13 Şubat 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Hicr (001-007)(83-A)






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü Resulüna alâ Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)

Göğsüme genişlik ver ey rabbim, kolaylaştır işimi. Çöz düğümü dilimden ki, anlayalar beni. Amin.

Değerli Kur’an dostları bu girişin ardından bugün dersimizi Hicr suresi ile sürdüreceğiz inşallah.

Hicr suresi resmi sıralamada 15. sure olsa da Nüzul sıralamasında Mekke dönemine tekabül eden bir sure. Hicr; Kayalık arazi, ya da kapalı havza anlamına gelen bir sözcük. Adını 80. ayetinde feci akıbeti nakledilen bu bölgede meskûn bir kavmin yaşadığı yerden almakta.

Sure tüm kronolojilerde Yusuf suresinin hemen arkasına yerleştirilmiş iniş sıralaması olarak. Üslubu, konusu, dili Mekke’ye ait olduğunu göstermeye yeter. Mekke döneminin hangi dönemine yerleştirilmeli sorusuna net cevap veremesek te sanırım 4 er yıllık 3 dilime ayırabileceğimiz bu dönemin 3. dilimine yerleştirmek mümkündür. Yani Resulallah’ın Mekke’de ki davetinin en zor, en çetrefil ve Mekkeliler tarafından artık reddedilmiş ve bu reddedilmenin de fiili ve fiziki işkenceye, hatta yok etmeye yönelik bir takım tezahürlerinin görüldüğü, oldu döneme yerleştirebiliriz.

Surenin ana konusu insan. Bundan dolayıdır ki Kur’an da insanın elementer kökeni, yani fiziki var oluşunun kökeni konusunda kullanılan çok ender salsalin min hamein mesnun;(26) gibi çok ender sözcükler bu surede toplanmış. Tabii ki surenin tek konusu insan değil. Bununla beraber surenin ana konularından biri Kur’an. Onun içindir ki zaten vahye dikkat çekerek başlar. Hemen tüm mukattaat harfleriyle başlayan surelerde olduğu gibi. Ve bu surede konusuna mümasil olarak gerçekten Kur’an da, Kur’an a ilişkin bu müjdenin yer aldığı tek ayet bu surede bulunur.

İnna nahnu nezzelnez Zikra ve inna lehu leHafizun;(9) Bu surenin 9. ayeti vahyin Allah tarafından korunacağı garantisini dile getirir.

Yine bu surenin bir başka eksen konusu da nübüvvettir. Daha doğrusu peygamberin şahsiyetini inşa edici bir fonksiyonu vardır surenin. Onun için bu surede, 88. ayetinde şöyle bir ibareyle karşılaşırız.

Lâ temüddenne ayneyke ila ma metta'na Bih.. (88) gözlerini onlara verdiğimiz dünyanın geçici nimetlerine gitme, buna gerek yok.

Bu müthiş uyarı Resulallah’ın şahsiyetini inşa eden, onda bir şahsiyet oluşturan bu müthiş uyarı işte bu surede yer alır. Yine Resulallah’ın muhteşem şahsiyetini oluşturan bir başka ayetle sure son bulur. 99. yani sonuncu ayeti:

Va'bud Rabbeke hatta ye'tiyekel yekıyn (99)

Ben ne zaman olurum, artık ne zaman 70 olurum diyen herkese bir cevap adeta. Ölünceye kadar hiçbir zaman.

Ölüm gelinceye dek rabbine kulluğunu sürdür. Bu hitabın ilk muhatabının alemlere rahmet olarak gönderildiği ifade buyrulan sevgili efendimiz olduğunu düşünürseniz, bizler için nasıl bir yürek titretici, tüylerimizi diken diken edici bir uyarı olduğunu daha iyi kavrarsınız.

Bu girizgahın ardından sureyi tefsire geçebiliriz.




1-) Elif Lâââm Râ* tilke âyâtul Kitâbi ve Kur'ânin mubiyn;

Elif, Lââm, Ra... Bunlar O BİLGİnin (Hakikat ve Sünnetullâh), Kurân'ın apaçık işaretleridir.(A.Hulusi)

01 - Elif, Lam, Ra, bu işte kitabın ve bir Kur'an ı mübînin âyetleri.(Elmalı)


Elif Lâââm Râ Mukattaat harfleri. Kur’an da, başında geldiği surelerin giriş kısmı hemen tamamıyla vahyin mahiyetine ve önemine ayrıldığı için bu harflerin ne anlama geldiği konusundaki yorumlardan biri, vahye dikkat çekmektir şeklindedir. Burada da başında mukattaat, yani kesik kesik, müstakil harflerin geldiği bu sure, Hicr suresi; tilke âyâtul Kitâbi ve Kur'ânin mubiyn; şeklinde başlamış. Yani yine vahye, vahyin tabiatına dikkat çekerek.

Bunlar, -hem okuduğumuz suredeki ayetler, hem de Kur’an ın tamamını içine alır- Bunlar kitabın, yani açık ve açıklayıcı olan ilahi hitabın ayetleridir.

Elif Lâââm Râ ya yeniden dönecek olursak şöyle de izah edebiliriz. Bu harfler, bunlar sıradan, sizlerin konuşmalarının da temelini oluşturan harfler. Fakat Allah bu sıradan malzemeyi aldı, vahye dönüştürdü. Yani Allah sıradan şeylere el atar, onları işlerse o kutsal olur, mukaddes olur. Allah’ın kudret elinin değdiği her şey mukaddes olur. Onun için bu manada vahyin ilahi tabiatına bir atıftır ayetin başındaki bu kesik harfler. Hemen sonunda, hemen ardından gelen ayet ise anlamlı kelimelerden oluşuyor ve diyor ki;

Bunlar kitabın hem açık, hem açıklayıcı olan ilahi hitabın ayetleri. âyâtul Kitâbi ve Kur'ânin mubiyn; hem kitap var, hem Kur’an var. Ayetteki kitap, Kur’an ın hemen tamamında kitap, vahyin kayıtlı tabiatına bir atıftır. Yani vahiy kayıtlı bir merkezden geliyor. Buna bir atıftır. Öncelikle vahyin kaynağına ilişkin bir kayıtsızlık yok, ona bir atıf. Kur’an ise daha farklı bir boyutuna bir atıf. Burada lâm’ı tarifsiz gelmiş el Kur’an değil; Kur’an olarak gelmiş. Böyle geldiği zaman Kur’an, bir vasıf olarak anlaşılır. Yani vahyin bir sıfatı. Okunan. Dahası, bizim bildiğimiz sade manada okunan değil, insan muhakemesine açık, insan zihninin üretmesine elverişli bir şekilde gönderilen demektir. 1. bölümü vahyin köküne, yani el kitab, Kur’an ise vahyin meyvesine yöneliktir. El Kitab vahyin başına, gökte olan başına, Kur’an ise vahyin yerde olan ayağına tekabül eder.

El kitab; vahyin ilahi menşeine, kaynağına, Kur’an ise vahyin hedefi olan insanda vahyin gerçekleştirmek istediği bilince tekabül eder. Onun için okunan Kur’an olabilme vasfını insan okuyunca kazanır. Yoksa, insan okumasa da el kitabdır. İnsana ulaşmadan da el kitabdır. Ama Kur’an olma özelliği insana ulaştıktan sonra başlar. Onun için siz vahyi üretmiyorsanız, muhakemeniz vahyi algılamıyorsa, yani okumuyorsanız Kur’an sizin için Kur’an değildir. Bu, bu anlama da gelebilir.


2-) Rubema yeveddülleziyne keferu lev kânu müslimiyn;

(Öyle olur ki) hakikat bilgisini inkâr edenler (hakikatlerinden perdeliler), keşke gerçekte teslim olmuşluğumuzun farkında olsaydık, diye şiddetli arzu duyarlar. (A.Hulusi) 

02 -  Bir zamân olur küfredenler arzu çekerler ki Müslüman olsa idiler. (Elmalı)


Rubema yeveddülleziyne keferu lev kânu müslimiyn;

Rubbema şeklinde de okunmuş, iki şekilde de okunması caiz. Gün gelecek küfürde ısrar edenler vahyin yok göstericiliğine teslim olmayı yürekten temenni edecekler. Bugün vahyi inkar edenler, vahye sırt dönenler, vahyi alaya alan ve küçümseyen o ruhsuzlar, bir gün gelecek vahye teslim olmayı çok isteyecekler.

Burada ki; lev kânu müslimiyn, Müslimiyn ibaresi, ifadesi daha çok bir üstteki ayet vahiyden söz ettiği için, vahyin mesajına teslim olan  anlamına alınsa gerektir. Vahye kayıtsız kalmanın mutlak yaşanacak olan derin pişmanlığı ifade ediyor. Gelecekten haber veriyor. Hiçbir insanın Allah dışındaki bir kaynaktan alamayacağı gelecekten.


3-) Zerhüm ye'külu ve yetemette'u ve yülhihimül emelü fesevfe ya'lemun;

Bırak onları, yesinler, zevklensinler; sonu gelmez arzular onları oyalasın! Yakında bilecekler. (A.Hulusi)

03 - Bırak onları yesinler içsinler, zevk etsinler, emel, kendilerini eğleye dursun, sonra bilecekler. (Elmalı)


Zerhüm kendi haline bırak onları. Aynı zamanda vahyin ilk muhatabı sevgili efendimize bir taktik ve teselli. Yani onların vahye sırt dönmüş olmaları, vahyin değerinden hiçbir şeyi eksiltmez.Onlar kendilerini vahye kapattılar, hakikate kapattılar. O halde onları kendi haline bırak.

ye'külu ve yetemette'u ve yülhihimül emel yesinler, “içsinler”, geçici hazlarla oyalansınlar, boş umutlar avutsun onları.

Aman Allah’ım, bu ne dehşet hitap. İnsanın içini sarsıyor. Bırak onları. Şu vahyi kaale almayan adamları kaale alma. Vahiy karşısında ilikleri titremeyen şu adamlar kaale almaya değmez. Yesinler içsinler, geçici hazlarla avunsunlar, oyalasın onları boş umutlar. İçinde Allah’ın yer almadığı tüm gelecek tasarımlarıyla oyalansınlar. İçinde Allah yer almıyorsa bir gelecek planı  bomboş bir umut değil de nedir. Sahibinin ütopyası değil de nedir. Düş ülkesi değil de nedir. Kendi kendine bir tuzaktır Allah’ın içinde yer almadığı gelecek tasarımı. Onun için bırak onları diyor.

fesevfe ya'lemun; nasıl olsa zamanı gelince gerçeği öğrenecekler. Daha ne desin, vahiy daha ne desin.


4-) Ve ma ehlekna min karyetin illâ ve leha Kitabun ma'lum;

Biz hiçbir bölgeyi belli bir yazgısı olmaksızın helâk etmedik. (A.Hulusi)

04 - Biz hiç bir memleketi her halde malûm bir yazısı olmaksızın helâk etmedik. (Elmalı)


Ve ma ehlekna min karyetin illâ ve leha Kitabun ma'lum; zira biz, yukarıdaki ayetlerle bağlantılı olarak yine vahyin daha önceki gönderilen vahiylerin tabiatına ve ona yapılan muameleye getiriyor sözü Kur’an  ve diyor ki; Biz hiçbir beldeyi önceden bilinip anlaşılan ilahi bir vahye muhatap kılmadıkça helake sürüklemeyiz. Evet, Biz hiçbir beldeyi önceden bilinip anlaşılan bir vahye,

Kitabun ma'lum Klasik tefsir bu ibareyi genel eğilimine uygun olarak ecel, ecelin ma’lum biçiminde anlamış ve algılamış. Fakat ibareyi olduğu gibi hiç yoruma tabi tutmaksızın anlar ve çevirirsek açıktır. Bilinen bir kitap. Yani insanın kavrayabileceği bir kitap. Dolayısıyla te’vile ve tefsire mahal olmaksızın bu ayeti anladığımızda, aslında Kur’an ın başka ayetlerinde de dile getirilen bir gerçeği anlamış oluruz. Ki Enam/131 mesela;

Zâlike en lem yekün Rabbüke mühlikel kura Bi zulmin ve ehlüha ğafilun; (Enam/131) Senin rabbin halkı gafil iken, hiçbir şeyden haberi yok iken, hiçbir beldeyi helak etmez. İşte bu. Dedim ya. Kasas/59 mesela ve daha bir çok ayet.

[(Ek bilgi: Rabbin, kendilerine işaretlerimizi bildiren bir Rasûlü, ileri gelenler arasında bâ's etmedikçe, o ülke halkını yok etmez! Zaten biz sadece ahalisi zâlim olan şehirleri yok etmişizdir. (Kasas/59) A.Hulusi)]

Onun için bu ayetlerin de desteklediği bir anlam örgüsüyle okumak ayetin de lafzına uygun düşüyorsa bence yoruma gerek olmaksızın bu anlama geldiği açık. O nedenle de, Biz hiçbir beldeyi bilinip anlaşılan ilahi bir vahye muhatap kılmadıkça helake sürüklememişizdir buyuruyor bu ayet.


5-) Ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yeste'hırun;

Hiçbir topluluk ecelini ne öne çekebilir, ne de erteleyebilir. (A.Hulusi)

05 - Hiç bir ümmet ecelini ne sebk eder ne de geriletebilirler. (Elmalı)


Ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yeste'hırun; Kaldı ki hiçbir ümmet kendisi için belirlenen sürenin artık kaçınılmaz olan bitimini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir. Zaten burada geliyor. Belki klasik tefsirimizin bir üstteki ayeti öyle yorumlamasının Kitabun ma’lum u, ecelun ma’lum biçiminde yorumlamasının sebebi de bu olsa gerek. Ama burada açıkça gelmiş zaten ve buyuruyor ki ayet, hiçbir ümmet kendisi için belirlenen sürenin artık kaçınılmaz olan bitimini. Ecel böyle uzun bir cümle ile ancak çevrilebilir. Belirlenen sürenin kaçınılmaz olan sonu. Ne erteleyebilir ne de öne alabilir.

Kur’an da ecel ile ilgili ayetlerin, ki salt doğrudan ecel ile ilgili 4 ayet hatırlıyorum, 3 ü ümmet eceli ile ilgilidir. Ve yine Kur’an da ecel ile ilgili en kesin ve zaman açısından en keskin olanları, ümmet eceli ile ilgili olanlarıdır bunun gibi. Yani toplumlar, uygarlıklar, medeniyetlerin çöküş yasalarından söz ediyor bu ayetler. Eğer çözülme başlamışsa, eğer kokuşma başlamışsa, eğer ahlaki kokuşma toplumun tüm bireylerini kaplamışsa artık ilahi yasalar gereği o toplum çökmeye mahkumdur. İşte toplumların eceli. Böyle bir toplum Allah’ın koyduğu bu yasayı erteleyemez, delemez, geciktiremez. Burada anlatılan hakikatte bu olsa gerektir.


6-) Ve kalu ya eyyühelleziy nüzzile aleyhiz Zikru inneke lemecnun;

Dediler ki: "Ey kendisine Zikir (uyaran - hatırlatıcı bilgi) inzâl edilmiş kimse! Muhakkak ki sen mecnunsun (cinlenmişsin)." (A.Hulusi)

06 - Bir de ey o kendisine zikr indirilmiş olan, dediler: mutlaka sen mecnunsun! (Elmalı)


Ve kalu ya eyyühelleziy nüzzile aleyhiz Zikru inneke lemecnun; surenin girişinde vahiyle açılmıştı söz, şimdi inkarcı ilk muhatapların, vahyin taşıyıcısı olan sevgili peygambere karşı çirkin isnat ve iftiraları dile getiriliyor ve buyuruyor ki ayet;

Bir de kalkıp dediler ki, sen, ey kendisine uyarıcı mesaj indiğini iddia eden kişi, evet, kesinlikle mecnunsun sen. Böyle dediler. Resulallah’a hakaret ederek onu peygamber seçen Allah’a hakaret etmiş oldular. Onun için Resulallah’a yapılmış ne kadar iftira var, onlara karşı savunmayı Allah üstlenir. Yani sevgili elçisinin avukatlığını tabiri caizse rabbimiz üstlenmiştir. Kendisini savunmayı ona bırakmaz. Rabbimiz bizzat üstlenir işte burada olduğu gibi.


7-) Lev ma te'tiyna BilMelaiketi in künte mines sadikıyn;

"Eğer doğru sözlü isen, bize meleklerle gelmeliydin?" (A.Hulusi)

07 - Getirsene o Melâikeyi sadıklardan isen! (Elmalı)


Lev ma te'tiyna BilMelaiketi in künte mines sadikıyn ve onlar yine şöyle sürdürdüler sözlerini. Eğer doğru söylüyor idiysen bize meleklerle gelseydin ya.

Tüm peygamberlerden inkarcı muhatapları melek bir elçi istemişlerdir. Bundan Mekke müşrik toplumu da istisna değildir, onlar da melek istemişti. Daha önce defaatle vurguladığım gibi inkarcı toplumların, yani inanmaya gönlü olmayanların bahane olarak melek talebi, aslında temelde bir başka sebebe dayanıyordu. O da bir meleğin örnek alınamayacak, insan tarafından bir melek hayatının üretilemeyecek oluşundan medet umuyorlardı. Melek gelseydi kurtulacaklardı. O melek, biz insanız dolayısıyla mazuruz diyeceklerdi. Ama insan gelince mazeret beyan edemediler. Çünkü insan yapıyorsa siz de yapabilirsiniz. O nedenle peygamber bize örnek olarak tanıtıldı.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder