21 Ekim 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. VAKIA (01 - 10)(170-A)




El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr.

Değerli Kur’an dostları bugün tefsir dersimize vakıa suresiyle devam ediyoruz. Vakıa suresi adını ilk ayetinden alır. Bu surenin adını efendimiz (A.S.) koydular. Vakıa olay demek, durum anlamına geliyor, olay, vuku bulmuş olay, veya vuku bulacak olay. Surenin bilinen tek ismi bu.

Surenin iniş zamanına gelince, Mekkidir. Bunda herhangi bir itilaf yoktur. Hem muhteva açısından hem de belağat açısından bu zaten görülüyor. Mekke dönemini 3 dilimlik bir sürece ayırırsak, bu 3 dilime ayırdığımız Mekke döneminin 2. dilimine tekabül eder. Bu surenin hangi dönemde indiğini ele veren gerçekten etkili bir rivayette var elimizde.

Bir gün Hz. Ebu Bekir Allah resulünün saçlarının hızla ağardığını fark edince le gad şipte ya Resulallah? Ya Resulallah çabuk ihtiyarladın, saçlarını ağarttın der. Allah Resulü de cevaben; “Saçlarımı Hud, vakıa, mürselât, 'Amme yetesâelun (Nebe/1), İzeşŞemsü küvviret. (Tekvin/1) sureleri ağarttı buyurur. Bu sayılan sureler arasında Vakıa da vardır.

Demek ki Allah Resulünün vahiy ile ilişkisi öylesine tabir caizse ecnebi ifadeyle interaktif, karşılıklı, canlı, aktüel bir ilişki ki, efendimiz vahiy tarafından inşa olunuyor. Bu inşa oluş sırasında elbette ki ağırlık hissediliyor. Zaten vahiy ağır bir söz. kavlen sekıyla. (Müzemmil/5) ağır bir kelam, ağır bir söz, değerli bir söz. Onun içinde iniş üssü olan Allah Resulünün yüreği vahiy ile inşa olurken, Allah Resulünün dışına da yansıyor, saçına da yansıyor, sakalına da yansıyor ve işte bu hali ifade ediyor biraz önce naklettiğim haber.

Surenin konusu, sureyi özellikli kılan muhteva da. Kur’an ın fihristi niteliğinde. Onun için surenin Allah Resulü tarafından sık sık okunduğu rivayetleri vardır hatta her geçe okuduğuna dair bir takım rivayetler bulunmakta.

Bu aslında surenin konusuyla alakalı bir şeydir. Konusuna bakarak Resulallah’ın verdiği önemin sebebini anlayabiliriz. ResulAllah’ı inşa ettiğini söyledim. Çünkü Kur’an da, Kur’an isminin keriym sıfatıyla, keriym niteliği ile nitelendiği tek ayet;  İnneHU leKur'ânun Keriym (77) bu surede bulunmakta. Fark etmiş olduğunuz gibi Keriym vasfı da aslında özne, ismi fail, hem de mübalağa ile ismi fail. Aşırı özne. Ne demek aşırı özne? Ben seni fail olarak inşa edeceğim. Ben seni değiştireceğim. Ben Kur’an ım, Kur’an muhatabını inşa eder, ben de seni inşa edeceğim. Zımnen budur aslında. Kur’an ın sıfatlarının ismi fail, hem de mübalağa ile ismi fail olması. İşte o ayet bu surede geçiyor.

Mesrûk,(Mesrûk Bin El-Ecda) ki yanlış hatırlamıyorsam tabiin, yani 2. neslin zahitlerindendir. Züht’üyle meşhurdur, ilmiyle irfanıyla meşhurdur. Öyle der. Kim öncekilerle sonrakilerin, cennetliklerle cehennemliklerin, dünya ehli ile ahiret ehlinin haberini bir arada okumak, görmek, duymak, anlamak istiyorsak vakıa suresini okusun. Gerçekten de vakıa suresini özel kılan sebeplerden biri bu muhteva. Adeta Kur’an ın bir özeti niteliğinde. Kur’an sanki sıkıştırılmış, konular itibarıyla vakıa suresinin içine konmuş. Nitekim her surede bu özellik bir parça bulunur. Hatta hatta şunu bile söyleyenler çıkmış otoritelerimiz arasından; Tüm Kur’an, Kur’an ın her ayetinde görünür. Kur’an ın her ayeti tüm Kur’an ı temsil eder. Ama vakıa suresi bu temsil özelliği itibarıyla diğer surelerin içinden seçilip daha çok ortaya çıkan bir sure.

Son saat uyarısıyla başlar sure. Sadece misafirin değil, misafirhanenin de geçici olduğunu dile getirir. Yani sadece Allah’ın şerefli konuğu olarak yer yüzünde misafir ettiği insan geçici değildir. İnsanı misafir eden yer yüzü de geçicidir. Bunun da bir ölümü vardır. Buna son saat diyor Kur’an. İşte ondan haber vererek başlar sure.

Hayat iyilerle kötüler arasında bir yarıştır, bir mücadeledir. Ve hemen ardından iyiler ve kötülerin yarışı dile getirilir. Bu yarışta öne gidenler, geride kalanlar, ortada olanlar, Bu yarışta Sabikun diye müjdelenip öncülük yapanlar ve ashabül meymene (8) diye müjdelenip onların vagonu olan, onların izinden gelenler. Bir de ashabül meş'eme (9) diye yerilenler, uğursuzlar. Şeref ve izzet yoksulları. Allah’ın kendilerine açtığı krediği har vurup harman savuran ve Allah ile sözleşmesine ihanet edenler. İşte onlardan söz eder sure.

Daha sonra ödül ve cezaya getirir sözü. Değil midir ki değerli Kur’an dostları eğer bir imtihan varsa ortada mutlaka ödül ve ceza da olmalı. Eğer ödül ve ceza olmayacaksa, suyu getirenle testiyi kıran bir tutulacaksa su getirmenin gerekçesi ne ola ki, niçin su getirsinler ki, herkes testi kırar. Eğer iyilerle kötüler aynı akıbeti paylaşacaklarsa, iyi olmanın gerekçesi kalır mı? iyi olmak ödülü hak etmeli. Kötü olmanın da bir cezası olmalı. İşte söz oraya gelir ve inkârın temelinde ne sebep yatıyor? İnkârın, aslında inkâr arızi bir durum, daimi olan imandır, asli olan imandır, fer’i olan inkârdır. Çünkü iman özü itibarıyla var olanın açığa çıkması. İnkâr ise yok olanın iddia edilmesidir, karanlığa benzer, iman ise ışığa benzer. Işığın kaynağı olur, karanlığın kaynağı olmaz. İnkar karanlığa benzer, ışığın yokluğu halidir. Aslında karanlık bizatihi var değildir, bir şey değildir, ışığın yokluğu halidir. İnkâr da böyle negatif bir şeydir. Aslında olması gerekenin olmadığı zaman ortaya çıkan durumdur, arızidir. İşte oraya getirir ve inkârın temelinde şükürsüzlük. Şükürsüzlüğün de temelinde kadir kıymet bilmezlik, değer bilmezlik vardır der 57 ve 74. ayetleri arasında.

Vahyi yalanlamaksa en büyük kıymet bilmezliktir. Çünkü vahiy insanın önüne Allah’ın açtığı bir gök sofrasıdır. Bu sofradan yemeyen, bu sofraya sırtını dönen, bu sofraya iltifat etmeyen aslında ruhunu açlıktan öldürmüş demektir. İşte bunların, aslında yaşamıyor gibi yaşadıklarını, dik süründüklerini, ve Allah’ın kendilerine açtığı o büyük krediyi, o muhteşem imkânı elleriyle yok ettiklerini dile getirir sure.

Ve en sonunda yalandan beslenenlere dikkat çeker. Lütfen dikkat buyurun, yalandan beslenmek Ve tec'âlune rizkaküm enneküm tükezzibun (82)ve siz yalanlamanızı rızkınız haline getiriyorsunuz, yani yalandan besleniyorsunuz. İşte bu dikkat çekici ifadelerin arkasından sure insan dan Allah adına, Allah adıyla hareket etmesini ister. Fessebbih Bismi Rabbikel 'Azıym (96)ey insanoğlu artık sen sadece rabbin adına, rabbin adıyla hareket et. Aziym olan, muazzam olan, muhteşem olan, mükemmel olan, sonsuz ve mutlak olan rabbin adına hareket et diyerek son bulur. Bu kısa girişten, bu kısa özetten, mukaddimeden sonra şimdi surenin vakıa suresinin tefsirine geçebiliriz.

[Ek bilgi; FAKİRLİK DOKUNMAZ.
İbn. Mes’ud (ra) anlatıyor; Resulallaha.s.v. şöyle söyledi; Kim her gece Vakıa suresini okursa ona fakirlik gelmez.(Kütübü sitte-808)]



1-) İzâ vekâ'atil vâkı'atü;

O gerçek (ölümü tadarak başlayan ikinci hayat) vuku bulduğunda. (A. Hulusi)

01 - Koptu mu o Vakıa bir. (Elmalı)


İzâ vekâ'atil vâkı'ah (Sonraki ayete bitişik)


2-) Leyse livak'atiha kâzibeh;

Artık onun gerçekliğini yalanlayacak olmaz! (A. Hulusi)

02 - Olmaz vakıasına yalan diyen dil. (Elmalı)


İzâ vekâ'atil vâkı'atü (1) Leyse livak'atiha kâzibeh gerçekleşmesi kesin olan gün gelip gerçekleştiği zaman. Vakı’ah, Leyse livak'atiha kâzibeh kimse kalmayacaktır onu yalanlayan.

Nedir gerçekleşmesi kesin olan gün? Son saat, yani misafirhanenin de bir ömrü vardır. Sadece misafirin değil. Misafirhane de bir gün gelip ölecektir. Misafir hanenin ölümüne Kur’an son saat diyor. sa’ah. İşte o gün geldiğinde kimse yalanlayamayacak.

Neden yalanlayamayacak? Çünkü gayb yakıyn olacak. Nasıl yalanlasın ki. Göz göre göre yalanlanır mı? Yaşayarak yalanlanır mı? o zaman işte iman etmenin bir değeri kalmayacak. O zaman inanmanın herhangi bir anlamı olmayacak.

Buradan neyi anlıyoruz? Elleziyne yu'minûne Bil ğayb..(Bakara/3) Bakara suresinin girişinde; Onlar ki gayba iman ederler. Yani görmeden inanırlar. Neden görmeden inanırlar? Zaten iman böyle bir şey. Görseniz inanmaktan söz edilebilir mi orada. İman ahlaken güvenmek demek. Neden görmeden inanırlar? Çünkü Allah’ın doğru söylediğine iman etmişlerdir. Sadakallahül azıym Aziym olan Allah doğru söyledi, doğru söylemiştir. Başkasını düşünmek mümkin mi. Onun için iman zaten gayba imandır özü itibariyle. Eğer o gayb gerçekleşmişse artık orada imandan söz edilemez.

İşte burada da ahirete, yani sona, bu ahirete hem dünyanın sonu son saat olarak, hem de ondan sonraki yeni hayatın başlangıcı, kıyameh, yeniden kalkış ve ondan sonra gelen Ba’sü ba’del mevt, yeniden diriliş, ondan sonra gelen hesap günü ve ondan sonra gelen ödül ve ceza cennet ve cehennem hepsi girer. Gerçekleştikten sonra inanmak herhangi bir değer ifade etmiyor. Çünkü yarar taşımıyor. İnanmak bizatihi yarar taşıdığı için emredilmiştir. İnanmamız istenmiştir. İnanmanın yarar taşımadığı durum artık gözünüzle görüp, halinizle yaşadığınız durumdur bunun bir yararı yoktur. İnanmanın yararı dünyada dır, bu hayattadır.

Biz bu hayatta inandığımızda ahlaki değer üretiyoruz. Ahirette inandığımız şeyler bir bir zaten görünecek. Perde kaldırılacak. İş perde kaldırılmadan perdenin arkasında kilere iman ettim, ametü diyebilmek. Hatta öyle amentü diyebilmek ki sevgili seyyidina Ali R.a. ın ifadesiyle perde kaldırılsaydı yakıynim artmazdı diyor. Yani iman ettiğim şeyler şu anda bana bir bir gösterilse imanımda hiçbir şey değişmez. Bu kadar inandım.

Zaten ihsan da bu değil mi? Allah Resulü ihsanı nasıl tanımlıyordu? Mel ihsan diye sorulunca; en ta’büdallahe keenneke terahü Allah’a; O’nu görüyormuş gibi ibadet etmendir, kulluk etmendir fein lemtekün terâhü ve innehû yerâke her ne kadar sen O’nu görmüyor isen de O seni kesin görüyor. İşte bu. Görür gibi inanmak.


3-) Hafıdatün Râfi'atün;

(Kimini) alçaltıcıdır, (kimini) yükselticidir! (A. Hulusi)

03 - İndirir bindirir. (Elmalı)


Hafıdatün Râfi'ah o dur bazılarını alçaltan, bazılarını da yükselten. Zımnen herkes gerçek değeriyle o gün ortaya çıkacak. Yani dünyada kendisini yüksek satanlar, yüce konumları aralarında paylaştıran, aslında alçak olduğu halde yüce yerleri aralarında kapışanlar, ahirette layık oldukları yere indirilecek. Veya son saatte. İşte o zaman herkes gerçek yerini bulacak. Değerli olanlar değersiz gibi, değersiz olanlar da değerli gibi görünüyor bazen dünyada. İnsanlar değeri takas ettikleri zaman, bakış açılarını yamulttukları, amuda kalkarak eşyayı ve varlığı okudukları zaman her şeyi ters görebiliyorlar. Ama Allah bir gün gelecek, her şeye gerçek değerini gösterecek. İşte o zaman yer yüzünde değerli gibi kendisini satan bir çoklarının aslında alçağın da alçağı. Yer yüzünde bazılarının sırf maddi açıdan baktıkları için değerini fark etmedikleri değerli insanların da gerçek değerini ortaya koyacak ahiret. Ahiret her şeyin gerçek değeri ile ortaya çıktığı, veya değersizin de değersizliği ile ortaya çıktığı gerçek bir durumdur.

[Ek bilgi; Bir mesel ÖYLE DEĞİL..!
Kendince çok bilgin ve İslam’ı çok iyi anlayan ve geniş çevresine oldukça çok faydalı (!?) bilgiler hayatı boyunca sunan bir kişi, bir gün ansızın ölümü tadıverir.
Ölürken: "Hayatım saadet içinde geçti, insanlara çok faydalı oldum.. beni kesin cennet, hem de ne cennet bekliyor" diye düşünür.
Lakin bir müddet sonra ahirette durumu umduğu gibi olmaz. Buna çok şaşırır. münker nekir ile konuşur, derler ki:
"İyi ama öyle değil işte. çok bilmek değil, çok paylaşmak değil, riya, benlik, tamah, hayal, zandan uzak durmak idi senin hedefin. Sana söylemediler mi: "Ene cennete" giremez diye?
Demiş: "Ama ben hep olabildiğince vermeye çalıştım..! Sayemde çok kişiler hidayete erdi, en azından vesile oldum !!"
Derler: "Karşılığını manevi, benlik olarak bekledin ama. RİYA bu..! Benlik bu, şirk bu, ölü bir toprak gibi olacaktın, sadece Dostun ALLAH olacak idi, halk değil. Bunu dünyada anlamadın, tabii şimdi hiç anlayamazsın, uzun konu, şimdi ne desek boş. Boş girdin dünyaya, boş geldin, çok yazık oldu..!" (Okyanusum.com dan)]


4-) İzâ rüccetil'Ardu recca;

Arz (beden) şiddetli bir sarsılışla sarsıldığında, (A. Hulusi)

04 - Yer bir sarsılış sarsıldığı. (Elmalı)


İzâ rüccetil'Ardu recca yer dehşetli bir sarsılışla sarsıldığı zaman.


5-) Ve büssetilcibalü bessa;

Dağlar (bedendeki organlar) hurdahaş edildiğinde, (A. Hulusi)

05 - Dağlar bir serpiliş serpildiği. (Elmalı)


Ve büssetilcibalü bessa dağlar paramparça olup böyle korkunç bir yarılışla hallaç pamuğu gibi atıldığında,


6-) Fekânet hebâen münbessâ;

(Nihayet) dağılmış toz olduğunda. (A. Hulusi)

06 - Hepsi dağılıp berhavâ bir hebâ olduğu. (Elmalı)


Fekânet hebâen münbessâ toz zerrecikleri halinde diyor. Öyle ki paramparça olup toz zerrecikleri halinde atıldığında.


7-) Ve küntüm ezvâcen selâseh;

Siz üç cinse ayrıldığınızda: (A. Hulusi)

07 - Siz de üç sınıf olduğunuz zaman. (Elmalı)


Ve küntüm ezvâcen selâseh sizler 3 kesime ayrılacaksınız. 3 bölüğe, 3 kısma, 3 gruba. Nedir onlar?


8-) Feashabül meymeneti mâ ashabül meymeneh;

Ashab-ı Meymene (uğurlular-mutlular, sağcılar, Hakk'ı bulmada isâbet etmişler), ne ashab-ı meymenedir! (A. Hulusi)

08 - Ki sağda «Ashabı meymene»: Ne «Ashabı-meymene!». (Elmalı)


Feashabül meymeneti mâ ashabül meymeneh bu 1. grup. 1- Bahtiyar kampa dahil olan bir kesim olacak mâ ashabül meymeneh ama ne bahtiyarlık. Biz bunu meymene hem şeref ve onur manasına gelen “yüm” den hem de yine aynı kök, aynı zamanda bereket manasına da gelir. Bereket sahibi mübarek insanlar olacak amma ne bereket. Veya şerefli ve onurlu insanların ait olduğu bir kamp olacak, ama ne şeref, ama ne onur manasını da verebiliriz.


9-) Ve ashabül meş'emeti mâ ashabül meş'emeh;

Ashab-ı Meş'eme (uğursuzlar-mutsuzlar, solcular, Hak'tan kozalı yaşamışlar), ne ashab-ı meş'emedir! (A. Hulusi)

09 - Solda «Ashabı meş'eme»: Ne «Ashabı -meş'eme!» (Elmalı)


Ve ashabül meş'emeti mâ ashabül meş'emeh ikinciler de bunlar, bir de bedbaht kampa dahil olan bir kesim olacak mâ ashabül meş'emeh ama ne bedbahtlık. Meş’eme Şu’um kökünden türetilmiş Şu’um aslında uğursuzluk anlamına da gelir, alçaklık anlamına gelir, onursuzluk anlamına gelir. Yani uğursuzların kampına dahil olan bir kesim olacak. Ama ne uğursuzlar. Onursuzların kampına dahil olan bir kesim olacak ama ne onursuzluk bu. Neden onursuz? Çünkü şerefin kaynağı Allah’tır. Allah’a sırt dönmüş olan, şerefe yüzünü dönmüş olmaz. Allah’a sırtını dönen şereften ve onurdan mahrum kalırda ondan. Bu da ikinci kesim. İyiler ve kötüler. Kısaca böyle de anlayabiliriz. Bir iyilerin kampı olacak, onlara dahil olanlar. Bir de kötüler kampı olacak onlara dahil olanlar. 3. bir kesim daha var ama.


10-) Ves sabikunes sabikun;

Es Sâbikun (yakîn ile öne geçenler), sabikundur; (A. Hulusi)

10 - İlerde sabikun, işte o sabikun. (Elmalı)


Ves sabikunes sabikun bir de yarışta öne geçip arayı açanlar olacak. Yarışta öne geçenler, ilginçtir iyiler ve kötüler ayrıldıktan sonra iyiler de kendi içlerinde ikiye ayrılıyor iyilerin lokomotif olanları, iyiler vagon olanlar. İyilikte öne geçenler ve onların izini izleyenler, ardından gelenler.

Aslında böyle bir tasnifi yapmasının temelinde şu yatıyor; Yarışın, iyi olmanın sonu yoktur. Ben iyi oldum, bu yeter. İyilerin kampına dahil oldum bu yeter demeyin, iyiliğin sonu yok. İyilikte yarışın. ..festebikul hayrat. (bakara/148) hayırlarda yarışın diyordu ya Kur’an. İyilikte yarışın. Yani ben iyiler kampındayım ya bana bu yetmez mi demeyin. İyilerin önünde olmaya, iyiler arasında lokomotif olmaya gayret edin. Vagon olmakla yetinmeyin. İyilerin izlediği biri olun, sadece iyileri izlemekle yetinmeyin, sizden sonra iyilerin de izleyeceği biri haline gelin. Burada böyle bir imayı görebiliriz.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
       170. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder