15 Şubat 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. Hicr (015-022)(83-C)



B sayfasından devam.


15-) Lekalu innema sükkirat ebsaruna bel nahnu kavmün meshurun;

Elbette şöyle derlerdi: "Gözlerimiz bağlandı, hatta biz sihirlenmiş bir toplumuz!" (A.Hulusi)

15 - Diyeceklerdi ki her halde gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyüye tutulmuş bir kavimiz. (Elmalı)


Lekalu innema sükkirat ebsaruna Hah..! işte bizim basiretimiz bağlandı. bel nahnu kavmün meshurun; daha da beteri oldu, galiba biz topyekun büyülendik. Derler.

İşte vahyi alaya, hafife almak öyle bir noktaya getiriyor ki insanı kendisi hakkındaki değer yargıları bile saçma sapan olmaya başlıyor. Kendinden şüphe etmeye başlıyor. Bakınız; galiba biz büyülendik diyor. Eğer vahiy etki edecek olsa ki ondan bağımsız olarak vahyin bizatihi, öz etkisi vardır. Vahyin muhatabından bağımsız olarak kendi cazibesi vardır. Bu cazibeden dolayıdır ki Mekke de ısrarla inkarlarına rağmen Utbe gibi, Şeybe gibi küfrün önderleri, vahyin kendi özünden kaynaklanan öz cazibesine dayanamaz, giderler gizli gizli Resulallah’ı dinlerlerdi.

Hatta bir seferinde Mekke’nin 3 reisi birbirinden habersiz 3 ayrı noktada Resulallah’ı, vahyi dinliyorlardı ve dönüşte yine tesadüfen karşılaştılar, birbirlerinin yüzüne baktılar. Tabii söyleyecek bir şeyleri yoktu, foyaları ortaya çıkmıştı. Yani vahyin cazibesine ellerinde olmadan kapılıyorlardı.

Bir keresinde kısa surelerden Kıyamet surelerinden biri okunurken cahiliye Araplarından bir tanesi, Mekke’de bu surenin okunuşuna şahit olmuş, “Bunu gönderenin kim olduğunu bilmiyorum, fakat ben bu sözlerin önünde yerlere kapanıyorum.” Diyerek yere kapanmıştı. O sözlerin belâgatına secde ediyordu adam. Yoksa iman ettiğine dair bir rivayete rastlamıyoruz. Onun için vahyin kendi öz cazibesi var, fakat bu cazibeye kapılmalarını dahi galiba diyorlar bizim basiretimiz bağlandı. Yani aslında amuda kalkarak seyrettiği zaman eşyayı doğru olan her şeyi ters görmeye, ters olan her şeyi de doğru görmeye başlıyor. Kendisi hakkındaki yargısı dahi ters. Diyor ki sarhoşluk ya da büyülendik galiba. Evet, gerçeğin etkisini de sarhoşlukla ve sihirle te’vil ediyor. İşte vahyi hafife almanın insan bilincinde ki o korkunç tahribat.


16-) Ve lekad ce'alna fiys Semai burucen ve zeyyennaha lin nazıriyn;

Andolsun ki biz semâda (beyinde) burçlar meydana getirdik (beyinde hakikat müşahedesini oluşturan özel alanlar {pineal gland} oluşturduk) ve ona ibretle bakanlar için (çeşitli özelliklerle) bezedik. (A.Hulusi)

16 - Şanım hakkı için biz Semâda burçlar yaptık ve onu ehli nazar için tezyin eyledik. (Elmalı)

Ve lekad ce'alna fiys Semai buruce doğrusu biz gökyüzünde yıldız kümeleri var ettik. Buruc kök anlamı dikkat çekmek ve sığınak olmak, yapmak anlamına. Burada yıldız kümeleri manasında, yani takım yıldızları manasında kullanıldığını biz Kur’an lügatlarından öğreniyoruz. Özellikle Ebul Beka’nın külliyatından.

ve zeyyennaha lin nazıriyn; ve onlara ibret nazarıyla bakanlar için süsledik. Neden vahiyden bahsederken Kur’an hemen göğe, yıldızlara getirdi sözü. Aslında bunlar birbirinden farklı şeyler değil de ondan. Kur’an ın afaktaki ayetlere dikkat çekmesiydi bu. Ayat-ı mestur, satırdaki ayetlerden söz etti ve şimdi de kainat ayetlerine getirdi sözü. Vahyin mesajını almayan insan kainatın da mesajını almaz. Aslında Kur’an bu ikisi arasında irtibat kurarak bu hakikati dile getiriyor.

Gökte parlayan yıldızlar insanı Allah’a da yaklaştırır, şeytana da. O yıldızları kehanette kullanırsınız, şeytani bir takım haber aldığınızı zanneder ve kendinizi saptırırsınız. Yani Allah’ın ayet olarak yerleştirdiği o yıldızlar, birilerini yoldan çıkarma amacıyla kullanılabilir. İşte adeta vahiyle yıldızlar arasında ki bu çift boyutlu işlev, çift tabiatlı işlev arasında irtibat kuruluyor.


17-) Ve hafıznaha min külli şeytanin raciym;

Onu şeytan-ı racîm'den (amigdalanın oluşturduğu birimsellik - kaybetme korkularından) biz koruduk. (A.Hulusi)

17 - Hem onu her «şeytanirracîm»den hıfz ettik. (Elmalı)


Ve hafıznaha min külli şeytanin raciym ve onları bilir bilmez atan her tür şeytani güçten koruduk.

9. ayette vahyin korunduğu söylenmişti. Hatırlayınız; İnna nahnu nezzelnez Zikra ve inna lehu leHafizun (9). Burada ise kainat ayetinin korunduğu dile getiriliyor. Allah onu da koruyor.

15. ayetteki büyülendik diyenlerin büyük inançları sorgulanıyor. Çünkü o gün büyünün en çoklanılan aracı yıldızlardı. Kahinler yıldızlara bakarak kehanette bulunurlardı. Arraflar ve o günün şairleri hep bir parça kahin idiler ve gaybdan haber verme iddiasında bulunurlardı ve buna da yıldızları, Allah’ın ayetlerini alet ederlerdi. Bir şeyi amacından çıkararak anlamaya çalışırlardı. Bağlamından kopararak. Allah’ın yerleştirdiği yerden etmeye çalışarak yaparlardı. İşte bu ona atıf.


18-) İlla menisterakassem'a feetbeahu şihabün mubiyn;

İşitme (orada açığa çıkan hakikati bedenselliğe mal etme) hırsızlığı yapan müstesna! Onu da apaçık ışık saçan ateş topu (hakikat ilmi nûru) izler. (A.Hulusi)

18 - Ancak kulak hırsızlığı eden olur, onu da parlak bir şihab takip etmektedir. (Elmalı)


İlla menisterakassem'a feetbeahu şihabün mubiyn fakat kim ki gayb konusunda kulak hırsızlığına soyunur, onun peşine ayan açık parlak bir alev takılır. Bilinmeyen alemin sırrının korunduğunu ifade ediyor bu ayet. Gaybi bilgi devşiren ve onlara kulak hırsızlığı yapanların akıbeti, yürek yangını ve hayal kırıklığıdır. Adeta onların arkasından parlak bir alev takılırdan, bir parça bu mecazi ibareden gaybı taşlamaya kalkışan, gaybı bilginin kendisine ulaştığını zanneden insanların nasıl en sonunda hayal kırıklığı yaşadıklarını, iç yangını yaşadıklarını, düş kırıklığının içlerine düşmüş bir kor, bir alev gibi olduğunu da anlıyoruz.


19-) Vel Arda medednaha ve elkayna fiyha ravasiye ve enbetna fiyha min külli şey'in mevzun;

Arzı (bedeni Esmâ özelliklerini açığa çıkaracak organları alacak şekilde) genişlettik! Onda sâbit dağlar (vücuttaki organlar) ilka ettik... Onda her şeyi ölçülü bitirdik. (A.Hulusi)

19 - Arzı meddettik ve ona ağır baskılar bıraktık ve onda mevzun her şeyden bitirdik' hem sizin için. (Elmalı)


Vel Arda medednaha ve elkayna fiyha ravasiye ve yer yüzünü engebeli arazi yapısıyla uzatıp genişlettik, zira orada kalkmaz, kımıldamaz dağlar yerleştirdik. Tabii ki yer yüzünü uzattık, genişlettik Vel Arda medednaha Nasıl uzatılıp genişletildi diye soracak olursak, cevabı açık; Engebeli arazi yapısı işte bu uzatmanın, genişletmenin gerekçesi. Bir küre halinde olan yer yüzü dümdüz olsaydı, bugünkü alanın belki kaç katında birine inecekti. Fakat engebeli arazi yapısı, dağlar ve vadiler, dağlar, zirveler ve ırmaklar, yer yüzünün kullanılan alanını mevcudun birkaç katı genişletiyor. Allah böyle genişlettik buyuruyor.

ve enbetna fiyha min külli şey'in mevzun üstelik orada her türün dengeli bir biçimde büyüyüp gelişeceği bir canlı hayat sağladık. Mevzûn, dengeli, denge, altın kural, işte burada. Her tür hayatın yeryüzünde dengeli bir biçimde gelişip serpileceği bir hayat bahşetmek. Bunu ancak Allah yapar.

Botanikçiler şuna hayret ediyorlar. Bitkilerdeki üreme kabiliyetine baktığımızda bir tek bitkinin yer yüzünün tamamını sarması için bir kaç yıl yeter diyorlar. Fakat neden sarmadığına hayret ediyoruz. Bu dengeyi ne sağlıyor. Yoksa bir bitkinin üreme sistemi, yani üreme tozları yer yüzünü birkaç yılda o bitkiyle kaplamaya yeter.

Balıklar içinde öyle. Bir balık bir bırakmaya 300.000, 500.000 hatta birkaç milyon yumurta bırakıyor. Denizlerin tamamının balıkla dolması 50 – 100 senede içten değil. Fakat neden dolmuyor. Mevzûn, denge.

Yine bilim adamları kara canlılarının, özellikle de sinek tipi ve küçük böcek tipi canlıların korkunç üreme yeteneklerine baktıklarında yer yüzünü tamamıyla çekirgenin kaplamaması, sineğin kaplamaması için hiçbir neden göremediklerini söylüyorlar. Çünkü bir anda binlerce larva bırakabiliyorlar. Ama, mevzûn..! denge. O muhteşem dengeyi kim sağlıyor sorusunu soruyor ve Kur’an bizi doğrudan Allah’a yönlendiriyor. Yani kainat ayetine bakıp o ayeti okuyarak Allah’ı fark etmemizi istiyor vahiy.


20-) Ve ce'alna leküm fiyha me'ayişe ve men lestüm lehu Bi razikıyn;

Orada hem sizin için ve hem de yaşam gıdası size ait olmayanlar için geçim yolları oluşturduk. (A.Hulusi)

20 - Hem sizin razı olmadığınız kimseler için onda geçimlikler husule getirdik. (Elmalı)


Ve ce'alna leküm fiyha me'ayişe ve men lestüm lehu Bi razikıyn yine orada hem sizin için hem de rızk vericisi siz olmadığınız bütün diğer canlılar varlıklar için geçinme imkanları sağladık.


21-) Ve in min şey'in illâ 'ındena hazainuh* ve ma nünezziluhu illâ Bi kaderin ma'lum;

Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri (oluşturan kuvveleri) bizim indîmizde olmasın! Biz onu (o kuvveleri - özellikleri) gereken ölçüsüyle inzâl ederiz (açığa çıkartırız). (A.Hulusi)

21 - Hiç bir şey yoktur ki bizim yanımızda hazineleri olmasın, fakat biz, onu ancak malum bir miktar ile indiririz. (Elmalı)


Ve in min şey'in illâ 'ındena hazainuhu Hiçbir şey yoktur ki onun kaynağı bizim katımızda olmamış olsun. ve ma nünezziluhu illâ Bi kaderin ma'lum; Fakat biz her bir şeyi tespit ve tayin edilmiş bir ölçüye göre indiririz.

Yukarıda denge, altın kuralını dile getirdi, burada da kader, yani ölçü altın kuralını getiriyor. Eşyanın Allah’tan bağımsız olmadığına işaret ediyor dengeden sonra ölçüye atıf yaparak. O dengenin ölçü sayesinde korunduğunu dile getiriyor. Yani kader sayesinde. Onun için bu manada kadere iman, her bir şeyin ölçüsü olarak yaratıldığına, ölçülü olarak yaratıldığına imanı da içerir. Her bir şeyin ölçüsü vardır. Hiçbir yaratık ölçüsüz değildir. Yaratılış plansız değildir manasına gelir bu, projesiz değildir. İlahi bir planla dizayn edilmiştir. Son tahlilde bu ayetler tesadüfün inkarını içerir. Şu varıl tesadüf tanrısı tarafından yaratılmamış, Allah tarafından yaratılmıştır der.


22-) Ve erselnerriyaha levakıha feenzelna mines Semai maen fe eskaynakümuh* ve ma entüm lehu Bi haziniyn;

Biz rüzgârları (fikirleri), aşılayıcılar (yeni düşünceler - buluşlar oluşturucu) olarak irsâl ettik... Semâdan bir su (bilgi) inzâl ettik de sizi onunla suvardık... Onu saklayıcı siz değilsiniz. (A.Hulusi)

22 - Bir de aşılayıcı rüzgârlar gönderdik de Semâdan bir kadrile bir su indirip sizi onunla suvardık, onu hazînelerde tutan siz değilsiniz. (Elmalı)


Ve erselnerriyaha levakıh yine aşılayan rüzgarları biz sevk etmişiz. Bitkilerin erkekli dişili olduğu bu yüzyılda bilinen bir gerçek. Fakat Ra’d suresinin 3. ayeti bunu 1.400 yıl evvel dile getirmişti. İşte onlar arasındaki aşılamanın da Allah’ın yasasına bağlı olarak gerçekleştiğini bu ayet dile getiriyor. İbn. Abbas daha o zamandan yağmur’un rüzgar tarafından aşılanması ve bitkilerin aşılanması manasına gelir diye tefsir ediyor. Fakat büyük müfessirimiz Razi yağmur’un rüzgar tarafından nasıl aşılanacağı üzerine imal-i fikr ediyor, uzun uzun akıl yürütüyor, fakat bitkilerin aşılanması konusuna gelince hiçbir şey söylemeden geçiyor.

Çok ilginç, İbn Abbas’tan yüzlerce yıl sonra gelen büyük müfessirimiz, İbn. Abbas’ın tefsir ettiği konu, ayetin bizzat söylediği konuda bir kelime söylemeden geçiyor. Geçmek zorunluluğu hissediyor. Çünkü malumatı yok. Mevcut bilgi üretilmemiş bu konuda henüz. Onun için gerçekten mucize içinde mucizedir bu haberler. Yoksa dinsel tefsir’in tuzağına düşmek değildir, zaten bunu ben de istemem.

feenzelna mines Semai maen fe eskaynakümuh bunun sonucunda gökten suyu indirmiş ve onunla sizi suya kandırmışız. ve ma entüm lehu Bi haziniyn yoksa onun kaynağına hükmeden siz değilsiniz. Ey insanoğlu kaynağı sende mi sanıyorsun. Öyle olsaydı kuraklık ve kıtlığı nasıl izah ederdi suyun kaynağına hükmedebilseydiler. Onun için sen değilsen kim hükmediyor. Tesadüf demeyeceksen eğer, geriye bir tek şey kalıyor; Allah diyeceksin. Allah de kurtul yoksa hık, mık demekten başka bir şey söyleyemezsin.



Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder