8 Ekim 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. KAMER (02 - 09)(168-B)

A sayfasından devam

2-) Ve in yerav ayeten yu'ridu ve yekulu sıhrun müstemirr;

Eğer bir mucize görseler yüz çevirir ve: "Olağan bir sihirdir" derler! (A. Hulusi)

02 - Hâlâ bir âyet görseler yüz çevirip derler: müstemir (Süregelen) bir sihir. (Elmalı)


Ve in yerav ayeten yu'ridu ve yekulu sıhrun müstemirr ama eğer onlar bu konuda mucizevi bir işaret görseler, sırtlarını dönüp bu sürekli gerçekleşen bir sihirdir, bir büyüdür, bir göz yanılmasıdır derler. Müşrikler vahiy mucizesine hep sihir olarak baktılar. İlginçtir, onlar Resulallah’ın vahiy getirmesine ya da Resulallah’ın ilettiği vahyin bu içerikle gelmesine, insanoğlunun asla bilemeyeceği bir takım alemlerden haber vermesine, ya da insanoğlunun bu kadar ayrıntılı bilemeyeceği, çünkü yazılı bir belge gelmediği için malumat sahibi olamayacağı geçmiş zamanlar, insanlığın ilk yaratılış zamanları, hatta varlığın ilk yaratılış anları konusunda haber vermesine mucize olarak bakamayınca sihir olarak baktılar.

Bu gerçekten ilginçtir. Müşrikler sihir sözcüğünü söylediğinde biz hemen vahiy dışı bir şey arıyoruz. Oysa açıkça müşrikler Zuhruf/30. Ahkaf/7 ayetlerinde bizatihi bu vahyi sihir olarak nitelemişlerdir. Onun için bu ayette sihir olarak niteledikleri şeyin yine bu vahiy ve bu vahyin haber verdiği insan bilgisini aşan gerçekler olması kuvvetle muhtemeldir.

İnkarcı akıl, garip bir akıl. Hakikate sihir der, sihre iman eder. İnkarcı akıl garip dedim ya hurafeye iman edilecek bir şey gibi bakar, hakikate de hurafe damgasını vurur. Söyler misiniz bugün aynı aklın tezahürünü görmüyor musunuz. Bir takım rakamlara uğur ya da uğursuzluk yükleyip onu kendisine özne kılan, rengi atan, hatta o rakam çıkmışsa o koltuğa oturmayan, o rakam çıkmışsa o otel odasına yerleşmeyen, o uçağa binmeyen bir takım batıl inançlılar gerçekten Hakk imana batıl inanç damgası vurmakta. O kadar da cesaretliler ki,

Öyledir bu iş. Eğer hakikate sırt dönerseniz batıla yüz dönersiniz. Yani sırtının hakka geliyorsa yüzünüz batıla gelir. bu böyledir. Eğer ters dönerek bakarsanız, eğer kantarın topuzunu kaçırırsanız, eğer yalana gerçek muamelesi yaparsanız doğal olarak gerçeğe yalan diyeceksinizdir. İşte müşrikler de bunu söylüyorlar.


3-) Ve kezzebu vettebe'u ehvaehüm ve küllü emrin müstekırr;

Yalanladılar ve hevâlarına (nefslerine hoş gelen şeylere, sonu boş arzularına) tâbi oldular! (Oysa) her hükmün gereği açığa çıkacaktır! (A. Hulusi)

03 - Yalan dediler, hevâlarına uydular, halbuki her emir müstekır (yerini bulmak). (Elmalı)


Ve kezzebu vettebe'u ehvaehüm zaten hep yalanlıyorlar ve her daim ön yargılarını izliyorlar. Keyfi yargılarına tabi oluyorlar. Ehvaehüm, keyfi yargılarına. Ben ön yargı diye anlamayı daha açıklayıcı buluyorum. Bu ibare 2. ayette inkar edilen mucizenin vahiy mucizesi olduğu yorumumu destekleyen bir ibare. Çünkü vahye tabi olmayan hevasına tabi olacaktır. Hevasına tabi olmak aslında egosuna, nefsine, benliğine, şeytanına tabi olmaktır.

Eğer mutlak hakikatin izini izlemezseniz, izini izleyeceğiniz bir zaman tedarik edersiniz. Bunu bulmakta zorlanmazsınız. Onun için Allah insanı kul olma kıvamında yaratmıştır. Mutlaka kul olur, ama kime? Eğer kul olması gerekene kul olmazsa kul olmak için en olur olmaz şeyleri tanrılaştırır. En olmaz şeyleri tanrılaştırmakta insanın üzerine yoktur. Bir Allah’a kul olmayı reddeden, binlerce tanrı peydah edebilir. Onun içinde hakikate sırtını dönen hevasını, arzusunu, hevesini, ön yargısını izleyecektir, başka ne yapacaktır.

ve küllü emrin müstekırr ne ki her şeyin gerçek yüzü sonunda ortaya çıkar. Her şey; Bu ibare birkaç şekilde çevrilebilir. Her şey gerçek yüzüyle en sonunda zuhur eder, oturur, istikrar bulur. Yani tüm yanılsamalar, tüm yanılgılar, tüm yanlışlar, insanın hevasını izlemesi, insanın halüsinasyonlarını izlemesi, insanın bir takım sahte öncülerin arkasına gitmesi, bir gün gelir ortaya çıkar, gerçek kendini dayatır ve artık o hale gelir ki gerçekten başkasını kabul edecek durumda olmazsınız. Yani gerçek kendisini öyle dayatır ki, siz yalanı savunamaz olursunuz. Artık onu yalanlama bahaneniz kalmaz. Gerçek, ben gerçeğim diye bağırır.

Peki bu durumda imanın bir yararı olur mu? Hiçbir yararı olmaz. Çünkü iman güvenmektir. Siz güvenilmesi gereken zamanda Allah’a güvenmediniz. Ama gerçek size kendisin dayattığın da kabul ettiniz. Bu iradenizle kabule benzemez. Onun için bunun için yararı yoktur. Onun için ödülü de olmayacaktır.


4-) Ve lekad caehüm minel enbai ma fiyhi müzdecer;

Andolsun ki onlara içinde vazgeçirici özellik ihtiva eden haberlerden gelmiştir. (A. Hulusi)

04 - Celâlim hakkı için onlara kıssalardan öyleleri de geldi ki onlarda zecredecek (Önemli) haberler var. (Elmalı)


Ve lekad caehüm minel enbai ma fiyhi müzdecer doğrusu onlara kendilerine gerçeği dayatan, müzdecer, zecreden, gerçeği kendilerine zorla dayatan. Şöyle de diyebilir miyiz; Gözlerine hakikati sokan içeriğe sahip bir haber gelmiştir. Böyle bir haberdir bu vahiy. Gözlere hakikati sokuyor, daha ne yapsın. Açık açık söylüyor. Çevirip çevirip söylüyor. Önden arkaya arkadan öne. Bir cennete pencere açıyor, bir cehenneme. Bir kalıcıya, bir geçiciye çeviriyor insanın bakışını. Bir dünyaya bir ahirete çeviriyor. Bir tarihe, bir geleceğe çeviriyor. Daha ne yapsın. Yani her türlü, akılın her türlü haline hitap ediyor Kur’an. Her türlü akla hitap ediyor Kur’an. Basit akla, mürekkep akla, süper akla, dahi akla, hepsine hitap ediyor daha ne yapsın. Yani gerçeği açıklanabilecek tüm versiyonlarıyla açıklıyor ve gözler önüne seriyor. Ki insanoğlunun bahanesi kalmasın. Allah’ım ben anlamadım benim zeka seviyem düşüktü, benim seviyemi aştı. Veya benim seviyem çok yüksekti bana ulaşamadı diyemez insanoğlu. Vahiy her zekaya mutlaka bir biçimde ulaşır.

Tabii ki bu gerçek, hayat ve insan gerçeği, hayatın çift yüzü gerçeği. İnsanın da çift yüzü gerçeği. Yaratılmış hiçbir şey tek yüzlü değil. Yaratılmış hiçbir şey tek kutuplu değil bu manada. Her şey çift her şey zıddıyla kaim. Bir dünya varsa mutlaka bir uhra da olmalı. Bir bura varsa mutlaka bir ötede olmalı. O zaman ötesiz bir bura tasavvuru aslında hayatı ıskalamaktır. Vahyin amacı bize bu hakikati bildirmektedir. Yani ötesiz bir dünya, ahiret siz bir dünya tasavvuru, dünyasızlıktır aynı zamanda. Hayatı ıskalamaktır. Ruhsuz bir ceset nedir ki, leş. Ruhsuz bir ceset nedir işte o. ahretsiz bir dünyada o. Dünyaya anlamını veren ahirettir. Cesede değerini veren ruhtur.


5-) Hikmetun bâliğatun fema tuğnin nüzür;

Hikmeti bâliğa (amacı tam açıklayan hikmetli anlatım) verilmiştir! Ne var ki uyarmalar (anlayışı kıtlara) fayda vermiyor! (A. Hulusi)

05 - Bir hikmeti baliga(Üstün) fakat inzarlar fayda vermiyor. (Elmalı)


Hikmetun bâliğatun vahyin değerini devam ettiriyor, değerinden söz etmeyi. Hedefe tam ulaştıracak çapta bir hikmet. Hikmetun bâliğatun. Öyle bir hikmet ki insanı hedefine ulaştırır. İnsan bir yolcu, hedefe ulaşmak için yolcunun pusulası, haritası olmaz olmak gerek. Pusulasız ve haritasız bu hayat okyanusunda bu gemi nereye çarpar, nerede parçalanır, çünkü bu okyanusta fırtına eksik olmaz. İşte vahiy pusulayı, vahiy haritayı temsil eder. Vahiy bir ışıktır, bu yolda göz yetmez, göze ışık gerek görmesi için. Eğer yolcuysanız, yolculuğunun bilincindeyseniz, yola revan olmuşsanız, bir menziliniz varsa mutlaka bir yol haritasına da ihtiyacınız var demektir. İşte Hikmetun baliğatun bu. maksimum yararı olan bir harita.

fema tuğnin nüzür fakat bu uyarının da hiçbir yararı olmadı. Yani, aslında uyarının kerameti yetmiyor. Uyarılanın istikameti de gerekiyor. Onun için uyarı ne kadar yüksek olursa olsun, ne kadar değerli olursa olsun, ne kadar tiz olursa olsun uyarılan bir kulak taşımıyorsa o sesi duyacak, bir göz taşımıyorsa  o ışığı görecek, bir akıl taşımıyorsa o manayı alacak, bir kalp taşımıyorsa o hakikati duyacak uyarı, varlığın en yüksek uyarısı da olsa kâr etmiyor. Burada da o söyleniyor.


6-) Fetevelle anhüm* yevme yed'ud dâ'ı ila şey'in nükür;

O hâlde onlardan yüz çevir! O çağırıcının çok dehşetli, korkunç olaya çağırdığı süreçte. (A. Hulusi)

06 - Sen de onlardan yüz çevir, o gün ki çağırıcı görülmedik müthiş bir şey'e çağırır. (Elmalı)


Fetevelle anhüm Peki böyle birilerine ne yapmak gerekir. Uyarı kâr etmiyor Summun bükmün umyün fehüm lâ yerci'ûn. (Bakara/18) yani sağır, dilsiz, kör, yüreğinin gözü kör, Yüreğinin kulağı sağır. Yüreğinin dili yok. Dönemez. Peki ne yapmalı? Alın geldi, bakınız harika bir taktik. Fetevelle anhüm artık sen de onlardan yüz çevir. Madem uyarı kâr etmiyor, maden söz dinlemiyorlar varlığın en büyük sesine dahi kulakları tıkalı, kendi gündemini takip et. Bunun altında bu mesaj vardır. Senin gündemini düşmanın belirlemesin, işine bak.

Fetevelle anhüm. Senin işin var, işine bak. Yola revan ol, yola devam et. Eğer kapıyı vurdun, kapı açılmıyorsa vurulacak çok kapı var, devam et. Eğer yüreğinin gözü kör, yüreğinin kulağı sağır, yüreği yoksa, yüreği olanlara eriş. İşine bak, gündemini takip et, onlara kilitlenme ve onlar seni umutsuz kılmasın. Onlardan müteşekkil değil, onlar ölmüş olanlar. Hakikat lügatında onların karşılığı ölüdür. Ölüleri diriltemezsin. Sen ölmemiş olanlara, veya hastalanmış olanları ara. Git bul, onlara vahyin şifasını dağıt.

Elinden geldiği kadar hiçbir kimse ile herhangi bir mesele hususunda münazaraya girişme. Cahil insanların kalpleri hastadır. Eğer hastalık ilerlemiş müzminleşmiş halde ise onu tedavi ettirmeye boşuna uğraşma. Yok yere yorulmaktan başka bir şey yapmış olmazsın. Cehalet hastalığı da dört türlüdür.
a) Bir kişi her ne ki sorar, her neye ki itiraz ederse hep kini ve hasedi sebebiyledir. Sorusuna açık net de cevap versen sana olan kin ve nefretini arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bunlara karşı tutulacak en iyi yol, onların sorularına cevap vermemektir.
b) İkincisi ahmaklıktan doğan hastalıktır. Bunlar kısa bir süre ilim tahsilinde bulunur, Akli ve şer’i bilimlerden birkaç mesele öğrenir, sonra gider büyük alimlere mesele sorar itirazlarda bulunur. Yine bu tip hastalığa tutulanların sorularını da cevaplandırmakla meşgul olunmaması gerekir.
c) Üçüncü tip cahiller irşat edilmek aydınlatılmak isterler. Bu maksatla sorar itiraz eder. Büyüklerin sözlerinden bir şey anlayamaz. Sorularını istifade etmek gayesiyle sorar. Fakat ne yazık ki anlayış kabiliyetleri noksandır. Bu tip kimselere de cevap vermekle meşgul olmak münasip değildir.
d) Dördüncü ve tedavi edilebilir cehalet hastaları ise kişi akıllıdır. Anlayışlıdır. Aynı zaman da irşat edilmeyi ve aydınlatılmayı da ister. Haset, öfke şehvet ve mal, makam sevgisine mağlup olmaz. Daima doğru yolu arar. Sorularını da bu amaçla sorar. İşte bu vasıftaki hastalık tedavi edilebilir. Meşgul olmak caizdir ve gereklidir. (İ.Gazali-Eyyühel Veled)]

yevme yed'ud dâ'ı ila şey'in nükür davetçinin, kimsenin asla tasavvur edemeyeceği o şeye çağıracağın gün, yani ila şey’in nükür; böyle çevirebildim. Kimsenin asla tasavvur edemeyeceği o şey ne? O tarif edilemez, tasavvur edilemez bir gün o. Hangi gün? Kıyamet günü, hesap günü. İşte ona çağıracağı gün;


7-) Huşşe'an ebsaruhüm yahrucune minel ecdasi keennehüm ceradun münteşir;

Gözleri dehşetten önlerine eğik hâlde, sanki yayılan çekirge sürüsü misali, cedeslerinden (kozalarından) çıkıyorlar. (A. Hulusi)

07 - Gözleri düşkün düşkün kabirlerden çıkarlar, sanki çıvgın çekirgeler. (Elmalı)


Huşşe'an ebsaruhüm yahrucune minel ecdasi keennehüm ceradun münteşir ayete bakın ayete dostlar, Onlar yılgın ve bitkin, gözleri akmış, boyunları bükülmüş gözlerle, savrulmuş çekirge sürüleri gibi yattıkları yerden kalkacaklar. Neden? Hani Buhari’nin naklettiği bir hadis var ya; Hayat ırmağının kenarında yerden biter gibi bitecekler diyordu ya hadiste. Hayat ırmağının kenarında. Neden Huşşe’an ebsaruhüm; boyunları bükük bitkin bir halde. Adeta artık hiçbir şeyin yarar vermeyeceğini anlamış olmanın ıstırabını ta yüreklerinde duyarak.

Neden böyle bir tasvir yapıyor ayet. Suçlu ruhlar mahkemeyi tutuklu beklerler. Çünkü suç delilleri sabittir. Büyük mahkemeyi beklerken onlar için kabir hufratün min huferin niran (Hadis) cehennem çukurlarından bir çukura dönüşmüştür. O ruhun mekanı bir ceza evine bir zindana dönüşmüştür. Eğer beraet delilleri sabit olsaydı ravdatün min riyazıl cenneh cennet bahçelerinden bir bahçe gibi olacaktı. Özgür bekleyecekti mahkeme gününü, zincirsiz bekleyecekti. Yani tutuksuz yargılanacaktı. Ama suç delilleri sabit olunca yargı gününe kadar tutuklu kaldı. Bu da onu bitirdi. Çünkü; El intizar eşeddü minen-nâr (Hadis) suçlunun beklemesi ateşten daha şiddetlidir, ateşten daha ağır yakar. Beklemek böyle bir şeydir. Onun için ayeti kerimede cehennemin bekçilerine diyor söyle de rabbine işimizi bitirsin diyecek, yalvaracak. Rabbine söyle işimizi bitirsin. Ama işi bitmeyecek. Allah korusun, rabbim hepimizi muhafaza kılsın.

[Ek bilgi; YENİLEN.
"Esmâ ül Hüsnâ"dan "El HASİYB" ismini hatırlayın.
İşte "Esmâ mertebesi"nde var olan bu ismin işaret ettiği özellik, tüm "çok boyutlu tek kare"lerin, birbirinin sonucu olarak oluşmasını ve dolayısıyla birbirini izleyen bir seyir takip etmesini sağlayan, yani "sebep-sonuç" dediğimiz ilişkiyi doğuran temel özelliktir. Mikrodan makroya her birim ve yapı bir sonraki anda, bir önceki anda kendisinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşar!.. Bugünün,dünün sonucudur! İster beğen, ister beğenme, istersen de pişman ol!
Bu durum da, her an yeni bir "şan"da oluş olarak anlatılır ki aslında "küll" denen "tümel"in, TEKİL bir varoluş dönüşümünden başka bir şey değildir. (Bunu hissedebilmek için, seyredebilmek için eskilerin tâbiriyle "kalp gözüyle", önce mekânsız ve şekilsiz görme özelliği açığa çıkmalıdır.)
Bu isimlerin işaret ettiği TEK'teki özellikleri, beşerin dünyasındaki olay ve ölçülerle değerlendirmek çok büyük bir gaflet olup; sonuçta bilinci bir "tanrı-ilâh" anlayışına hapseder!
Seriy'ul Hisab" (hesabı anında gören) mecazı, toplumların şartlandırıldığı beşerî mânâda karşılıklı bir "hesaba çekme" olayına değil, TEK'in Evrensel Sistemi'nin işleyiş mekanizmasındaki bir özelliğe işaret eder; tıpkı Esmâ'dan her bir isim gibi!.. Devamı (A. Hulusi)]



8-) Muhtı'ıyne ileddâ'i, yekulul kafirune hazâ yevmun 'asir;

Çağırıcıya süratle koşan Hakikat bilgisini inkâr edenler: "Bu şiddetli bir gündür!" derler. (A. Hulusi)

08 - Gibi çağırana koşarak, der ki kâfirler: bu pek zorlu bir gündür. (Elmalı)


Muhtı'ıyne ileddâ'i, yekulul kafirune hazâ yevmun 'asir davetçiye doğru, çağıran sese doğru panik içinde seğirtecekler, koşacaklar ve o inkar edenler diyecekler ki bu zor gün. Evet, yevmün ‘asır bu dehşet bir gün, bu zor bir gün.

Mü’min/18 ayetinde de ..yevmel azifeh.. (Mü’min/18) geçiyor ya. Dehşetin dehşeti bir gün. Yani insanın dumanının tepesinden çıktığı, insanın hücrelerine kadar eridiği bir gün. Yüreklerin, sahibini boğarcasına gırtlağa dayanacağı dehşet günü diyor Mü’min/18 ayeti. Tasviri böyle yapıyor. Yüreklerin gırtlağa dayanacağı, boğulurcasına sahibini yüreği kendisini boğacağı dehşet bir gün. Kıyamet günü böyle resmediliyor Kur’an da.


9-) Kezzebet kablehüm kavmu Nuhın fekezzebu abdeNA ve kalu mecnunun vezdücir;

Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: "Cinlenmiştir" dediler; (görevinden) engellediler. (A. Hulusi)

09 - Onlardan evvel Nuh kavmi tekzip etti yalancı dediler o kulumuza, mecnun dediler, çok incittiler. (Elmalı)


Kezzebet kablehüm kavmu Nuh şimdi geçmiş toplumlardan örnekler sunuyor. Kur’an tarihe bir pencere açtı, tarih imanımızın içine giriyor. Bu tarih Allah’a sırt dönenlerin tarihi. Bu tarih Allah ile arasını açanların tarihi. Bu tarih kendine yabancılaşan, rabbine yabancılaşan ve bu yabancılaşmanın bedelini çok ağır ödeyenlerin tarihi. Neymiş rabbe yabancılaşmak, neymiş kendine yabancılaşmak neymiş Allah ile irtibatı koparmanın bedeli. İşte şimdi o kıssalara giriyoruz, 1. kıssa Nuh kıssası.

Kezzebet kablehüm kavmu Nuh onlardan önce de Nuh kavmi yalanlamıştı. Yani küfür orijinal değildir. Kısaca söylediği bu. Siz orijinal bir şey yapmıyorsunuz küfretmekle. Matah bir şey olduğunu düşünüyorsanız, değilsiniz. Eğer küfürde öncü olduğunuzu düşünüyorsanız yine değilsiniz. Yani siz hiçbir şey değilsiniz, karanlıkta bile bir şey değilsiniz. Negatifte bile bir şey değilsiniz. Sizden de öncüler var küfürde. Bakın onlar nereye gitmiş.;

fekezzebu abdeNA ve kalu mecnunun vezdücir abdeNA diyor dikkat buyurun. Kulumuz. Zımnen bize kulluk edenin Mevla’sı biz oluruz. Yani o benim kulum, çünkü sadece beni rab edindi. Dercesine. Yani benim kulumu tufandan ben kurtarırım. Benim kulumun Mevla’sı ben olurum. Yer gök tufan olsa kulumun kılına dokundurtmam. İşte bu, Allah sevdiği kuluna nasıl yeri göğü hizmet ettirir onun kıssasıdır Nuh kıssası.

fekezzebu abdeNA ve kalu mecnunun vezdücir kulumuzu yalanladılar. Hem kulumuzu yalanladılar, hem de dönüp o bir delidir dediler. Ama sonunda ne oldu? vezdücir engellendiler. Yani küfr ettiler, yalanladılar, ellerinden geleni ardlarına koymadılar, fakat yinede engellendiler. Yani Allah’a gönüllü teslim olmadılar, Allah onları gönülsüz teslim aldı. Allah’a gönüllü teslim olsalardı bunun adı iman olacaktı. Gönülsüz teslim alınınca inkar oldu. Allah’a gönüllü teslim olsalardı akıbetleri cennet olacaktı. Allah gönülsüz teslim alınca akıbetleri cehennem oldu. Fakat değişen bir şey olmadı. Yani Allah yine teslim aldı. Kaçmak mümkin mi? eynel mefer nereye kaçmalı Allah’tan kaçmak mümkün mü? Allah’tan taşra bir yol var mı? hani Seyrani’mizi Tanzimat padişahı AbdülMecid; Tanzimata karşı eleştiri yönelttiği için “seni Halep’e sürgün ettim.” Deyince şu cevabı vermiş ya Seyrani;

Bozmak mümkin ise aklın bikrini
Boz da bakir iken bul gönder beni.

Yani ben insanım, düşünmek Allah’ın bana verdiği bir yetenek. Aklımın bekaretini bozamazsın. Yani ben düşünürüm, düşündüğümü de söylerim. Bunu yapabilirsen yap. Hakkın mekanından özge bir mekan bulmak mümkün ise bul gönder beni. Beni nereye süreceksin Halep’e, Fizana, Yemen’e sür. Ora da hakkın mekanı. Eğer beni sürgün etmek istiyorsan gerçekten, Allah’a ait olmayan bir mekan bul. Gittiğim yerde Allah varsa problem yok. İşte bu, işte böyle.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
168. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder