16 Aralık 2010 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. BAKARA SURESİ (214-223) (15)

"Euzübillahimineşşeytanirracim,

Bismillahirrahmanirrahim."


Sevgili dostlar Kur’an derslerimizin 15. ne bugün bakara suresinin 214. ayeti ile devam ediyoruz.

214-) Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemmâ ye'tiküm meselülleziyne halev min kabliküm* messethümül be'sâu veddarrâu ve zülzilû hattâ yekulerRasûlü velleziyne âmenû meahû metâ nasrullah* elâ inne nasrAllahi kariyb;
Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır.(elmalı)

Yoksa siz, sizden öncekilerin başlarına gelen mesel olmuş sıkıntılarının sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle sıkıntı, belâ gelip çattı, sarsıldılar ki, Rasûlleri ve yanındaki iman edenler "Allâh'ın yardımı ne zaman gelecek" dediler. Haberiniz olsun ki Allâh nusreti yakındır!(A.Hulusi.)


Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemmâ ye'tiküm meselülleziyne halev min kabliküm Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenlerin kendi başınıza da gelmeden cennete öyle çilesiz, sıkıntısız, ıstırapsız, bedel ödemeden gireceğinizi mi sandınız.

Bu ayet aslında üzerinde konuşulacak değil, üzerinde susulacak, susulup düşünülecek bir ayet. Bu ayeti iyi anlayabilmek için 14. dersimizde işlediğimiz son ayeti, yani 213. ayeti tekrar hatırlamamız gerekiyor.

Hani orada insanlık destanı kısaca özetlenmişti. İnsanlık bir zamanlar tek bir toplumdu, tek bir ümmetti diye başlayan ayet, onun ardından insanlığın geçirdiği, vahiy karşısında aldığı tavrı ve geçirdiği aşamaları bir bir sıralamıştım. İşte şimdi o ayetin ardından gelen 214. ayet; Vahyin kendilerine gönderildiği toplumların, vahye karşı sorumluluğuna dikkat çekmekte ve onları uyarmakta.
- Ey vahye muhatap olan toplumlar, siz, sizden öncekilerin ödediği bedelleri görmezlikten gelemezsiniz. Öncekiler ne ile kurtuluşa ulaşmışlarsa, sonrakilerde aynı yöntemle kurtuluşa ulaşacaklar.
Ahmet bin Hambel’e atfedilen bu söz bir boyutuyla gerçekten de hakikati ifade ediyor. Ayet devamında diyor ki;

messethümül be'sâu veddarrâu ve zülzilû Onlara, sizden önce vahiy emaneti gönderilen o toplumlara öyle sıkıntılar, öyle ağır acılar, öyle darlıklar, kendilerini çepçevre kuşatan darlıklar dokundu ki, onlar öyle çok sarsıldılar ki,

hattâ yekulerRasûlü velleziyne âmenû meahû metâ nasrullah Müminlerle birlikte elçi de diyordu ki ey Allah’ım yardımın ne zaman gelecek. Öyle daralmışlardı, öyle bunalmışlardı. Üzerlerine bela yağmur gibi geliyordu. İmanlarının imtihanını, sınavını çok acı vermişlerdi ve Allah’a en sonunda ellerini açıp yakarmışlardı; İlahi..! Yardımın ne zaman demişlerdi.

Onlar iyi biliyorlardı. “Yardımın ne zaman” demeden, “Bittim Ya Rabbi..!” demeden, “Yettim kulum..!” denilmeyeceğini biliyorlardı. Onlar güçlerinin bittiği yerde Allah’ın yardımının başlayacağını biliyorlardı. Allah bu ezeli hakikati ve gerçeği bize de öğretiyor bu ayetle. Ve diyor ki kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlar.

Bir başka ifadeyle eğer insanın doğal enerjisi biterse, yani şehir elektriği kesilirse, Allah’ın yardımı otomatik olarak devreye giren jeneratör gibi anında devreye girer ve sizi yalnız bırakmaz. Bittim dediğinizde, eğer gerçekten bitmişseniz, eğer gerçekten Allah’ı destekliyorsanız, eğer gerçekten Allah yolunda yürüyorsanız, hemen yanı başınızda; Dayan yettim kulum diyen Allah’ı bulacaksınız.

İşte bu ayet bunun müjdesini veriyor. Bunun müjdesini veriyor vermesine de, bunun için Allah yolunda bedel ödemeniz gerektiğini de söylüyor. Eğer bedel ödememişseniz, eğer Allah yolunda olmanın sıkıntısını çekmemişseniz, o zaman bittim demeye hakkınızın olmadığını da öğretiyor. Bittim deseniz de sizin bitmeden bittim demeniz doğru olmayacağı için, aslında samimiyetsizliğin de kötü bir bedeli olduğunu, o bedelin kesinlikle Allah’ın yardımını alamayacağınız anlamına geldiğini öğretiyor.

Evet sevgili dostlar ayet devamen şöyle diyor;

elâ inne nasrAllahi kariyb; Eğer siz cidden Allah yolunda sıkıntı, acı, keder, dert çekiyorsanız, bedel ödüyorsanız, hiç kuşkunuz olmasın, iyi bilin ki Allah’ın yardımı çok yakındır.

Bu bir müjde. Bu bir müjde ama bu müjdeyi alabilmeniz için bedel ödemeniz gerekiyor. Ben berberim demenin bir ispatı var. Derler ki size
- Al şu makası tarağı, traş et görelim..!
Ben terziyim demenin bir ispatı var. Derler ki size;
- Al kumaşı, dikte görelim..!
Peki, ben Müslüman’ım demenin; Ben berberim, ben terziyim demek kadar ciddiyeti olmasın mı. Önemi yok mu..!

Peki, Ben Müslüman’ım demek, bir berberin berberliğini ispat etmesinden daha aşağı bir şey mi ki ispatı olmasın. Bu kadar ucuz bir şey mi..! Müslümanlığınızın ispatı olmayacak mı..! Sadece Müslüman’ım demekle kurtulacak mısınız..! Buna mı inanıyorsunuz..! Sadece Müslüman’ım demenin sizi Müslüman yapmaya yettiğine inanıyorsanız bu ayet size yanıldığınızı söylüyor. Ve diyor ki; Sadece söylemekle kurtulamayacaksınız diyor. Sadece dilinizle ifade etmekle kurtulamayacaksınız diyor.

Bir başka ayette bunu destekliyor.

Ehasiben Nasu en yütrekû en yekulu amenna ve hüm la yüftenun;(Ankebut/2)

Yoksa siz sınanmadan, denenmeden sadece iman ettik demekle kurulacağınızı mı zannediyorsunuz. Diyor bu ayeti destekleme sadedinde. Öyle diyor Kur’an. Yoksa siz sadece ben iman ettim demekle sınanmadan, denenmeden, bedel ödemeden, acı çekmeden, imanınızın ispatını yapmadan kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz. Hayır. İşte bu ayeti destekleyen bu ve bunun gibi birçok ayet bize şu gerçeği öğretiyor.

İman ispat ister dostlar. İmanınızı ispat etmişseniz, Allah’ı imanınıza şahit tutabilirsiniz. İmanınıza hayatı şahit tutmuşsanız, ölümü şahit tutmuşsanız, eşyayı şahit tutmuşsanız o zaman imanınız şahitli bir imandır. Siz ise imanına hayatını ölümünü, eşyayı ve Allah’ı şahit tutmuş yaşayan bir şehitsiniz. Namık Kemal’in ifadesi ile; Şehid-i zî-hayat sınız. Böyle bir, böyle bir iman hem dünyada, hem ahirette sahibine mutluluğu bulduracak bir imandır.

Bedeli ödenmemiş iman tırnak içinde affınıza sığınarak söylüyorum; “Beleş bir imandır” Beleş kazandığınız, mirasyedi olarak elde ettiğiniz servetin size ne kadar faydası oluyorsa, hiç bedelini ödemediğiniz, babanızdan miras kalmış gibi aldığınız, ama dönüp bakmadığınız, uğruna acı, sıkıntı, keder çekmediğiniz, ben berberim, ben terziyim diyen kadar dahi ispatını yapmadığınız bir imanın size, hayatınıza ve ölümünüze ne hayrı dokunabilir ki..!

Böyle bir iman iddiadır. İddianızı ispat etmezseniz kimi inandırabilirsiniz ki..! İman insanın yapabileceği en büyük iddiadır. En büyük iddialar, büyük ispatlar ister. Büyük bedeller ister. Bedelini ödemediğiniz imanın sizin için ispatlanmamış bir iddiadan öte gitmeyecektir.

İşte bu çerçevede söylenen bu ayetin hemen devamında, yine ayetle konu bütünlüğü olan bir başka ayet geliyor.

215-) Yes'elûneke mâzâ yunfikun* kul mâ enfaktüm min hayrin felil valideyni vel akrabiyne vel yetâmâ vel mesakiyni vebnissebiyl* ve mâ tef'alû min hayrin feinnAllahe Bihî 'Aliym;

Ey Muhammed! Sana nereye infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir. (elmalı)

Sana soruyorlar, neyi, kime Allâh (rızası) için karşılıksız bağışlayacaklarını. Hayır olarak bağışlayacağınız şeyler, ana-baba, akraba, yetimler, yoksullar ve evinden uzak düşmüş yolcular içindir. Hayırdan ne yaparsanız, Allâh (Esmâ'sıyla fiillerinizi yaratan olarak) bilir.(A.Hulusi)

Yes'elûneke mâzâ yunfikun Bakınız imanın ispatı için bedel ödemenin hemen arkasından, ödenen bedellerin neler olabileceği sorusuna, muhtemel sorusuna bir cevap sadedinde bu ayet geliyor. Soruyorlar sana neyi infak edelim diye soruyorlar. Neyi infak edeceklerini, Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar.

Görüyorsunuz değil mi..! Allah soruyu soruyor, arkasından da cevabını veriyor. Adeta imanınızın bedelini ödemek için hangi alan diye soruyorsanız, infak alanı ilk bedel ödeme alanıdır. Allah yolunda harcamak bedel ödemenin bir türüdür. İşte onun için hemen ardından böyle bir ayet, böyle bir giriş;

Yes'elûneke mâzâ yunfikun Neyi, Allah yolunda neyi sarf edeceklerini, harcayacaklarını soruyorlar. İnfak edeceklerini soruyorlar.

İnfak; Karşılıksız harcamak. Allah için bir değeri bir başkasına karşılıksız vermeye denilir. Kul Cevap ver onlara, mâ enfaktüm min hayrin Hayır olarak yapacağınız harcamalar öncelikle felil valideyni anne baba için olmalıdır. vel akrabiyne Yakınlar için olmalıdır. vel yetâmâ yetimler için olmalıdır. vel mesakiyni ve yoksullar için olmalıdır. Vebnissebiyl Ve yolcular, yolda kalmışlar, yola bırakılmışlar, yola terk edilmişler, kapı önüne, cami önüne, köprü altına bırakılmış insanlar, çocuklar olmalıdır.

Anne babaya ikram, iyilik infak olarak geçiyor Kur’an da. Bakınız, çok dikkat çekici değil mi..! O halde insan anne babasına her iyilik yapışında hem anne babasına olan vazifesini yapmış, hem de Allah yolunda infak etmiş ecri alıyor. Bu ne büyük müjde..!

Gerçekten herkesin anne babasına bakması bir yükümlülük, ama bu yükümlülüğe rağmen anne babanın Allah indinde ki değerini düşünün ki anne baba olmanın değerini, Allah, anne babaya yapılacak doğal vazifeleri, doğal hayırları, evladın yapması gereken doğal yardımları dahi infak sadedinde değerlendiriyor. Ve önceliği ona veriyor. Öyledir de.

Hemen ardından akraba geliyor. Yakınlar. Yakınlar aynı zamanda sizin bakmakla yükümlü olduğunuz yakınlarınız. Aynı zamanda sizin yakın çevreniz ki Kur’an da onlar verilmesi gereken birinci öncelikli çevre olarak geçiyor.

Ve enzir aşiyretekel akrebiyn; (Şu’ara/214) Diyordu Kur’an peygambere. Öncelikle yakınlarını, öncelikle içinde yaşadığın toplumda sana en yakın olanlarını uyar diyordu Hz. peygambere.

Buradan ikisini birleştirirsek şöyle bir tefsir çıkarabiliyoruz. Yakınlarınıza hem dini hassasiyet vermekle görevlisiniz, hem de infak etmekle. Yani ikisini birleştirirsek; Eğer insani görevinizi yaparsanız, İslami davet göreviniz yerine gelir, yankısını bulur, karşınızdakinde ma’kes bulur, onun için insani olarak bakmadığınız yakınlarınıza İslami davet görevinizi nasıl yapacaksınız..!

Hatırlar mısınız, Hz. Peygamber, peygamber olarak gönderildiğinde ilk daveti Ebu Kubeys dağında yapmıştı. Kime, işte biraz önce okuduğum ayette ifade edilen yakınlarına. Ama daveti yapmadan önce bir şey yapmıştı. Onlara mükellef bir ziyafet çekmişti. Ve onun ardından davet etmiş ve demişti ki;

- Ben size desem ki şu dağın ardında sizi bekleyen bir düşman var, size hücum edecek düşman var, İnanır mısınız? Demişti. Onlar da;

- Sen Muhammed-ül eminsin, sen dersen inanırız, doğru söylersin..! Demişlerdi.

İşte o hadise. O gün Resulallah davet etmeden önce mükellef bir ziyafet vermişti, ikram etmişti, infak etmişti. Bu davetin usulünü gösteriyor. İnsanlara din ulaştıracağınız zaman önce onlara hayretiniz. Önce onlar sizin insanlığınızla muhatap olsunlar. Önce siz onlara iyilik yapınız. Unutmayınız El insan..! kadidül insan, insan iyiliğin kulcuğudur.

Öyledir efendim, önce iyilik yapınız sonra ona din götürünüz. Göreceksiniz, önce yüreğinin kapısını açmış olacaksınız çünkü. Sonra o kapıdan girebilirsiniz.

3. sü yetâmâ yetimler. Yetimler Kur’an da çok ciddi yer tutar. Sık sık yetim gelir Kur’an da. Yetime atıflar vardır Kur’an da. Duha suresinde de hatırlayacaksınız;

Ve emmessaile fela tenher; (Duha/10) Yetime kahretme, yetimin gönlünü kırma..!

Nedendir yetimin üzerinde bu kadar durması Kur’an ın diye sorarsanız, cevabı çok basit. Yetimin velisi Allah’tır da onun için. Yetim İslam’ın oğludur, yetimi İslam büyütür. Allah adeta aldığı anne ve babasının velayetini doğrudan üstlenir ve artık o Allah’ın ayalidir. Onun veliliğini direkt Allah yapar.

İslam toplumunda yetimler, İslam’ın gözetimi altında yetişirler. Onun için de yetimler büyüdüğü zaman babası İslam olur, anası İslam olur onun. Bakınız, tarihe bakınız, tarihi değiştirenler büyük yetimlerdir. Muhammet AS. bir yetim idi. Onu İslam terbiye etti. Onun babası ve anası İslam oldu.

Kimseye dayanamadı, dayandığı yıkıldı. Dedesine dayandı yıkıldı, amcasına dayandı yıkıldı, Hatice’sine dayandı yıkıldı ve en sonunda artık Allah’tan başka hiçbir beşere dayanmadı. Hatta Hz. Ebubekir’e diyordu ki bir seferinde;
- Eğer yer ehlinden bir dost seçseydim seni seçerdim..!
Tabii hadis burada bitiyor ama devamını biz anlıyoruz. Ama seçmedi. Devamını da öyle anlıyoruz. Artık o dostunu belirlemişti, onun için de vefatı sırasında dudaklarından dökülen bir çift kelime şöyleydi;

- İla Rafıkıl ala..! Dostuma gidiyorum..!

Öyleydi..! O yetimdi çünkü. Yetimlerin efendisiydi. Ondan sonra da güzel yetimler gördü bu ümmet. Bu ümmetin yüzünü ağartan, alnını ak eden yetimler gördü. Bunlardan biri Musa bin Nusayr idi. Afrika’nın büyük fatihi Musa bin Nusayr. Hani şu okyanus önüne çıkınca Afrika’yı İslam’ın kollarına teslim ettikten sonra önüne büyük okyanus çıkınca;

- Ya Rabbi..’ Senin adını duyurmak için 7 iklim dört köşeye giderdim amma, önüme şu deniz çıkmasaydı..! Demişti.

İşte o yiğit, Afrika’yı İslam’ın kollarına teslim eden o yiğit bir yetimdi.

Anadolu’yu İslam’a açan bir isim var, ismi efsane olmuştur. Onun içinde halkımız onun hayatını gerçek bir hayattan daha çok efsane olarak bilir. Asıl ismi; Seyit Abdullah el Battal olan Battal Gazi idi. O da bir yetimdi. Bir savaş esirinin çocuğudur kendisi. Müslümanlar almışlar, yetiştirmişler, terbiye etmişler, İslam’ın ekmeğini yemiş ve İslam’a Anadolu’yu açmıştı. Afyon önlerinde şehit olduğunda ömrü İslam’ın uğruna geçmiş bir yiğit olarak şehit oldu.

Yine onun arkadaşı, Bugün Erzurum’da mezarı olan Abdurrahman bin Buht, Abdurrahman gazi, o da İslam’ın bir yetim evladıydı. Onu da İslam büyüttü, onu da İslam yetiştirdi. İslam’ın yetiştirdiği bu yiğitler görüyorsunuz İslam’a coğrafyalar hediye ettiler. İnsanlar hediye ettiler. Binlerce, yüz binlerce yürek hediye ettiler. Onun için İslam yetimler üzerinde çok durur. Çünkü yetim İslam’ın oğludur.

vel mesakiyni Yoksullar, yoksullar İslam’ın doğal müttefikidir. Bunu her zaman her çağda, her tarihte böyle bilmek gerekir. Vebnissebiyl ve yolcular.

Aslında bu ibarenin içine daha önce bu ibareyi tefsir ederken ben, yola terk edilmiş, anne ve babası tarafından cami önüne bırakılmış, beşikteki küçük yavrucakların da girdiğini, zımnen girdiğini söylemiştim. Yine Köprü altı çocuklarının da bu ibareye girdiğini, kimsesiz, sahipsiz, adeta yola terk edilmiş gibi sahipsiz olan o çocuklarında girdiğini, sokak çocuklarının da girdiğini söylemiştim. Asıl vebnissebiyl sokak çocukları olsa gerek. Çünkü onlar yolun çocukları, sokağın çocukları. İşte gerçek vebnissebiyl onlar. Onların elinden tutmak, onlara yardımcı olmak, onlara sığınak, barınak, tutamak olmak, liman olmak gerekiyor. Ve bu ayette zaten onu işaret ediyor.

ve mâ tef'alû min hayrin feinnAllahe Bihî 'Aliym; Ne ki hayır yaparsanız hiç kuşkunuz olmasın ey insanlar, hiç kuşkunuz olmasın, Allah yaptığınızı çok iyi bilir. Yani bütün bunları yaparken “Acaba bir gün bunlar da hatırlanacak mı.” Diye tereddüt geçirmeyin. Böyle bir tereddüt geçiriyorsanız Allah’ın sizi gördüğünden emin olamamışsınız demektir. Henüz inancınızda bir problem var demektir. Hiç kuşkunuz olmasın. Siz unutursunuz, Allah unutmaz. Siz defterinize yazmayı unutursunuz, Allah sizin defterinize yazmayı unutmaz. Unuttuğunuz bir zamanda çıkagelir gözünüzün önüne..! Onun için Allah sık sık tekrarlıyor, sık sık hatırlatıyor ve unutmayacağını, bunu bileceğini, yaptığınızı mutlaka kaydedeceğini ifade buyuruyor. Devam ediyoruz:
216-) Kütibe aleykümül kıtalu ve huve kürhün leküm* ve 'asa en tekrahu şey'en ve huve hayrun leküm, ve 'asa en tuhıbbu şey'en ve huve şerrun leküm* vAllahu ya'lemü ve entüm la ta'lemûn;
Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. /e.m.)

Hoşunuza gitmediği hâlde, savaş üzerinize hükmoldu. Sizin için hayır olan bir şeyden hoşlanmayabilir; sizin için şerr olan bir şeyi sevebilirsiniz. Allâh bilir, ne var ki siz bilmezsiniz!(A.Hulusi)

Kütibe aleykümül kıtalu ve huve kürhün leküm Savaş hoşunuza gitmese de, insan fıtratı olarak hoşlanmasanız da sizin üzerinize farz kılındı.

Tabii yetimden bahsedilen bir yerin hemen ardından savaşın gelmesi çok anlamlı değil mi? Çünkü genelde Kur’an da yetimden bahsedilen yerlerde, babasını savaşta kaybetmiş çocuklardan söz ediliyor. Tabii yetim deyince savaşta kaybetmese o da girer. Ama öncelikle babasını Allah yolunda, cihatta kaybetmiş çocuklardan söz ediliyor. Değil mi ki ey yetim..! Sen babanı Allah’a hediye ettin, o zaman senin velin Allah oldu demek istiyor. Boynun bükük kalmasın ey yetim, Allah gibi bir velin var. Sen babanı Allah’a hediye edeceksin de Allah seni yola terk edecek öyle mi ey yetim..! İnsanlar seninle iftihar edecekler ey yetim..! Şu var ya diyecekler, şu delikanlı var ya, şu çocuk var ya, babasını Allah’a hediye etti diyecekler ve sen, herkesten daha dik olacak senin başın. Senin sırtın herkesten daha pek olacak. Değil mi ki Allah’a bir baba verdin. Senin göğsün herkesten daha ileri olacak. Alnın herkesten daha açık olacak. İşte onun için yetimden söz eden bir ayetin ardından hemen savaş geliyor.

Kütibe aleykümül kıtalu ve huve kürhün leküm ve 'asa en tekrahu şey'en ve huve hayrun leküm Tabii insan fıtratı savaşı sevmez. Sevmemelide. Savaşı böyle yürekten, can-ı yürekten istemek ne demek..! Ama sevmeseniz de bir vakıa var. Hayat bu, hayatın bir vakıası bu, gerçeği bu. Hayatın gerçeğini inkar ederek yaşayamazsınız. Hayat çatışmalarla dolu, bunu görmezden gelmek hayatta değil ütopyada yaşamaktır. Olmayan bir düş ülkede yaşamaktır. Sanal bir ülkede, sanal bir hayatı yaşamaktır.

Bu doğru değildir. Din sizi ütopyaya değil, hayata çağırır. Din sizi olmayan bir ülkede değil, olan bir toprakta yaşamaya çağırır. Din sizi bir muhal’e değil, mümkün bir hayata çağırır. Çünkü din mümkün olandır. Din hayata dönüşmesi mümkün olan bir hayat tarzıdır. Onun için din size gerçekleşmeyecek bir şeyi telkin etmez, teklif etmez.

Bu nedenle savaş bir vakıadır. Vakıadır ama hiçte hoş bir vakıa değildir. Ama insanın yaşadığı yerde savaşta olduğu için diyor ki ayet, Sizin hoşunuza gitmese de ola ki, sizin hoşunuza gitmediği halde onda bir hayır olabilir. Bilmediğiniz bir hayır gizli olabilir.

ve 'asa en tuhıbbu şey'en Bunun tersi de mümkündür. Bir şey sizin hoşunuza gider ama o sonuçta sizin için şer olabilir, kötü olabilir. ve huve şerrun leküm vAllahu ya'lemü ve entüm la ta'lemûn; Allah bilir ama siz bilemezsiniz. Allah her şeyin akıbetini, illetini, nedenini ve sonucunu bilir.

Aslında bu ayetin ortasında yer alan bir şey sizin hoşunuza gitmez ama sizin için hayırlar içerebilir. Bir şey sizin çok hoşunuza gider ama o şey sizin için şerler içerebilir ibaresi hayatta en büyük düsturlardan olsa gerek.

Sadece bu konu ile ilgili değil, her konu ile ilgili. Ömrünüze dönüp baksanıza bir, eğer sizin elinize kalsaydı hayatınız duman olurdu tabir caizse. Ama hele ki Allah yöneltiyor, yönlendiriyor hayatınızı. Yoksa eğer her arzunuz yerine gelseydi hayatınızı kendi ellerinizle tarumar ederdiniz. Çünkü kendiniz için bazen iyi diye kötüyü isteyebiliyorsunuz. Çoğu zaman böyle oluyor. Bilemiyorsunuz. Hele bir de buna ahireti katarsanız, hele bir de ebedi istikbalinizi göz önüne alırsanız, çok insana bakın, bir çok insana bakın etrafınızdaki. Aslında kendileri için istedikleri şey ebedi akıbetleri için bir felakettir. Öyle değil mi..! Kendi felaketini istiyor insan.

İnsan tekini bırakın, toplumlara bakın, uygarlıklara bakın. Bugün batı uygarlığına bakın dünyanın efendiliğine soyunan. Aslında batı uygarlığının istediği dünyanın felaketinin ta kendisi değil mi..! Bakın elleri ile felakete götürmüyor mu göz göre göre. Ekolojik felaket, çevre felaketi, insanın felaketi, ahlaki felaket, çözülüş, toplumsal çözülüş, nedir bu? Onun için Allah’ın hesaba dahil edilmeden, Allah’ın gözetilmediği, Allahlı olmayan bir plan, bir proje, yani besmelesiz bir planın varıp duracağı yer felaket noktasıdır.

Onun için toplumsal mühendislik, bireysel mühendislik, yürek hendesesi, zihin hendesesi, hangi alanı kastederseniz edin Allah’sız planlanmaya başladığında varıp duracağı yer felaket olacaktır. Ve bunu insan bilemiyor. Çünkü insan yaptığı şeylerin arkasını göremiyor.

İnsanın görüş açısı çok dar. Eşyayı sadece bir yerinden görüyor. İnsan geleceğini okusaydı, yaptığı birçok şeyi yapmazdı. Yapmaktan kaçınırdı. Geleceğini okuyamıyor, eşyanın arkasını göremiyor, eşyanın görünmezine bakamıyor. Bırakınız eşyayı, kendi yüzüne aynada bakarken dahi maskesinin arkasındaki gerçek yüzünü göremeyen insan, kendi yüzünü kendisinden saklayan insan, kendi yüzünün dahi farkına varamayan insan, eşyanın ve olayların arkasını nasıl görsün. Nasıl becersin.

Görüyorsunuz Allah’a çok ihtiyacımız var. Allahsız bir adım atamayız. Gözümüzün önünü göremeyiz. Bakarız ama göremeyiz. Evet, duyarız ama işitemeyiz. Anlayamayız. Algılayamayız ve tabii yaşayamayız. O zaman kör, sağır, dilsiz olmuş oluruz. Sümmün, bükmün, ümmün oluruz ayette buyrulduğu gibi.
217-) Yes'elûneke aniş şehril harâmi kıtalin fiyh* kul kıtalun fiyhi kebiyr* ve saddün an sebiylillâhi ve küfrün Bihî velMescidil Harâmi ve ıhracü ehlihî minhu ekberu indAllah* velfitnetü ekberu minel katl* ve la yezâlûne yukatilûneküm hattâ yeruddûküm an diyniküm inisteta'û* ve men yertedid minküm an diynihî feyemut ve huve kafirun fe ülâike habitat a'malühüm fiyddünyâ vel âhireti, ve ülâike ashabünnâri, hüm fiyha halidûn;
Ey Muhammed! Sana haram aydan ve o ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak, büyük bir günahtır. Bununla beraber Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, insanları, Mescid-i Haram'dan menetmek ve halkını oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyük bir günahtır ve fitne, öldürmekten daha büyük bir vebaldir. Onlar, güçleri yeterse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim, dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. İşte onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.(elmalı)

Sana, savaşmanın haram olduğu ay içinde savaşmayı soruyorlar. O ayda savaşmak büyük iştir! Ne var ki Allâh yolundan (insanları) alıkoymak, hakikatini inkâr ve Mescid-i Haram'a nankörlük edip, halkı oraya girmekten yasaklamak, ehlini oradan sürmek, Allâh indînde çok daha büyük iştir! Fitne, öldürmekten de büyük iştir! Onlar güç yetirebilseler, sizi inancınızdan döndürene kadar sizinle savaşırlar. Sizden, kim din anlayışından döner ve hakikati inkâr üzere ölürse, dünyada ve sonsuz gelecek sürecinde, tüm yaptığı iyi işler boşa gider. İşte onlar ateş (yanma) ehlidirler ve sonsuza dek orada kalırlar.(A.Hulusi)
Yes'elûneke aniş şehril harâmi kıtalin fiyh Yine sana saldırmazlık ayında savaşmanın hükmünü soruyorlar.

Daha önceki dersimizde saldırmazlık konusunu işlemiştik. Bu örfi bir gelenektir. Örftür Araplarda. Hatta bu örfün İbrahim peygambere dayandığı söyleniyor ki, bence daha doğru bir yaklaşımdır.

Yani nebevi bir gelenektir, peygamberi bir gelenektir. İbrahim peygamber Haccı bu ümmete, insanlığa miras olarak, ibadet olarak bıraktığında, hac döneminde bir barış havası olmasını istemiştir bölgenin ve o dönemde bir çok kabile savaşlarıyla herkesin birbirinin canını yaktığı bir ortamda en azından hacc zamanı, zamanın barış zamanı olmasını istemiştir. Yani bölgenin barış adası, haccın da barış mevsimi olmasını istemiştir. İşte onun için hacc mevsimi, barış mevsimi olarak yüz yıllarca, nesilden nesile intikal etmiştir.

Bu gelenek Resulallah’ın dönemine kadar gelmiştir ve bu konuyu soruyorlar. Aslında bu soruyu sormanın geri planında bir sebep-i nüzul, iniş sebebi var. Yani bağlam açısından bir olay var. O olay da Bedir savaşından önce Abdullah Bin Cahş komutasındaki peygamberin gönderdiği seriyedir. (Düşman üzerine gönderilen süvari müfrezesi.) Peygamber bu seriyyeyi sadece Mekkeli düşmanları gözetlemek için göndermişti. Oysa ki bu seriye bu görev sınırını aştı bir ganimete saldırdı, birkaç kişiyi öldürdü ve geri döndü. İşte Resulallah bundan hoşlanmadı. Çünkü bunun yapıldığı ay haram, yani örfen savaşılması yasak olan, saldırmazlık anlaşması olan aydı.

Döndüğünde seriye komutanı Abdullah bin Cahş şöyle savundu kendisini;

- Ya Resulallah biz saldırdığımız günün akşamında hilali gördük. Yani bizim saldırdığımız gün yasak ay, saldırmazlık ayı girmiş miydi girmemiş miydi pek fark edemedik. Diye savunmuştu ama Resulallah o ganimetten verilen payı kendisi almadı.

Hiç elini sürmedi ona. Çok hassasiyet göstermişti bu konuda. Adeta ümmetine örnek olmak için belki de alması durumunda yasaklı olmayan, zaten hakkı olan o payı, 1/5 payı ki o zaman henüz daha ayetle sabit olmamıştı ama örfen sabitti, almamıştı.

kul kıtalun fiyhi kebiyrun. Tabii bunu müşrikler dillerine dolamışlardı. Diyorlardı ki;
- Bakın hem İbrahim’in devamı olduğunu söylüyor, hem de İbrahim’in geleneğinde saldırmazlık ayı olduğu halde saldırıyor.
Diye dillerine dolamışlardı. Bahane arıyorlardı. Yani kendi büyük kusurlarına bakmıyorlar ama karşı tarafın küçücük hatasını büyütüyorlardı. Ve Kur’an cevap veriyor. Hem de çok tarafsız bir biçimde bir dille.

kul kıtalun fiyhi kebiyrun. De ki onlara, cevap ver onlara; Tamam saldırmazlık ayında saldırmak büyük bir cürümdür.

ve saddün an sebiylillâhi Fakat..! Allah yolundan çevirmek döndürmek insanları. ve küfrün Bihî ve onu inkar etmek, inkarda ısrar etmek, velMescidil Harâmi Mescid-i haram’ın hürmetini inkar etmek, onun hürmetine tecavüz etmek, saygınlığını yitirmek, ve ıhracü ehlihî minhu ve oranın halkını oradan sürüp çıkarmak, ekberu indAllah Allah indinde daha büyük cürümdür.

Öyle ya, siz aylara hürmet ederken insanları katlediyorsunuz. İnsana hürmetiniz yok sizin. Siz sembollere hürmet ediyorsunuz ama insana saldırıyorsunuz. Siz dürüst davranmıyorsunuz. Siz böyle bir bahane de dürüst değilsiniz. Bu gerekçenizde samimi değilsiniz. Eğer gerçekten samimi olsaydınız, siz bu insanları niçin ülkelerinden sadece sizin inandığınız gibi inanmıyor diye ülkelerinden ettiniz. Topraklarından kovdunuz. İşkenceler ettiniz, öldürdünüz, sürdünüz, hayatına kastettiniz. Siz bunu haram ayda da yaptınız, helal ayda da yaptınız. Siz bunu her zaman yaptınız. Niçin bunu yaptınız diyor Kur’an. Ve arkasından genel bir ilke getiriyor bu konuda harika bir ilke;

velfitnetü ekberu minel katl Fitne daha önce tefsir etmiştim hatırlayın, şimdi yine aynen tefsir edeceğim; İnanca yönelik zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha beterdir, diyor.

Fitne inanca yönelik zulüm ve baskıdır. Yani inanç özgürlüğüne yönelik her türlü girişim, insan öldürmekten beterdir. Niçin, siz kendinizden pay biçin, bir insan olarak sizin inancınıza yönelik bir tehdit, bir hakaret, sizi öldürmekten beterdir. Şahsen ben öyle kabul ederim. İmanıma yönelmiş bir tehdidi, hayatıma yönelmiş bir tehditten daha kötü görürüm. Çünkü İmanım olmazsa yaşasam ne olur ki..! Ot gibi yaşadıktan sonra. Ebedi hayatını kaybettikten sonra, geçici hayatta yaşasanız ne olur ki..!

Kur’an aslında ona dikkat çekiyor. İman gerçek hayattır diyor. İmanınızı kaybettikten sonra sürüngen gibi, dik sürüngen gibi yaşasanız ne olur ki diyor. Ve onun içinde imana yönelik baskı ve tehdidi adam öldürmekten daha kötü, daha ağır olarak nitelendiriyor.

Bu aynı zamanda şudur, inanç özgürlüğünün değerini gösteriyor. Kur’an ın inanç özgürlüğüne verdiği yeri, önemi gösteriyor. velfitnetü ekberu minel katl ayeti, inanç özgürlüğünün, yaşama özgürlüğünde de önde ve büyük bir özgürlük olduğunu. İnancına hakaret ettikten, inancına baskı yaptıktan, insanları inancından dolayı zulüm ve baskıya maruz bıraktıktan sonra onunki yaşamak değildir ki diyor. Ona yaşama özgürlüğü verdiğinizle öğünemezsiniz diyor. İnanamadıktan sonra. Ancak inanç hayatı anlamlı kılar. Allahsız bir hayat, anlamsız bir hayattır. Anlamı olmayan bir hayat ha yaşanmış, ha yaşanmamış.

ve la yezâlûne yukatilûneküm hattâ yeruddûküm an diyniküm inisteta'û Eğer ellerinden gelirse sizi dininizden, sizi inanç sisteminizden, sizi hayat sisteminizden çevirinceye, döndürünceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler.

Bu da aslında genel bir ilke. Hakka düşman olan ehl-i batıl tüm çağlarda, tüm dönemlerde sizin inancınıza düşmandır. Ellerinden gelse sizi inancınızdan çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler. Bu genel bir ilke. Küfrün tabiatı bu. Her çağda böyle, her zamanda böyle, her zeminde böyle.

ve men yertedid minküm an diynihî sizin içinizden her kim hayat sisteminden yüz çevirirse, inancından döner vazgeçerse feyemut ve huve kafirun ve o inkarında direndiği halde ölürse, fe ülâike habitat a'malühüm o halde bu durumda onun yapıp ettiği eylemler, ameller, güzellikler boşa gider. fiyddünyâ vel âhireti Hem dünyada hem ahirette boşa gider. ve ülâike ashabünnâri işte onlar, işte bu tipler, yani biraz zora gelince, biraz baskı görünce inancından dönen, inandığı ilkelere ihanet eden bu tipler ve ihaneti üzere de can veren. Artık o ihanetinden geri dönmeyip istiğfar etmeyen, tevbe etmeyen, Allah’a yönelmeyen. Biraz zora gelince, kamçıyı görünce boyun eğen. Ensesinde kamçı şaklayınca sahte tanrıları önünde yerlere kapanan bu insan var ya, işte bu insanlar ashabünnâri Ateş ehlidir. Ateşlin çocuğudur bunlar. hüm fiyha halidûn; Ve orada kalıcıdırlar. Ora onların yurdu olacaktır, ateş onların yurdu olacaktır artık.
218-) İnnelleziyne âmenû velleziyne hacerû ve cahedû fiy sebiylillâhi ülâike yercûne rahmetAllah* vAllahu Ğafûr'un Rahıym;
Şüphesiz ki iman edenlere, Allah yolunda hicret edip, cihad edenlere gelince, işte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.(elmalı)

Şüphesiz ki iman edenler ve Allâh yolunda hicret ve mücahede edenler var ya, işte onlar, Allâh rahmetini umarlar. Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir.(A.Hulusi)
İnnelleziyne âmenû velleziyne hacerû ve cahedû fiy sebiylillâhi Fakat, iman edenler, bunun karşısında. Bir kesim daha var ki aydınlık kesim, alnı ak kesim, yüreği temiz kesim. İnsan olabilme noktasına ulaşmış olanlar beşer, olmayanlar, beşerlik sınavını verip insan olabilen o kesim var ya;

İnnelleziyne âmenû iman etmişlerdir. İmanlarında ısrar etmişlerdir. velleziyne hacerû ısrar ettikleri için de imanlarından dönmek yerine topraklarından feda etmişler, ya da kötülüklerden hicret etmişlerdir. Küfürden hicret etmişler. Hatta bazen inancından döndürmek için baskı yapılınca hayattan hicret etmişlerdir. Şehit, dünyadan hicret eden ulvi ve yüce bir muhacirdir.

Dünyadan hicret etmişler. İnancında direnmek için hayattan hicret etmişler, hayatlarını feda etmişler.

Günahtan hicret etmişler, isyandan hicret etmişler, şeytandan Allah’a hicret etmişler. Hicret, hepsi hicrettir bunların.

ve cahedû fiy sebiylillâhi Ve Allah yoluna tüm gayretlerini göstermişler. Allah yolunda ellerinden gelen her şeyi yapmışlar.

Cihat budur. Daha özel de İnsanla İslam arasındaki engeli kaldırmaktır cihat. Hicret her türlü kötülükten uzaklaşmaya hicret denilir, Cihat ise, insanı İslam’la buluşturmak için insanla İslam arasındaki engeli kaldırmaktır.

Bu engel her şey olabilir. Soyut olabilir, somut olabilir. İnsan olabilir, eşya olabilir. İdeoloji olabilir. Sistem olabilir, her şey olabilir. İnsanı İslam’a ulaşmaktan alıkoyan, İnsanla İslam arasındaki birleşmeyi engelleyen her şeyi kaldırmak cihat sınıfına girer. Çünkü İslam, insanın mutluluğudur. İnsan mutluluğuna ulaşacak. İnsanı mutluluğuna ulaştırmaktır cihat. İnsanla İslam, toprakla tohum gibidir. Buluşurlarsa işte o zaman cennet, meyve olarak çıkar.

İnsan İslam’a, İslam insana kavuşursa toprakla su buluşmuş olur. Yerle gök ilişmiş olur. Hakikat tanışmış olur. Onun için İslam insana muhtaçtır, insan da İslam’a. Birbirini buldukları zaman huzuru bulmuş olurlar.

ülâike yercûne rahmetAllah İşte bu kimseler var ya, işte ancak bunlar Allah’ın rahmetini umabilirler. Bu üç şeyi yapanlar.

vAllahu Ğafûr'un Rahıym; Allah bağışlayandır. Hem de çok bağışlayan. Unutmayın, yani yukarıda ki suçu işlemiş olabilir, sıkıntıya gelince yan dönmüş olabilir, ama Allah’ın kapısına sığınırsa Allah bağışlayacaktır. Yani o halde ölmemeye baksın. Allah’a, özür dilesin Allah’tan. Allah’ın kapısına gelsin. Ya rabbi desin, kamçıyı görünce eğildim ama bundan böyle eğilmeyeceğim. Ben yaptım sen yapma desin. Ya Rabbi kuldum, zayıftım, kul zayıf olur, beni affet ve bana güç ver desin. Desin ki Allah, Kur’an ını göstersin, bağışını göstersin ve rahmetiyle muamele etsin. Çünkü o rahim olandır. Rahmetle muamele edendir.
219-) Yes'elûneke anil hamri vel meysir* kul fiyhima ismün kebiyrun ve menâfi'u linNâs* ve ismühüma ekberu min nef'ıhima* ve yes'elûneke mâ zâ yunfikun* kulil 'afv* kezâlike yübeyyinullahu lekümül âyâti lealleküm tetefekkerûn;
Ey Muhammed! Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin. İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki siz düşünürsünüz.(elmalı)

Sana sarhoşluk veren şeyler ile kumardan soruyorlar. De ki: "Her ikisinde de büyük kötülük ve insanlar için bazı yararlar vardır. Fakat zararları yararlarından daha fazladır." Allâh yolunda ne kadar harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "El Afv (zaruri harcamalarınızdan) arta kalanı bağışlayın!" Allâh böylece gereken apaçık işaretleri veriyor size... (Nedenini) derin düşünmeniz için.(A.Hulusi)


Yes'elûneke anil hamri vel meysir Sanki ilgisiz gibi bir konuya girdi ama yine ilgili, unutmayın savaş cesaret işidir. İçkiyi daima sahte cesaret kazanmak için içerler. Özellikle o dönemlerde savaşlara giderken iyice içerler, savaşa ondan sonra girerlerdi. Sahte bir cesaret verirdi çünkü. Sanal bir dünyaya mahkum ederdi kendisini. Aklıyla arasını ayırmadan savaşa giremezdi çünkü inandığı bir değer yoktu ki savaşsın.

Uğruna ölünecek bir değer olmayınca ne yapacak? Önce aklını ütüleyecek, aklını örtecek ki ondan sonra savaşa girebilsin. Yoksa inandığı bir değer olmadan nasıl ölüme gitsin insan. O irtibatı kurmak lazım bu ayetle yukarıda ki ayet arasında.

Yine kumardan söz ediliyor. İnfaktan söz edilmişti yukarıda değil mi? Evet, insan kumarla da kaybeder, infakla da verir. Ama infakla vermek kazanmaktır, kumarla vermek iki kez kaybetmektir. Böyle bir ilişki kurulabilir.

Yes'elûneke anil hamri vel meysir sana sarhoşluk veren şeyleri ve şans oyunlarını soruyorlar.

Hamr, şaraba isim olmuşsa da, daha sonra olmuştur bu. Tarih içerisinde semantik olarak oturmuş bir isim. Yoksa köken olarak, etimolojik olarak aklı örten her şeydir. Yani sarhoşluk veren her şeydir. Hamr örtmek fiilinden türetilmiştir. Onun için Arapçada baş örtüsüne Humur denilir. Örtü. Niçin hamr denilmiş, aklı örttüğü için. Aklı örter. Dikkat ederseniz küfür de örtmek demektir. Çiftçiye tohumun üzerini örttüğü için de kâfir denilir Arapçada.

Kâfir, ıstılahı anlamdaki kâfire niçin kâfir denilmiştir, fıtratının üzerini örttüğü için. Aslında fıtratında iman vardır. Yaratılışı yapısı imana elverişli yapılmıştır, yaratılmıştır. Çünkü iman ontolojiktir. Fıtridir. O fıtratının üzerini, örtmeden küfredemez. Batıla sapamaz. Onun için önce fıtratının üzerini örter, ondan sonra küfre sapar. Yani örter. Onun için de Kur’an da hep zekera kökünden gelen şeyler kullanılır. Onlar zikretmiyorlar mı mesela. Efela yetezekkerun. Bu niçindir? Hatırlamak babında. Çünkü özünde olanı hatırlarsa problem kalkar da ondan. Kendinde var olanı hatırlasın yeter. Zaten var idi iman.

Özü imana elverişlidir. İnsanın yapısı muhteşemdir. Özüne dönsün yeter. Bunun için İslam bir şeyi eklemek değil, insandan eklenmiş olan fazlalıkları ayıklamaktır derim her zaman.

kul fiyhima ismün kebiyrun ve menâfi'u linNâs Deki, cevap ver onlara. Her ikisinde de çok büyük günah vardır. Çok büyük cürüm vardır. Lakin bazı menfaatler de vardır.

ve ismühüma ekberu min nef'ıhima o ikisinin faydası, zararından çok azdır. Zararı faydasından çok çok daha fazladır.

Fayda ne olabilir diyeceksiniz. İçine hafif, sahte bir cesaret verir belki, böyle sayılabilir ama gerçek faydası bu değil, ekonomiktir. Özellikle bu ayetin içine indiği Mekke toplumu bunu çok iyi anlar. Çünkü ziraatın ve hayvancılığın olmadığı bölgede tek geçim kaynağı ticaret. Mekke ticaretinin de çok büyük bir bölümü içki sektörüne dayanıyordu. İçki sektörüne. Çünkü onun hammaddesi, onun mayası, onun yan sektörleri, paketlenmesi, şişelemesi, o günkü tabii şartlarla. Çömleklenmesi diyelim. Kutulanması, taşınması götürülüp getirilmesi. Bu büyük bir sektördü. Bu sektörden geçinen bir yığın insan vardı. İçki sektörü yok edildiği zaman bir çok insan geçiminden olacaktı.

Onun için de Kur’an içkiyi peyderpey, tedricen yasaklamıştır. Anında bir anda kesip atmamıştı. Hatta içkiyi yasaklayan aşama, dört aşamadır Kur’an da. İçki hakkındaki ilk ayet Mekke’de nazil oldu. Ancak bu ayet içki için hiçbir olumlu ya da olumsuz bir şey söylemez. Hatta olumlu söyler gibidir. Mesela Ve min semeratin nehıyli Nahl 67. ayet. Nahl suresi 67. ayet şöyle.

Ve min semeratin nehıyli vel a'nabi tettehızune minhu sekeren ve rizkan hasena.. Nahl/67) Hurmaların ve üzümün meyvelerinden siz güzel rızklar elde ediyorsunuz diyor. Sarhoşluk veren şeyler ve güzel rızklar. Yani olumlu yada olumsuza alamayız. tettehızune minhu sekeren sarhoşluk veren şeyler, içki elde ediyorsunuz ve rizkan hasenen güzel rızklar da elde ediyorsunuz. Hatta belki biraz tahlil edilirse sekeran sarhoşluk veren içki elde etmeyi güzel rızk olmayan bir kategoriye koyuyor gibidir de. Lakin bir yasak yoktur. Hiçbir şey söylemiyor yasak olarak bu ayet.

Hemen arkasından bu ayet geldi. Medine’de geldi tabii bu ayet. B ayette de kesin yasak yok. İşte, hatta bazıları biraz zorlarsa biraz müsaade çıkarabilir. Onun için de bu ayetten sonra 3. bir ayet daha geldi. Namazda bazı Müslümanlar namaz kılarken imam olan şahıs sarhoş olarak imamete geçtiği için, namaz kıldırdığı için ne dediğini bilmeden bazı şeyler okumaya başlamış. Şiirler, atalarından bazı hikayeler, tabii bunun üzerine
…la takrebusSalate ve entüm sükâra.. (Nisa/43) İçkiliyken namaza yaklaşmayın ayeti indi. Maide suresindeki ve en son inen ayet artık tümden, kökünden meseleyi halletti O da;

…innemel hamru vel meysiru vel'ensabü vel'ezlamü ricsün min amelişşeytan.. Maide/90)

Evet..! Sarhoşluk verici her şey fal okları, kumar, şeytanın amellerinden bir ameldir. Dikili taşlar. Yani hepsi. Dikili taşlardan kasıtta insanların önünde saygı duyduğu Allah’tan başkasına saygı duyduğu şey. Fetişler, totemler.. . her şey. İşte bütün bunlar şeytani bir eylemdir diyerek Kur’an son sözü koydu.

Tabii burada özel olarak içki geçmiyor. Sarhoşluk veren her şey, bunu içkiye hasredemeyiz. Gerçi Ebu Hanife (R.A.) bunun şaraba isim olmasından dolayı şarabı bizatihi haram saymış. Ama şarap dışında ki üzümden imal edilmeyen şeyleri ise bizatihi değil, li gayrihi yasak saymış Onun için de onları elbiseye dökülmesinde mahsur addetmemiş. Sadece şarabın elbiseye dökülmesinde, her türlü kullanımında mahsur addetmişse de Hanefi mezhebinden daha sonraki imamlar ve diğer imamların görüşü bunun aksinedir. Bu görüş ihtiyata daha yakındır.

Ancak tabii ki Alkol meselesi doğrudan bu ayetin kapsamına elbette girer. Çünkü alkol bugün sarhoşluk veren şeylerin temel maddesini oluşturuyor. Lakin Alkolün de çeşitleri olduğu belli. Etil alkol, metil alkol ve diğer bir çok alkol çeşitleri. Eğer bunlar içerisinde işin uzmanları tarafından sarhoş etmeyeceği tespit edilenler varsa yani içki imalatında kullanılmayıp başka şeylerin imalatında kullanılan onlar başka.

Bir de haplarda, ilaçlarda, başka daha insanın hayatıyla ilgili sektörlerde kullanımı var ki bunlar zaten dinde zaruret bahsine girer. Ez zarurat tu bihul mahturat zaruretler yasakları geçersiz kılar. Tabii ki zaruret miktarınca. Zarureti kim belirleyecek diye sorarsanız işte burada temel belirleyici her şeyden önce sizin imanınızdır. Yüreğinizdir ve Peygamberin;

“istefti kalbek” dediği, kalbine danış dediği yer işte o noktadır. Tabii ki bu kadar da sınırsız ve sorumsuz değildir. Zaruretin sınırları İslam fıkhında belirlenmiş olmakla birlikte, özel olarak kişisel belirleyici insanın vicdanıdır, imanıdır demek daha yerinde olur.

ve yes'elûneke mâ zâ yunfikun ve yine soruyorlar neyi infak edeceklerini, neyi harcayacaklarını, karşılıksız olarak ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki; kulil 'afve cevap ver onlara.

Afve..! Af sözcüğü üzerinde hayli durdum. Doğrusu çok zorladı bu sözcük. En sonunda vardığım sonucu size aktarmak istiyorum, ayrıntıları inşallah kitabımda yer alacak, Paylaşılabilen ve bağışlanan her şeyi infak edebilirsiniz. Manasına ulaştım.

Tabii ki her şey infak edilmez. Paylaşılamayan verilmeyen bazı değerler vardır. Başkalarına verilemeyecek olan, verilmesi hatta haram olan. Öyle değil mi? Ama onun dışında, yani her şeyi deseydi bu yanlış anlamalara yol açabilirdi. O halde paylaşılabilen, verilebilen her şeyi infak edebilirsiniz.

Bu tabii bunun içine sadece maddi unsurlar değil, manevi unsurlar, sevgi infak edebilirsiniz mesela. Selam bile bir infaksa eğer peygamberin ifadesiyle sevgi neden infak olmasın, öyle değil mi? Sevgi, mesela bir dostunuza yürek ikram edebilirsiniz. “Yüreğime gel buyur otur” diyebilirsiniz. Bu bence bir servetten daha büyük, daha ulvi bir ikramdır. Çünkü insan ekmekle doyar, emekle büyür, sevgiyle yaşar. Onun için ekmek ikram etmekten sevgi ikram etmek herhalde daha büyük bir tasadduk, daha büyük bir infak olsa gerek.

kezâlike yübeyyinullahu lekümül âyâti lealleküm tetefekkerûn; İşte Allah size belgelerini, mesajını bu şekilde açıklıyor ki, belki üzerinde dururda ibret alırsınız. Tefekkür eder ve yola gelirsiniz diye.

220-) Fiyddünyâ vel âhireti* ve yes'elûneke anil yetâmâ* kul ıslahun lehüm hayrün, ve in tühâlitûhüm feıhvanüküm* vAllahu ya'lemül müfside minel muslıh* ve lev şâAllahu lea'neteküm* innAllahe Aziyz'ün Hakiym;

Dünya ve ahiret hakkında (düşünürsünüz.) Sana bir de yetimlerden soruyorlar. De ki: Onlar hakkında yapacağınız bir ıslah, işlerine karışmamaktan daha hayırlıdır. Eğer onlara karışırsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla ıslah ediciyi bilir, birbirinden ayırd eder. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(elmalı)
Dünya ve sonsuz gelecek süreci hakkında (düşünün)! Sana yetimlerden sorarlar. De ki: "Onların şartlarını düzeltmek en hayırlısıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız sizin kardeşlerinizdir onlar." Allâh fesat çıkaranı da düzeltici olanı da bilir. Allâh eğer dileseydi sizi zora sokardı. Muhakkak Allâh, Aziyz ve Hakiym'dir.(A.Hulusi)

Fiyddünyâ vel âhireti neyi tefekkür edersiniz. Ayet devam ediyor aslında. Bendeniz bu iki ayeti, adeta bir ayetin devamı gibi zannediyorum. Fiyddünyâ vel âhireti bu baştaki bu cümleyi bir önceki ayetin devamı olarak okumak şarttır, lazımdır, öyle mana doğru geliyor: Dünya ve Ahiret hakkında tefekkür edersiniz.

Yukarısını da birlikte düşündüğünüzde, işte Cenab-ı Hakkın yukarıdan beri söylediklerini dünyanız ve ahiretiniz için tefekkür edin. Hangisi sizin hayrınıza. Hangisi sizin dünyanız ve ahiretiniz için faydalı, yukarıdaki iki örnekten; Kötü örnek; Zoru görünce, inanca baskıyı görünce çevriliveren, dönüveren örnek var. Bir de inancı uğruna bedel ödeyen örnek var. Bu sayfa boyunca onun tefsirini yaptık. Siz şimdi iki tipolojiyi yan yana koyun, hangisi hem dünyada hem ahirette, hem alnı açık, hem şerefli, hem kazançlı siz karar verin. Düşün üzerinde diyor Kur’an.

ve yes'elûneke anil yetâmâ Yine bir soru daha var. Yine soruyorlar sana. Yetimler konusunu soruyorlar. Yetimler hakkında soruyorlar. Yetimden bahsetmiştim yukarıda, onu geçiyorum.

kul ıslahun lehüm hayrün, De ki. Lehlerine olan her tür iyileştirme onlar için hayırlıdır. Yani, galiba bu tip sorular genellikle arka planında bağlamı düşünüldüğünde şöyle sorulardır. İnsanın kardeşi şehit olmuş ya da vefat etmiş geriye yeğenleri kalmış. Yeğenlerine bir de servet kalmış. Çocuklar küçük. Bu servet ne olacak. Genellikle bu problem. Amca bu servet üzerinde tasarruf yapsa, sağdan soldan dedikodu olacak. Dokunsun mu dokunmasın mı. Dokunmasa belki de servet kendi kendine eriyecek, bitecek, çoğalmayacak. Ama yetimlerin de kimsesi yok. Velayet hakkı onundur. Onun bakması lazım. Böylesi durumlarda ne olacak sorusu öncelikle akla gelen bir soru.

İşte bu durumda söylemek istediği Kur’an ın şu. Yani onların, geriye kalan yetimlerin malları üzerinde doğru olan ne ise tasarrufu yapın. Yani bu konuda ihtiyat göstereceğim diye yetimin malının göz göre göre erimesine, harcanmasına, sele gitmesine sebep olmayın diye anlamak birinci anlamdır. Müşahhas anlamdır. Ama genel anlamıyla her tür, onun hayrına olan her tür tasarrufta bulunabilirsiniz.

ve in tühâlitûhüm feıhvanüküm Eğer onlarla hayatı paylaşacaksanız, aslında tühâlitûhüm karıştıracaksanız hesaplarınızı, öyle de anlaşılır, çünkü kelimenin manası bu anlama da gelir. Karıştırabilirsiniz. Lakin bir şeyi unutmayın. Onlar sizin kardeşlerinizdir. Yakınınız akrabanız da olsa din kardeşinizdir. Kardeşinizin hakkını koruyun. Gözetin yani.

vAllahu ya'lemül müfside minel muslıh Güzel..! İbareye bakın ama unutmayın ki, hiç aklınızdan çıkmasın ki Allah ifsad edenle ıslah edeni birbirinden ayırır. Çok iyi bilir. Ayırmasını iyi bilir.

ve lev şâAllahu lea'neteküm Eğer Allah isteseydi sizi yokuşa sürerdi. Sizi zora sürerdi ama bunu istemedi. Yani derdi ki; Dokunmayın. Geride kalan yetimin malına el sürmeyin derdi. Bu da mümkün olmayabilirdi. Bir taraftan bakmanız gerekir, bir taraftan dokunmayacaksınız, nasıl edeceksiniz bunu bilemezdiniz. Ama böyle değil, makul ve maruf olanı yaşama işidir demiştim ya din. Din insanı mümkün olmayana değil mümkün olana çağırır.

innAllahe Aziyz'ün Hakiym; Hiç kuşkunuz olmasın ki Allah Aziyzdir. İzzet sahibidir ve Hakiymdir, hikmetle muamele edendir.

Neden İzzet sahibidir. Eğer, Allah sizi yokuşa sürmedi. Çünkü o böyle şeyler yapmaktan berîdir, yücedir. Niye yokuşa sürsün sizi. Sizin önünüze niye engel çıkarsın. İşte bunun için aziyzdir. Yani Allah sizi zora koşmaktan yücedir. Sizin hayrınıza hep diler. Allah’ın sizin için dilediği her şey hayrınızadır. Kötülüğünüze bir şey dilemez. Bundan berîdir demektir.

Hakiymdir. Bunun anlamı nedir? Eğer size zor gibi gelen bazı emirleri varsa, siz o emrin sizin için olan anlamını henüz daha fark edememişsiniz. Hikmeti çözememişsiniz. Allah’ın onun içine koyduğu sırrı algılayamamışsınız. Siz böyle inanın. Bir hikmeti olduğunu bilin demektir.
221-) Ve la tenkihul müşrikâti hattâ yü'minn* ve le emetün mü'minetün hayrun min müşriketin velev a'cebetküm* ve la tünkihul müşrikiyne hattâ yu'minû* ve le abdün mü'minün hayrun min müşrikin velev a'cebeküm* ülâike yed'ûne ilennâri, vAllahu yed'û ilel cenneti vel mağfirati Bi izniHİ, ve yübeyyinü âyâtihî linNâsi leallehüm yetezekkerûn;
Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar.(Elmalı)
Şirk koşan kadınlarla, iman edene kadar nikâhlanmayın. İman eden bir cariye, hoşunuza gitse dahi şirk ehli bir kadından kesinlikle daha hayırlıdır (güzellik bedende değil inanç paylaşımındadır). Müşrik erkeklere de, iman edinceye kadar, (iman eden kadını) nikâhlamayın. İman eden bir köle, size hoş gelse dahi müşrik bir erkekten elbette daha hayırlıdır. Onlar (şirk ehli) ateşe davet ederler. Allâh ise (hakikatinizin elvermesinden doğan) izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor. Allâh (hakikatin) işaretlerini insanlar için apaçık beyan eder ki, (bu gerçekler) hatırlansın. (A.Hulusi)

Ve la tenkihul müşrikâti hattâ yü'minn Evet, müşrik kadınları imana gelinceye kadar nikahlamayın, onlarla evlenmeyin.

ve le emetün mü'minetün hayrun min müşriketin velev a'cebetküm İyi bilin ki, hiç kuşkunuz olmasın ki mümin bir kul.

Mümin bir kul dedim. Birçok tefsirde mümin bir köle, kadın köle geçiyor. Ama Zemahşeri Harika bir yorum getirmiş burada. Demiş ki: eme, boyunduruk altında olandır. Yani bağlı olandır.

Boyunduruk altında olmak mücerret manada alırsak hepimiz Allah’ın boyunduruğu altındayız. Allah’a bağlıyız. Allah’a bağlı olan bir kadın manasına rahatlıkla gelir bu diyor. Ki bugün için bu mana çok daha elverişli bir mana. Onun için ben bugün için Allah’a bağlı olan bir kadın hayrun min müşriketin Allah’a ortak koşan ya da Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıran bir kadından çok daha hayırlıdır manasını, hayırlı bir mana olarak görüyorum.

velev a'cebetküm velev ki o müşrik kadın sizin hoşunuza gitse. Hayran olsanız güzelliğine, fiziğine hatta ahlakına fark etmez. Değil mi ki imanı yok, İman, elde var bir dir. O bir yoksa arkasındakilerin tümü sıfıra çıkacaktır. Biri başından aldığınızda elli tane sıfır olsa gene sıfırdır. Ama başına biri koyduğunuzda her sıfır bir on değeri yükler. Niçin? Çünkü iman başlı başına bir değerdir de ondan. Evet.

ve la tünkihul müşrikiyne hattâ yu'minû Yine müşrik erkeklere mümin kadınları nikahlamayın. Bazı çağdaş ve modern mealciler bunu, müşrik erkeklerle nikahlanmayın biçiminde meallendirmişler. Burada da sanki kadın kendisini, muhatap kadınmış kadın kendisini nikahlıyormuş gibi vermişler. Oysaki bu mana doğru değil. Yani kadının kendisini nikahlayabileceğine cevaz çıkarmak istiyorsak onu buradan değil de daha başka delillerden çıkaralım. Ama buradan çıkmaz. Çıkmaz çünkü;

ve le abdün mü'minün hayrun min müşrikin velev a'cebeküm Çünkü mümin bir kadın bir erkek (!) için, yani Allah’a bağlı bir kadın, Allah’a bağlı olmayan Allah’a ortak koşan erkekten zengin de olsa, yakışıklı da olsa, gösterişli de olsa, makam sahibi de olsa çok daha hayırlıdır. Arkasından ne diyor; velev a'cebeküm velev ki bu nikah sizin hoşunuza gitse. Nikahlayanın, eğer kendisini nikahlayan burada kadın olsaydı, yani muhatap kadın olsaydı velev a'cebekümne zamiri gelmesi lazımdı. Dişi zamir. Erkek zamir geldiğine göre burada da hitap veliyedir. Hanımın velisine. Onu nikahlayan velisinedir.

ülâike yed'ûne ilennâri, İşte onlar var ya, aslında mümin dururken kafiri tercih edenler. Servetine yakışığına, soyuna sopuna ve daha başka şeylerine bakıp, iyi bir mümin dururken imanını aramayıp ta başka şeylerine kananlar var ya, onlar ateşe çağırıyorlar. vAllahu yed'û ilel cenneti Allah ise onları cennete çağırıyor. vel mağfirati mağfirete çağırıyor. Bi izniHİ rızasıyla beraber cennete ve mağfirete bağışlanmaya çağırıyor.

ve yübeyyinü âyâtihî linNâsi leallehüm yetezekkerûn; Ve yine Allah ayetlerini insanlığa böyle, bu şekilde açıklıyor belki ibret alırlar diye.
222-) Ve yes'elûneke anilmehıyd* kul huve ezen fa'tezilün nisâe fiylmehıydı ve la takrabûhünne hattâ yathürne, feizâ tetahherne fe'tûhünne min haysü emerakümullâh* innAllâhe yuhıbbut Tevvabiyne ve yuhıbbul mütetahhiriyn;
Ey Muhammed! Sana kadınların ay başı halinden de soruyorlar. De ki: O bir eziyettir Onun için ay başı halinde oldukları zaman kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman ise Allah'ın emrettiği yerden onlara varın, yaklaşın Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.(elmalı)

Sana kadınların aybaşı hâlinden soruyorlar... O sıkıntılı bir dönemdir. Kadınlarla, âdet kanaması sürecinde, (kandan) temizleninceye kadar cinsel ilişkiye girmeyin. Temizlendikten sonra Allâh'ın hükmettiği yerden yaklaşabilirsiniz. Allâh kesinlikle yanlışlarından (dolayı) çok tövbe edenleri, çok arınanları sever.(A.Hulusi)

Ve yes'elûneke anilmehıyd Ve yine sana soruyorlar. Neden soruyorlar, hangi konuda hüküm soruyorlar. İşte bu nokta da dil açısından birden çok anlamı olan bir kelime kullanılmış. Çok anlamlı bir kelimedir bu. Müşterek anlamlı bir kelime. Mehıyd Hem ismi zaman, hem ismi mekan anlamına gelir Arap dilinde form olarak. Yani hem hayız zamanı, adet, aybaşı zamanı, hem de adet mekanı, yeri anlamına gelir. Ama genellikle adet zamanı anlaşıldığı için biz öyle mana veriyoruz.

Sana ay halinden soruyorlar. kul huve ezen cevap ver onlara de ki; o bir sıkıntıdır. Ezen’i sıkıntı diye çevirdim. Çünkü üzerinde çok durdum. Bir çok müfessirimiz ve mealcimiz farklı farklı çevirmişler. Ezen kelimesinin kökenini araştırdığımda denizde dalgaya Ezil dendiğini gördüm. Yani köken olarak bu kelimeden türetilmiş. Deniz dalgasına. Dalgalı ve fırtınalı bir denizde giden ve başı dönen, içi bulanan insana da Mü’zi deniyormuş Arapçada.

Buradan yola çıkarak tam karşılığı bulunamasa da ben sıkıntı dedim. Çünkü bunu sıkıntı kelimesi ancak ifade edebilir. Sıkıntı, gerçekten de bir sıkıntı.

Bunu şöyle çevirmek hiç kabul edilemez; De ki o bir pisliktir. Hayır. Bunu böyle çevirmek doğru değil, kabul edilemez. Neden diyeceksiniz. Şundan:

1 – Bu ayetin sebep-i nüzulü çok farklı. Ondan dolayı kabul edilemez. Bu ayet ay halini, ay hali hakkındaki Medine’de ki genel kanaati değiştirmek için inen bir ayettir.

Soruyu soranlar Resulallah’a Yahudileri örnek vererek soruyorlar. Hatta Yahudilerin sorduğuna dair rivayetler de var. Neden mesele üzerinde duruluyor? Çünkü Yahudilere göre ay hali çok büyük bir pisliktir. Ay hali gören bir hanıma ellerini dokunmazlar. Yemek pişirtmezler, pişirdiğini yemezler, Yanına yaklaşmazlar, aynı odada kalmazlar, bırakın aynı yatakta yatmayı ve onunla hiçbir insan ilişki kurmazlar. Adeta fıtratından gelen bu özellik, bırakın fıtratını insanlık neslinin devamı için şart olan bu özellik, kadın için bir hapse, bir mahkumiyete dönüşür. Kadını doğduğuna pişman ederler.

Yahudi geleneği bu. Ve bu geleneği de Tevrat’a sokmuşlar adeta ve Tevrat içerisinde levililerde, Tevrat’ın levililer bahsinde bu konuda, bu söylediğim şeyleri Tevrat’a da sokmuşlar, yazmışlar adeta.

Tabii ki bu Yahudice anlayış, bölgedeki insanlara da sirayet etmiş. Belki de yaşıyorlar. İç içe yaşıyorlar, beraber yaşıyorlar. Onun için Medineli Müslümanlar da Yahudilerin ay hali konusundaki bu yanlış telakkilerine kapılmışlar. Ve Resulallah’a bu konuda soru geliyor. Resulallah Yahudileri bu konuda şiddetle reddediyor ve ay hali gören hanımlarla olan ilişki sorulduğunda bu ayeti açıklar bir şekilde Resulallah aynen şunu ifade ediyor;

- Onlarla birlikte olmak, yani birleşme dışında, cinsel birleşme dışında her şeyi yapınız. Diyor hanımlarınıza.

Müslim’in, Ebu Davut’un, Tirmizi’nin sahih senetle naklettiği meşhur bir hadistir.

Kaynağını ve diğer kaynaklarını Yahudileşme temayülü isimli eserimde verdiğim için burada ayrıntılarıyla durmuyorum. Hatta orada metinlerini de, Arapça metinlerini de almıştım.

Evet yine Resulallah bu mesele de titizlik gösteren, biraz Yahudilerin görüşü üzerine sirayet eden iki sahabiyi fena bir biçimde azarlıyor. Üseyd bin hudeyr ve Abbad bin bişr bu meseleyi Resulallah’a gelip gene soruyorlar. Cevap verdiği halde içlerine yatmamış olacak ki, çok etkilenmişler. Yıllarca beraber yaşadıkları için Yahudilerle bir daha soruyorlar. Bir daha sorunca Resulallah’ın yüzü, rengi atıyor. Konuşmuyor, bakmıyor. Hatta onlar Resulallah’a bir şey ikram ediyorlar, nice sonra Resulallah ancak ikramlarını, gönlünü ediyorlar da öyle alıyor. Yani bu konuda Yahudilerin etkisini sıfırlamak istiyor Resulallah.

Ve, bakınız bu konuda çok ilginç bir hadis daha var.

Hz. Aişe Hacca giderken Resulallah’la beraber adet görüyor ve ağlamaya başlıyor. Müminlerin annesi, hepimizin annesi olan Aişe, ağlamaya başlayınca Resulallah onu şöyle teselli ediyor.

- Ya Aişe, bu iş Allah’ın Adem kızlarına yazdığı bir yazgıdır. Fıtratınız icabıdır. Hacc’da tavaf dışında tüm ibadetlerini yerine getir. Diyor.

Tavaf dışında, hacca ilişkin. Hacc menasikine ilişkin tüm ibadetleri yap diyor. İşte bu hadisin devamında Ki bu Buhari’de, Müslim’de ve diğer sahih hadis külliyatlarında geçen sahih bir haberdir, bu hadisin devamında İbn. Hacer Askalani Feth-ul bari isimli Buhari şerhinde şöyle nakiller yapmış. Hz. Aişe yine bu hadisin devamında der ki;

- Resulallah cünüp iken Allah’ı her tür zikir ederdi. Der.

Bunun şerhine düştüğü bir takım notlarda İBn. Rüşt’ün, İbn. Battal’ın ve daha başka bazı alimlerin bu hadise dayanarak Allah’ı her halde Resulallah zikrederdi hadisine dayanarak, Kur’an okumakta abdest şartını, şart görmemişler.

Diyeceksiniz ki bu konuda biz Kur’an ın kapaklarında okuduğumuz ayeti ne yapalım,

Lâ yemessuHU illel mutahherun; (vakıa/79)

Bir kere şunu söyleyeyim, o ayetin bu konu ile hiçbir alakası yok. Kur’an ın kapağına hangi hattat yazdı bilmem, yazmışlar öyle adet olup gelmiş.

İnneHU leKur'ânun Keriym; Vakıa/77

Fiy Kitabin meknun; Vakıa/78

Lâ yemessuHU illel mutahherun;Vakıa/79

Evet, Fiy Kitabin meknun; O okunan bir kitaptır, okunan kerim bir kitaptır. Fiy Kitabin meknun; O gizli bir kitaptan kaydedilmiştir. Ordadır, Lâ yemessuHU oradaki “H” zamiri dilcilerin hemen tamamının ittifakıyla gizli kitaba gider. Lâ yemessuHU Ona hiç kimse dokunamaz. illel mutahherun; Ancak temiz olan melekler dışında. Yani vahiy melekleri. Vahiy meleği ya da diğer melekler dışında temiz olanlar ona dokunamazlar.

Ayet böyle iken bu ayeti Kur’an ın kapaklarına yazmaktan dolayı böyle bir şey uyandı. Şunu hemen söyleyeyim ki saygı icabı Kur’an ı abdestsiz ele almamak hoş bir şey. Bırakınız Kur’an ı söylemesi ayıptır bendeniz, daha abdestsiz 20 küsür eser yazdım, bir sayfa yazdığımı hatırlamıyorum. Bu bir yaşam biçimi. Ama ben böyle bir şeyi karşımdaki ne dayatamam din adına. Çünkü cahiller din de ıskonto yaparlar, cahil sofular da din de zam yaparlar.

Böyle bir şey doğru değil, ikisi de doğru değil. Ne ise odur. Ancak saygı ve edep müminin kendi şiarı olmalı. Lakin böyle bir şeyi dayatmak doğru değil. Kaldı ki bir mümin kadının hayatının 1/3 ü adet haliyle geçer. Siz onun hayatının 1/3 ünde onu Kur’an dan nasıl uzaklaştırırsınız. Elinizde çok sağlam deliller olmadan.

Genel görüş bu olmakla birlikte, ama deliller genel görüşü desteklememekte. Hatta bırakın onu, bu konuda bir hadise dayanılır. Tirmizi deki bir hadise. Yani “Cünüp olan Kur’an a el sürmesin.” Şeklinde bir hadis. Bu hadis Ahmed bin Hambel’e, oğlu Abdullah tarafından soruluyor. Baba bu hadis için ne diyorsun? Ahmed Bin Hambel’in, hadis otoritesidir aynı zamanda, verdiği cevap şu.
- Bu hadis bir sahtekarın uydurmasıdır.
Evet. Dolayısıyla tabii bunların kaynaklarını eserime aldığım için geçiyorum. Yani bu noktada Kur’an ı öğrenmek maksadıyla kadim ulemadan olsun, çağdaş ulemadan olsun, alimler Kur’an ı öğrenmek, okumak, istifade etmek maksadıyla abdest şartı olmaksızın okunabileceğini söylemişler. Tabii ki bunun dışında bir çok alim de abdestin alınması gerektiğini söylemiş, bu konuda tabii ki tercih insanımıza kalıyor. Lakin bu tercihin tek yanlı olmadığı da bilinmesi gerekiyor.

fa'tezilün nisâe fiylmehıydı Adet gördükleri dönemde kadınları kendi hallerine bırakın. Onlarla birlikte olmayın. Birlikte olmaktan ne anlaşıldı zaten hepinizin malumu. Yoksa aynı odada olmayın, yatmayın falan değil kesinlikle. Hiçbir beşeri, hatta karı koca münasebeti de kesilmeyecek sadece cinsel birleşme dışında her türlü ilişki sürdürülecek. Evet.

ve la takrabûhünne hattâ yathürne Yine onlarla cinsel birleşme açısından temizleninceye kadar yaklaşmayın.

feizâ tetahherne fe'tûhünne min haysü emerakümullâh* Temizlendikleri zaman Allah’ın emrettiği şekilde onlarla beraber olun.

innAllâhe yuhıbbut Tevvabiyne ve yuhıbbul mütetahhiriyn; Allah kendisine çok yönele nenleri ve çok temizlenenleri sever.

Bence 1. si olan Tevbe iç temizliği, manevi temizlik, 2. olan taharet mütetahhiriyn ibaresi ise dış temizlik diye tefsir edebiliriz. Allah-u alem.

223-) Nisâüküm harsün leküm* fe'tû harseküm ennâ şi'tüm* ve kaddimû lienfüsiküm* vettekullahe va'lemû enneküm mulakuh* ve beşşiril mu'miniyn;

Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'nun huzuruna varacaksınız. Ey Muhammed, müminleri müjdele!(elmalı)

Kadınlarınız sizin (evlat verecek) tarlanızdır. Ona göre, nasıl isterseniz öylece ekin tarlanızı. Nefsleriniz için geleceğe hazırlık yapın. Ve Allâh'tan korunun ve iyi bilin ki, O'na kavuşacaksınız. İman edenlere müjdele!(A.Hulusi)

Nisâüküm harsün leküm Eşleriniz sizin tarlalarınızdır.

fe'tû harseküm ennâ şi'tüm Tarlalarınıza nasıl isterseniz öyle yaklaşınız.

ve kaddimû lienfüsiküm Ancak her şeyden önce kendi ruhunuz için kendi canınız için hazırlık yapınız. Bir şeyler takdim ediniz. Yani bedeninizin saadetini düşünmeden önce ruhunuzun saadetini düşününüz. Tek taraflı yaşamayınız. Etin ve kemiğin lezzetine dalmayınız. Ruhun lezzetini unutmayınız.

Vettekullahe İşte dinin dengede tutan muhteşem boyutu budur dostlar. Din insanı her zaman dünya ve ahireti dengede tutan bir bakış açısı kazandırır. Buna davet eder. Vettekullahe her şeyden öte Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun.

va'lemû enneküm mulakuh ve hiç aklınızdan çıkarmayın ki hepiniz, mutlaka siz ona kavuşacaksınız.

ve beşşiril mu'miniyn; şuna bakınız insanın yatak hayatından, cinsel hayatından söz eden ayetin devamına bakınız. Nasıl bitiyor buna bakınız. Ne müthiş bir üslup. İnsanın en çok maneviyattan uzak gibi zannettiği bir fiil, nasıl Allah’a en çok nasıl yaklaşan bazı fiillerle iç içe, yan yana serdediliyor ayet-i kerimede görüyor musunuz..! va'lemû enneküm mulakuh çok iyi bilin, aklınızdan çıkarmayın ki mutlaka Allah’a kavuşacaksınız. ve beşşiril mu'miniyn; Müminleri cennetle müjdele. Ebedi kurtuluşla müjdele. Dünyada saadet, ahiretle saadetle müjdele. İki cihan mutluluğuyla müjdele. Müminleri, hayatı anlamlı yaşamak ve ölümü anlamlı tatmakla müjdele. Selam olsun hayatına Allah’la anlam katanlara..!


Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder