27 Şubat 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. NAHL (01-04)(85-A)





El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü Resulüna alâ Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)


Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi. Çöz düğümü dilimden ki, anlayalar beni. Amin.

Değerli Kur’an dostları bugün muhteşem Kur’an ülkesinin yepyeni bir sitesine daha girmenin heyecanını yaşıyoruz. Heyecanını yaşıyoruz çünkü Kur’an ülkesinin muhteşem sitelerinin her biri bizim içimizdeki dünyayı inşa ediyor. Aslında Kur’an bizde bir dünya inşa ediyor. Onun için içimizdeki dünyayı ilahi merhametin bir ifadesi olan vahiyle inşa etmek için çıktığımız bu yolda uğradığımız bu yeni durak bizim için bir göz aydınlığı olacaktır. İşte onun için heyecan duyuyoruz.

Bu sitenin adı Nahl. Arı anlamına geliyor. Nahl suresi resmi sıralamada 16. sure olsa da, iniş sıralamasında Kehf ve Nûr sureleri arasında yer alır. Mekki bir suredir yani. Hatta tüm otoritelerin, ki bunlar içerisinde; Suyuti, El itkam sahibi Suyuti. El Bürhan sahibi Zerkeşi de var. Tüm otoritelere göre Mekke döneminin sonlarına doğru, bazıları ay da vermişler, hicrete 2 ay kala nazil olduğunu söylerler.

Bu şu anlama geliyor, ya da bir surenin, ya da bir ayetler grubunun ne zaman nazil olduğu bizim için şu açıdan önemli; O ayetlerin bağlamı, o ayetlerin ilk muhataplarının iç durumu, yaşadıkları hal, içinde bulundukları ortam daha iyi anlaşılırsa o ayetler de yi anlaşılır. Çünkü her zaman söylüyorum; Kur’an ayakları yerde, başı gökte ilahi bir hitaptır. Ayaklarına bakmadan başının nerede durduğu çok iyi anlaşılamaz. O nedenle ayakları bir mekanda durur, bir zamanda durur, fakat başı zamanlar ve mekanlar üstüdür. O nedenle iniş zamanı, nüzul sırası bunun için önemlidir.

Sure Nahl adını 68. ayetten alır. Ki arı surenin 68. ayetinde ürettiği bal ile dile getirilir ve ayet şu mesajı bize verir, vermeyi hedefler; Eğer bilinçsiz bir varlık olan arı bile yaratılış amacını gerçekleştirmek için, kendisine verilen imkanı bala dönüştürüyorlarsa ey insanoğlu ya sen? Bilinçli bir varlık olarak, hatta arının balını yiyen bir varlık olarak, arının kendisi için çalıştığı bir varlık olarak ya sen Allah’tan aldığın imkanları, irade gibi, akıl gibi, yeryüzü gibi, hayat gibi imkanları bir güzelliğe dönüştürüyor musun. Var oluş amacını gerçekleştiriyor musun. Arıdan ibret al mesajıdır.

Konusu surenin özellikle tüm Kur’an ı bir tek ayet kabul edersek, ki bu doğru bir kabuldür. Kur’an iç bütünlüğü açısından bir ayet gibidir. Bu adeta sureler de bu bir ayetin kelimeleri hükmündedir. O nedenle surelerin kendi içerisinde elbette bir konu bütünlüğü olduğu gibi, surelerin kendi arasında da bir konu insicamı, bir konu alış verişi vardır. İlk bakışta Kur’an okuyan insana bir biri ile alakasız ve kesik pasajlarmış gibi gözükür. Oysa ki makro bir bakış bütün Kur’an ın paralel ve çapraz bir biçimde birbirine bir atıf olduğunu, birbirine dipnot olduğunu ve tüm Kur’an ın ise eşyaya, varlığa bir dip not olduğunu yine Allah’a bir işaret ve atıf olduğunu anlarız.

İşte bu surede de Kur’an ın tümünün niteliği, yani konu özelliği bu surede de ortaya çıkıyor ve Nahl suresi muhatabında doğru bir Allah inancı tasavvuru yerleştirmeye çalışıyor. Yani insanda ki Allah tasavvurunun yanlış boyutlarını imha ederek, yerine yepyeni ve doğru bir tasavvur inşa ediyor. Bunun içinde Kur’an öncelikle bir hayat tasavvuru inşa ediyor. Eşyayı yerine oturtuyor. Gökten ve yerden bahsediyor. Bu ikisi arasındakilerden bahsediyor. Bunların amaçlarından bahsediyor ve hatta öyle bir noktaya geliyor ki insan için amaç koymak Allah’a aittir.

Ve alAllâhi, Allah’a düşer kasdus sebiyl (Nahl/9) yolun hedefini belirlemek, insan için istikamet açısı koymak, yarattığı insan için makro hedefler koymak Allah’a düşer diyor ve sözü oradan da alıyor, insanoğluna Allah’ın merhametinin ifadesi olan vahye getiriyor. Vahyin amacına dikkat çekiyor. Ve en sonunda Kur’an bir takım ahlaki ilkeler vaz ediyor ve bu sure Allah’a olan imanımızın İnşası ile tamamlanıyor.

Onun için surenin özetle konusu insan tasavvurunda doğru bir Allah, kainat ve insan inşası, yani bunu şöyle de formüle edebiliriz, Allah, insan ve kainat arasındaki ilişkiyi doğru bir biçimde inşa ediyor Nahl suresi.

Bu özetten sonra surenin o muhteşem portalinin kapısını açarak girebiliriz.




1-) Eta emrullahi fela testa'ciluh* subhaneHU ve teâla amma yüşrikûn;

Allâh hükmü gelmiştir; (görmeniz için) aceleye gerek yok! O, onların şirk koştuklarından Subhan'dır, Âli'dir. (A.Hulusi)

001 - Allahın emri geldi, sakın onu istical etmeyin, o sübhan onların şirklerinden münezzeh, yüksek çok yüksek.(Elmalı)


Eta emrullah Allah’ın emri geldi “bilin” fahvel hitab yani söz geliminden çıkardığımız bir kelime. Allah’ın hitabı geldi bilin.

Eta, mâzi bir fiil. Past, yani geçmişe yönelik bir fiil. Ama bu gibi yerlerde aslında gelecek olanın kesinliğini ifade için kullanılır. Onun için o bilin sözcüğüne ihtiyaç duydum.

fela testa'ciluh onun çabuk gelmesini istemenize gerek yok ki, acele etmenize gerek yok ki, geldi bilin. subhaneHU ve teâla amma yüşrikûn O, onların ilahlık yakıştırdığı her şeyden üstün, her türlü noksanlıktan berîdir.

Aslında ayetin ne demek istediği ortada. Ne dediğini zaten manasıyla vermeye çalışıyoruz. Ama tefsir ne demek istediği ile alakalıdır, ne dediği ile değil. Ne dediğini anlamında buluyoruz. Bir de ne demek istediği var. Arka planında yatan şey var. O açık, İnkarcıların alayına cevap veriyor ayet. Hatta bu ayeti müspet manada anlayıp hicreti bekleyenlere bir izin olduğu yönünde bir tefsir de var. Fakat ayetin sonunda ki ve teâla amma yüşrikûn ibaresinden ayetin menfi, yani dost insanlara değil, düşmanlara bir cevap olduğunu anlıyoruz. Onun içinde böyle bir şeyi doğrulayamıyoruz.


2-) Yünezzilül Melaikete Bir Ruhı min emriHi alâ men yeşau min ıbadiHi en enziru ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekun;

O, şe'ninden olan hakikat ilmini, kuvveleriyle kullarından dilediğine inzâl ederek (buyurur ki): "Şu gerçekle uyarın: Tanrı yok; sadece Ben! O hâlde benden çekinin!" (A.Hulusi)

002 - Kullarından dilediğine emrinden rûh ile Melâike indiriyor da buyuruyor ki: şu hakikati bildirin: benden başka ilâh yok, hemen bana korunun. (Elmalı)


Yünezzilül Melaikete Bir Ruhı min emriHi alâ men yeşau min ıbadiHi en enziru ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekun Ayeti bölemedim bir yerinden. Çünkü bölerek anlam tam çıkmıyordu. Tamamına mana vermeye çalışacak olursak O Kullarından dilediğine; İnsanları uyarın. Şunu iyi bilin ki benden başka ilah yok. O halde başkalarına ilahlık yakıştırmaktan artık sakının buyruğunu iletmeleri için melekleri ölü canlara, hayat veren vahiyle indirir.

Burada çok önemli bir nokta var. Bakınız; Yünezzilül Melaikete Bir Ruh melekleri Ruh ile indirir. Vahye Ruh diyor Kur’an. Bu çok anlamlı bir kullanım. Vahyi ruh olarak tanımlıyor. Ruh, yani can, yani hayat soluğu, can soluğu.

İnşirah suresi 4. ayette bu anlamda ilk defa kullanıyor Kur’an da. Ama başka yerlerde de Müminun suresinin 15. ayetinde, Şûra suresinin 52. ayetinde de vahiy tasavvuru inşa ediliyor ve burada bir vahiy tasavvuru inşa ediliyor. O inşanın anahtarı vahyin hayat oluşu. Vahiy hayattır, hayat soluğudur. Biz bunu aslında Kur’an dan başka ayetlerden de anlıyoruz.

Ya eyyühelleziyne amenüsteciybu Lillâhi ve lirRasûli izâ de'aküm lima yuhyıyküm (Enfal/24) Evet Ey iman edenler Allah ve resulü sizi hayata çağırdığında, lima yuhyıyküm sizi dirilten bir çağrı yaptığında onlara uyun. Diriliş çağrısıdır vahyin çağrısı. Vahiy dirilişe çağırır.

O halde dostlar burada vahiy nasıl inşa ediyor? Çok tipik bir inşa görüyoruz. Bizim diri dediğimize vahiy diri demiyor. Bizim diri dediğimize vahiy dik sürünüyor diyor. Yani yiyor ve içiyor olmak, ayakta dolaşıyor olmak diri olmak anlamına gelmiyor. Rabbimiz bu kavramın içini doğru dolduruyor ve bizim tasavvurumuzu da bu doğru anlamla inşa etmek istiyor ve diyor ki; Siz bazen diriye ölü diyorsunuz, çünkü bazen ölüye de diri diyorsunuz. Diri olmak gerçekten ebedi dirilişle dirilmektir. Yoksa bedensel olarak diri olmak değil. Bu manada biz rabbimizin vahyinin insanın geçici tarafıyla değil, kalıcı tarafıyla ilgilendiğini, insanın geçici tarafının değil, kalıcı tarafının zaaflarını onardığını görüyoruz. İşte sözlüğümüzü düzeltmesinin de nedeni bu. Zihnimizi inşa etmesinin de nedeni bu.


3-) Halekas Semavati vel Arda Bil Hakk* te'âla amma yüşrikûn;

Semâları ve arzı Hak olarak (El Esmâ ül Hüsnâ'sıyla) yarattı... Onların ortak koştuklarından Âli'dir! (A.Hulusi)

003 - Gökleri ve Yeri Hakk ile yarattı, o, onların şirkinden yüksek, çok yüksek. (Elmalı)


Halekas Semavati vel Arda Bil Hakk* te'âla amma yüşrikûn 3. ayet diyor ki; O gökleri ve yeri mutlak hakikate bir atıf olsun için yarattı. Amaçlı olarak yarattı. Bu çok önemli; Bil Hakk. Eşyaya tanrılık yakıştıranların tasavvur ettiklerinin çok ötesinde aşkındır O. Gökleri ve yeri Bil Hakk, hakikatle yarattı diye çeviremeyiz, anlaşılmaz. O Bil Hakk; bir amaca uygun olarak yarattı anlamını taşır bu bağlamda. Amaçlı, çünkü batıl amaçsızlık anlamına gelir. Bunun tam tersi bu bağlamda kullanılsaydı batıl, amaçsızlık anlamına gelirdi. Ki Kur’an da bu manada kullanım vardır; mâ halakte hazâ batılâ.. (A.İmran/191) Onlar göklere ve yere bakarlar ve derler ki sen bunları boşuna, yani amaçsız yaratmadın. Onun için burada Bil Hakk, batılın zıddıdır. Amaçlı yaratmak.

Neden peki; Unutmayalım asıl konu gökler ve yerler değil, asıl konu biziz. O zaman vahyin derdi biziz. Derman vermek istediği hasta da biziz.

Peki nedir hastalığımız? Hastalığımız şu; Amacımızı bilmemek. İnsanın yer yüzünde ki var oluş amacı nedir..! Vahiy bize bu soruyu sorduracak makro dan başladı. Göklere, yere ve eşyaya dikkatimizi çekti, ey insan bak, senden çok daha düşük düzeyde yaratılmış dağlar taşlar dahi bir amaca mebnidir, bir amaç uğruna yaratılmış ve işin garibi onların var oluş amacı da senin amacını gerçekleştirmektir. Yani sana yardımcı olmak amacını gerçekleştirirken, peki yardımcılarının dahi bir amacı varsa senin, yani Allah’ın şaheseri olan insanın bir amacı olmasın mı.

Evlâ leke feevlâ; (Kıyamet/34)

Sümme evlâ leke feevlâ;(Kıyamet/35)

Eyahsebul'İnsanu en yutreke süda;(Kıyamet/36)

Yazık ey insan yazık, öyle mi düşünüyorsun ey insan, öyle mi düşünüyorsun. Hayır insanoğlu başıboş bırakılacağını mı sanıyor. Bir amaç uğruna yaratıldın. İşte ayetteki Bil Hakk bize onu veriyor ve ayetin devamında;

te'âla amma yüşrikûn İnsan amacını unutursa şirke sapar. Şirke sapsa Allah’ın nesi eksilir. Biz oradan onu anlıyoruz.

Allah aşkın bir varlıktır, herkes Allah’a ait bir vasfı, bir niteliği, bir mükemmelliği Allah’tan başka bir şeye yakıştırsa, gerçekte Allah’ın nesi eksilir, hiçbir şeyi. Siz bir şeyi tanrılaştırmakla o tanrı olmuyor. Çünkü siz bir şeye bir anlam yüklemekle eşyanın özü değişmiyor ki. Sadece sizin onun hakkındaki bakış açınız yanlış olmuş oluyor. Yani siz yanlış yapmış oluyorsunuz. Yoksa eşyaya sizin yanlışınızdan ontolojik olarak, var oluşsal bir şey bulaşmıyor. O yine Allah’ın koyduğu yerde duruyor. Siz zulmetmiş oluyorsunuz. Siz onu Allah’ın koyduğu yerden farklı bir yere koyuyorsunuz. Zihninizde ya da fiili olarak. Onun için kendinize yapmış olursunuz. Aşkın olan Allah’a bir şey yapmış olmazsınız. Orada mesaj da bu.

İbrahim suresinin 19. ayetinde bu Bil Hakk; eylemin mükemmelliğini, yaratan öznenin mutlaklığını, yaratılanın amaçlılığını açıklar. 3 amacı var;

1 - Eylemin mükemmelliği.

2 - Yaratan öznenin mutlaklığını.

3 - Yaratılanın amaçlılığını açıklar. Onun için Kur’an da bir çok yerde Bil Hakk ile geldiği zaman Allah’ın yaratışı bu 3 şeye delalet eder ve insana amacın var senin, amacını bul, ara çağrısıdır.


4-) Halekal İnsane min nutfetin feizâ huve hasıymun mubiyn;

İnsanı bir spermden yarattı... Bir de bakarsın ki o apaçık bir kafa tutan olmuş! (A.Hulusi)

004 - İnsanı bir nutfeden yarattı, bir de bakarsın o, natûk bir muhasım kesilmiştir. (Elmalı)


Halekal İnsane min nutfetin feizâ huve hasıymun mubiyn O insanı bir damlacık hayat suyundan yarattı. Derken zamanla öyle bir noktaya gelir ki insan, bilinçli bir biçimde kendini savunan bir özne olup hasıymun mubiyn kendini savunan bir özne olup çıkar diyor Kur’an. Yani bu da açık; Yaratan, yaratılışın yasasını koyandır aynı zamanda. Hasıym, hem insanın isyan eden özne oluşuna, hem de bu isyanı rabbine karşı dahi kullanabilecek Allah’tan bir imkan aldığına delalet eder. Öncelikle hasıym, işte hasım diye Türkçeye geçmiş; Menfi, olumsuz değil, nötr, yani isyan edebilen bir varlık.

İnsanı böyle tanımlıyordu batılı düşünürlerden biri. İnsan isyan eden varlıktır diyordu ya. İnsanın temel niteliklerinden biridir isyan etme. Neden; İradeye bir atıftır bu aslında. Yani Allah’ın verdiği iradeyi insan, öyle bir irade özgürlüğü ile donanmıştır ki, kendisine irade verene karşı dahi kullanabilmektedir. Bu dile getiriliyor. Çünkü burada menfi değil, olumsuz değil demiştim çünkü yukarıdan beri ve devamında da Allah’ın yaratışından söz ediyor bu pasaj. Allah’ın ne muhteşem bir yaratışa sahip olduğundan söz ettiği için, insanın kendini savunan yönü yani olumsuz gibi görülmüyor. İnsana verilen muhteşem imkan oluşuna dikkat çekiliyor.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
85. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/02/24/islamoglu-tef-ders-nahl-01-3485/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder