümü için geçerlidir. Genel bir kuraldır. Kimseye götüremeyeceği yüklenmez.

Fakihler bu ayete dayanarak boşanan çiftlerin çocuğun bakımının anne tarafından üstlenilmesine hükmetmişler. Çok ilginç tabii. Ve medeni hukukta da bu böyledir. Tüm dünya hukuklarında bu böyledir, çünkü fıtri olan budur. Tersi doğru da değildir, mümkün de değildir.

la tudârre validetün Bi veledihâ ve lâ mevlûdün lehû Bi veledihi Ne çocuğu yüzünden bir anne zarara uğratılsın, ne de çocuğu yüzünden bir baba zarara uğratılsın. Adalet ve itidal bunu gerektirir. Yani zarar olmasın iki tarafa da. Ama iki tarafta görev ve sorumluluklarını bilsin. Bebenin, annesinin yanında olması lazım, çünkü şefkat ve merhameti ancak anne verir. Annenin vereceği sadece süt değildir. Onun için burada Vel validatu yurdı'ne ibaresini sadece yurdı'ne ibaresini emzirmek manasına almamak lazım. Bakımını üstlenmek, onu bağrına basmak manasına almak lazım. Bağrına basmak anlamı aslında bir çok şeyi ifade eder. Sadece süt vermeyi değil, ona bağrından neler neler vermeyi ifade eder.

ve alel vârisi mislü zâlik Tabii ki bu aslında cümle-i mu’terize bir tırnak içi cümlesi. Babanın varisine de aynı görev düşer. Yani olur ya mümkündür, baba eğer ölmüşse, öyle bir durum ortaya çıkmışsa, bu durumda babanın varisine bu çocuğa ve annesine bakmak görevi düşer. Onu da ihmal etmemiş Kur’an. Hayatın o alanını da dolduruyor.

fein eradâ fisâlen an terâdın minhümâ ve teşâvürin felâ cünâha aleyhimâ Evet, ebeveyn, istişare sonucu çocukla annenin ayrılmasına karar verirlerse, ebeveyn istişare ettiler. Ki tesniye olarak geliyor kelimeler, eğer ebeveyn anne ve baba istişare ederler, bunun sonucunda da çocuk ve annenin birbirinden ayrılma, ben böyle manalandırdım.

Bu mana Razi’nin Ebu Müslüm İsfehani’den aktardığı bir mana. Buradaki fisâl çocuğun anneden ayrılması manasına gelir demiş bir tek müfessirler içinde Ebu Müslüm İsfehani demiş bunu. Öbür tüm müfessirler sütten kesme şeklinde anlamışlar. Bendeniz Ebu Müslüm İsfehani’nin bir tek olmasına rağmen, şahıs kalmasına rağmen yorumunun çok daha uygun ve doğru olduğuna inanıyorum.

Problem sütten kesme probleminden çok daha derin bir problem burada. Yani bu problem nasıl derin? İyi de boşanmış bir anneye ebediyen, müşterek bir meyve olan çocuğu zimmetli yemezsiniz ki. Onunda kendine göre bir hayatı olacak. Ebediyen zimmetli yemezsiniz ki. Sırtına bir kambur gibi vuramazsınız ki. O da evlenebilir, evlenmek isteyebilir, hakkıdır. Boşanmış koca ne kadar evlenmek hakkıysa, boşanmış hanımında evlenmek hakkı. Peki sırtında müşterek bir meyve olan çocuklar niçin onun sırtına yüklenecek.

Burada ne yaparlar, istişare ederler diyor. Bu çocuğu ayırmak için. Bu istişare sonucunda eğer karar verirlerse, yani bu karara uyulur.

ve in eradtüm en testerdı'û evlâdeküm felâ cünâha aleyküm babalar o çocuğu annesinden aldıktan sonra bir başka süt anneye götürüp emzirtebilir. Yani ona baktırtabilir. Bunda da sizin için diyor bir günah yoktur. Sizin için diyor..! Annesine de bir günah yoktur diyor. Yani annesi de suçlanamaz çocuğunu attı diye. Ama iki yıl mecbur. İki yıl mutlaka bakacak şefkat verecek, emzirecek. Lakin ondan sonra ona zorlayamazsınız diyor. Baba bir başka süt anneye eğer isterse verir ve ikisine de burada bir günah yoktur.

izâ sellemtüm mâ âteytüm Bil ma'rûf Evet, verilmesi gerekeni yerine meşru bir biçimde ulaştırdığınız zaman, ulaştırmanız şartıyla diye çevirelim. Yani yerine teslim etmeniz gereken şeyi güvenlikli bir biçimde yerine ulaştırmak şartıyla.

Burada sellemtüm ifadesi hem yerine teslim etmek, hem de güvenliğini sağlamak manasına gelir. Ben güvenliğini sağlamayı daha uygun bir mana olarak tercih ediyorum. Yani bu çocuğu yerine, güvenli bir yere yerleştirdiği zaman anlamına gelir. Ancak genelde Müfessirler bu ibareyi, emzirecek süt anneye ücretini güzel bir biçimde ödediğiniz zaman diye çevirdiklerini de burada ifade edeyim.

vettekullâhe va'lemû ennAllâhe Bi mâ ta'melûne Basıyr; Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Ve iyi bilin ki Allah yaptığınız her bir şeyi ayrıntısıyla görmektedir.

Evet sevgili dostlar, bugün işlediğimiz bu ayetler hayatın ta göbeğinden ayetler. Ta içinden ayetler. Çocuğu, anneyi, babayı, aileyi, yani toplumun çekirdeğini, yani bir anlamda toplumun tamamını ilgilendiren ayetler. Şimdi biri kalkıp ta diyebilir mi ki

- Allah dünyamıza, Allah iç işlerimize, Allah ailemize neden karışıyor..! Diye. Ve derse bu insanın Allah’la ilişkisi kesilmiş olmaz mı?

Allah’la ilişkisini sürdürenler arasında kılmasını niyaz ediyoruz Rabbimizin.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder