14 Şubat 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Hicr (008-014)(83-B)


A sayfasından devam


8-) Ma nünezzilül Melaikete illâ Bil Hakkı ve ma kânu izen munzariyn;

Biz melekleri bil-Hak (Hak olarak) inzâl ederiz... O vakit de onlara zaten göz açtırılmaz! (A.Hulusi)

08 - Biz o Melâikeyi ancak hakkıyla indiririz ve o vakit onlara göz açtırılmaz. (Elmalı)


Ma nünezzilül Melaikete illâ Bil Hakkı ve ma kânu izen munzariyn cevabı rabbimiz veriyor. Demiştim ya savunmayı rabbimiz üstleniyor diye, şöyle buyuruyor bu abuk subuk talep karşısında; Biz melekleri ancak ve ancak hakikatin gerçekleşmesi için indiririz.

Evet, İllâ Bil Hakk. El Hakk; ya kesinleşmiş ceza anlamına, yada hesap günü anlamına gelebilir. Yani kesin bir hakikat için, cezayı kesmek için indiririz. Veya kestiğimiz cezayı infaz etmek için. Ya da son gün artık canlarını alıp kıyameti koparmak için indiririz manasına gelebilir. Yevmül Hakk.(Nebe/39) Kur’an da böyle de geçer. Mutlak hakikat, yani gerçeğin ortaya çıkacağı gün. Allah’ın ifade buyurduğu tüm zamanlar boyunca resullerin ümmetlerine ilettiği o gerçeğin artık inkar edilmez biçimde ortaya çıkacağı gün.

Bir sonraki ayete bakarak burada ki el Hakk’ın vahiy olduğunu da söyleyebiliriz. Yani biz melekleri onların keyfine göre indirmeyiz diyor ayet. Onlar isterdi diye melek indirecek değiliz. Biz melek indireceksek bizim belirlediğimiz bir görevi yapmak için indiririz. Ayet devam ediyor. ve ma kânu izen munzariyn eğer dedikleri gibi olsaydı o zaman da onlar için asla erteleme olmazdı. Onun için ayetin bu son cümleciğinden dolayı burada ki el hakk’ı, kesilen cezanın infazı biçiminde anlamak doğru olur.


9-) İnna nahnu nezzelnez Zikra ve inna lehu leHafizun;

Doğrusu biz indirdik O Zikri, Biz!.. Ve muhakkak O'nun koruyucuları biziz! (A.Hulusi)

09 - Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, her halde biz onu muhafaza da edeceğiz. (Elmalı)


İnna nahnu nezzelnez Zikra ve inna lehu leHafizun işte vahiy konusunda Kur’an ın verdiği en büyük müjde geldi.

Elbette biziz bu uyarıcı mesajı parça parça indiren biz. Onu koruyacak olan da kesinlikle biziz. Böyle birkaç te’kit birkaç ısrar ile geliyor bu ayet. Pekiştirme edatıyla, pekiştirme ifadeleriyle geliyor. Ve biz koruyacağız onu biz, diyor. çünkü onu pey der pey indiren biziz.

Zemahşerinin ifade ettiği gibi bu Kur’an ın korunup korunmayacağına ilişkin bir takım şüphe ve tereddütleri gidermekten daha öte ve onunla beraber, Kur’an ın parça parça indirilmesine müşriklerden gelen itirazı da reddeden bir ifade.

Allah’ın vahyi koruması; Hem kaynağı açısından koruması anlamına gelir ki İbn Abbas bu anlamda anlamış. Hem resulü, yani vahyi taşıyanı koruması anlamında alınır ki, büyük müfessir ve dilci Ferra bu anlama almış. Ama ayet görünen anlamıyla hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde vahyin kaynağından çıkarak son hedefine en son insana varıncaya kadar indiği gibi korunduğu konusunda bir garanti veriyor. Gerçekten yer yüzünde Kur’an vahyinin bir örneği daha korunmuşluk açısından bulunmamaktadır, yoktur. Hiçbir vahiy, Kur’an dışındaki vahiylerde dahil.

Tevrat vahyi için rabbimiz Kur’an da onun korunmasını din adamlarına emanet etmiştik mealinde bir ayet var. Dolayısıyla Tevrat’ın vahyi din adamlarına emanet edildiği için onlar ihanet ettiler. Ve son vahiy olan Kur’an ı rabbimiz doğrudan kendi korumasına aldı. Onu Müslüman din adamlarına bile emanet etmedi. Onun korunmasını doğrudan üstlendi. Onun içindir ki bu korumayı daha ilk inen ayetlerde nasıl yapılacağına ilişkin bir takım esasları da resulüne ima ederek, işaret ederek vaz etti.

..'alleme BilKalem., Allemel'İnsane ma lem ya'lem (‘Alak/4-5)  İnsana bilmediğini öğretti, kalemle öğretti.

Resulallah’ın vahyi vahyi yazdırma konusundaki aşırı titizliğinin sebebi bu idi. Daha vahiy ilk inmeye başladığında, ilk ayetlerinde kayda geçirilmeyi işaret ediyordu. Okuma yazma bilmeyen bir peygambere kendisine inen vahyi hemen hiç durmadan kayda geçirmesi işaret buyruluyordu. Resulallah bu işareti hemen anlamış ve algılamış, onun içinde sürekli vahiy katipleri istihdam etmişti. Bu nedenledir ki vahiy indiği andan itibaren ele geçirilen tüm malzemeler kullanılarak, hurma kabukları, kürek kemikleri, yassı taşlar, papirüsler ve buna benzer yazıya elverişli kil, çömlek gibi pişirilmiş malzemelerde dahil tüm alet ve edevat kullanılarak kayda geçirilmişti.

İşte bu kayda geçirilmiş olan tüm malzeme Resulallah’ın vefatından hemen sonraki iki yıl içinde, Zeyd Bin Sabit tarafından vahyin bir araya toplanıp cem edilmesi sırasında bu malzeme istendi. Yoksa hafızalarda zaten var idi. Fakat hafızalarda olana güvenilmeyip bu malzeme istendi. Şahitler bu malzemeydi. Bizatihi vahyin indiğinde yazılan, sahabe tarafından da yazılan, okuma yazma bilenlerin yazdığı bu malzeme idi. Unutmayalım, Hz. Ömer’in Müslüman olmasına vesile olan Taha suresinin mezkur ayetleri kardeşi Fatıma Binti Hattab tarafından kocası ile birlikte okunurken Hz. Ömer tam üstüne gelmişti. Yani o, elinde bir malzemeden okuyordu Kur’an ı. O hemen yatağın arasına o malzemeyi saklamıştı. İşte böyle yazılıyordu Kur’an. Ve bugüne kadar Kur’an ilk indiği anlamını muhafaza ederek geldi.

Kur’an ın harekeleri, bir takım benzer sesleri ve oradan yola çıkarak bir takım eş anlamlı çok ender kelimeleri sadece farklılaşmıştır. Bu farklarda vücûu adı altında, kıraat adı altında tüm İslam alimleri tarafından tespit edilmiş ve bize kadar intikal etmiştir. İşte bir örneği de burada; Rubema, - Rubbema. Aynıdır kelime, bu kelime iki farklı okunabiliyor. Farklardan biri bu.

Bir başkası, hareke farkları. Gramere uygun olarak anlamı değiştirmeyen, aynı anlamı yansıtan hareke farklılıkları.

Bir başka farklılık yine; İhdinasSıratal'müstakıym; (Fatiha/6) da erşeynes sıratal’müstakıym olduğu gibi. (?) Yani ihdina ile ırşahd, hidayet ile. İrşad, aynı anlama gelen iki farklı kelime. Yani Kur’an konusunda 1420 yıldan beri bize gelen tüm farklılıklar Kur’an ın iç anlamını hiç biri de değiştirmeyen bu farklılıklar, bu küçük kıraat farklılıklarıdır. Bu da kıraat ekollerine neden olmuştur. Hatta bütün bu farklılıkları içeren Kitabül mesahifler yazılmıştır. Yani edisyon kritik yapan, Kur’an ın farklı nüshaları arasındaki farklılıkları gösteren kitaplar yazılmıştır İslam tarihinde. Yani biz bundan hiç gocunmadık, çünkü yaramız yoktu. Kitabımız olduğu gibi bugüne kadar geldi. Bunun örneğini görmek, hatta elle dokunmak isteyenler, Kur’an ın ilk çoğaltılan nüshalarından yer yüzünde bulunan Topkapı da ki nüshaya gidip görebilirler. Ceylan derisi üzerine yazılmış. Semer kant’taki nüshaya gidip görebilirler. Londra British Museum’da muhafaza edilen nüshayı görebilirler. Yani 1400 yıl evvel istinsah edilmiş o nüshalardan yer yüzünde halen muhafaza edilen orijinal nüshalar var. Hz. Osman’ın çoğalttırdığı nüshalar.



[Ek bilgi; YAŞANMIŞ BİR HİKAYE
        Mütevekkil (v244-856) Divanında bir Yahudi ile konuşunca onun kültürlü biri olduğunu fark etmiş olacaktır ki kendisini İslam’a davet etmiştir. Yahudi daveti kabul etmeyerek atalarının dininde kalmaya karar vermiştir. Buna rağmen Mütevekkil defalarca onu İslam’a davet etmişse de yine kar etmemiş, sonun da bu gaye için kendisine bir çok hediye de vermiş. Ancak herhangi bir tesir etmemiş ve daha da azmasına sebebiyet vermiştir.
Bir müddet sonra Yahudi kendiliğinden Mütevekkil divanına gelmiş İslam’ı kabul ettiğini haber vermiştir. Durumu merak eden Mütevekkil Yahudi’ye “Müslüman oldun mu” diye sormuş, “Evet” deyince nedenini kendisinden talep etmiş. Yahudi; İslam’ı niçin tercih ettiğini şöyle izah etmeye çalışmış.
Taklit yularımı boynumdan atarak Hakkı buldum ve içtihat seviyesine ulaştım. Dinleri inceledim. Hakk ve hakikati aramaya yöneldim. İlkin Tevrat’ı aldım inceledim ve ayetlerin üzerinde düşünmeye başladım. Kendimden de bazı şeyler ilave ettikten sonra satmak üzere çarşıya götürdüm. İlaveleriyle Yahudilere sattım. Yahudiler ilavelerimi fark etmeden okumaya başladılar.
Daha sonra aynı şekilde bir İncil aldım okudum ve inceledim. Bir şeyler ilave ettikten sonra Hıristiyanlara sattım. Herhangi bir itiraz ile karşılaşmadım.
Sonunda Kur’an ı aldım inceledim. “Kur’an ı kesinlikle biz indirdik, elbette onu biz koruyacağız” (Hicr/9) ayetiyle karşılaştım. Kur’an da bir şeyler çıkarıp ilavelerde bulundum, çarşıya satmaya götürdüm. Müslümanlar hemen yaptığımın farkına vardılar ve tekrar her ayeti yerine koydular Kur’an ın Hakk olduğunu bu şekilde fark ettim ve Müslüman oldum. O hikmet ve hüküm sahibi bir zatın indirdiği kitaptır. (İbn. Kayyım el Cevzi/Ulumu’l Kur’an. Kurtubi; El Camiu li Ahkamil Kur’an) (Yrd. Doç. Dr. Abdülcelil Candan/Kur’an tefsirinde sapma ve nedenleri S-49)]
 

10-) Ve lekad erselna min kablike fiy şiye'ıl evveliyn;

Andolsun, senden önceki, aynı inancı paylaşan ilk toplumlar içinde de (Rasûller) irsâl ettik. (A.Hulusi)

10 - Celâlim hakkı için senden önce evvelkilerin şîaları içinde de Resuller gönderdik. (Elmalı)


Ve lekad erselna min kablike fiy şiye'ıl evveliyn doğrusu ey peygamber senden önce de geçip gitmiş topluluklara elçiler göndermiştik. Buradaki Şiye’, şia kökünden gelen bir çoğul kelime. Aynı akideye bağlı fakat gruplaşmış topluluklar manasına kullanılıyor. Nedir verilen mesaj, o kadar dakik ki, aynı akideye bağlı, farklılaşmış. Fakat daha sonradan kendisini farklılaştıran, o akideyi sulandıran, daraltan ya da genişleten topluluklar.

Bunun anlamı açık, tüm insanlık bir tek akideye bağlıydı. Bunun anlamı açık. Onun için şiya’ diyor çoğul olarak. Herkes Müslüman dı. Aslında tüm sapmalar İslam’dan sapmadır. O nedenle bu günkü Hıristiyanlığı bendeniz; Ğulat-ı İslam olarak görürüm. Bugünkü Yahudiliği Ğulat-ı İslam. Hatta Budizm’i Ğulat-ı İslam olarak görürüm. Bütün bu sapmış inançların özüne doğru yol alın orada vahyin izdüşümünü görürsünüz. Fakat daha sonradan gelenler bu inançları sulandırdılar, onları çığırından çıkarttılar ve şirkle buladılar.


11-) Ve ma ye'tiyhim min Rasûlin illâ kânu Bihi yestehziun;

Onlara bir Rasûl gelir gelmez, mutlaka onunla alay ederlerdi. (A.Hulusi)

11 - Ve onlara hiç bir Resul gelmiyordu ki onunla istihza eder olmasınlar. (Elmalı)


Ve ma ye'tiyhim min Rasûlin illâ kânu Bihi yestehziun kendilerine gelen hiçbir elçi yoktu ki onları alaya almamış olsunlar o sapmış gruplar. İslam’dan sağmış, daha önce insanlık tarihinde, daha önce gelip gitmiş gruplar, kendilerine gelen peygamberleri alaya aldılar.


12-) Kezâlike neslükühu fiy kulubilmücrimiyn;

İşte Onu suçluların kalplerinde böylece ilerletiriz.(A.Hulusi)

12 - Biz ona mücrimlerin kalplerinde böyle bir sülûk veririz. (Elmalı)


Kezâlike neslükühu fiy kulubilmücrimiyn (biz günahkarların yüreklerine, vahyi ciddiye almama düşüncesini. Bunu bir acılım olarak söylüyorum) Biz günahkarların yüreklerine işte böyle sokarız. Yalın manası bu ayetin. Neyi sokarız? Vahyi ciddiye almama düşüncesini.

Yukarıda alay ettiler diyordu ya önceki ayet. Yani onlar alay ederler, Allah’ta onların vahiyden istifade edecek yerlerini kapatır. Aynen öyle. Dolayısıyla neden bu vahyi anlamıyorlar, falanı, falanı, falanı yüreğinden titreten bu vahiy neden falancayı, falancaya hiç etki etmedi sorusunun cevabıdır. Onlar kendilerini vahye kapattılar, Allah’ta onları vahye kapattı. Allah’ta vahyi onlara kapattı. Ama önce onlar yaptılar.

ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn. (Bakara/26)

Allah fasıklardan başkasını dalalete ulaştırmaz, saptırmaz. Yani sapandan başkasını saptırmaz. Saptılar, sapıttı. Kapattılar, kapattı. Sırt döndüler, sırt döndü o kadar. Psikolojik yasası Allah’ın bu. Kişi alaya aldığı mesajın hakikatini anlamakta acze düşer. Bir şeyi alaya alıyor musunuz, hafife alıyor musunuz; zaten alaya alırsınız. Çünkü hafife almadığınız bir şeyi alaya almazsınız. Küçümsemediğiniz bir şeyi alaya almazsınız. Alaya aldınızsa hemen arkasından ne gelir bakınız. Ne geleceğini Kur’an dan öğrenelim.


13-) Lâ yu'minune Bihi ve kad halet sünnetül evveliyn;

Ona (hatırlatıcı BİLGİye) iman etmezler... Evvelce iman etmeyenlerin yaşadıkları sonuçlardan da ders almazlar. (A.Hulusi)

13 - Ona iman etmezler, halbuki önlerinde evvelkilerin sünneti geçmiştir. (Elmalı)


Lâ yu'minune Bihi ve kad halet sünnetül evveliyn öncekilerin nasıl bir model ortaya koydukları sergilendiği halde yine de bu vahye inanmazlar. Evet, imansızlık gelir. Eğer vahye ciddiyetle yaklaşmazsanız, onu gereği gibi algılamazsanız u sefer imansızlık gelir ve bu noktada da kalmaz, dahası var. İnsanın kendisi hakkındaki değer yargıları bile saçma sapan olmaya başlar.

Velev fetahnâ ‘aleyhim bâben mine-ssemâ..(14) Eğer onların üzerine, Lâ yu'minune Bihi ve kad halet sünnetül evveliyn öncekilerin nasıl bir model ortaya koydukları sergilendiği halde yine de bu vahye inanmazlar demiştik. Hemen arkasından ayet;


14-) Ve lev fetahna aleyhim baben mines Semai fezallu fiyhi ya'rucun;

Üzerlerine semâdan bir kapı açsak da, onun içinden yükselselerdi... (A.Hulusi)

14 - Üzerlerine Semadan bir kapı açsak da orada urûc ediyor olsalar, (Elmalı)


Ve lev fetahna aleyhim baben mines Sema eğer onların üzerine gökten bir kapı açmış olsaydık, fezallu fiyhi ya'rucun; ve onlar da oraya yükselebilselerdi:


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
83. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/02/10/islamoglu-tef-ders-hicr-014-4483/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder