22 Ekim 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. VAKIA (11 - 23)(170-B)



A sayfasından devam

11-) Ülâikel mukarrebun;

İşte onlar mukarrebûn'dur (Kurbiyet mertebesini yaşayanlar). (A. Hulusi)

11- Onlar mukarrebundur. (Elmalı)


Ülâikel mukarrebun işte onlardır Allah’a yakınlık sağlayanlar. Mukarrabun, Sıratalleziyne en'amte aleyhim (Fatiha/7) Hani fatiha da okuyoruz ya. Kimin yoluna ilet bizi? Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Kim bunlar diye sual ettiğimizde Nisa/69. ayetinde bunların sıfatlarını buluyoruz. Nebiler, peygamberler, sıddıyklar, yani dürüstler, doğrular, Allah’a sözlerinde sadık olanlar, şehiydler, imanına hayatını şahit kılanlar, dahası imanına canını şahit kılanlar. İmanına parasını şahit kılanlar, imanına ilmini şahit kılanlar. İmanına sahip olduğu değerleri şahit kılanlar. Ne varsa. şehit olmak için bu manada sadece ölmek gerekmiyor. Aslında şehit olmanın kaçınılmaz şartı Allah yolunda yaşamaktır. Allah yolunda yaşayanlar, yaşadıkları yolda da ölürler. Onun için imana sahici bir şahit getirenler. Allah’ın kabul edebileceği bir şahit gösterenler. Ya rabbi ben Mü’minim demek iddiadır. İddianızı ispat ediyorsanız şehiydsiniz. Şahit gösteriyorsanız. İşte şehiydler onlar, şüheda onlar.

Ve 4. salihiyn; İyi olmuş, iyiliği hayat tarzı haline getirmiş, iyiliği bir isim olarak almamış sadece, iyiliği hayatına yedirmiş. İyiler kampında olmuş ve iyi olmayı hesaplı bir ahlakla değil, hapsi bir ahlakla yaşamış olanlar. Yani baştan ayağa serapa iyilik kesilmiş olanlar. Kötü düşünmeyenler, kötülük yapmak elinden gelmeyenler. Zihni, akli, kalbi, fiili, fikri, hissi, lafzi her türlü iyiliğe öncülük edenler ve iyiliğin kaynağı haline gelenler. İşte onlar salihıyn. Ülâikel mukarrebun onlar Allah’a yakın olanlar.


12-) Fiy cennatin na'ıym;

Nimet cennetlerindedirler. (A. Hulusi)

12 - Onlar naıym Cennetlerindedirler. (Elmalı)


Fiy cennatin na'ıym işte bu sayılan, bunlar, özellikle Allah’a yakın olanlar, mukarrabun olanlar. Yani bir yerde Kurban da aynı kökten ya, Kurban; Fu’lan vezninden, taşıdığı anlamın tüm olumlu boyutlarıyla dolu olanlar manasına gelir. Allah’a her tür yakınlık, yani her türlü yakınlık dedimse elbette bu yakınlık asla cismani, beşeri, fiziki bir yakınlık değil. Ama akli yakınlık, kalbi yakınlık. Yani bu manada Allah’ın denetimi altında olmak demektir yakınlık. Çünkü birinin size şah damarınızdan yakın olduğuna iman ederseniz, O’ndan bir şey kaçıramayacağınıza da iman etmiş olursunuz. Ve işte o zaman siz sizi unutursunuz da Allah sizi unutmaz. O zaman siz sizden saklarsınız da Allah’tan saklayamazsınız. İşte böylesine bir yakınlık.  

Bunlar için ne var? Fiy cennatin na'ıym sonsuz nimetlerle dolu has bahçelerde yerleşecek olanlar bunlardır.

[Ek bilgi; Bir Hikaye.
Velîlerden İbrahim b. Edhem, bir gün hamama gitmek istedi. Hamamcı ona "Paran varsa girersin. Paran yoksa giremezsin," dedi. İbrahim b. Edhem (k.s) bunu işitince ağlamaya başladı. Hamamcı, "Ey derviş, paran yoksa girebilirsin. Niçin bunun için ağlıyorsun ki!" deyince, İbrahim1 b. Edhem dedi ki:
"- Ey karındaşım! Ben bunun İçin ağlamıyorum. Sen bir (şeytan evi) olan hamama parasız sokmuyorsun. Yarın Rahman olan Allah, (rahmet evi) olan cennete amelsiz sokar mı, alır mı? Sen iyi, güzel İşleri, amelleri çoğaltmaya bak. Yarın ancak onunla cennete girebilirsin, ey azizim" dedi. (Ebu l-Leys Semerkandi, Tefsiru l Kur an)]


13-) Sülletün minel'evveliyn;

Çoğunluğu önceki (devir)lerdendir. (A. Hulusi)

13 - Bir çok evvelînden. (Elmalı)


Sülletün minel'evveliyn. (Sonraki ayetle birleşti)


14-) Ve kaliylün minel'ahıriyn;

Azınlığı sonrakilerdendir. (A. Hulusi)

14 - Biraz da âhirînden. (Elmalı)


Sülletün minel'evveliyne (13) Ve kaliylün minel'ahıriyn bir çoğu öncekilerden, birazı da sonrakilerden olacak. Ne demek bu? İlerde gelecek Sülletün minel'evveliyne (39) Ve sülletün minel'ahıriyn (40) ama orada farklı bir vurgu var, burada ise daha farklı. Bir çoğu öncekilerden, birazı da sonrakilerden olacak. Buradan şunu anlıyoruz, bir ihbar bu, gaybtan haber, gelecekten bir haber bu aslında. Lokomotif şahsiyetler zaman ilerledikçe azalacak. Yani iyiliğin izini takip edenler hep olacak. Öncekilerden de sonrakilerden de.

Fakat izi takip edilecek iyiler, yani öncü iyiler gittikçe azalacak. Daha çoğu geçmişte kalacak. Onun için mü’min geçmişe sırtını dönerek iyi olamaz. Mü’min iyinin geçmeyeceğini bilendir. İyinin modasının olmadığını, iyiliğin moda olmadığını, dolayısıyla da geçmeyeceğini, zamanının geçmeyeceğini bilendir. İyilik dünya tarihinin insanın önüne getirip bıraktığı bir miras. Onun içinde iyilerin yolunda yürümek budur. Bu anlamda Sülletün minel'evveliyne (13) Ve kaliylün minel'ahıriyn bir ihbardır, gelecekten haber ki lokomotif iyiler gittikçe azalacak. Vagon iyiler çok olsa da her dönemde, izi izlenecek olanlar azalacak manasına gelir. Tabii buradan şunu da belki çıkarabiliriz; Ahlak seviyesi giderek düşecek. Ki modern aklın gelişme mitine aykırı bir bakış açısı bu. Kur’an doğrusal bir tarih anlayışını işte böyle reddediyor.

Nedir doğrusal tarih anlayışı; En son gelen en ileridir, en iyidir. Dolayısıyla kim ne kadar geç gelmişse o kadar iyidir. Bu modern batının sapık aklıdır ve bu yanlıştır. Nietzsche’nin dediği gibi; İnsanlık sofrasına en son geleceksiniz en baş köşeye kurulacaksınız ha? Reva mı bu? Alemin uyanığı siz misiniz diyordu. İnsanlığın sofrasına en son gelin, en baş köşeye kurulun. Bırakın da insanlığın sofrasına önce gelmiş büyükler baş köşeyi kapsınlar. Siz haddinizi bilin ve yerinize oturun. Yani sonradan gelen boş kalan yere oturur. Dolayısıyla İslam’ın zaman anlayışını da veren bir ibare bu.

Bu öncekiler ve sonrakiler ta’bîri üzerinde üç görüş vardır: Taberî’hin tercih ettiği görüşe göre öncekiler, daha önce geçen ümmetlerdir. Sabıkların bir cemâati onlardan, birazı da sonrakilerden, yani son gelen Muhammed ümmetindendir. Dünyâ yaratılalıdan beri gelip geçen bütün insanlarla kar­şılaştırılınca Muhammed ümmeti için “biraz” denmesi uygun olabilir.
An­cak bu görüşü benimsemeyen ve: “Siz, insanlar için çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz”[a. İmran/110] âyetinin açık ifadesiyle yeryüzüne çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısı olduğu belirtilen bu ümmetin Allah’a yakın olanlarının azınlıkta kalmasını uygun görmeyen İbn Kesîr ve İbn Cüzey’e göre öncekiler de. sonrakiler de bu ümmettendir. Öncekiler ilk Müslümanlardır, onların Allah’a yakın olanları çoktur. Bu vasıftaki temiz Müslümanlar git gide azalırlar, sonra gelenler içinde bunlar daha az olur[İbn Kesîr, Tefsîr: 4/285]. Bazılarına göre de es-Sâbikûn, önce geçmiş peygamberlerdir. Çünkü önceki zamanlarda daha çok peygamber gelmiştir[et-Teshîl: 4/88].
Söz, Hz. Peygamber’in daveti ile ilgili insanlar üzerinde olduğu için ikinci görüş tercîhe şayandır. Peygamber sahabelerini, muhacirler, ensâr ve onların ardından gelenler şeklinde üç sınıfa ayıran Haşr: 95/10., Tevbe: 113/100. âyetleri de ilk sabıkların, Muhammed ümmetinden ilk inanan muhacirler ve ensâr olduğunu ifade eder.
“Neden siz Allah yolunda harca-mayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah’ındır. Elbette içinizden (Mekke ‘nin) feth(in)den önce (Hak yolunda) harcayan ve savaşan(lar. ötekilerle) bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infâk eden ve savaşan­lardan daha büyüktür.
Bununla beraber Allah hepsine de (gerek fetihten önce, gerek fetihten sonra infâk eden ve savaşan Müslümanlara) en güzel sonucu vazetmiştir. Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır.”[Hadiyd/10] âyetinde de bu ilk mü’minler grubunun faziletine işaret edilmiştir. Onlar her türlü takdire lâyıktırlar. İslâm onlar sayesinde kök salıp bize kadar gelmiştir. (Prof. Dr.Süleyman Ateş- Kur’an Ansiklopedisi]


15-) Alâ sürurin mevdûnetin;

Mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. (Buradan başlayan cennet tanımlayıcı âyetleri okurken; Ra'd: 35 ve Muhammed: 15. âyetlerde vurgulanan "Meselül cennetilletiy = cennettekilerin MİSALİ - TEMSİLİ" şöyle şöyledir, diye başlayan uyarı göz ardı edilmemelidir. Anlatılanlar temsil yolludur. A.H.) (A. Hulusi)

15 - Murassa' tahtlar üstünde. (Elmalı)


Alâ sürurin mevdûnetin Altın mücevher işlemeli, huzur tahtlarına kurulacaklar. Aslında mevdûneh, Kur’an da sadece burada kullanılan nadir terimlerden, kelimelerden biri. Nedir? İşlemeli, sırmalı, kaplamalı, oymalı, nakışlı bütün bu manaları kapsayabilir. Dokumaya işlemeye, Arapçada ki eş anlamlısı mesc, bu kelime ifade eder. Fakat burada aslında cennette ki mükemmelliği ifade ediyor. Hatta hatta bir iması var, söylesem sanırım yanlış anlaşılmaz; el emeği göz nuru tahtlara kurulacaklar. Burada şöyle bir ima var cennette karşılaştıkları o nimetler aslında dünyada ki çabalarının bir ödülü olacak. Yani haybeden gelmeyecek. Bu bir ödül ama hiçbir ödül sebepsiz verilmez. Dünya da ki emeklerinin karşılığı, ama ödül olarak. Onlarla kıyaslanamaz derecede Allah’ın Allah’ça verdiği bir ödül olarak önlerinde olacak.


16-) Müttekiiyne aleyha mütekabiliyn;

Karşılıklı kurulmuşlardır. (A. Hulusi)

16 - Karşı karşıya kurulmuşlar. (Elmalı)


Müttekiiyne aleyha mütekabiliyn onlara yaslanıp karşılıklı sevinç paylaşacaklar. Yani sefa sürecekler, sefam olsun diyecekler, mutluluğun dibini bulacaklar. Mutluluğun kaynağını bulacaklar, mutluluğun üretildiği merkezde olacaklar. Bunun anlamı bu.

Aslında cennetten söz edilen her yerde ideal güzellikten söz ediliyor demektir. Cennet ideal güzelliğin öbür adı. Cennet kalıcı güzelliğin üretildiği merkez. Zorunlu olarak mecaz kullanılacaktır. Çünkü gayba ait bu ideal güzellikler, bu geçici dünyamızın lisanına nasıl çevrilebilir ki. Ancak gördüğümüz şeylerden yola çıkarak görmediğimiz bu mutlak güzellikleri algılayabiliriz. Onun içinde Kur’an zaten bu hakikati Secde/17 ayetinde dile getiriyor;

Fela ta'lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a'yün. (Secde/17) cennette cennetlikleri hangi göz kamaştırıcı güzelliklerin beklediğini asla bilemezsiniz, hayal bile edemezsiniz, tahayyül ve tasavvur dahi edemezsiniz.

Muhtemelen bu ayetin tefsiri sadedinde Allah Resulü öyle buyurur Hatta öyle okur Allah’ı ve Allah’ın ayetlerini ‘adet tü li’ ibadi’s salihîyn salih kullarım için cennette öyle nimetler hazırladım ki mâ lâ ‘aynün ra’ed hiçbir göz görmedi onları, onun gibisini Velâ üzünün semi’at hiçbir kulak duymadı onun gibisini Ve lâ hatara ‘alâ kalb-i beşerin hiçbir insanın aklına gelmedi böylesi. Yani tasavvur dahi edilemez. Onun için böyle bir şeyden kim haber verebilir. ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr (Fatır/14) elbette her şeyden haberdar olan Allah’tan başkası bize cennetten, ahiretten haber veremez. Tıpkı okuduğum Fatır/14 ayetinde olduğu gibi.


17-) Yetufü aleyhim vildanün muhalledûn;

Çevrelerinde ebedî gençlikleriyle hizmetliler... (A. Hulusi)

17 - Pırlanır etraflarında muhalled evlatlar. (Elmalı)


Yetufü aleyhim vildanün muhalledûn onları bekleyecek ölümsüz gençlikler. Ölümsüz gençlik bekleyecek onlar. Nasıl ölümsüz gençlik ne anlayacağız? Bunu şöyle de çevirebiliriz, ölümsüz gençler etraflarında fır dönecekler, tavaf edecekler, hizmetlerinde olacaklar. Ama Ta’afı aleyh, hem etrafını döndü, hem de başına bir hal geldi, başına bir iş geldi anlamına. Hem müspet, hem menfi. Kalem/19. ayetinde de bu anlamda kullanılır.

Onun için onların içinde bulunduğu ölümsüz gençliğe bir atıf olarak okunmalıdır bu ayet. Ki Allah Resulü de öyle demiyor muydu? Cennette insanların hep aynı yaşta olacaklarını, hiç ihtiyarlamayacaklarını, hatta bir haberde, haberin sıhhati hakkında bir takım şeyler söylenmiş olsa da erkeklerin 33 yaşında, hanımlarında 18 yaşında olacağına dair. Aslında bunlar hep tabii ki mecazi ifadeler. Yani sürekli gençlik. Unutmayalım cennet ideal güzelliğin merkezi. İnsanın da ideal güzelliği orada ortaya çıkacak.

Onun için orada insanın üzerine ihtiyarlık arız olmayacak. Cennetin ideal güzelliğin, mutlak güzelliğin üretildiği yer olduğunun aslında birer göstergesi bu ayetler. Belki namazlardan sonra çektiğimiz tespihatta ki 33 rakamı da aslında bir tür cennet talebi. Bir tür cennette ki yaşlarımızı çekiyoruz aslında. Yani kim bilir böyle yorumlamakta bir sakınca yok.

[Ek bilgi; “Ali b. Ebi Talîb (r.a) ile Hasen el-Basri şöyle demişlerdir: Burada sözü ge­çen "evlatlarda müslümanlann küçük yaşta olup herhangi bir sevab ya da günahları olmayan çocukları kastedilmektedir.
Selman el-Fârisî de: Müşriklerin (küçük yaşta öien) çocukları, cennetlik­lerin hizmetkârları olacaktır, demiştir.
El-Hasen dedi ki: Bunların mükâfatlarını görecekleri hasenatları, cezalan­dırmalarını gerektiren de günahları olmadığından böyle bir konuma yerleş­tirileceklerdir.
Buyruğun maksadı şudur: Cennetlikler en mükemmel bir sevinç ve nimet içerisinde olacaklardır. Nimet ise insanın etrafında çokça hizmetçilerin ve bu türden küçük çocukların bulunması ile tamam olur. (Kurtubi/El Camiu li Ahkâmil-Kur’an)]


18-) Biekvabin ve ebâriyka ve ke'sin min ma'ıyn;

Kaynağında dolmuş ibrikler, sürahiler ve kâselerle.. (A. Hulusi).

18 - Küpler ve ibriklerle me'ıynden bir piyâle. (Elmalı)


Biekvabin ve ebâriyka ve ke'sin min ma'ıyn tarifsiz güzellikte bir kaynaktan doldurulmuş, tarifsiz güzellikte ibrikler ve kusursuz su. İşte bu aslında yine dünyada ki nimetlerin idealinin orada bulunduğunu ifade eden bir ayet. Tarifsiz güzellikte diye çevirdim, çünkü hep nekira gelmiş. Biekvabin ve ebâriiyka be ke’sin min ma’ıyn. Hep belirsiz form kullanılmış. Neden bu belirsizlik? Tarif edilemez de ondan. Öyle tarifsiz güzellikte kaynaktan doldurulmuş sürahiler, bardaklar, ibrikler, sular ki bunlar, bu dünyada tarifi mümkün değil. Tarifsiz güzellikte kaplar, tarifsiz güzellikte su, tarifsiz güzellikte içen, tarifsiz güzellikte dağıtan. Hepsi tarifsiz, inanılmaz güzellikte.


19-) Lâ yusadda'ûne anha ve lâ yünzifun;

Ne başları ağrır ondan ne de şuurları bulanır! (A. Hulusi)

19 - Ne başları ağrıtılır ondan ne de irer zevâle. (Elmalı)


Lâ yusadda'ûne anha ve lâ yünzifun ne baş döndürür ne de sarhoş eder.


20-) Ve fakihetin mimma yetehayyerun;

Tercih edecekleri meyve;(A. Hulusi)

20 - Meyve beğendiklerinden. (Elmalı)


Ve fakihetin mimma yetehayyerun ve her tür meyve ve kuru yemiş seçeneği mimma yetehayyerun u seçenek diye çevirebiliriz. Her tür meyve Fakihe hem meyveye Arap dilinde, hem de kuru yemişe tekabül ettiği için böyle çevirdim.


21-) Ve lahmi tayrin mimma yeştehun;

Canlarının çektiği kuş eti; (A. Hulusi)

21 - Kuş etti istediklerinden. (Elmalı)


Ve lahmi tayrin mimma yeştehun ve canlarının çektiğinden tarifsiz lezzette kuş etleri. Dedim ya Cennet güzelliğin üretildiği merkez. Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir aklın tasavvur edemeyeceği bir güzelliğin üretildiği merkez. Ancak bizim beşer dilimize, ancak bizim beşeri zihnimize o tarifsiz güzellik işte dünyamıza ait olan şeyler üzerinden anlatılıyor. Zorunlu olarak mecaz içermek zorunda cenneti anlatan ayetler.

[Ek bilgi; Orada boyunları deve boyunları gibi kuşlar vardır." Ömer (r.a): Şüphesiz ki bunlar şişman kuşlardır, deyince Rasûlullah (sav): "Onla­rı yemek ondan da güzeldir" diye buyurdu. (Tirmizi) dedi ki: Hasen bir hadistir. (Kurtubi/El Camiu li Ahkâmil-Kur’an)]


22-) Ve hûrun 'ıyn;

Ve Hur-i Iyn (net görüşlü {biyolojik gözün sınırlamalarıyla kayıtlı olmayan} eşler {birkaç beden}; şuur yapı olan "insan"ın özelliklerini yaşatacak, eşi olan bedenler. Tek bilincin tasarrufundaki birden çok bedenle yaşama süreci. A.H.). (A. Hulusi)

22 - Huri ıyn. (Elmalı)


Ve hûrun 'ıyn ve kusursuz bakışlı temiz eşler. Geçtiği 4 ayette Mekki dir hûr kelimesinin, ki rahman suresinin 72. ayetinde işlemiştik. Hemen arkada yer alıyor o ayet; Hûrun maksuratün fiylhıyam (Rahman/72) yani gözü gönlü eşine dönük, pırıl pırıl eşler çardaklarda kalacaklar. Gözü gönlü eşine dönük diye çeviriyorum. Çünkü hûrun maksurat bu anlama geliyor. Muhtemelen Kur’an da geçtiği ilk yerde Rahman/72 ayeti. Çünkü 4 yerde geçiyor, tümü de Mekki surelerde geçiyor.

3 kök anlama geliyor Hûr; Renk anlamına, geri dönüş anlamına, bir şeyin kendi ekseni etrafında dönmesi anlamına. Gözü gönlü eşine dönük diye çevirmemiz işte buna dayanıyor. Aslında kelime Ahver, ki bunu ifade ediyor, çoğulu havra sadece dişil veya eril değil, hem dişiyi kapsıyor, hem erkeği kapsıyor. Hûr. Onun içinde sadece dişiye yönelik kullanmak, dişiyle sınırlamak, ya da dişiye hasretmek doğru değil. Oraya tertemiz eşler olarak girecekler.

İşte bu mana Mekke’den Medine ye geldiğimizde Hûrun ‘ıyn veya Hûr kelimesinin yerini, bu ibarenin yerini ezvâcün mutahherah (A. İmran/15) kalıbı akıyor. Artık Medine de bu kalıp kullanılmıyor. Bunun yerini tertemiz eşler alıyor. Biz de bundan anlıyoruz ki aslında bu tertemiz eşlerin yerine Mekke de kullanılan dilin bir boyutu olarak gündeme geliyor. A. İmran/15. ayetinde ezvâcün mutahheratun (A. İmran/15) ifadesi geçiyor zaten

İşte bu çerçevede Rahman/72 ayetinde de izah ettiğimiz gibi burada da Hûrn ‘ıyn i; gözü gönlü eşine dönük pırıl pırıl eşler şeklinde anlayabiliriz.


23-) Keemsâlil lü'lüilmeknun;

Saklı (sedefte büyümüş) incilerin misali gibi (Esmâ hakikatinden oluşmuş ve o özelliklerin açığa çıkışı olan insan şuurundan var olmuş Allâh yaratısı bedenler).(A. Hulusi)

23 - Saklı inci timsalleri gibi. (Elmalı)


Keemsâlil lü'lüilmeknun adeta gün görmemiş inciler gibi. Yani yer altında saklanmış, ait olduğu yerde, midyenin kabuğunun içinde gün görmemiş. Bu ne demek? El değmemiş. Hani o meşhur o güzel türkünün o mısraı var ya;

Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yarim.

Diyor Yüzünde göz izi olmayan, gözünde yüz izi olmayan eşler. El değmemiş, hatta göz değmemiş, göz bile değmemiş. Yani sadece el değmemiş değil, göz bile değmemiş. O kadar noksansız, o kadar kusursuz, o kadar iffet abidesi ki, göz ilk defa değiyor. İşte böyle bir şeyi resmediyor ayet.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
170. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder