1 Ekim 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. NECM (07 - 19)(167-B)



A sayfasından devam

7-) Ve huve Bil ufukıl a'lâ;

O, Ufuk-u Âlâ (tüm dışsallığı kaplamış - âfakta) olduğu hâlde! (A. Hulusi)

07 - Ve o en yüksek ufukta idi. (Elmalı)


Ve huve Bil ufukıl a'lâ önce en uzak ufukta belirmişti. Yani ufku kaplamıştı, ufku doldurmuştu. Tabir caizse yer gök bundan müteşekkil hale gelmişti.


8-) Sümme dena fetedella;

Sonra yaklaştı, tedelli etti (âfaktan enfüse dönüştü müşahedesi). (A. Hulusi)

08 - Sonra yaklaştı da tedellî (Tevazu)  etti. (Elmalı)


Sümme dena fetedella daha sonra yaklaştı, derken iyice sokuldu.


9-) Fekâne kabe kavseyni ev edna;

İki yayın birleşimi (kab-ı kavseyn) veya Edna (daha da yakın) oldu! (A. Hulusi)

09 - «Kâbe kavseyni ev edna» oldu da. (Elmalı)


Fekâne kabe kavseyni ev edna o kadar sokuldu ki iki yay aralığı, hatta daha az bir mesafe kaldı arada. kabe kavseyni ev edna Arapların kullandığı bir deyim, gerçek bir deyim. Yakınlık ifade eder. Şöyle Türkçe de düşünüyorum bunun tam karşılığı şu deyim olsa gerek arasından su sızmamak. O kadar yakın kaldı, su sızmıyordu. kabe kavseyni ev edna iki yay aralığı kadar. Aslında kaab yayın elle tutulan kısmının kirişin ucuna ve diğer ucuna kadar olan mesafeye denir diyenler de var, Kaab; yayın kirişle arasında ki mesafeye.

Yay biliyorunuz Tahtadan, ahşaptan kiriş ise deri ve bunun gibi şeylerden olur. İkisinin arasında ki mesafeye dendiğini söyleyenler de var ama doğrusu Kaab elle tutulan yerden bağlantı yerine kadar iki tane kaab ı olur. Peki neden bu deyim olmuş? Bu deyimin aslı şu; Güç birliği yapmak isteyen iki kabile reislerinin yaylarını bir araya getirirler, ikisiyle bir tek ok atarlardı. Eğer iki yayla bir ok atılırsa bu bir tür yemin anlamına gelirdi ve etrafa da şu duyuru anlamına gelirdi; Biz artık güç birliği yaptık, bizi kimse ayıramaz. yani biz bir kişi gibiyiz, biz ikimiz bir kişiyiz ya da biz iki kabile, tek kabileyiz. Birimizin dostu diğerimizin dostudur, birimizin düşmanı diğerimizin de düşmanıdır.

Buradan aynı zamanda şunu da çıkarmış oluyoruz; Resulallah’a düşman olan meleğe de düşman olur, Cebrail’e de düşman olur. Yani Kabe kavseyni ev edna; bu ikisi dostluklarını ilan etmiş, bunlara düşman olan, aslında Muhammed e düşman olan meleğe de düşman olur.

Tabii buradan zımnen neyi anlıyoruz? 19. ayette başlayacak olan ve putlarına bunlar meleklerin suretleri diye ibadet eden bölge müşriklerine bir mesaj veriliyor. Yani siz meleklerin suretlerine; Bunlar bizim putlarımız, tanrılarımız diye tapıyorsunuz ama meleğe düşmanlık yapıyorsunuz, hem de meleklerin en büyüğüne, Cebrail’e. Onun için Muhammed S.A. a düşmanlık Cebrail’e düşmanlık anlamına gelir ve suçüstü yakalanıyorsunuz, çelişki halindesiniz. Gibi bir ima da çıkıyor.


10-) Feevha ila 'abdiHİ ma evha;

Böylece kuluna vahyettiğini vahyetti. (A. Hulusi)

10 - Verdi kuluna verdiği vahyi. (Elmalı)


Feevha ila 'abdiHİ ma evha işte Allah’ın kuluna vahyettiğini böylece iletmiş oldu, vahyetmiş oldu.

Feevha ila ‘abdiHİ O’nun kuluna iletti. Ma evha onun vahy etti. Yani bir vahy eden var, bir vahy edilen var, bir de onun vah yettiği var. 3 ara kademe. Vahy eden Allah, vahy edilen Cibril, onun vah yettiği Allah resulü. Onun için burada iki vahiy geçiyor. Feevha ‘ila abdiHİ, ‘abdiHİ onun kulu, yani Allah resulüne vahy etti, bildirdi buda bildirme manasına, ma evha Allah’ın vahy ettiği. Burada da vahiy manasına alırsak daha doğru anlamış oluruz.


11-) Ma kezebel fuadu ma rea;

FUAD (Kalbindeki nöronların beyinde açtığı gerçeklikle bütünleşti dıştan gelen bilgi) yalanlamadı (inkâr etmedi) gördüğünü! (A. Hulusi)

11 - Gözün gördüğünü kalb tekzip etmedi. (Elmalı)


Ma kezebel fuadu ma rea gördüğünü gönül yalanlamadı. Gerçekten insanın tüylerini diken diken eden bir ayet. Bir müşahede bu, bir mucize bu. Aklın havsalanın ötesinde bir mucize. Aklın derecesine ve derekesine ancak bu kadar indiriliyor. Gördüğünü gönül yalanlamadı. Şöyle de çevirebiliriz bu ayeti gözün gördüğünü gönül yalanlamadı. Böyle de çevirebiliriz. Gözüyle gördü gönlü yalanlamadı. Veya gönlüyle gördü gözü yalanlamadı. Böyle de anlayabiliriz.

17. ayete dayanarak tabii gözü işin içine katabiliriz. Çünkü 17. ayette işin içinde. O zaman gönül de burada işin içinde. Neyle gördü? Gönlüyle gördü, gözü ile görmüş gibi oldu. sanırım böyle anlarsak doğru anlarız. Gönüyle görmek gözü ile görmekten çok daha derin bir görme. Aslında gören göz değil, bakan göz. Gören gönüldür, Akleden kalptir. Onun için görme eylemi beynin içinde gerçekleşir. Gözün arkasında geçekleşir. Onun için göz sadece bir araçtır ve gönül kör olursa göz ne kadar açık olursa olsun görmez. feinneha lâ ta'mel ebsaru ve lâkin ta'mel kulubülletiy fiyssudur. (Hac/46)  gözler kör olmaz asıl kör olan sadırlardaki, göğüslerdeki gözdür, yani kalp gözüdür.


12-) Efe tumarunehu alâ ma yera;

Gördüğü hakkında O'nunla tartışıyor musunuz? (A. Hulusi)

12 - Şimdi siz ona o görüşüne karşı mücadele mi ediyorsunuz? (Elmalı)


Efe tumarunehu alâ ma yera şimdi siz ne yani,hemzeyi istifamiyeyi böyle çevirirsek sanırım daha uygun olur. Ne yani şimdi siz ne gördüğü hususunda onunla tartışacak mısınız. Yani neyi nasıl gördüğü hususunda onunla polemiğe mi gireceksiniz. Polemiğe girseniz ne çıkar. Gören o, gösteren Allah, görünen melek ve siz bunu tam kavrayamazsınız. İçinizde bu müşahedeyi yaşayan başka biri yok ki onunla tartışsın. Bu akıl sır ermez bir müşahede. Bu imana konu olan bir müşahede. İman edersiniz, tıpkı sıddıyk Ebu Bekir gibi. O söylüyorsa doğrudur.


13-) Ve lekad reahu nezleten uhra;

Andolsun ki Onu bir daha gördü (hakikatin bilincine inişiyle fark edilmesinde). (A. Hulusi)

13 - Kasem olsun ki o onu bir deha da inişinde gördü. (Elmalı)


Ve lekad reahu nezleten uhra doğrusu onu bir kez daha görmüştü. Bakın burada ikinci olaya geçti. Yani bu ayetlerin indiği ortamda gerçekleşen bir görme buraya kadar. Ama buradan sonrası 18. ayete kadar da daha önce gerçekleşmiş olan bir görme. Çünkü nezleten uhra, bir başka inişten söz ediyor. Onun için 1 – 18. ayetler arasında vahiy meleğiyle tek bir buluşmadan değil 2 buluşmadan söz ediliyor. Biri kadiym, biri de yeni. İki buluşmadan. Şimdi o kadiym buluşmayı naklediyor bundan sonraki ayetler.


14-) 'Inde SidretilMünteha;

Sidret-ül Münteha (şuur olarak sonsuz yaşam hissedişi) indînde. (A. Hulusi)

14 - Sidrei müntehanın yanında. (Elmalı)


'Inde SidretilMünteha en sonuncu sidre ağacının yanında. Arabistan kirazı ya da Arabistan hurması, veya bir tür Arabistan ağacı, çöl ağacı. Ki kaynaklar çok farklı farklı tasvir ediyorlar bu ağacı. Ki bizde katran, sedir ağacı diye meşhur olmuş. Yani adını oradan almış ama hiç şüphesiz Kur’an da nakledilen o sedir ağacı değil. Biz de biliyorsunuz toros sedirleri çok yiğit, yüce ve haşmetiyle meşhurdur. Himalaya sedirleri de öyle. Ama burada bahsedilen sedir, yani sidre ağacının çok daha farklı bir çöl ağacı. Gölgesi büyük, gerçekten yoğunluklu, uzun ömürlü yine haşmetli bir çöl ağacı olduğunu düşünmemiz gerekecek. Hurma da diyebiliriz buna bazı müfessirlerin dediği gibi.

Ama burada asıl el münteha dan söz edilmesi ilginç ve üzerinde durulması gereken de o. Sidretil münteha; Son sidre ağacı. Yani eşyanın ufku, el münteha, son, bitiş noktası, eşyanın bittiği yer. Yani maddi dünyanın bitip manevi dünyanın başladığı yer. Onun için burada ağaç bir sembol. Tıpkı Hz. Musa’ya ağaçtan konuşulması gibi. Adeta vahiy söz konusu olduğunda ağaçtan söz ediliyor ..fiyl buk'atil (Kasas/30) Ama burada el münteha üzerinde durmamız gerekiyor. O eşyanın bittiği, sanki bu maddi varlığın bitip manevi varlığın başladığı. Fizik dünyanın bitip metafizik dünyanın başladığı bir sınır gibi. İki ayrı düzlemin sınırı gibi görünüyor. Ötesi adeta cennetin yanı. Adeta arka planda cennet var. Adeta dünyanın bitip ahiretin başladığı, ki hemen bir sonraki ayet zaten bunu ifade ediyor.


15-) 'Indeha Cennetül Me'va;

Cennet-ül Me'va da Onun (Sidret-ül Münteha'nın) indînde yaşanır! (A. Hulusi)

15 - Ki Cennetül' me'vâ onun yanında. (Elmalı)


'Indeha Cennetül Me'va me’va cennetinin yanında. Burada ki cennetül me’va, yani dünyadaki bahçelerden bir bahçeyi anlamayın, vaad edilen cennet. Ebedi gireceğiniz, vaad edilen cennet. Vaad edilen cennetin yanında. Ben bunu yanında diye çevirmek yerine, ‘indeha aynı zamanda sanki fonda cennet görüntüsü var. Bu çok özel, mucizevi müşahede de Allah resulüne fonda bir şeyler de gösteriliyor. Onun için Mirac hadislerinde bana cennet ve cehennem arz olundu buyuruyordu efendimiz. İşte ‘indeha cennetül me’va; fonda cennet eşliğinde tam orada buluştu.


16-) İz yağşes sidrete ma yağşâ;

O an ki, Sidre'yi (varlığını) bürüyen (hakikat nûru) bürüyordu (beden hissi kaybolmuş bir hâlde)! (A. Hulusi)

16 - O dem ki o Sidreyi bürüyen bürüyordu. (Elmalı)


İz yağşes sidrete ma yağşâ kaplayan o şey sidreyi boydan boya kaplamış ve kuşatmıştı. Çepeçevre kuşatmıştı. Kuşattığında, zaman zarfıyla gelmiş İz, kuşattığı zaman.

Dilin, sözün tükendiği nokta burası işte. Ma yağşa, İz sidrete ma yağşâ. Orada ki “ma” bilinçli bir müphemliği ifade eder. Bilinçli bir müphemlik, neden? Çünkü insanoğlunun sözü tükeniyor. Söz tükeniyor, kelime yetmiyor. Olayın azameti karşısında söz dağarcığı bitiyor. Çünkü nihayetinde vahyin ilahi anlamları, insanın konuştuğu kelimelerin içine, kalbine iniyor. Ve insan zihni orada artık duruyor. İşte İz yağşe sidrate ma yağşâ bu. Orada ki “ma” bilinçli bir müphemliği, yani ey insanoğlu söz bitti. Sidreyi kaplayan kaplamıştı. O kaplayan ne? Onu anlayamazsın. Onu kavrayamazsın o orayı kuşattı ama sen onu kuşatamazsın. O orayı kapladı ama sen onu kaplayamazsın.


17-) Ma zâğal basaru ve ma tağâ;

Görüşü ne kaydı (gayrı kavramına); ne de haddi aştı (ne de hakikati müşahededen dolayı tanrılık davasına düşüp, Firavunlaştı.)! (A. Hulusi)

17 - Göz, ne şaştı ne aştı. (Elmalı)


Ma zâğal basaru ve ma tağâ göz ne şaştı ve kamaştı, ne de haddi aştı. İfade de ki vuruculuğa bakınız. Göz ne şaştı ve kamaştı, ne de haddi aştı.


18-) Lekad rea min âyâti Rabbihil kübra;

Andolsun ki, Rabbinin (Hakikatini var kılan Esmâ özelliklerinin) işaretlerinden en büyüğünü gördü! (A. Hulusi)

18 - Vallahi gördü rabbinin âyâtından en büyüğünü gördü. (Elmalı)


Lekad rea min âyâti Rabbihil Kübra hakikaten de o rabbinin en büyük ayetlerinden bazılarını, en büyük sembollerinden bir kısmını görmüş oldu.. Bir benzeri İsra suresinde yer alır bu ayetin. Subhanelleziy esra Bi abdiHİ leylen minel Mescidil Harami ilel Mescidil Aksalleziy barekna havlehu linüriyehu min âyâtina. (İsra/1) Evet, Min âyâti, O’nun ayetlerinden bir kısmını. Hepsini değil, altı çizilmesi gereken nokta burası. Yani O’nun mucizelerinin tamamını değil bir kısmını gördü.

Razi; Allah’ı değil raa rabbeh değil Min âyâti rabbih, rabbinin ayetlerini gördü şeklinde açıyor bu ibareyi. Rabbini gördü ile rabbinin ayetlerini gördü çok farklı şeyler diyor. Onun için bazı müfessirlerin rabbini gördü diye algılamasını adeta metne zorla ve sonradan giydirilmiş bir algılama olarak görüyor.

Efendimiz mirac hadisinde, daha doğrusu hadislerinden birinde öyle buyuruyor. “Öyle bir yere vardım ki kalemlerin cızırtısını işitiyordum ötelerden gelen.” Bu aslında maddi ve fiziki dünyanın bitip metafizik dünyanın başladığı sınır. Yani meleğin bile bir adım atarsam yanarım dediği bir sınır beklide bilmiyoruz.

Hatta bu hadislerde Resulallah’ın ondan ötesinde Burak’a binip ötelere aldığını dile getirilir. Şah Veliyullah Dihlevi, Resulallah’ın miracta Burak’a bindiğini, binişini çok güzel biçimde te’vil eder. Der ki; Yani Burak bir hayvan olarak temsil edilir. Nefsi hayvaninin sırtına bindi, ona galip geldi ve onu aşarak nefsi ruhani ile mevlaya yüceldi. Yani kendi potansiyelinin sınırına nefsi ruhani ile yüceldi. Anlamını verir. Ki gerçekten hoş bir anlam.


19-) Efe raeytümüllate vel 'uzza;

Gördünüz mü Lat'ı, Uzza'yı? (A. Hulusi)

19 - Siz de gördünüz değil mi Lât-ü Uzzayı? (Elmalı)


Efe raeytümüllate vel 'uzza peki, hiç düşündünüz mü lât ve Uzza’yı? Bu ikisi Kureyş’in iki ünlü putu. Yani 3 tane ünlü büyük putu var Kureyşin, ki çok putları var da. Mesela İs’af, Naile Merve ve sefadaki putlar. Onlar burada sayılmıyor. Ama 3 büyük putu var Kureyş’in lat, menat ve uzza. İşte ikisi bu.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
       167. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder