2 Aralık 2010 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. BAKARA SURESİ (187-188)(13)



Euzübillahimineşşeytanirracim,



Bismillahirrahmanirrahim





Bir tefsir dersinde daha bizleri buluşturan Allah’a hamd ederek giriyorum söze. Ve yine O’na Hamd ediyorum ki, insanla konuştu, insana rahmetinin bir eseri olarak Vahyini gönderdi. Ki O’nun vahyi rehberliğinin ta kendisidir. İşte şimdi o rehberliğin delilleri olan, belgeleri olan ayetlerle devam ediyoruz.



Bu günkü dersimiz Bakara suresi 187. ayetten devam ediyor.



187-) Uhılle leküm leyletesSıyâmirrefesü ilâ nisâiküm* hünne libâsun leküm ve entüm libâsun lehünne, alimAllahu enneküm küntüm tahtanune enfüseküm fetâbe aleyküm ve 'afâ anküm* fel'ÂNe başirûhünne vebteğû mâ ketebAllahu leküm* ve külû veşrebû hattâ yetebeyyene lekümül haytul' ebyedu minel haytıl'esvedi minel fecr* sümme etimmusSıyâme ilelleyl* ve lâ tübâşiruhünne ve entüm 'âkifûne fiyl mesacid* tilke hudûdullahi felâ takrebûha* kezâlike yübeyyinullahu âyâtihi linNâsi leallehüm yettekun;



Sıyam günlerinin gecelerinde kadınlarınıza yaklaşmak (cinsellik) helal kılındı. Onlar sizin, siz de onların elbisesisiniz (kişinin dış dünyasındaki en yakını). Allâh bu konuda nefsinize haksızlık ettiğinizi (gece de oruç devam eder cinsellik yapılmaz zannınızı) bildi de yanlıştan dönmenizi (tövbenizi) kabul etti ve sizi affetti. Artık onlara Allâh'ın hükmü kadarıyla yaklaşabilirsiniz. Gün başlangıcına (gecenin karanlığının günün aydınlığına dönüşme sürecine) kadar, yeyip için. Sonra sıyamı geceye kadar yaşayın. Mescidlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar Allâh'ın koyduğu sınırlardır ki onlara yanaşmayın. İşte Allâh, işaretleri böylece açıklar ki bilfiil korunasınız. (A. Hulusi)



Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikden size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar. (Elmalı)



Uhılle leküm leyletesSıyâmirrefesü ilâ nisâiküm Oruç günlerinizin gecelerinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. hünne libâsun leküm ve entüm libâsun lehünne Onlar sizin örtüleriniz, siz onların örtülerisiniz.



Bu harika ifade ancak ilahi bir kelâmda bulunabilir. Onlar sizin örtüleriniz, siz onların örtülerisiniz. Yani kadın ve erkek sizler hayatın iki yarım küresisiniz. Hayat sizinle bütünleşmekte. Siz birbirinizle bütünleşince hayat bütün olmakta. Bir bütünün iki parçası olduğunuzun bilincinde olun.



Bir esvap gibi örtü diyor Kur’an. Libas, elbise, giysi. Elbise nedir? İnsanın bedenini örten her şey. Bu aynı zamanda, çirkinlikleri kapatan şey anlamına da gelir. Çünkü elbiseler, insanları güzelleştirir. Onun için bu ayette, bu ibarede adeta ailenin, mutlu ailenin hangi temel üzerine kurulması gerektiğinin işaretleri yatıyor. Ey aileyi oluşturacak olan temel köşe taşları birbirinize elbise gibi olun, birbirinizin ayıplarını elbise gibi örtün. Onunla kalmayın birbirlerinizi elbise gibi güzelleştirin.



Tabii bunun bir de mecazi boyutu var. Mecazen bu ibare, birbirinizi yüreğinize giyin. Giyinin anlamına gelir. Bu neyin ifadesi, bu muhabbetin, bu ülfetin ifadesidir.



Bu ayet içinde bulunduğu pasajla birlikte oruçtan söz eden bir ayet. Diyeceksiniz ki oruçtan söz eden bir ayette niçin böyle bir ibare yer alıyor? Öncelikle bu niçinin sebebini ayetin iniş nedeninde aramamız gerek o da şu;



Yahudi geleneğinde oruçlar 24 saat olarak tutulurdu. Bir kez iftar yapılır ve onun dışında hiçbir şey yenilmez içilmez ve beraber olunmazdı. Onun için bu gelenekten etkilenen Medineli Müslümanlar böyle bir zanna kapıldılar. Acaba bizde de yasak mı diye. İşte bu ayet bu kanaati bu zannı ortadan kaldırmakta ve Muhammed A.S. şeriatında orucun seherde, şafak vaktinin ağarmasıyla başlayıp akşam güneşin batışıyla bittiği vurgulanmakta. Onun için de burada bir gelenek tashih edilmekte ve müminlere Allah’ın rahmeti ve mağfireti bir kez daha hatırlatılmakta.



Oruç demiştim bir evvelki dersimizde bedenin açlığı değil, ruhun beslenmesidir. Eğer oruç ruhun beslenmesi ise diyeceksiniz ki peki, insanın derinliğine yaptığı bir yolculuk olan oruçta, insanın nefis teskiyesi ve ruh terbiyesinde böyle “ten” sel hazların, zevklerin yeri nedir derseniz eğer, ben derin ki; Allah ibadetlerinde dahi ailenin en doğal hakkını veriyor aileye. Yani ibadetler sırasında dahi ailenin ülfet ve muhabbetini engelleyecek bir şey yok. Onun için oruç gündüzlerinin dışındaki vakitlerde doğal ve normal ailevi münasebetlere izin veriyor. Bu oruçta yüreğe doğru ailece yapılmış bir yolculuk oluyor. Ailece yapılmış yüreğe doğru bir yolculuk.



Devam ediyoruz;



alimAllahu enneküm küntüm tahtanune enfüseküm fetâbe aleyküm Allah sizin kendinizi zor durumda bırakacağınızı bildi de bu yüzden affıyla muamele etti size. fetâbe aleyküm Sizi affetti. Tevbenizi kabul etti.



Bu biraz önce söylediğim ayetin imiş sebebiyle ilgili. Çünkü gerçekten de oruç eğer 24 saat olsaydı müminleri orucu 30 gün farz olduğu için müminler zor durumda kalabilecekler ailevi münasebetleri bir takım sıkıntılarla karşılaşabileceklerdi. Oysaki Yahudilerin orucu sadece aşure günü tuttukları 1, ya da 3 günlük bir oruçtu. Müslümanlar ise 30 günlük, kısa sayılamayacak bir süre oruç tutmakla emr olundular. Onun için de Allah bu noktada yine müminlere lufetti, Rahmet etti, mağfiret etti bu ayetin bu kısmı bunu söylemektedir.



ve 'afâ anküm Zorluğu üzerinizden kaldırmıştır Allah. Sadece affıyla muamele etmedi, aynı zamanda zorluğu üzerinizden kaldırdı. Yani şu ana kadar bu konuda gösterdiğiniz kusurları affettiği gibi, bundan sonra da bu konuda zorluğa düşmeyeceğiniz ilahi bir düzenleme yaptı.



fel'ÂNe başirûhünne vebteğû mâ ketebAllahu leküm Artık şimdi onlara yaklaşın. Yani eşlerinizle beraber olabilirsiniz. Allah’ın size meşru kıldığından yararlanın vebteğû mâ ketebAllahu leküm Lafzen manası Allah’ın size yazdığı şeyi elde edin arayın.



İfadeye bakın. Kadın erkek münasebetleri, cinsler arasındaki karşılıklı her türlü münasebet, Allah’ın insana yazdığını aramak biçiminde ifade buyruluyor Kur’an da tabii ki meşru olmak kaydıyla. Demek ki Allah insan eyleminin hiç birinin dışında tutulamaz. Allah’ı İnsani eyleminin hiç birinin dışında tutamazsınız, bu aynı zamanda bu demektir. Ey insan beni karıştırmadığın hiçbir işin yok, onun için meşru her işe besmele ile başlanır. Besmele Allah’ı işe karıştırmaktır Allah’la yapmaktır Allah’lı yapmaktır.



ve külû veşrebû hattâ yetebeyyene lekümül haytul' ebyedu minel haytıl'esvedi minel fecr Fecr vakti, gecenin karanlığından, tan yerinin aydınlığı belirginleşinceye kadar yiyiniz ve içiniz.



İşte burada kesin vakitler tespit edilmiş oldu. Önceki şeriat olan Musa A.S. ın şeriatındaki bir hüküm daha da genişletildi ve Muhammed A.S. ın şeriatında orucun başlayış ve bitiş vakti yeniden ve daha toleranslı bir biçimde tespit edildi.



Bu vakitlerde bildiğiniz gibi Fecr-i Sadık’ın başladığı vakit ki peygamberimiz böyle tefsir etmiştir bu ayeti. Bir hadisinde yine Buhari ve Müslim’in naklettiği bir hadis;



- Sizi Bilal’in ezanı aldatmasın. (Yani yemeden içmeden alıkoymasın) Siz Ümmü Mektum’un ezanına kadar yiyin ve için.



Yine Müslim’in naklettiği bir başka varyantta;



- Sizi Bilal’in ezanı aldatmasın, orucun başladığı vakit ışığın böyle olduğu değil, böyle olduğu zamandır. Buyurmuşlar.



Yani Fecr-i Kâzib’i değil, Fecr-i Sadık’ı göstermiştir. Bu da ışık önce doğu tarafından, önce dikey bir biçimde belirir ama o geçer. Arkasından koyu bir karanlık alır. Onun ardından da yatay bir biçimde yavaş yavaş kendisini hissettiren bir aydınlık belirir.



Yalnız bu ayetin ve bu hadislerin tefsirinde sahabe farklı farklı yorumlarda bulunmuşlar. Onun için de bu yorumlara mutabık olarak farklı uygulamalarda bulunmuşlar. Ashab-ı Kiramdan bazıları dağların, ovaların, yolların ve platoların aydınlanması biçiminde algılamışlar bunu orucun başlama vakti demişler; Yüksekçe bir yere çıktığınızda her tarafın siluetinin, her tarafın yolunu, dağını, tepesini, ovasını görebilinceye kadar yiyip içmektir demişler.



Daha başka bazıları, örneğin Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir; sabah namazının vaktini orucun başlangıcı olarak görmüşler. Hatta öyle rivayetler vardır ki yine sahih olarak Hz. Ali ve Hz. Ebu Bekir’den, namazı kıldıktan sonra sahur yediklerine dair rivayetler vardır.



Ancak meşhur fıkıh ekollerinin müçtehit imamlarının görüşleri bizce ihtiyata yakın görüşlerdir. Onlar zaten ihtiyatı öne almışlar. Onun içinde bu konuda mümkün olduğu kadar ihtiyatlı davranılmasını teklif etmişler.



Tabii ki ihtiyat evladır. Ancak eğer bir mümin sabah namazının vakti çıkmadan bir dakika kala dahi olsa eğer sahurunu yapmışsa onun orucu oruçtur. Caizdir bu böyle bilinmeli. Lakin ihtiyata binaen fecr-i sadıkla beraber oruç başlamalıdır bu ihtiyata daha uygun olandır. Hele hele daha sonra kılınabilecek namaz vaktinin ayrılması gibi bir takım zaruri, dini ve hayati ihtiyaçlarda göz önünde tutularak abdest için hazırlık, namaz için hazırlık, ihtiyaç halinde gusül için zaman aralığı bırakmak açısından bu ihtiyata en layık olandır diye düşünüyorum.



ve lâ tübâşiruhünne ve entüm 'âkifûne fiyl mesacid Yine siz mescitlerde ibadet için kapandığınızda, yani itikafa girdiğinizde hanımlarınıza yaklaşmayın.



Yanlış hatırlamıyorsam bu surenin, bakara suresinin 128. ayetinde İtikafı daha önce açıklamıştım. İtikaf; Allah’a zamanın bütününü ayırmak demektir, yani bir zaman aralığı tespit edip o zaman aralığını tamamıyla Allah’a ayırmak. Diyeceksiniz ki Allah’ın sizin zamanınıza ihtiyacımı var? Hayır yok. Aslında doğrusu kendinize ayırmak, yüreğinize yapılan yolculuktur itikaf. Yüreğe doğru yapılan bir yolculuk.



İtikaf Hıra’nın yeniden yaşanmasıdır onun için peygamberimiz ömrü boyunca, Ramazan’ın son 10 günü hep itikafa girdi. İtikaf niyetiyle 2 saatlik dahi olsa bu niyetle kapanmak, itikaftır. İsterse 2 saat olsun. Ama Peygamberimiz Ramazan’ın son 10 gününde hep itikafa girmiştir. 1 yıl bunu yapamamıştı, yapamadığı yıl da kaza etti. Oysaki Resulallah nafileyi kaza etmezdi. Ama itikafa verdiği önemi anlayın.



İtikaf yüreğe doğru bir yürüyüştür demiştim. İtikaf mescidi medreseye, okula, kışlaya ve yürek eğitim merkezine çevirmektir. İtikaf, Resulallah’ın Hıra’sını müminlerin hayatına taşımaktır. Onun için İtikaf, nebevi bir sünnet olarak müminlerin hayatında yerini almalı. Ve bir iç eğitim seferberliğine dönüştürülmelidir.



İşte bu sırada da eşlerinizle beraber olamazsınız diyor Kur’an. Çünkü Yüreğe doğru yapılan bir yolculukta, ten zevkinin yeri yok.



tilke hudûdullahi felâ takrebûha İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Allah’ın çizdiği sınırlardır, sakın ola yaklaşmayın.



Dikkatinizi çekerim, geçmeyin demiyor, yaklaşmayın diyor. Allah nehy ederken eğer çizdiği sınır                  nehiyle ilgili bir sınırsa genellikle yaklaşmayın emri gelir. Niçin? Yaklaşmak riskli bölgeye, tampon bölgeye girmek demektir, risk var demektir. Onun için içtenibu aniş şufeha Şüpheli olan şeylerden kaçınmakta riskli olan bölgeye girmemektir. Şüpheli şeylerden kaçınınız nebevi, peygamberi tavsiyesi de işte bunun bir devamıdır. Ve la takrabüzzina.. (İsra/32) zinaya yaklaşmayınız ayetinde olduğu gibi. Yapmayınız dan öte, yaklaşmayınız. Onun için Kur’an da bazı nehiyler bu şekilde ara bölge, tampon bölge konularak insanların riske düşmesi önlenir.



kezâlike yübeyyinullahu âyâtihi linNâsi leallehüm yettekun; İşte bu şekilde Allah kendi ayetlerini insanlığa açıklıyor. Niçin? leallehüm yettekun; Belki onlar sorumluluklarının şuurlarına varırlar, sorumluluk bilincini kuşanırlar diye.



Demek ki bu yasakların bir amacı varmış Allah insana yasak koymakla mutlu olmaz, daha doğrusu insana getirilen yasakların Allah’a vereceği bir şey yoktur. O halde nasıl anlamalıyız yasakları, insana konulan yasakların, insana getireceği bir şeyler vardır, yani insanın mutluluğu içindir Allah’ın insan için yaptığı düzenlemelerdir, budur.



İşte bu yasağın da bir sebebi var. Allah hiçbir sınırı; Ben çizdim o halde uyacaksın diye çizmiyor ve bize de bir usul öğretiyor. Yani bizi ikna ediyor. Etmese ne olur? Hiçbir şey olmaz. Allah’tır emreder ve biz de kuluz yaparız. Ama bize şunu demek istiyor.



- Bakın ben Allah olduğum halde, ben bile sizi ikna ediyorum. Sizi ikna etmek için gerekçe söylüyorum. Siz birbirinize zorbaca dayatmayın. Siz insan olduğunuz halde kalkıp birbirinize gerekçesini iletmeden, ikna etmeden, Karşınızdakinin akıl ve mantığına seslenmeden ona dayatmayın.



Aslında bir üslup veriliyor burada. leallehüm yettekun; Umulur ki onlar sorumluluk bilincini kuşanırlar. Problem bu. Sorumluluk bilincini kuşanmanınız için bütün bu düzenlemeler. İlahi düzenlemeler. Sorumluluk bilincini kuşandığınız zaman ne mi olur? Üç şeye kavuşuruz.



1 – Özgürlük,



2 – Güvenlik,



3 – Mutluluk, saadet.



Bu üç şeye kavuşan neye ihtiyaç duyar söyler misiniz bana. Özgürlüğünüz, güvenliğiniz ve mutluluğunuz garanti altına alınmışsa eğer, insan olarak daha ne isteyebilirsiniz. Tabii bu üç şey sadece dünyevi boyutlarıyla değil ebedi boyutlarıyla garanti altına alınıyor. Mutluluk ebedi, güvenlik ebedi, özgürlük ebedi.



188-) Ve lâ te'külû emvaleküm beyneküm Bil batıli ve tüdlû Bihâ ilelhükkâmi lite'külû feriykan min emvalinNâsi Bil ismi ve entüm ta'lemûn;



Mallarınızı, aranızda, gerçeklerle bağdaşmayan şekilde yemeyin. Ve bilip durduğunuz halde insanların mallarından haksız yere yemek için hükmedicilere koşmayın. (A. Hulusi)



Bir de aranızda mallarınızı batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek için, o malları hâkimlere rüşvet olarak vermeyin. (Elmalı)





Ve lâ te'külû emvaleküm beyneküm Bil batıli Şimdi ayet bir başka konuya geçti. Ancak iki konu arasında hiç mi bağlantı yok diyecek olursanız ilginç bir bağlantı var, o bağlantı da şu: Oruç insanın kendi malını yemesi ile ilgili bir hakikatti, şimdi başkalarının malını yemekle ilgili bir düzenlemeye geçtik hemen, yine ikisi de mala taalluk eden, yeme, içme, kazanma ve harcamaya taalluk eden şeyler, hükümler.



Kendi malınızı yemeniz konusunda hüküm bu. Bir de başkalarının malını yeme konusu var ki ona geldik. Ve lâ te'külû emvaleküm beyneküm Bil batıli Gayri meşru bir biçimde birbirinizin mallarını yemeyin. Batılı, gayri meşru olarak çevirdim, batılın Arap dilindeki karşılığı, karşılığı olmayan şey demektir, mukabili bulunmayan şey demektir.



İlginç değil mi..! Yani bedelsiz şey. Bedel ödemeden elde ettiğiniz her kazanç batıldır. Haksız ve rızasız diye iki temel düstur ile izah etmek lazım. Hak ve rıza, kazancı meşrulaştıran iki temel düstur, onun için eskiler rızasız lokma haramdır özdeyişinde ifade etmişler. Haksız kazançta böyle Hak ve rıza bir kazancı meşrulaştırır.



Ve lâ te'külû emvaleküm beyneküm Bil batıli Gayri meşru bir biçimde malınızı, birbirinizin mallarını yemeyin. Aslında, birbirinizin malları emvaleküm beyneküm Birbirinizin mallarını aranızda yemeyin biçiminde tercüme etmemiz de mümkün. Lakin benim dikkat çekmek istediğim şey “Birbirinizin malları” Bu İslam’ın şahsi mülkiyete cevazına bir delildir. Bu bir gerçek.



Özel mülkiyete bir izindir özel mülkiyeti peşinen kabul ediyor bu. Ancak bundan öte bir şey söylemek istiyor, özel mülkiyetinizde olan her şey aslında birbirinizin gibi algılanmalı. Eğer saldırganlaşırsanız, eğer haksız yemeye başlarsanız bu sizinle kalmaz. Haksız kazanç yiyen bir kimse sadece kendisinde biten bir kötülük yapmıyor ki..! En başta yediği bir başkasının hakkı. O halde en az iki kişiye kötülük yapıyor. Bir kendisine bir de hakkını yediği kimseye, en az..!



Bir de topluma kötülüğü var bunun. Çünkü yediklerinizin ve içtiklerinizin, eylemleriniz, inançlarınız, davranış ve tavırlarınızla çok sıkı alakası var dostlar. Ha..! Diyeceksiniz ki bana; Bunu ispat edebilir misin? Edemem. Bunu Allah ispat eder ve bir de hayat. Kendinize bakın, etrafınıza bakın, insanlara bakın bunu görürsünüz. Bunu Laboratuara sokamam, eğer Haram ve Helal’i gösteren bir aygıt icat edilseydi belki fark ederdik. Eğer haram ve helali gösteren bir alet olsaydı, haramla pişmiş bir pilavın, aslında bir pilav değil, tanelerinin birer kurt olduğunu görürdü.



O zaman belki de insanlardan bazıları ömür boyu bir şey yiyemezler. Ama onu da görmüyoruz. Lakin haramdan kazanılmış bir kazancın, haramdan elde edilmiş bir gelirin insan davranışlarına, insan inançlarına, insanın duygu ve düşüncelerine, yüreğine ve kafasına olan etkisini biz, Allah’ın bu konuda koyduğu yasaklardan anlıyoruz.



Haram lokma insanı yerinde durdurmaz. İnsanın sadece fizyonomisini etkilemiyor bu yedikleri. Fizyolojisi üzerinde ki etkisi sabit, artık ilmi olarak ispat edilmiş durumda. Hatta daha önceki tefsir derslerimde de değinip geçmiştim;



ABD de yapılmış bir çalışmayı okumuştum bu konuda. Amerikalıların yedikleri fast foot türünün, hamburger ve cızburgerin. Yani dana etinin insan biyolojisi ve davranışları üzerinde ki etkilerini yıllar içerisinde, yıllar boyunca araştırılması sonucunda ortaya çıkan bir gerçek; Amerikalılar ahlaken ve davranış olarak danalaşıyor mu sorusunu gündeme getirmişti. Çok ilginç bir sonuçtu. Yani yedikleri etin davranışlarına yansıyıp yansımadığını yıllar boyu araştıran ilim adamları sonuçta evet böyle ciddi bir tehlike sezinliyoruz biçiminde rapor etmişlerdi.



İşte sadece bu işin bir boyutu. Bir de insanın inançlarına, İnsanın Allah’la ilgisine, insanın kutsal ile olan ilişkisine, insanın kendisi ile olan ilişkisine yansımasını düşünün. İşte yemek ve içmekle ilgili emir ve nehiyler düzenlemeleri, siz bizim bilmediğimiz ama Allah’ın çok iyi bildiği bu gibi sebeplere mebni olduğunu düşünmek zorundayız. Düşünmek zorundasınız bir mümin olarak.



ve tüdlû Bihâ ilelhükkâmi lite'külû feriykan min emvalinNâsi Bil ismi ve entüm ta'lemûn; Uzun bir cümle, sonundan başlayalım tercümeye; Bile bile insanların kimi mallarını yemek için günah olan hukuki hilelere başvurmayın. Bu yaklaşık meal, Meal zaten tercüme değildir. Meal yaklaşık ifade tarzıdır.



Burada ve tüdlû Bihâ ilelhükkâmi Yöneticilere ya da hakimlere. Yargıçlara yani, daldırmayın, uzatmayın, sarkıtmayın, sarkmayın manası. tüdlû Bih Del kova demektir. feedla delveh. (Yunus/19) Kur’an da geçen bir ifadedir kova sarkıtmak, oradan mecazen neyi çağrıştırıyor? Hakimlere verilen rüşveti çağrıştırıyor. Devletin malı olmaz yanlış bir tabir. Devletin malı nerden oluyormuş, milletin malıdır. Kamunun malına kova sarkıtmak, kuyuya kova sarkıtılır gibi. Yine Gazzali’nin güzel ifadesinde olduğu gibi; Kova sarkıtmaktan mülhemdir diyor bu kelime, Kova niçin sarkıtılır kuyuya? Su çekmek için. O halde diyor resmi makamlara kova sarkıtıp, Niçin sarkıtılır? Oradan da mal çekmek için.



Rüşveti çağrıştırıyor ki birçok müfessir de zaten bu ayeti rüşvet olarak tefsir etmişler. Yani bile bile insanların kimi mallarını yemek için rüşvet vermeyin, hâkimlere, yargıçlara ya da yöneticilere. Bu bunu yasaklıyor. Ya da resmi hilelere başvurmayın.



Burada aslında söylenmek istenen şu. Kitabına uydurup ta kanuni halde aldığınız her şey helal değildir. Eğer bir şey hakkınız değilse kitabına uydurmuş olmanız size onu helal kılmaz diyor yani burada söylenmek istenen o.



Efendim devlet izin vermiş, günah olsa devlet izin verir mi mantığı ne kadar sefilce bir mantık. Şimdi kitabına uydurup ta kamu malını hırsızladığında bu caiz mi oluyor. Bir yolunu bulduğunda, kanuna uygun olan, hakka hukuka da uygun anlamına geliyor mu? Kim söylemiş bunu. Öyle olsaydı şu yapılan resmi hırsızlıklar, resmi soygunlar, yolsuzluklar hep meşru olmuş olmaz mıydı?.! Zaten bugün kamu malını tümüyle götürenler, denizi boşaltanlar, gayri resmi hırsızlık yapmıyorlar ki. Onların yaptığı tüm hırsızlık resmi hırsızlık. Hırsızlık resmi olunca meşru mu oluyor. Aksine iki kere hırsızlık oluyor iki kere suç oluyor. Bir hırsızlık oluyor, bir de hırsızlığı yapmak için meşru bir yöntem gayri meşru bir biçimde kullanılıyor, o da ayrıca bir haksızlık oluyor onun için ayetin söylediği açık.



Rüşvet nedir, tabii burada ben uzun uzadıya girmek istemiyorum, Rüşvetin şer’i tarifi şudur; Gayri meşru, helal olmayan, hakkınız olamayan bir şeyi almak, bir işi yaptırmak için birine bir bedel ödemeye rüşvet denir. Çok önemli tarif kendini ifade ediyor yeterli.



O halde toplumumuzda sıkça karşılaştığımız bir problem var sosyal bir yara. Bizim hakkımız diyeceksiniz, gayri meşru bir iş değil. Hakkımız olan bir iş için karşınızdaki memur ya da bürokrat bir şeyi almadan yapmıyor, bu durumda ne yapacağız? Rüşvetin tarifi belli biraz önce yaptım. Haksız ve gayri meşru bir işi bir bedel karşılığında yaptırmak. Bu durumda alana da verene de haramdır. İkinci durumda hakkınız, doğal hakkınız. İşte gayri meşru değil meşru bir iş, ama karşıdaki kötü alışkanlığı olan biri. Yapması gereken görevini ekstra bir ücret talep ederek yapıyor, yani rüşvetçi biri amiyane tabirle. Bu durumda alan için haramdır veren için değil.



Devam ediyor b sayfasına geçiniz.
       Bakara (187-197) ayetlerini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder