6 Şubat 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. İbrahim (24-26)(82-A)




Sevgili Kur’an dostları bugün dersimize İbrahim suresinin 24. ayeti ile devam ediyoruz.


24-) Elem tera keyfe darebAllâhu meselen kelimeten tayyibeten keşeceratin tayyibetin asluha sabitün ve fer'uha fiys Sema';

Görmedin mi Allâh nasıl sembollerle anlatıyor: Tayyib Kelime (Hakikat ilmi) aslı sâbit (kökü orijin ben olan beyindeki DATA), dalları semâda (getirisi olan yaşantısı oluşmuş bilinçte) olan, tayyib ağaç (Kâmil insan) gibidir! (A.Hulusi)

24 – Gördün ya Allah nasıl bir temsil yaptı; hoş bir kelimeyi, hoş bir ağaç gibi ki kökü sâbit dalı Semada. (Elmalı)


Elem tera keyfe darebAllâhu meselen kelimeten Tayyibe Allah’ın güzel bir söze nasıl bir benzetme yaptığını görmez misin, baksana Allah güzel bir söze nasıl bir benzetme yapıyor.

Burada Kelimeten Tayyibe, güzel söz diye çeviriyorum ama kelime Arap dilinde kök anlam olarak etkili, muhatabı üzerinde iz bırakan söze denir. Ki büyük dilci İbn-ül Cini el hasais isimli o muhalled eserinde söz anlamına gelen kelime ile gavl, ga ve le arasındaki farkı bu iki sözcüğün harflerinin değiş tokuşundan oluşan tüm kombinezonları alt alta dizerek, Mesela ke l eme, me ke le, me l eke, le me ke, le ke me gibi; ga ve le, ve le ga, ve ga le, ga le ve gibi tüm kombinezonları 3 harfin, oluşturabileceği tüm kelimeleri alt alta dizerek bunların manalarının ortak yönünü çıkarmış. Kelime bu sonuçta te’sir ve şiddet, gavl ise hıyfet ve sükûnet anlamı çıkmış. Yani bir kimsenin söylediği sözün kelam olduğunu söylerseniz, muhatabı üzerinde şiddetli bir etki bıraktığını da vurgulamış olursunuz. Bir kelimenin bir sözün gavl olduğunu, veya o sözü gavl ile ifade ederseniz muhatabı üzerinde etki bırakmaya yönelik değil, belki çok nazikane söylenmiş, karşısındakini çok fazla gocundurmamak amacı taşıyan bir söz söylediği sonucuna varırsınız. Ama tabii Kur’an da bu ikisi birbirinin yerine rahatlıkla kullanılmakta.

keşeceratin tayyibetin asluha sabitün ve fer'uha fiys Sema'; Bu güzel söz nasıl bir benzetme ile benzetilmiş, kökü yerde sabit dalları göğe uzanan alımlı bir ağaç gibidir. İlahi hitabın benzetmesi böyle güzel sözü. Kökü yerde sapasağlam, sabit. Yani yerinde ve dalları ise göğe doğru uzanan. Yani buradan şunu çıkarıyoruz; Olması gerektiği gibi. Esas duruşunu bozmayan. Güzel sözü Kur’an bir ağaca benzetiyor. Ama bu ağacın özelliği kökü ile toprak arasındaki ilişki süren bir ağaç. Dolayısıyla toprakla kök arasındaki bu ilişki, kökle gövde. Gövde ile dal, dal ile meyveye yansıyan bir ilişki. Takdir edersiniz ki, bir ağacın toprakla olan ilişkisi kesilmişse, saçakları olması gereken yerde, kökü olması gereken yerde değilse, o ağacın gövdesi de, dalları da işe yaramaz. Yani sonuçta meyve vermez. O ağacın tüm birimlerinin, tüm unsurlarının görevini yapabilmesi için gerekli olan ilk şart, o ağacın kökünün toprakta olması. Besleniyor olması.

Onun için güzel söz işte kökü toprakta bir ağaca, dalları olması gereken yerde. Yani çalıyı tepesinden sürümek diye bir deyim vardır bizde, ters dönmemiş, esas duruşunu bozmamış olması gereken yerde duran ki buna hikmet diyoruz. Zulüm ise bunun tersi. Bir şeyi yerinden etmektir zulüm. Hikmetse bir şeyi yerine koymaktır. Allah için kullanıldığında bir şeyi yerli yerince yaratmaktır. Onun için güzel söz mutlaka kökü olan sözdür.

Sözün kökü ne ola ki; Sözün toprağı ne ola ki; diye soracak olursak herhalde söz, yürekten çıkan bir ağaca benzese gerektir. Söz, söyleyenin neresinden çıkarsa dinleyenin orasına varır. Dolayısıyla güzel söz söyleyenin yüreğinden çıkan sözdür. Tabii ki yürek toprak, fakat o ağacın topraktan aldığı şey mutlaka su olmalı. Yürek toprağının suyu ise imandır. Onun için söz yürek toprağında iman suyunu saçaklarıyla emiyorsa, eylem meyvesine, amel meyvesine durması içten değil. İşte güzel sözü Kur’an buna benzetiyor.

Bu benzetmenin bir başka tefsiri de vahiy. Çünkü sözlerin en güzeli vahiydir ve vahyi vahiy kılan kelimelerden daha çok o kelimelerin taşıdığı anlamın köküdür, ait olduğu kaynaktır. Vahyin kaynağı ise Allah’tır, hakikattir, mutlak hakikat. Onun için sözlerin en güzeli olan vahiyde en güzel olma vasfını mutlak hakikate ait oluşundan alır.


25-) Tü'tiy üküleha külle hıynin Bi izni Rabbiha* ve yadribullahul emsâle linNasi leallehüm yetezekkerun;

(O ağaç) Esmâ bileşiminin elvermesi sonucu (Bi-izni Rabbiha) her zaman yemişini (ilim ve marifet) verir... Allâh insanlara, belki derinliğine düşünüp hatırlarlar diye, misaller verir. (A.Hulusi)

25 - Yemişlerini rabbinin izniyle her dem verir, ve Allah insanlara böyle temsiller yapar ki kavrayıp düşünsünler. (Elmalı)


Tü'tiy üküleha külle hıynin Bi izni Rabbiha o kökü toprakta olan gövdesi yerinde olan, dalları olması gereken yerde, göğe doğru sanki dua ediyormuş gibi uzanan, ki eşyanın da böylesi tefsirleri var. Onun için namazın hikmeti üzerine yazılan bir takım kadim eserler, namazdaki rükû’u secdeyi ve kıyamı, eşyanın yani varlıkların 3 tür duruşuna tekabül ettiğini söylerler. Hayvanlar aleminin rükû halinde, ağaçlar, bitkiler aleminin kıyam halinde ve dağların, denizlerin ırmakların ise secde halinde olduğundan yola çıkarak namazın aslında tüm eşyanın, tüm varlıkların duruşunu içinde toplayan Camî’ bir ibadet, yani duruşlar mecmuası, esas duruşlar mecmuası olduğunu söyleyen hakimler olmuş.

İşte bu ağaç, yani o güzel söz rabbinin izni ile her evsim ürün verir.Tabii ki kökü yerinde ise bir ağacın. Dalları olması gereken yerde ise, saçakları olması gereken yerde ise, toprakla saçaklar arasında irtibat varsa ve su alıyorsa o ağacın meyve vermesi mukadderdir cinsine göre. Dolayısıyla işte güzel söz meyve verir. Güzel olması için de kökünün olması gereken yerde olması lazım.

Belki burada 1. derecede benzetme vahye yapılmakta. Vahye bir atıf bu benzetme. Vahiy muhatabının üzerinde etkisini mutlaka gösterir. Gösterir ama muhatabının bu etkiye açık olması lazım. Yani yemiş veren bir ağaç olması lazım. Yemişsiz, ürünsüz bir ağaç değil. Dolayısıyla vahiy muhatabında etkili olur. Ama muhatabının tek meziyeti bu olmayacak. Ne olacak? İnsan vahye karşı dururken esas duruşunu takınacak. İnsan vahye yaklaşırken tıpkı bir ağaç gibi, kendisini Allah’ın yarattığı yere koyacak. Yani zulmetmeyecek, zalim olmayacak. Zulüm insanın; Allah’ın kendisi için seçip beğendiği rolü oynamaktan kaçınmasıdır. İnsanın Allah’ın koyduğu yeri terk etmesidir. Hikmet Allah’ın kendisi için tespit ettiği yere yerleşmesidir.

Onun için vahyin muhatabında etkili olması için, muhatabın; Allah’ın kendisini koyduğu yerde durması, fıtratına yabancılaşmamış olması gerekiyor. Yoksa mı? Yoksa vahiy onun üzerinde bir iz bırakmaz. Tıpkı Kur’an ın söylediği gibi. Şifâun, lil mü’minin (eksik) ..şifaun ve rahmetun lil mu'miniyn.. (İsra/82) Müminler için, Allah’a güvenenler için bir şifadır vahiy. Vela yezid uzzalimiyne illa hasera (İsra/82) Fakat Allah’ın koyduğu yeri terk eden, esas duruşunu bozan, klas duruşunu kaybeden ve kendi yerini terk edip bir başkasının yerine talip olan insanlar içinse sadece hüsrandır. Hüsranını artırmaktan, aldanışını artırmaktan başka bir şey getirmez.

Söz bir üründür demiştik. Kökü tasavvur ve akıldır. Güzel düşünceye bir atıftır aynı zamanda bu. Meyvesi olan, hayata etki eden düşünce, işte kelimeten tayyibeten dir. Meyvesi olur. Hayata etki ediyorsa bir düşünce. Hayata etki etmeyi, hayatın içinde bir şeyi değiştirmeyi amaçlıyorsa, hayatı inşayı amaçlıyorsa o düşünce, ki Kur’an dilinde kavl ile, kelam ile ifade edilen anlam alanına, düşünce, bakış açısı, kavrama kabiliyeti, yaklaşım tarzı, görüşte girer.

İşte bu noktada sözün gücüne inanmak en çok müminlere düşer, vahyin muhataplarına düşer. Çünkü vahyin muhatapları sözün gücüne inandıkları için vahye inanmışlardır. Önce söz vardı diyen Yohanna incili, belki müthiş bir hakikati de bize fısıldıyor. Önce söz vardı. Sözün olduğu yerde düşünce vardır. Düşünceden fışkıran söz belki dünyanın en etkili silahından daha etkili inşa eder.

Dolayısıyla gücünü haktan alan söze sahip olanlar, şiddete ihtiyaç duymazlar. Şiddete ihtiyaç duyanlar, sözü olmayanlar olmuştur tarih boyunca. Bakınız peygamberlerin karşısına söyleyecek sözü olmadığı için şiddetle çıkan inkarcı toplumlara. Söyleyecek sözü olmayınca peygamberlerin sözünü kaba güçle bastırmaya kalkmışlar. Hemen tamamı böyle yapmışlar. Onun için biz ilahi kaynaktan fışkıran mutlak bir söze sahibiz, Vahiy gibi. Müminler sahip oldukları söze güvenmiyorlarsa eğer neye güvenebilirler ki..!

Burada da meyvesi olan ağaca benzetilen öncelikle vahiy ve daha sonra o vahiyden fışkıran düşünce. Temelini vahyin oluşturduğu düşünce. Temelini vahyin oluşturduğu hayat tarzı, temelini vahyin oluşturduğu tasavvur ve akıl, İslam aklı diyorum ben ona. Vahyin inşa ettiği İslam aklın neler yapabileceğini görmek isteyen, bu vahyin üzerine indiği ilk toplumun tarihte neler yaptıklarına baksınlar. Bir avuç insanın yer yüzünün kaderini nasıl değiştirdiklerine baksınlar. Sözün ne kadar güçlü olduğunu, Hak sözün, hakikatin ne kadar güçlü olduğunu orada, o örnekte görecekler.

ve yadribullahul emsâle linNasi leallehüm yetezekkerun; işte Allah belki öğüt alırlar diye insanlara böyle misaller veriyor.


26-) Ve meselü kelimetin habiysetin keşeceratin habiysetinictüsset min fevkıl 'Ardı maleha min karar;

Habis Kelime'nin (asılsız fikrin) misali de, kökü bile olmayan, yüzeyde kalmış, dayanaksız habis şecere (meyve vermeyen ağaç) gibidir. (A.Hulusi)

26 - Habîs bir kelimenin temsili de habîs bir ağaç gibidir ki üstünden cüsselenmiş kararı yoktur. (Elmalı)


Ve meselü kelimetin habiysetin çirkin bir söz ise. Misalin 2. boyutuna geçti Kur’an. Yukarıda güzel sözün örneğini vermişti, onu bir temsil ile anlatmıştı. Şimdi ise çirkin, kötü sözün örneğini veriyor.

keşeceratin habiysetinictüsset min fevkıl 'Ardı maleha min karar; çirkin bir söz ise ekili olduğu toprağın üstünden, kökten sökülüp çıkarılmış, ictüsset kelimesi, kökünden sökülüp çıkarılmış anlamına gelir. Kendi başına ayakta duramayan, zavallı, bitmiş, içi geçmiş bir ağaç gibidir.

Orada ki keşeceratin habiysetin ibaresindeki habiysetin i, yani çirkin ibaresini ağaca uyarlayarak zavallı diye çevirmeyi daha uygun buldum.

Evet kötü söz, köksüz bir ağaçtır diyor. Öncelikle bir sözün kökünü kaynağına bakarak anlaşılır. Bir söz ki sahih bir bilgiye dayanmıyorsa. Bir söz ki sahih tasavvura dayanmıyorsa. Bir söz ki sahih akla dayanmıyorsa. Bir söz ki gücünü hakikatten almıyorsa. Bir söz ki ebedi hakikate bir atıf yapmıyorsa. Yani Kur’an ın ifadesi ile ayet olmuyorsa. Ki ayet son tahlilde ebedi hakikate bir atıf demektir. İşte o söz kökü topraktan çıkmış bir ağaca benzer. Böyle bir ağacın meyve vermesini kimse bekleyemez. Böyle bir ağaç aslında mecazen ağaçtır. Hakikaten odundur. Ağaçlar odun olmak için toprakla ilişkilerini kesmek durumundadırlar. Toprakla ilişkisini kesmiş bir ağaca odun derler ağaç değil.

Onun için bir söz ki hakikatle ilişkisini kesmişse, bir söz ki söyleyenin yüreğinden çıkmıyorsa, bir söz ki söyleyenin dudağından çıkıyorsa, dinleyenin de kulak kepçesinde kalacak, onda bir etki meydana getirmeyecek, onun yüreğine girmeyecek, dolayısıyla meyvesi olmayacak. İşte böyle bir sözü tasvir ediyor bu ayet. Hakikatle ilişiğini kesmiş, vahiyle ilişiğini kesmiş bir düşüncenin, bir aklın, bir tasavvurun, bir muhakemenin mahsulü olan, ürünü olan söz, kökü topraktan ayrılmış bir ağaç gibidir. Yani odunlaşır. Odunlaşmış söze laf derler. Lavgarlık derler. Bazen palavra derler. Ama o artık kelam olma vasfını yitirmiştir. Muhatabının üzerinde herhangi bir etki yapmaz. O artık anlamsızlaşmıştır. Çünkü kaynağı yoktur. Kökle bağlantısını kaybetmiştir. Hakikatle irtibatı kesiktir o sözün. O kötü söz. İşte kaynağına bakarak anlaşılır.

Temelinde hakikat olmayan düşünce zulümdür. Zulmü biraz önce kelime anlamıyla tanımlamıştık. Bir şeyi yerinden etmek. Yerinden eden zalimdir. Yerinden edilmiş söz aslında zulümdür. Onun için hakikatle irtibatını, bağlantısını kaybetmiş olan söz zulme aracılık yapar.



Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder