1 Şubat 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. İbrahim (08-11)(81-C)


B sayfasından devam,

8-) Ve kale Musa in tekfüru entüm ve men fiyl Ardı cemiy'an feinnAllâhe le Ğaniyyün Hamiyd;

Musa dedi ki: "Şayet siz ve tüm arzdakiler küfür (hakikati inkâr, nankörlük) etseniz, (iyi bilin ki) Allâh elbette Ğaniyy'dir, Hamiyd'dir." (A.Hulusi)

8 - Siz ve bütün Arzda bulunanın cemıisi küfran etseniz şu muhakkak ki Allah hepinizden müstağni ve zatında hamîd bir ganîdir. (Elmalı)

Ve kale Musa ve Musa dedi ki; in tekfüru entüm ve men fiyl Ardı cemiy'an feinnAllâhe le Ğaniyyün Hamiyd siz ve yeryüzünde bulunan herkes topyekun nankörlük etseniz dahi, şunu unutmayın ki Allah övgülerin tümünün kendisine yöneldiği, kendi kendisine yeten bir zat’tır.

le Ğaniyyün, Ğaniyy kendi kendisine yeten, hiç kimseye muhtaç olmayan demek. Siz tümünüz nankörlük etseniz Allah’ın hiçbir şeyi eksilmez demeye getiriyor ayet, ki doğru olanda budur. Siz Allah’a, Allah’ın size olan ihtiyacından dolayı değil, sizin Allah’a olan ihtiyacınızdan dolayı şükredeceksiniz. İbadetiniz kulluğunuzda bu çerçevede olacak. Çünkü siz ona muhtaçsınız. Aslında şirk, insanın kendi kendisine yettiğini zannetmesidir. Kendi kendisine yeten tek varlık Allah’tır.

Hamiyd burada da gelmiş. Siz övmeseniz ne çıkar, şükretmeseniz ne çıkar, hepiniz inkar etseniz, ya da nankörlük etseniz ne çıkar. O özü itibarıyla zaten övülmüştür.


9-) Elem ye'tiküm nebeülleziyne min kabliküm kavmi Nuhın ve Adin ve Semude velleziyne min ba'dihim* lâ ya'lemuhüm illAllâh* caethüm Rusulühüm Bil beyyinati feraddü eydiyehüm fiy efvahihim ve kalu inna keferna Bima ursiltüm Bihi ve inna lefiy şekkin mimma ted'unena ileyhi muriyb;

Sizden öncekilerin, Nuh halkının, Ad'ın, Semud'un ve onlardan sonrakilerin haberleri gelmedi mi size? (Ki) onları Allâh'tan başkası bilmez! Onlara Rasûlleri delillerle gelmişti de; onlar ellerini ağızlarına götürüp (Arap âdetinde bir fikri ret jesti) şöyle dediler: "Doğrusu biz kendisiyle irsâl olunduğunuzu inkâr ediyoruz; gerçekten bizi kendisine davet ettiğine karşı, endişe verici bir kuşku içindeyiz." (A.Hulusi)

9 - Size önünüzden geçenlerin haberleri gelmedi mi? Kavmi Nuh’un, Âdın ve Semud’un ve daha onlardan sonrakilerin ki tafsillerini ancak Allah bilir, onlara resulleri beyyinelerle geldiler de ellerini ağızlarına ittiler ve biz dediler: sizin gönderildiğiniz şey'i tanımıyoruz ve biz, sizin bizi davet ettiğiniz şeyden bir şekk içindeyiz. (Elmalı)


Elem ye'tiküm nebeülleziyne min kabliküm sizden öncekilerin haberi size gelmedi mi. Duymadınız mı sizden önce geçip giden uygarlıkları. kavmi Nuhın ve Adin ve Semude velleziyne min ba'dihim* lâ ya'lemuhüm illAllâh Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin başlarına neler geldiğini gerçekte Allah’tan başka kimse bilmez. Bu Allah’ın bilgisine bir atıf olmaktan daha çok, Ahh..! bir bilseniz başlarına neler geldi gibi bir vurguya sahip bu cümle.

caethüm Rusulühüm Bil beyyinati feraddü eydiyehüm fiy efvahihim ve kalu elçileri onlara hakikatin apaçık delilleriyle gelmiş, onlar ise ellerini ağızlarına götürmüşler ve demişlerdi ki, inna keferna Bima ursiltüm Bih şunu aklınıza koyun ki sizinle gönderilenleri reddediyoruz. İnkar ediyoruz. Sizinle gönderilen şeyin kaynağına aidiyetini inkar ediyoruz. Yani Allah’tan getirdik dediklerinizin, Allah’tan geldiğine inanmıyoruz anlamı da taşır, Allah’tan getirmiş olsanız dahi onları reddediyoruz anlamı da taşır.

ve inna lefiy şekkin mimma ted'unena ileyhi muriyb; zira biz senin bizi davet ettiğin şeyden dolayı kaygı verici bir kuşku içindeyiz. Kuşku içindeyiz; diye çevirmek lazım. Çünkü Muriyb, şekkin sözcüğünün bir nitelemesi olarak gelmiş olsa dahi, şekkin muriyb diye yan yana gelmesi mümkün iken ayetin sonuna atılmış. Bu şöyle de anlaşılabilir; Onların sözünün içinde değil, onların bu sözünü bize nakledenin onlar hakkındaki bir durum tespiti olarak ta anlaşılabilir. O zaman; Çünkü biz sizin davet ettiğiniz şeyden şüpheleniyoruz. Bunu derken de öyle bir kaygılılardı ki manasını verebiliriz. Yani bunu söylüyorlardı ama içlerinde de böyle kocaman bir kaygı duruyordu. Ya öyle ise..! Ki muriyb kelimesinin etimolojisi bize bunu veriyor zaten. Orada Rayb ile şekk arasındaki fark bu.

İslam bilgi sisteminde bilgi kategorileri şu sıralamaya göre yapılır.

1 - Heva; Hakikate hiç ihtimali olmayan, % 0 ihtimalli şey demektir heva. Ondan sonra;

2 - Vehm gelir. Bu %99 batıla %1 belki de hakikate, belki bir açıdan, zanni olarak bir ihtimali olan bilgi demektir. Üçüncüsü;

3 - Şekk; Burada geçtiği gibi. Kabul ve reddin tam ortası, aynı uzaklıkta. Ne kabul, ne red. İkisine de aynı uzaklıkta durma.

4 – Zan; Hakikat olma ihtimali çok yüksek. Ama küçük bir ihtimal de olmama ihtimali.

5 – Yakıyn; Batıl olma ihtimali hiç bulunmayan, % 100 gerçek.

İşte İslam bilgi sisteminde, İslam epistemolojisinde bilgi kategorileri böyle sıralanır. Burada Şekk, tam ortada yer alır. Fakat rayb daha farklı bir şey. Aslının olmadığına inanmak değil, aslı var fakat geliş yöntemi, geliş zamanı. Acaba muhatabı biz miyiz. Bela gelebilir, gelmiştir de geçmişte. Fakat bize bela niye gelsin ki. İşte bu Rayb’dır. Ama yine de bir kuşku var, olur ya..!

Yukarıda bir ibare geçti orada; feraddü eydiyehüm fiy efvahihim onlar ellerini ağızlarına götürmüşler. Bu Kur’an da farklı ayetlerde, mesela Furkan suresinde olduğu gibi;

..yevme ye'adduzzâlimü alâ yedeyh.. (Furkan/27)

O kendine zulmeden adam kıyamette, ahirette aldandığını, arkasına düştüğü kimselerin kendisine yardım etmeyeceğini görüp aldandığını anladığı anda eline dişlerini geçirir. Bu can sıkıntısının verdiği bir ruh hali.

İşte onu simgeliyor. Ama tabii başka bir manaya da gelebilir, eğer; feraddü eydiyehüm fiy efvahihim de efvahihim deki “him” zamiri peygamberlere giderse o zaman ellerini peygamberlerin ağızlarına kapatarak şeklinde de anlaşılabilir.


10-) Kalet Rusulühüm efillâhi şekkün FatırisSemavati vel Ard* yed'uküm li yağfire leküm min zünubiküm ve yuahhıreküm ila ecelin müsemma* kalu in entüm illâ beşerun mislüna* türiydune en tesudduna amma kâne ya'budu abaüna fe'tuna Bi sultanin mubiyn;

Rasûlleri demişti ki: "Semâlar ve arzın Fâtır'ı Allâh hakkında kuşku mu? (O), sizin beşeriyetinizin getirisi olan kusurlarınızı bağışlıyor ve ömrünüzün sonuna kadar size müsaade ediyor." Dediler ki (Rasûllere): "Siz bizim gibi bir beşersiniz (bir mucizevî farkınız yok)... Atalarımızın tapındıklarından bizi alıkoymak istiyorsunuz... (O hâlde) bize apaçık bir sultan (mucizevî güç, kanıt) getirin." (A.Hulusi)

10 - Resulleri hiç, dediler: Gökleri ve Yeri yaradan Allah da şekk edilir mi? O, sizi günahlarınızı mağrifet etmek için çağırıyor ve müsemmâ bir ecele kadar size müsaade ediyor, siz, dediler bizim gibi bir beşersiniz, bizi babalarımızın taptıklarından çevirmek istiyorsunuz, o halde bize sultası açık bir bürhan getiriniz. (Elmalı)


Kalet Rusulühüm efillâhi şekkün FatırisSemavati vel Ard elçileri onlara gökleri ve yeri var eden Allah hakkında kuşku ha? Dediler. Kaygılarını artırıcı, kaynağını açıklayan bir ifade bu. Yani gökleri ve yeri yaratan, var eden Allah, onların kaygılarını artırmaz mı bu. Gökleri ve yeri görüyorlar. Hani muriyd bir şekk duyuyorlardı. İçlerinde kocaman bir kaygıyla şüphe ediyorlar. Şüphe ediyorlar ama çok ta emin değiller. Ya gelirse. Onun için gökleri ve yeri örnek gösteriyor vahiy.

yed'uküm li yağfire leküm min zünubiküm ve yuahhıreküm ila ecelin müsemma o sizi günahlarınızdan arındırıp bağışlamaya ve sizin çöküşünüzü belirli bir süreye kadar geciktirmeye çağırıyor. Peygamberleri onlara böyle diyordu. Onun maksadı bu. Yani kendisine bir şey vermemizi istemiyor; Ma uriydü minhüm min rizkın.. (Zariyat/57) Ben sizden bir rızk istemiyorum, beni beslemenizi ve doyurmanızı istemiyorum diyordu ya Kur’an ın bir başka ayetinde rabbimiz. Onun için burada da onun bir başka biçimde ifadesi geliyor. O sizden başka bir şey istemiyor, sizin çöküşünüzü geciktirmek, sizin saadetinize saadet katmak, sizi iki dünyalı yaparak emniyet ve güvenliğe, özgürlük, güvenlik ve adalete kavuşturmak istiyor.

kalu in entüm illâ beşerun mislüna buna karşın buna da itiraz edemeyince bu kez farklı bir açıdan itiraz getiriyorlar. Ne diyorlar, dediler ki, şöyle bir itiraz ileri sürdüler; İyi ama siz de bizim gibi ölümlü birilerinden başkası değilsiniz. Siz de insansınız dediler. Yani inanmak eğer olağan üstü şeylerin eseri olsaydı, bakınız bu kavimlerin bir çoğu peygamberlerin mucizesiyle karşılaştılar. Burada ismi geçen Nuh Kavmi, Ad kavmi, Semud kavmi. Bunların Kur’an da ki kıssalarını okursak bizzat mucizelerle karşı karşıya geldiklerini görürsünüz. Ama yine de bir işe yaramadı. Çünkü bilinç, aydınlık bir akılla yaklaşmadılar. Çünkü gönülleri yoktu adam olmaya.

Onun için son tahlilde siz de bizim gibi insansınız dediler, melek peygamber talep ettiler. Allah’ın hayata karşı müdahalesine karşı düşünülmüş kurnazca bir tedbir aslında bu. Allah’ın kendi hayatlarına müdahale etmesini istememek için ancak böyle bir talepte bulunabilirlerdi. Eğer melek peygamber gelseydi, bu sefer söyleyecekleri açıktı; Biz insanınız, melek peygamberin söylediklerini nasıl yapalım. Veya biz insanız meleği nasıl örnek alalım diyeceklerdi.

türiydune en tesudduna amma kâne ya'budu abaüna siz bizi babalarımızın öteden beri tapa geldiği şeylerden vaz geçirmek istiyorsunuz ve sonunda dillerinin altındaki baklayı böyle çıkardılar. Yani siz bizi atalarımızın yolundan döndürmeye çalışıyorsunuz dediler. Suçlamaları böyle oldu en sonunda. Atalar yoluna sadık kalmak için Allah yoluna düşman oldular. Yani atalarının dinini Allah’ın dinine tercih ettiler. Atalarının ocağındaki külü, Allah’ın ocağındaki ışığa, köze tercih ettiler.

fe'tuna Bi sultanin mubiyn; Maden öyle bize apaçık gücü karşısında baş eğeceğimiz, çünkü sultan sadece delil, sadece belge anlamına gelmez, aynı zamanda keskin ve kesin güç anlamına gelir. Onun için güçlü bir belge, önünde baş eğeceğimiz güçlü bir belge getirsenize dediler en sonunda.


11-) Kalet lehüm Rusulühüm in nahnu illâ beşerun mislüküm ve lakinnAllâhe yemünnü alâ men yeşau min ıbadiHİ, ve ma kâne lena en ne'tiyeküm Bi sultanin illâ Biiznillâh* ve alAllâhi fel yetevekkelil mu'minun;

Rasûlleri onlara dediler ki: "Biz sizin misliniz bir beşeriz... Fakat Allâh, kullarından dilediğine (risâlet) nimetini ihsan eder... Allâh'ın izniyle açığa çıkması dışında (Bi-iznillâh), size sultan (mucizevî güç, kanıt) getirmemiz mümkün değildir... (O hâlde) iman edenler Allâh'a tevekkül etsinler (hakikatlerindeki El Vekiyl isminin gereğini yerine getireceğine iman etsinler)." (A.Hulusi)

11 - Resulleri onlara: evet, dediler: biz, sizin gibi bir beşerden başka bir şey değiliz ve lâkin Allah kullarından dilediğine nimetini ihsan buyurur ve Allâhın izni olmadıkça size bir sülta ve bürhan getirmek bizim haddimiz değildir, ve hep Allaha tevekkül etmelidir onun için müminler. (Elmalı)


Kalet lehüm Rusulühüm in nahnu illâ beşerun mislüküm Peygamberleri onlara şöyle cevap verdi; ve lakinnAllâhe yemünnü alâ men yeşau min ıbadiH ama Allah kullarından dilediği kimseyi onurlandırır, nimetini kullarından dilediğine verir. Yani siz bizim peygamberliğimizi inkar etmekle aslında Allah’ın, insanoğluna, hayata müdahil olmasını inkar ediyorsunuz. Allah’ın insanlar içinden bir insanı tercih etmesine itiraz ediyorsunuz. Bu çok ince, çok alttan alta karanlık aklın sahtekarlıklarından biri. Görüyorsunuz, deminden beridir dile getiriyorum karanlık akıl, Allah’ın hayata müdahil olmasına karşı. Çünkü karanlığını ancak öyle garantileyebiliyor. Neden? Karanlıklarda kotardığı iş, ışıkta ortaya çıkacak. Onun için karanlık akıl aydınlığı istemiyor.

ve lakinnAllâhe yemünnü alâ men yeşau min ıbadiHİ, ve ma kâne lena en ne'tiyeküm Bi sultanin illâ Biiznillâh üstelik Allah’ın izni olmaksızın size bu konuda güçlü bir belge sunmakta bizim üstümüze vazife değildir.

Ma kâne li; kalıptır Kur’an da, yani bize düşmez, şık kaçmaz, üstümüze vazife değildir, bizim yapacağımız iş değildir manasına gelir bu kalıp kullanıldığı her yerde hemen hemen.

ve alAllâhi fel yetevekkelil mu'minun; Ne ki yürekten inananlar yalnızca Allah’a güvenip dayanmalıdırlar. Evet, mesaj dışı bir delille, mesajı ispatlama kanıtlama talebi ne ahlakidir, ne de mantıki. İşte burada görüldüğü gibi. Aranacak hakikatin doğrudan mesajın kendisinde aranması gerektiğini ancak bu kadar güzel izah edilebilir. Gerçek tatmin istiyorsanız diyor işte burada bu ayette Kur’an, İbrahim suresinin 11. ayetinde Kur’an; gerçek tatmin istiyorsanız o tatmine ancak aklederek, aydınlık bir bilince kavuşarak, şuurla ulaşacaksınız ve bunun içinde mesajın muhtevasına bakacaksınız. Mesajın rehberliğine bakacaksınız. Onu kabul edeceksiniz. Mesajın rehberliği ile yetinmeyenlere işte böyle bir cevap veriyor. Mesaj dışı olağan üstü bir belge, bir delil isteyenlere Kur’an ın verdiği cevap 11. ayette. Ve ayetin bitiş cümlesi de çok çarpıcı;

ve alAllâhi fel yetevekkelil mu'minun; Yürekten inananlar yalnızca Allah’a güvensinler. Allah’a güvenmek O’nun mesajına güvenmektir, mesajını kabullenmektir.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz,
81. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/01/27/islamoglu-tef-ders-ibrahim-01-2381/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder