13 Mart 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. YASİYN (51-56) (139-C)



B sayfasından devam

51-) Ve nüfiha fiysSuri feizâhüm minel'ecdasi ilâ Rabbihim yensilun;

Sur'a nefholunmuştur! Bir de bakarsın ki onlar kabirleri hükmünde olan bedenlerinden çıkmış, Rablerine (hakikatlerini fark etme aşamasına) koşuyorlar! (A. Hulûsi)

51 - Bir de sur üfürülmüştür ne baksınlar kabirlerinden rablerine doğru akın ediyorlardır. (Elmalı)


Ve nüfiha fiysSuri feizâhüm minel'ecdasi ilâ Rabbihim yensilun derken sura üflenmiştir. Aslında fiysSuri okunuşunu Katade, -ilk otoritelerden- fiys suveriy okumuş. Buna göre suretlere ruh üflenmiştir manasına gelir. Ama biz bu okuyuşa göre mana verdik. Sure üflenmiştir. Ve işte o zaman hemen mevzilerinden çıkıp ilâ Rabbihim yensilun rablerine doğru süratle koşarlar.

Yukarıdaki ayetler son saatten söz ediyor. Bu ayet işte kıyametten söz ediyor. Bu haberi de ancak Allah verir. Ve burada insanoğlunun kaçmak istese dahi kaçamayacağı  bir saati haber veriyor Allah. Hani ..eynelmeferr, (Kıyamet/10) nereye kaçmalı ibaresi vardı ya Kur’an da, hatta cevabını da yine Kur’an dan bulabiliriz bunun. Fefirrû ilAllâh. Zariyat/50) Allah’a kaçın. İnsanoğlu istese de istemese de Allah’tan kaçamayacak. Kaçamayacak ama kaçmak istemesi en büyük cinayetini oluşturacak. Kaçamayacağı halde kaçmak istemesi. Kaçamayacağı halde Allah’ı unutması insanoğlunun kendine yapabileceği en büyük kötülük olacak.


52-) Kalu ya veylena men beasena min merkadinâ* hazâ ma ve'ader Rahmânu ve sadekalmurselun;

(O vakit) dediler ki: "Vay bize! (Dünya) uykumuzdan kim bizi yeni bir yaşam boyutuna geçirdi? Bu, Rahmân'ın vadettiğidir ve Rasûller doğru söylemiştir." (Hadis: İnsanlar uykudadır, ölümü tadınca uyanırlar!) (A. Hulûsi)

52 - Eyvah, başımıza gelenlere derler: kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden? Bu işte, o Rahmanın vaat buyurduğu, doğru imiş o gönderilen Resuller. (Elmalı)


Kalu ya veylena men beasena min merkadinâ eyvah..! yazıklar olsun bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı diyecek ve tabii cevabı yine kendisi verecek. hazâ ma ve'ader Rahmânu ve sadekalmurselun rahmanın vaad ettiği bu olsa gerek. Demek ki gönderilen elçiler doğru söylemişler diyecek. Evet, demek ki doğru söylemişler diyecek ama hiçbir işe yaramayacak. Yani bunu tasdik etmenin işe yaramayacağı yerde tasdik edecek.

Bu noktada İmam Cafer’in ahireti inkar eden bir mülhitle, bir kafirle diyalogu geldi aklıma. İmam Cafer ahireti ısrarla inkar eden karşısında ki inkarcıya şöyle der. Kıpti farzı muhal bu dünyayı gördüğümden daha fazla ahirete iman ediyorum. Ama tut ki senin dediğin haydi haklı, farzı muhal değil ya, öyle kabul edelim bir an için. Haklısın diyelim. Ben Allah’ın emirlerine uygun olarak bir hayat yaşamakla ne kaybederim? Disiplinli, özverili, ahlaklı, erdemli bir hayat yaşamakla ne kaybederim. Zaten dünyamı da mamur etmiş oluyorum. Çünkü Allah emir ve nehiylerinde beni kolluyor, beni gözetiyor. Fakat yine senin zihnine göre tut ki senin inkar ettiğin ahirete bir ihtimal var ve bu ihtimal de gerçekleşti. Sen ne kaybedersin? Yani imam Cafer’in ahireti inkar eden bu kafirle olan diyalogumda alacağımız çok dersler var ve tabii ahiret münkirlerinin alacağı çok fazla dersler var.


53-) İn kânet illâ sayhaten vahıdeten feizâhüm cemiy'un ledeyNA muhdarun;

Sadece tek bir sayha (İsrafil'in sur'u) oldu... Bir de bakarsın ki onlar toptan huzurumuzda hazır kılınmıştır. (A. Hulûsi)

53 - Başka değil, sâde bir tek sayha olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza ihzar edilmişlerdir. (Elmalı)


İn kânet illâ sayhaten vahıdeten feizâhüm cemiy'un ledeyNA muhdarun sadece bir tek bela çığlığı, olanın hepsi bu. Ve hemen ardından herkes huzurumuzda sıra sıra dizilecek, boy gösterecek.


54-) Felyevme lâ tuzlemü nefsün şey'en ve lâ tüczevne illâ ma küntüm ta'melun;

O süreçte hiçbir nefse en ufak bir şey zulmedilmez... Yaptıklarınızdan başkası ile cezalandırılmazsınız. (yaptıklarınızın sonuçlarını yaşarsınız)! (A. Hulûsi)

54 - Artık bu gün hiç kimseye zerrece zulmedilmez, ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz. (Elmalı)


Felyevme lâ tuzlemü nefsün şey'en ve lâ tüczevne illâ ma küntüm ta'melun artık bugün hiçbir kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacak ve sadece yaptıklarınızda edip eylediklerinizden, işlediklerinizden sorumlu tutulacaksınız.


55-) İnne ashâbel cennetil yevme fiy şüğulin fâkihun;

Gerçek ki o süreçte, cennet ehli cennet nimetleriyle meşgul ve bunun keyfini çıkarmaktadırlar. (A. Hulûsi)

55 - Cidden ashabı Cennet bu gün bir şuğl içinde zevk etmektedirler. (Elmalı)


İnne ashâbel cennetil yevme fiy şüğulin fâkihun evet, yepyeni bir bölüme girdik. Ama bir önceki bölümün de bir devamı niteliğinde. Cennetten bahsediyor bu ayetler.

Cennet; güzelliğin üretildiği merkez. Cennet deyince insanoğlunun aklının alamayacağı güzellik merkezi gelmeli. Onun için cennette insanoğlunu bekleyen sürprizleri insanın aklının alamayacağını daha önce Kur’an söylemiş biz de tefsir etmiştik. Gerçekten akıl almaz sürprizler bekliyor insanı diyordu. Akıl almaz, çünkü dünyada gördüğümüz füzelikler, güzelliğin birer kopyası. Onların asılları cennette. Dünya da gördüğümüz güzellikler güzelliğin geçici olanı cennet güzelliğin kalıcı olanlarına verilen ad. Onun içindir ki Cennetü adn, güzelliğin madeni olarak geçer Kur’an da. Maden, adn güzelliğin gözü, güzelliğin üretildiği merkez.

Cennet bedel değil, bu niteliği ile bedel değil, olamaz da zaten. Yer yüzünde bir ömür çalışıp didinip de boğaz manzaralı bir evlik yer alamayan insanın, şu geçici hayatta güzelliğin üretildiği ve yüz ölçümü kilometrelerle ölçülemeyen, yerler ve gökler kadar olan, -Kur’an ın ifadesi ile- cenneti bir bedel olarak değil, bir ödül olarak alacak. Yani bu Allah; Allah kadar verir. Bu bunun göstergesinden başka bir şey değil.

[Ek bilgi; CENNET

….Bunlar benim kişisel yorumlarımdır. Yorumlarımı diler değerlendirirsiniz; dilerseniz güvenilmez bulur; böyle de düşünen varmış deyip, bir yana koyar; fırsat bulunca da doğru bildiğinizi bize yazarsınız. Elbette bu konuda soracaklarımızı da kabullenmek kaydıyla.

Önce şu tasnifi yapalım.

Dünya yaşamının cennet kavramı var; kendi şartları içinde.

Kabir âleminin cenneti var; kendi şartları içinde.

Mutlak mânâda cennet var. Kendi şartları içinde.

Bazıları "Cennet" kavramını, bunlardan yalnızca biri için kullanınca, olayın anlaşılmasında çok güçlükler yaşanıyor.

"Dünya Cenneti" denince, bundan kişinin tabiatına uygun gelen, zevklerini tatmin edebildiği bir ortam anlaşılıyor genelde. Yanı sıra, içinde bulunduğu manevî âlemdeki huzur da anlaşılabiliyor. Tabii, bu kısa süreli de olabiliyor; uzun süreli de.

"Kabir âlemi cenneti" ise, bir hayli farklı "Dünya cenneti"nden! Kişi mezarda yaşanan maddesel algılamalı boyuttan, kabir âlemine geçtikten sonra. Eğer, âkıbeti cennet olacak ise, yaşamı "Kabir Cenneti" denen bir biçimde gelişme gösteriyor.

Kişi, kabir âlemine geçtiği andan itibaren, cehennem ve cennet boyutlarını algılamaya başlıyor, ruhanî algılama sistemiyle! Burada, beş duyu yok artık. Onun yerine, kendisine ulaşan dalga boylarını Dünya'da edindiği kapasiteye göre algılayıp, değerlendiren bir ruhî algılama sistemi var. İsterseniz buna, "ruhun beyni" adını verelim, anlatımda kolaylık olsun diye.

Kabir âleminde yaşamakta olan kimse, bir yandan cehennem boyutunu seyrederken ve bundan büyük korku duyarken; diğer yandan da, cennet boyutunu seyretmekte; bunun özlemini çekmekte; bu arada kendi türünden ve boyutundan ruhanî varlıkları ve ruh boyutuna tenezzül etmiş melâikeyi de algılamaktadır.

Rüyada, nasıl belli duygular ve düşünceler belirli sembollere bürünerek kişi tarafından seyredilmekte ise, kabir âleminde de kişi, bir tür rüya gibi, Dünya'da edindiklerinin getirisini otomatik olarak seyretmekte ve yaşamaktadırlar. Bazen zevkle, bazen kabûslar şeklinde!

Artık Dünya ile iletişimi kesilmiştir. Yalnızca, dünya'dakilerin kendisi hakkındaki yönlendirilen düşüncelerini ve dualarını, anladığı kadarıyla Kurânsal mesajlarını almaktadır. Fakat bütün bunlar onu uzun süreli meşgûl etmemektedir. Bu tıpkı, tek yönlü çalışan bir receiver (alıcı) gibi olmaktadır. Ruhun beyninde oluşan dalgalar, bizim beynimizin alma kapasitesinin çok üstünde olan yüksek frekanslı dalgalar olduğu için, onların alınması insanlar tarafından mümkün olmamaktadır. İnsan beyinleri bazı şartlarda, en fazla Cin boyutundakilerin dalgalarını değerlendirebilmektedirler.

Kabir âlemi yaşamında, uykuda yaşadığınız duyguları, çok daha fazlasıyla ve çok daha yoğunluklu olarak yaşayacaksınız.
Bu durum "Sistemin kıyameti" dediğimiz, Dünya'nın Güneş tarafından yutulması evresine kadar devam edecektir. Güneş, Dünya'yı yutmaya başladığında; Dünya'nın manyetik alanı ortadan kalktığında, bütün insan ruhları, otomatik olarak kendilerini bizim anlayışımıza ve yapımıza göre "Cehennem" olarak tanımlanan Güneş'in, dalga boyutlu yapısı içinde bulacaklardır.

Bu evre, "insanların kabirlerinden çıkması" olarak tanımlanmıştır.

Dünya'da "ibadet" adı verilen (hakikatleri olan Allâh'a ait özelliklerin kendilerinde açığa çıkması) çalışmalara gereken önemi vermiş olanlar; bu çalışmalar sonucu edindikleri NÛR ile, enerji ile, kendilerini cehennemin ve içinde yaşamakta olan canlılarının ortamından kurtarıp, cennet boyutuna geçiş yapacaklardır. Sahip oldukları NÛR oranının getirdiği hız nispetinde.

Cehennemden kaçış; Ruh bedenlerin cehennem ortamında terk edilmesi ve NÛR bedenle yeni bir boyuta geçilmesi suretinde olacaktır!

Nasıl madde beden, Dünya'da bırakılıp, ruh bedenle kabir âlemi ve cehennem boyutuna geçildiyse; ruh beden de cehennem boyutunda terk edilerek, NÛR bedenle cennet boyutuna geçilecektir!

Esasen âlemdeki her yapıda, ruh ve nûr boyutları mevcuttur! Mesela Güneş'in dahi ruh ve nûr boyutu vardır. Gözümüzün algıladığı ise, Güneş'in madde-gaz boyutudur. Bu yüzden de Güneş içinde yaşamakta olan "ruh boyutu ve nûr boyutu canlıları"nı algılayamamaktayız!

Ruh gözü ile görenler o boyutu; Nûr boyutunu algılayabilenler ise, elbette ki, o boyuta dair algılamaları yapmaktadırlar.

Nûr boyutunda, ruh boyutunda olduğu gibi bir sâbit beden görüntüsü, şekil yoktur! Burası salt bilinç boyutu olup, bilinç tahayyül ettiğini canlı olarak anında yaşar! Rüyada algılanan maddemsi yaşam duygusuyla!

Cennetteki kişinin kudreti, kendindeki vehim kuvvesini kullanabildiği miktardadır. Bu esasen Dünya'da dahi böyledir!
Ruh boyutundaki beden görüntüsü, şekli genelde; kişinin Dünya'dan ayrıldığı andaki son görüntüsü üzerinedir.
Nûr yapılı birimler ise bir beden veya şekille bağımlı olmayıp, dilediği beden şekline bürünebilir.

Nûr boyutundaki cennette yaşayanların tümü, gerçekte nûr yapılı, şekilden berî bilinç varlıklardır; algılayanın veritabanına göre görüntü verirler. Kabir âlemindeki sorgu meleklerinin, herkese değişik gelmesinin de nedeni budur.

Cennet boyutunda, o kişinin ilmiyle sınırlı olmak şartıyla, Allâh isimlerinin özellikleri açığa çıkacak; o boyutta yaşayanlar; Allâh'ın kuvvet-kudret ve yaratıcılığıyla, diledikleri her şeyi istedikleri anda, istedikleri şekilde yaşayabileceklerdir! (Ahmed Hulusi) http://www.ahmedhulusi.org/yazi/cennet.htm ]

İşte sözün bittiği ve artık aslında insanın havsalasının almayacağı için sadece bildiğimiz güzellikten teşbih yaparak, atıf yaparak bize izah edilen o mutlak güzellik merkezini, güzelliğin üretildiği o merkezi tarif eden ayetlere girdik.

İnne ashâbel cennetil yevme fiy şüğulin fâkihun şüphe yok ki cennet ehli o gün sevinç ve huzur veren bir meşguliyet içinde olacaklar.

İlginç, fiy şüğulin fâkihun şüğun; meşgale, iş. Cennette iş te mi var? ama yok dersek bu sefer de bu akıl biliyorum aa..! canım sıkılır benim. Boşluktan canım sıkılır. Bu kadar güzelliğin içinde de insan. Oturur, yer, içer, oturur, canı sıkılır diyecek. İşte bu ikisini de dedirtmiyor Kur’an. Fatır/35. ayetini hatırlasanıza, yine bundan bir önceki surenin tefsir ettiğimiz ayeti.

lâ yemessünâ fiyhâ nesabün ve lâ yemessünâ fiyhâ luğûb. (fatır/35) öyle diyordu. Ne yorgunluk, ne de can sıkıntısı ve usanç olacak orada. Yani yorulacak bir iş değil. Nasıl bir iş peki. İşte bu ayette o “nasıl” geldi. fiy şüğulin fâkihun neş’e sürur ve huzur veren bir meşgale. Evet, yani yaptıkça yorulduğun değil, yaptıkça huzur bulduğun, yaptıkça sürur bulduğun, yaptıkça haz aldığın bir meşgale. Fâkihun; sevinç, sürur, neşe, hatta refah anlamındaki fekihten türetilmiş.

Onun içinde Arapça’da meyveye fakihe derler. Fakihe neden meyveye verilmiş? Çünkü meyve refahın en yüksek düzeyini, daha doğrusu bir sofranın son halkasını oluşturur. Sofrada asli olanlar ekmek ve su. İşte gerekli olanlar ettir, süttür.. İşte, hatta arkasından tatlıdır, tuzludur. Ama mükemmeli olsun istiyorsanız, yani bir de üstüne taç kondurulsun istiyorsanız meyvedir. Onun için tacı olan refah. Refahın maksimum derecesi onun için fakihe denilmiştir meyveye. Burada da fakihun, ya da fekihun, iki şekilde de okunur, sürur veren bir meşgale, mutluluk veren bir meşguliyet.


56-) Hüm ve ezvacühüm fiy zılâlin alel'erâiki müttekiun;

Onlar ve eşleri gölgeler içinde tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. (A. Hulûsi)

56 - Kendileri ve zevceleri erîkeler üzerine kurulmuşlardır. (Elmalı)


Hüm ve ezvacühüm fiy zılâlin alel'erâiki müttekiun onlar ve eşleri bu huzurun, bu mutluluğun gölgesi altında, zıl; Arapçada mecaz olarak kullanıldığında yine huzur ve mutluluğa denk gelir. Bu huzurun gölgesi altında, kuş tüyü yataklar üzerinde uzanmışlardır. İç dinginliğe ve manevi doygunluğa bir işaret bu.

Cennet; insan tekamülünün zirvesidir. İnsan maddi olarak tekamül ettikten sonra hatırlayın anne karnında cenin tekamül eder, dünyaya gelir. Aslında ceninin ahiretidir dünya. Dünyası anne karnıdır. Dünyaya gelir. Dünyaya geldiğinde başlar ağlamaya. Korkar, çünkü oraya alışmıştır. Orada sadece tüketmektedir. Orada sıfır riskle yaşamaktadır hesapta değildir tabii. Dünyaya geldiğinde ağlar. Çünkü artık bir başka aleme gelmiştir. Ama nedense dünyadan giderken de ağlar. Bilmemektedir ama, bilmediği aleme güvenemediği için ağlar.

Yer yüzünde büyür, akil ve baliğ olur, tekamül eder, gelişir. Çünkü hayatın yasasıdır bu. Kemikleri gelişir, yirmi küsur yaşında kemik gelişimi tamamlanır. Dahası bu gelişme hep bir şeylerle sürer. Akıl gelişimi tamamlanır 30 yaşlarında ve 40 lı yaşlara geldiğinde ruh gelişimi tamamlanır. Tamamlanmışsa tabii.

Bazen de yarım kalır. Kemik gelişimi yarım kalırsa kemik hastalığı, akıl gelişimi yarım kalırsa akıl hastalığı, ruh gelişimi yarım kalırsa ya, yani bizim bildiğimiz manada, psikiyatrik manada bir ruh hastalığı değil, işte tam da Kur’an ın söylediği manada bir iman hastalığına yakalanır. Eğer bu gelişim devam ederse, bu tekamül devam ederse, ki etmek zorunda, nereye kadar eder? Cennete kadar.

İşte cennet insan tekamülünün sonudur. Cennet dediğimiz şey insanın kemal halidir. Kemale ulaşmış insan mükemmel bir mekanda konuk edilmelidir. Onun için kemale ulaşmış insanla, güzelliğin kemale ulaşmış halinin buluşmasıdır. Cennet ehlinin cennete kavuşması.

Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
139. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder