14 Ekim 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. RAHMAN (01 - 07)(169-A)






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin.

Değerli Kur’an dostları bugün dersimize Rahman suresi ile giriyoruz. Rahman suresi mushafta 55. sırada yer alan sure. Adını ilk ayetinden alıyor. Sonsuz rahmet sahibi manasına geliyor. Kur’an da Allah’ın isimlerinden biri ile başlayan tek sure. Sure tümüyle Furkan/60. ayetinde yer alan Rahman da kimmiş, Rahman da neyin nesiymiş sorusuna müşriklerin bu inkarcı yaklaşımına bir cevap içeriyor. İki sure arasında ki tek bağ bu değil. Bu surenin 19-20. ayetleri ile, yine Furkan/53. arasında ilginç açık bir bağ daha var. Hz. Esma’dan gelen bir rivayette Hicr/94. ayetine atıf yapılır. Bu atıf rivayetiyle birlikte düşündüğümüzde Rahman suresi Hicr suresinden sonra inmiş olmalıdır sonucuna varıyoruz.

Yine İbn. Abbas bu sureyi Şehr (İnşirah) suresi ile asr suresi arasına yerleştirir. Ki takriben Kur’an ın iniş sıralamasında 13. sıraya düşer. Ancak en makul sıralama Furkan – Fatır arasına yerleştiren sıralamadır ki İbn. Aşur’un tercihi de bu. Bu durumda sureyi iniş sıralamasında 43. sıraya yerleştirebiliriz.

İbn. Mes’ud (r.a.) bu sure indiğinde sahabe arasında kim çıkıp ta Kâbe’nin önünde bunu, müşriklerin yüzüne beraber okuyacak sorusuna ben cevabını verir ve ısrarlı talepleri üzerine talebi kabul edilerek gönderilir. İbn. Mes’ud kindar bakışlar önünde bu sureyi, bu iç sesi insanın yüreğini havalandıran, gerçekten muhteşem bir iç sese, armoniye sahip olan bu sureyi müşriklerin gözleri önünde okur ve tabii ki ağır bir biçimde hırpalanır, dayak yer.

Onun bu durumunu görüp acıyan arkadaşlarına müşrikler hakkında söylediği şu söz gerçekten manidardır. Daha önce hiç onları bu kadar zayıf, bu kadar zavallı bir halde görmemiştim. İşte mü’mince bakış.

Rahman suresi, bütün bu rivayetler ve yaklaşımlar ışığında nübüvvetin 5. yılına yerleştirilebilir. Konusu itibarıyla sure Allah’ın merhametinden söz eder. Hayranlık verici bir belagate, iç sese sahip. Allah’ın insana olan sevgi, şefkat ve merhameti sure boyunca bir dip akıntısı gibi çağlar. Varlığın çift kutuplu doğasına hemen her pasajda, hatta her ayet çiftinde atıf yapılır. Allah’ın hayata her an müdahil olduğunu ifade eden o muhteşem cümle bu surede gelir. külle yevmin HUve fiy şe'n (29) bununla Allah’ın müdahil olmadığı bir hayat tasavvurlarının tamamı şiddetle reddedilir ve tokat gibi bir cevap verilir. Allah’ın müdahil olmadığı hiçbir hayat alanı yoktur.

31 kez bu surede Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban ayeti yankılanır. Bu muhteşem yankı insanın ta yüreğinde sesini bulur. O halde rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz. O halde rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz. İnsanoğlunun buna vereceği cevap yoktur. sükûttan başka hiç birini, çünkü bırakın yalanlamayı, saymaya kalksa Ve in te'uddu nı'metAllâhi lâ tuhsuha.. (Nahl/18) asla beceremez. Bu 31 ayet nakarat değildir. Birbirinin aynı vurguya da sahip değildir. Her biri adeta özel bir vurgudur kendisinden bir önce sayılan dolaylı ya da dolaysız nimete atıf içerir. Bu kısa girişten sonra surenin tefsirine geçebiliriz.




1-) Er Rahmân;

Rahmân (El Esmâ ül Hüsnâ ile işaret edilen tüm özelliklerin sahibi), (A. Hulusi)

01 - Rahmân. (Elmalı)


2-) Allemel Kur'ân;

Talim etti Kurân'ı (Esmâ mertebesindeki özellikleri oluşturdu). (A. Hulusi)

02 - Öğretti Kur'an ı. (Elmalı)


3-) Halekal İnsân;

Halketti İNSAN'ı, (A. Hulusi)

03 - Yarattı insanı. (Elmalı)


4-) Allemehül beyân;

Öğretti ona beyanı (Esmâ özelliklerini insanda açığa çıkardı); (Hz. Âli'nin deyişiyle "'İnsan', konuşan Kur'ân" oldu.) (A. Hulusi)

04 - Belletti ona o güzel beyânı. (Elmalı)


Er Rahmân (1) Allemel Kur'ân (2) Halekal İnsân (3) Allemehül beyân (4) Adeta bire soru işareti var zımni olarak. Yani Rahman; Rahman da kim diye mi soruyorsunuz. Furkan/60. a bir atıf içerdiğini girişte söylemiştim. Onlar, müşrikler rahman ismini duyduklarında adeta kırmızı görmüş gibi bir hal oluyorlardı. Saldırganlaşıyorlardı ve bu ismi asla kabul etmiyorlardı. Oysa ki Rahman, rahmetle dolu, merhametle dolu, özü itibarıyla şefkat, merhamet ve sevginin kaynağı demekti.

Peki böyle bir isme neden itiraz ederlerdi müşrikler? Bu itirazın en tipik örneğini Hudeybiye de görüyoruz. Hudeybiye ye müşrik diplomatik heyetinin başında gelen Süheyl Bin Amr, Allah Resulünün Hz. Ali’ye; “Yaz ya Ali BismillahirRahmanirRahıym demesi üzerine,”Rahman da neymiş, Bismik Allahümme yaz” diye itirazda bulunuyordu. Hoş onun söylediğinde de bir problem yok, Allah’ın adıyla yaz alternatifini getiriyor. Fakat işin ilginç tarafı Rahman’ı inkar etmesi.

Neden? Bunun temelinde iki sebep yatar.

1 – Yanlış bilgi. Bölge müşrikleri Rahman ismini Yemen’lilerin iki tanrısından birinin adı olarak sanıyorlar, öyle biliyorlardı. Oysa ki Yemen de tek tanrılı inanç, yani büyük oranda Hıristiyan ve Yahudiler yaşıyordu. Onlar içinde Rahman Allah’ın bir sıfatıydı.

2 – Daha önemlisi, asıl sebep ise Allah’ın hayatlarına müdahil olmasını inkar ediyorlardı. Bu surede onların bu inkarı baştan sona reddedilecektir. Onlar Allah’ın rahmet vasfıyla dahi olsa insan hayatına müdahalesini inkar ediyorlar, istemiyorlardı. Uzak bir Allah’ı seviyorlardı. Yakın olanı sevmiyorlardı. Çünkü uzak olursa hayatlarına doğrudan müdahil olmayacak, putlarına da bir yer açılmış olacaktı. Uzak olursa aracılar koyma ihtiyacı hissedeceklerdi. Koydukları aracılar özne değil nesne tanrılar olduğu için ensesine tokat vurabilecekleri tanrılar olduğu için hoşlarına gidiyordu. Çünkü tanrıları onlara değil, onlar tanrılarına emredebiliyor, onları istedikleri yere yerleştiriyor. Onları istedikleri yere koyuyor, onları uslu uslu durmalarını öğütlüyor, hatta acıkınca yiyorlardı, böyle bir tanrıyı seviyorlardı.

Onlara şah damarından daha yakın olan, insanın her çağrısına cevap veren, insanı her an koruyup gözeten, kollayan, bakan besleyen, büyüten ve insanın tüm adımlarını yazan ve insanı daima merhametiyle kuşatan, sevgisiyle sarıp sarmalayan yakın, çok yakın bir Allah inancını istemiyorlardı.

İşte onun için Rahman da kimmiş diyorlardı ki Er Rahman; Rahman mı? O da kim mi? O rahmetin kaynağı, O şu varlık aleminde ki tüm şefkat ve merhametin menbaı; Allemel Kur'ân Kur’an ı öğreten. Halekal İnsân insanı yaratan Allemehül beyân ve yarattığı insana kendini ifade etmeyi öğretendir. Tabii ki bunlar hep fiil, fiili mazi. Yani Kur’an ı öğretti, insanı yarattı, yarattığı insana kendini ifade etme kabiliyeti verdi, yeteneği verdi.

Kur’an ı öğreten, insanı yaratandır. Bu ilk 4 ayetten, özellikle 2 – 3 – 4. ayetlerden hemen çıkaracağımız ilk sonuç bu. Kur’an ı öğreten, insanı yaratandır. İnsanı yaratanın Allah olduğuna inanıp da, Kur’an ı öğretenin Allah olduğuna inanmamak çelişkidir. Daha doğrusu, insanı yaratan Allah’ın insan için bir hayat düsturu, bir yol haritası, bir kılavuz, bir prospektüs, bir kullanım kılavuzu vermemiş olmasını düşünmek mümkin mi? İnsanı yaratacak, bir şah eser yaratacak, özene bezene yaratacak ve yarattığı şah eseri kaldırıp sokağa atacak ve dönüp bir daha bakmayacak. Onun sonsuz mutluluğu için yol göstermeyecek, onunla bir daha ilgilenmeyecek..! Bu akla mantığa sığar mı? Bu seliym bir aklın kabul edebileceği bir şey mi? Yarattığı şah eserle ilgilenmesinden daha doğal ne olabilir.

Allah insanı yarattı, kendisi için yarattı. Alemi yarattı, insan için yarattı. Yarattığı alem için bir düzen koyan Allah, kendisi için yarattığı insana bir düzen koymasın mı? Koymasın mı? koyamasın mı. Koyamayacaksa eğer o Allah olamaz. Yani eğer gücü yetmiyorsa (haşa) koymamışsa eğer o zaman insanın şah eser olması nerde kaldı. O zaman onun merhamet ve şefkatiyle insanı kucaklayıp, sarıp sarmalaması kabul edilmiyor demektir. Yani Allah’ın insana olan merhametini reddetmek, insanın insana yapacağı en büyük zulüm değil midir?

İşte Er Rahman; O sonsuz rahmet kaynağı Allemel Kur'ân, Halekal İnsân, Allemehül beyân Kur’an ı öğretti, insanı yarattı, yarattığı insana beyanı verdi. Kendini ifade etme yeteneği verdi.

Yaratma iki talim arasında geliyor, 2 ve 4. ayetler. Talim, öğretme. Yaratma ise ikisinin arasında yer alıyor, Halekal İnsân. Yani zımnen söylenen şu; İnsan ancak öğretim ve eğitimle insan olur. Yoksa, bunun haddi zatında daha temelde, daha farklı ifadesi şu. İnsan doğulmaz, insan olunur.  Onun için talim ve terbiye insan eğitim ve öğretimle insan olur. Allah’ın terbiyesiyle insan olur. Yoksa insan beşer doğar. Onun için 2. ve 4. ayetler öğretmekle ilgili. 3. ayet ise yaratılmak. Yani 2 parantez arasına alınmış insan.

Eğitim ve öğretimin temeli nedir sorusuna cevap var bu ilk satırda. Er Rahman, işte cevap bu. Eğitim ve öğretimin temeli sevgi ve şefkattir. Sevgi ve şefkatin olmadığı bir yerde talim ve terbiye, eğitim ve öğretim olmaz.

Ta’lim, anlamın tasavvuru için benliğin tahriki diye tarif edilir. Ta’lim Anlamın tasavvuru için benliğin harekete geçirilmesi, yani tasavvurun inşası bizim ifademizle. Tasavvurun inşası. Nasıl yapıyor bunu, ölüm, hayat. Kâr zarar, Hakk batıl, iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış, geçici kalıcı, başarı başarısızlık, büyük küçük, yüce alçak. Yani hayatımızı üzerine inşa ettiğimiz ne kadar temel kavram varsa içerisini boşaltıp kendisi dolduruyor. Çünkü biz insanlar bu kavramlarla düşünür, bu kavramlarla duyar, bu kavramlarla algılar, bu kavramlarla yaşar, bu kavramlarla barışır, bu kavramlarla savaşır, bu kavramlarla ölür. Bizim hayatımızın ekseni bu kavramlardır. Eğer bu kavramlar yanlış yüklenirse biz yanlış yaşarız, yanlış ölürüz, yanlış dururuz, yanlış vururuz, yanlış barışır, yanlış savaşırız. Eğer bu kavramlar doğru inşa edilirse doğru yaşarız, doğru ölürüz, doğru savaşırız, doğru barışırız, doğru kazanırız, doğru harcarız.

Görüyorsunuz kavramlar önemli ve bu kavramları kim inşa etmişse o kişinin rabbi odur. Eğer hayati kavramlarınızı Allah inşa etmişse rabbiniz Allah olur. Eğer başkaları inşa etmişse rabbiniz o olacaktır.

Beyan; Kendini ifade etme yeteneği. Allah’ın insana verdiği en büyük yetenek. Akıl yeteneği bunun bir boyutu, irade bunun bir boyutu, iz’an ve irfan bunun bir boyutu, düşünme melekesi bunun bir boyutu, hatta hafıza bunun bir boyutu. Mel insan levlel lisan illa behimetün muhmeletun. Öyle diyordu ya şair. Eğer lisan olmasaydı, dil olmasaydı, mantuk olmasaydı, o mantuğu dile getiren mantık olmasaydı. Düşünce olmasaydı insan ihmal edilmiş bir canlıdan başka neydi ki, ne olabilirdi ki, hiçbir şey. Ancak mantık ve o mantığın ifadesi olan mantuk, dil sayesinde insan, insan olmayı beceriyor, çünkü kendini ifade ediyor. Bu surede kendini ifade edebilen insanın haddi zatında doğru ifade etmesi için zihniyeti inşa ediliyor. Tasavvuru, aklı, şahsiyeti ve hayatı inşa ediliyor.

Vahyin gayesi de zaten bu değil midir, vahiy ilahi bir inşa projesidir. Vahiy tilavet edilmek için değil yaşanmak için indirilmiştir. Vahiy hayatın ta kendisidir. Vahiy Allah’ın, hayatın ta ortasına müdahalesidir. Onun için bu müdahaleyi biz zihniyeti, aklı, tasavvuru inşa biçiminde bu surenin her ayetinde bir dip akıntısı gibi görüyoruz.


5-) Eş Şemsu velKameru Bi husban;

Güneş (kavrayış) ve Ay (duygu - hissediş) (Bi-) hesap iledir (mertebelerledir). (A. Hulusi)

05 - Güneş ve Ay hesaplı. (Elmalı)


Eş Şemsu velKameru Bi husban güneşi ve ayı mükemmel bir hesapla, sapmaz, şaşmaz, çok ince ve hassas bir hesapla yörüngelerinde hareket ettiren O’dur. Veya şöyle de çevirebilirim bu ayeti. Zamanı tayin için bir ölçü kılan O’dur, güneşin ve ayın. Kur’an ın ibret ve davet sisteminde güneş ve ay birbirinin iki ucudur, yani iki çifti, karşıtı temsil ederler Kur’an ın davet sisteminde. Gecenin ayeti aydır, gündüzün ayeti güneştir. Ayın ışığı Kur’an da Nûr olarak, güneşin ışığı dav’ (ziyanın çoğulu) olarak geçer. Yani ışıkları bile aynı kelimeyle anılmaz. Biri ışığını ödünç alır, diğeri ışığını kendisinden verir. Bunu bile Kur’an ifade ederken farklı kavramlar kullanır.

Kozmik düzene atıf var bu ayette. İnsan için yaratmıştır Allah Güneşi ve ayı. Çünkü bu misafirhanenin lambalarıdır. Biri gece lambasıdır, biri gündüz. Bu lambaları koyan Allah, insan önünü görsün diye koymuştur. Bu lambalar için bile bir yasa koysun da, bu lambaları kendisi için yarattığı insan için bir yasa koymasın mı. Onu başıboş mu bıraksın, onunla ilgili hiçbir rehberlik yapmasın, onu görmezden mi gelsin. İşte soru bu ve bu ayetin buraya yerleştirilmiş olmasının hikmeti de bu. Güneş ve ay bile bir hesaba göre dönerken ey insanoğlu sen hesapsız mı yaşayacaksın hayatı. Yani ipsiz ve sapsız mı olacaksın, başıboş mu bırakılacaksın, saldım çayıra mı demesini bekliyorsun Allah’ın seni. Yoksa Allah’ın sana sahip çıkmasından hoşnut olmadın mı.

Eğer Allah sana sahip çıkıyorsa bu rahmetinin bir ifadesidir. Öp ve tepene koy, başının üstünde taşı. Rabbim şükrederim de. Senin sonsuz nimetinin üstüne bir nimette bu oldu de. Borcum daha da arttı de. Aslında bize söylemek istediği şey bu ayetin.


{Atlanan ayetler(6-7).
6-) VenNecmu veşŞeceru yescudan;

Necm (yıldız - fikirler) ve ağaç (beden) secdededirler (Esmâ indînde "yokluk" hâlindedirler). (A. Hulusi)

06 - Çemen, ağaç secdedan. (Elmalı)

Nebat ve Ağacın Secdesi
Bunların secde etmelerinin ne demek olduğu hususunda şu izahlar yapılabilir:
a) Bu, biraz önce de söylediğimiz gibi, "onların gölgeleri secde ediyorlar" manasınadır.
b) Bu ikisi Allah'a boyun eğerler. Dolayısıyla hep yerden bitip çıkıyorlar. Allah'ın izniyle bu çıkışa ve boyun eğişe devam ediyorlar. Böylece de Cenâb-ı Hak, güneşi ve ayı dairevî bir şekilde hareket etmeye, bu bitkileri de, yukarıya doğru, dikey harekete memur kılmıştır.
Bu sebeple de bitkinin hep yerinde duruşu, secdeye teşbih edilmiştir. Çünkü secdede olan, sabit ve hareketsizdir.
c) Her ne kadar gözle görülmese de, bu bitkiler, gerçekten secde ederler ve bu tıpkı, anlaşılamasa bile, her birinin Allah'ı teşbih edişleri gibidir. Nitekim Hak Teâlâ, "Her şey Allah'ı teşbih eder. Fakat siz onların teşbihini anlayamazsınız" (İsra, 44) buyurmuştur.
d) Secde, alnı yere koymak, yahut da başın yere doğru olması demektir. Gövdeli ve gövdesiz bitkilerin başları da gerçekte yere doğru, ayakları ise, göğe doğrudur. Çünkü canlıların, gıdalarını almaları başları sayesinde olur. Bitkilerin ise gıdaları almaları kökleri sayesinde olur. Bir de baş olmadan hayat olmaz. Bitkilerin de köklerine bir arıza girdiğinde, taptaze olarak ayakta kalmazlar. Ama dalları ve tepeleri kesildiğinde, hayatiyetlerini sürdürebilirler. İşte bundan ötürü dallara, "ağacın başlan" denmiştir. Çünkü insandaki baş, en üstte olandır. İşte bundan ötürü bitkilerin de üst taraflarına baş denmiştir. Bunu iyice anladığına göre, gövdeli ve gövdesiz bitkilerin başlan, hep yere doğrudurlar. O halde bunların secde edişleri, hakikî manada değil, bir teşbih olacaktır. (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu'l-Gayb)


7-) VesSemae rafe'aha ve veda'al miyzan;

Semâyı (bilinci; Levvâme mertebesinden Mardiye mertebesine kadar) yükseltmiş ve mîzanı (vahdet - kesret değerlerini dengeli yaşama özelliğini) yerleştirmiştir. (A. Hulusi)

07 Bak şu güzel semaya verdi ona irtifa' vaaz eyleyip mizânı. (Elmalı)


«Gökyüzünü O yükseltti ve mîzânı (ölçü-tartıyı) koydu. Sakın tartıda hakkı, insafı aşmayın.»
Yedinci âyetle, Allah'ın varlığına ve birliğine delâlet eden dördüncü belge işlenirken «mîzân» kavramına yer verilmektedir. Fezanın bir bakıma rakama sığmayacak büyüklüğü ve ondaki cisimlerin birbirinden uzak tu­tulması; sistemlerin oluşturulmasının muhakkak ki çok hassas bir mîzana göre sağlandığını göstermektedir.
Mîzân, ismi alet olup «terazi» anlamına geldiği gibi, denklem, denge, adalet ve düzen mânalarında da kullanıldığı vâkidir.
Bunlardan şu sonucu çıkarabiliriz : Fezada yer alan, dünya dahil bü­tün yıldız ve sistemlerin kendi hareketlerinde, yer çekim ve merkezkaç ka­nunlarıyla mutlak bir denge hâkimdir. Aynı zamanda her yıldız ve sistemde yer alan şeyler arasında da bir denge ve hassas bir düzenleme söz ko­nusudur.
Dünyanın belli bir süratle kendi ekseni ve güneş etrafında elips çize­rek sürdürdüğü hareketi, her bakımdan dengeli ve düzenlidir. Nitekim «elipssin tarifi yapılırken bu tür dengeye işaretle şöyle denilmiştir: «Öyle kapalı bir eğri ki bütün noktalarının 'odak' denilen iki ayrı noktaya olan uzaklıklarının toplamı birbirine denktir.»
Yeryüzünün kuruluş ve yayılışında da bu denge kanunu hâkimdir. An­cak zaman zaman insanların bilgisizce müdahalesi bu dengeyi bozmakta­dır. Meselâ ormanlar hem bol oksijen verip sağlık kazandırır, hem havanın tozunu ve kirliliğini toplar, hem yağmur yağmasını sağlar, hem birçok can­lılara barınak hizmeti verir.
Ağaçları plânsız, programsız ve bilgisizce kestiğimiz takdirde bu den­ge bozulur ve zincirleme birçok dengelerin de bozulmasına neden olur. Önce kuraklık başlar, toprak kayması meydana gelir.
Denizleri kirletmek ve barındırdığı canlıları bilgisizce avlamak ayrı bir dengesizlik doğurur.
Kur'an bu hususu biraz daha açıklayarak Rûm Sûresi 41. âyette şöy­le buyurmaktadır: «İnsanların elleriyle işledikleri (bilgisizce) işlerden, fe­nalıklardan dolayı karada ve denizde fesat (dengesizlik ve düzensizlik) or­taya çıktı..»
Onun için konumuzu oluşturan sekizinci âyette, insanlara seslenilerek şu uyarı yapılmaktadır: «Sakın mîzânda (ölçü, tartı, denge ve düzende) hakkı, insafı aşmayın.»
Ayrıca âyette, göklerde mîzân, yani denge ve düzen kurulduğu gibi, yerde de mîzan kurulmuştur. Artık siz de hem denge ve düzeni koruyun, hem de alım-satımda bulunurken teraziyi, tartıyı doğru ve âdil kullanın, hususu da kısaca belirtilerek uyarıda bulunulmaktadır. (İlmin Işığında Asrın Kuran Tefsiri Celal Yıldırım)

[Ek bilgi; Bilindiği üzeregök kütlelerinin birbirinden olan uzaklığı, onların dengesinin esasını teşkil eder. Kütleler birbirlerinden ne kadar uzaksa birbirleri üzerindeki çekim güçleri de o derece zayıf olur.ç Birbirlerine yakın oldukları ölçüde biri birini öteki üzerinde ki etkisi fazla olur. Nitekim(astronomik anlamda) yere yakın olan ay, çekim kanunuyla denizlerde ki suyu etkiler. Med cezir de bundan ileri gelir. Şayet iki gök cismi gereğinden çok birbirine yaklaşsaydı çarpışma kaçınılmaz olurdu. Karışıklığın olmaması için bir emre boyun eğmek vazgeçilmez bir şarttır. (Maurıce Bucaılle – Kur’an ve bilim)]}


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
169. sayfayı toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder