5 Mart 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. YASİYN (02-09) (138-B)

A sayfasından devam.

2 -) VelKur'ânilHakiym;

Ve Kur'ân-ı Hakiym (ve bildirdiği Hikmet dolu Kur'ân)! (A. Hulûsi)

02 - Hikmetli Kur'an ın hakkı için. (Elmalı)


VelKur'ânilHakiym hikmetle (muhatabını inşa eden) bu Kur’an a and olsun.

Neden muhatabını inşa eden diye bir parantez içi bir ilaveye ihtiyaç duyduk, Çünkü el Hakiym kalıbı mübalağa ile ismi fail kalıbıdır. Dolayısıyla ismi fail kalıbı canlı ve şuurlu özneler için kullanılır. İlginç olan şu Kur’an a canlı ve şuurlu bir özne gibi bakmamızı istiyor El Hakiym sıfatını vererek Kur’an a rabbimiz. Yani Kur’an a özne olarak bakalım istiyor.

Kur’an a özne olarak bakmak nedir? Sizi inşa edecek bir usta olarak görmektir. Çünkü Kur’an ın indiriliş amacı, vahyin indiriliş amacı genelde inşadır. Vahiy ilahi bir inşa modelidir. İlahi bir inşa projesidir. Vahyin inşa ettiği şey de insandır. Zaten ey İnsan diye başlayıp VelKur'ânilHakiym diye devam ediyorsa, Kur’an a dikkat çekiyorsa ve Kur’an ın da Hakiym oluşuna dikkat çekiyorsa; İnsan olmak istiyorsanız vahyin kılavuzluğuna sarılın. İnsan olmak istiyorsanız vahyin hikmetine sarılın, insan olmak istiyorsanız vahiy ışığından ayrı kalmayın demek istemektedir.

İşte onun için bilinçli ve canlı özneler için kullanılan ismi fail kalıbını burada Kur’an ın bir niteliği olarak getirmiş. El Hakiym. Ey insan Kur’an a inşa edici bir özne olarak bak.

Bunun tersi nedir? Senin özne olup Kur’an ın nesne olması. Eğer Kur’an ı nesneleştirirsen vahyin dediğinin tam tersini yaparsın. Kur’an ı nesneleştirmek ne demek? Kur’an sizi inşa edip Kur’an size yol göstereceği yerde siz Kur’an ı inşa etmeye, yani kitaba uymak yerine, kitabına uydurmaya ve onun üzerinde tasarrufta bulunmaya, ona yol göstermeye kalkarsınız o size yol göstereceği yerde. İşte bu roller ters dönmüş olur bu durumda. Kur’an özne olacakken, Kur’an nesneleşmiş, nesneleştirilmiş olur ki o zaman fonksiyonunu icra edemez.

İşte o zaman ilk nesli yer yüzünün en büyük iman hamlesini yapacak şekilde eğiten Kur’an ilk nesle indiği gibi sizin elinizde de olmasına rağmen sizde hiçbir şey değişmez. Bu aradaki fark Kur’an dan kaynaklanmaz. Bu aradaki fark insanın Kur’an a, muhatabın Kur’an a bakışından kaynaklanır. İlk nesil Kendilerini Kur’an ın inşasına açmışlar, akıllarını, tasavvurlarını ve şahsiyetlerini Kur’an a inşa ettirmişler. Doğru ve yanlışın içini Kur’an a doldurtmuşlar. Kur’an doğruyu nasıl tanımlıyorsa doğruyu öyle kabul etmişler. Yanlışı nasıl tanımlıyorsa öyle kabul etmişlerdi. İyi ve kötüyü, kârı ve zararı, kazancı ve kaybı, yükseği ve alçağı nasıl tanımlamışsa Kur’an onlar da öyle bilmişlerdi. Zaten Kur’an ı özne bilmek budur. Kur’an ın inşa ettiği bir zihniyete bir akla, bir tasavvura sahip olmakta budur. O zaman artık vahiyle tutar, vahiyle görür, vahiyle konuşur, vahiyle yaşar, vahiyle ölürsün.

Ama bunun tersi Kur’an ın nesneleşmesidir ki artık Kur’an inşa edici bir özne olmaktan çıkmıştır. Sadece elinizde canınızın istediği zamanlar törensel bir unsura dönüşmüştür. Yani ölüm törenlerinde veya başka törenlerde geçici bir zaman için ruhuna nüfuz etmeden, aklınızı ona açmadan, zihninizi ona açmadan, ruhunuzu ona açmadan, hayatınızı ona açmadan, tabir caizse bir kadavra muamelesi yaparak, elinize eldiven, burnunuza maske, önünüze önlük takıp onu bozdurup bozdurup harcayarak ve bozup parçaladıktan sonra da aşağı atarak Kur’an okumuş olmazsınız. Olmayız. Bu Kur’an a nesne muamelesi yapmak olur.

İşte onun için Kur’an bizi daha 2. ayetinde El Hakiym niteliği ile uyarıyor, yani ismi fail, hem de mübalağa kipiyle ismi fail ki özneliğin en büyük biçimiyle özne. Özneliğin maksimum değeriyle özne. Kim üzerinde? Elbette insan üzerinde.


3 -) İnneke leminelmurseliyn;

Kesinlikle sen Rasûllerdensin. (A. Hulûsi)

03 - Emîn ol ki sen o risaletle gönderilen Peygamberlerdensin. (Elmalı)


İnneke leminelmurseliyn ki, sen elbette gönderilen elçilerden birisin. Seni yalanlamak, Kur’an ı yalanlamaktır. Kur’an ı yalanlamak, ahireti yalanlamaktır, ahireti yalanlamak Allah’ı yalanlamaktır. Bakınız silsile halinde nereye varıyor. Onun için aslında bu ilk ayetlerde gösterilen yol, silsile birbiri ardınca gelen halkalar bir yalanlama zincirinin ilk halkasının nasıl bizi son halkaya doğru götürdüğünü de gösteriyor. Allah korusun tabii ki.

İnkarın şiddetine bakın ki bu 3. ayette tam 4 te’kitle geliyor bu ayet.

1 - Muhataplar ne kadar ısrarlı inkârcılarsa ayet “inne” te’kidiyle geliyor.

2 - Bu bir pekiştirme ısrar. İnne Muhakkak, şüphesiz, kuşku yok “l” lemin de ki “lâm” te’kit lam ı 2. te’kit bu.

3 - Yemin VelKur'ânilHakiym deki yemin. O yemin buraya da raci.

4 – İsim cümlesi. İsim cümlesi de Arap dilinde fiil cümlesinden farklı olarak ısrara, yani sabit kadem olarak sübuta delâlet eder ki; ısrarcıyım, ayak diriyorum, bu böyledir anlamını içerir. Yan anlamını içerir.


4-) 'Alâ sıratın müstekıym;

Sırat-ı müstakim üzeresin. (A. Hulûsi)

04 - Bir sıratı müstakîm üzerindesin. (Elmalı) 


'Alâ sıratın müstekıym dosdoğru bir yol üzeresin.

..ve inihtedeytü fe Bima yuhiy ileyye Rabbiy.. (Sebe’/50)  Hatırlayalım ayeti eğer hidayette isem bu rabbimin vahyi sayesindedir. Daha önce bu ayeti işledik. Eğer ben hidayette isem, kesinlikle bu rabbimin hidayeti sayesindedir, vahyi sayesindedir. Yani demek ki Allah’ın vahyi olmazsa bizim şaşırmamız içten değil. Onun için Ve vecedeke dâ(aaa)llen feheda. (Duha/7) yolunu kaybetmiş bulup da doğru yola yönetmedik mi diyen Kur’an işte buna atıf yapar. Ve Kur’an ın baş rolü muhatabına ilahi bir kılavuzdur. Yol haritasıdır.


5-) Tenziylel AziyzirRahıym;

Aziyz ve Rahıym'in sende tafsilâtlı olarak açığa çıkardığı ilim ile! (A. Hulûsi)

05 - Tenziliyle o azîz rahîmin. (Elmalı)


Tenziylel AziyzirRahıym çünkü bu vahiy en yüce, en merhametli olanın katındadır.

Vahiy ilahi rahmetin tecellisidir. Allah tenezzül buyurmuştur insanoğluna. Onun için insanoğlunun önüne bir gök sofrası açmıştır. Bu gök sofrası vahiy sofrasıdır. Karınlar acıkır, yer sofrasında doyar. Ruhlar acıkır, akıllar acıkır gök sofrasında doyar. Onun için bu gök sofrasının başına tüm insanlık davet edilmiştir. Bu sofra yedikçe çoğalan bir sofradır.

Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil 'alemiyn. (Enbiya/107) de budur. Çünkü tüm alemler u sofraya davet edilmişlerdir. Tüm insanlık davet edilmiştir ve Allah Resulünün alemlere rahmet olmasının anlamı da budur. Bu sofrayı insanlığa açtığı için alemlere rahmet olmuştur.


6-) Litünzire kavmen mâ ünzire abâühüm fehüm ğafilûn;

Ataları uyarılmamış, bu yüzden (hakikatlerinden, Sünnetullâh'tan) kozalı olarak yaşayan bir toplumu uyarman için. (A. Hulûsi)

06 - İnzar edesin: vahameti haber veresin diye bir kavme babalar İnzar edilmedi de haberleri de yok gafiller. (Elmalı)


Litünzire kavmen mâ ünzire abâühüm fehüm ğafilûn bu sayede ataları uyarılmamış, dolayısıyla haktan gafil kalmış bir topluluğu uyarabilesin.

Tabii ki Kur’an vahyi tüm alemleri kapsar. Yani bütün bir insanlığa indirilmiştir. Ama şunu da unutmamak lazım; Ve enzir aşiyretekel akrebiyn. (Şu’ara’/214) uyarmaya yakınlarından aşiretinden akrabandan başla diyen ayet, aslında vahyin hitap sınırını daraltmış falan olmuyor kesinlikle. Çünkü öbür taraftan;

Ve ma erselnake illâ kâffeten linNasi beşiyran ve neziyra... (Sebe’/28) diyor. Biz seni bütün bir insanlığa müjdeci ve uyarıcı olman için gönderdik. Başka bir şey için değil. Yani kâffeten linNas tüm insanlığa. Bu iki ayet arasında ki irtibatı nasıl kuracağız? Elbette merkezden muhite, odaktan çevreye doğru bir üslup, bir yol yordam izlenir.  Kişinin hakikati ilk duyuracağı, kendisine en yakın olanlardır ve dolayısıyla daha sonra suya atılan bir taş gibi dalga dalga çember yayılacaktır. İşte burada başlama noktasına işaret edilmektedir.


7-) Lekad hakkalkavlü alâ ekserihim fehüm lâ yu'minun;

Andolsun ki onların çoğunluğuna o söz (Cehennem, insanların ve cinlerin çoğuyla dolacaktır; sözü) Hak olmuştur! Bu sebeple onlar iman etmezler! (A. Hulûsi)

07 - Celâlim hakkı için daha çoklarına karşı söz Hakk olmuştur da onlar imana gelmezler. (Elmalı)


Lekad hakkalkavlü alâ ekserihim fehüm lâ yu'minun doğrusu onların bir çoğu hakkında ki söz doğru çıkmıştır. Artık asla iman etmezler. Söz bu, çoğunluğun iman etmeyeceğine dair ilahi bilgi. Biz bunu Kur’an ın bir çok yerinde farklı kalıplarla görüyoruz. Çünkü ekseren Nasi lâ yu'minun. (Hud/17) diyor mesela. İnsanların çoğu iman etmez. Adeta bu bir ilke, sanki bu işin yasalarından biri. Gerçekten yığınlar, kalabalıklar ilgisi manevi olana değil maddi olanadır. İlgisi hakikate değil yalanadır. İlgisi eşyanın derinine değil yüzeyinedir. Onun içindir ki ekseruhüm lâ ya'kılun (Ankebut/63) insanların çoğu akletmez. Niye iman etmez? çünkü akletmez. Akletmeyen doğal olarak iman da etmez.

Peki iman etmeyince 3. bir kalıp daha var Kur’an da ekseren nâsi lâ yeşkurûn (Bakara/243) şükretmez. İman etmedi ki şükretsin. Akletmedi ki iman etsin. Dolayısıyla bu kalıplar aynı zamanda kitlelerin, yığınların tabiatını ele verir. İşte burada da sözden kasıt bu olsa gerektir.


8-) İnna ce'alnâ fiy a'nakıhim ağlâlen fehiye ilel'ezkani fehüm mukmehun;

Muhakkak ki biz onların boyunlarında, çenelerine kadar dayanmış boyunduruklar (şartlanma ve değer yargıları) oluşturduk! Artık (onlar kendi hakikatlerini göremezler) başları yukarı doğru kalkıktır (benlikleriyle yaşarlar)! (A. Hulûsi)

08 - Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz, onlar çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı gözleri aşağı somurtmaktadırlar. (Elmalı)


İnna ce'alnâ fiy a'nakıhim ağlâlen fehiye ilel'ezkani fehüm mukmehun zira sanki biz onların boyunlarına çenelerine kadar uzanan demir halkalar geçirmişiz de başlarını bir türlü eğememektedirler. Orada ki sanki, tabii metnin ortaya koyduğu, daha doğrusu lafzın ortaya koyduğu bir şey olmaktan daha çok mananın ortaya koyduğu bir açıklama olarak anlaşılmalı.

İnkarcıların kibir ve küstahça tavırlarına bir atıf bu. Bu ayeti ahirete müteallik olarak anlama yanlısı olmuş müfessirlerimiz. Fakat Zemahşeri ve Razi başta olmak üzere bir çok müfessirimizin de dikkat çektiği gibi bu ayet gerçekten de temsili bir ayettir ve kafirlerin inkarcıların Allah’a baş kaldırmada ki ısrarlarını ifade etmektedir, küstahça tavırlarını ifade etmektedir.

Ve boyna geçirilen demir halkalardan söz etmektedir. Öyle ki demir halka çeneye kadar uzanıyor. Üst üste demir halkalar düşünün, o kadar sıkıştırılmış ki omuz üstünde, çenenin altında, boynu sıkan bu halkalar, artık çenesini havaya kaldırmış başı yere inmiyor. Yani burada ince bir ironi de söz konusu başını eğecek zaman gelince başını eğemeyecek, adeta demir bir halka varmış gibi.

[Ek bilgi; Boynu halkalı kadın. Örnek resim.) http://ekabiruzay.blogspot.com/2012/11/boynu-halkal-kadn.html
]

Burada tevriye de var bir yerde, çünkü demir halka köleliğin simgesi aynı zamanda. Öyle ki nefislerine kul olanlar, benliklerine kul olanlar, şeytana kul olanlar bakınız Allah’a baş kaldırıyorlar. Allah’a kafa tutanlar, başlarını Allah’a karşı dikenlere bakınız, kimin kulu oluyorlar. Yani aynı zamanda köleler.

Burada belki paradoksal biçimde bu iki şeyin bir arada olduğunu görüyoruz. Allah’a karşı baş kaldırırken, nefislerine, benliklerine, içgüdülerine, şehvetlerine ve şeytana kul olanların resmini çiziyor ayeti kerime.


9-) Ve ce'alna min beyni eydiyhim sedden ve min halfihim sedden feağşeynahüm fehüm lâ yubsırun;

Onların önlerinden bir set (geleceği göremezler) ve arkalarından bir set (geçmişlerinden ders almazlar) oluşturduk da böylece onları bürüdük... Artık onlar görmezler. (A. Hulûsi)

09 - Hem önlerinden bir set ve arkalarından bir set çekmişiz, kendilerini sarmışızdır da baksalar da görmezler. (Elmalı)

Ve ce'alna min beyni eydiyhim sedden ve min halfihim sedden feağşeynahüm fehüm lâ yubsırun yine burada dünyaya müteallik olarak anlayacaksak o adetayı bir daha parantez içinde almak zorundayız. Adeta önlerinden ve arkalarından birer set çekmiş ve gözlerini perdelemişizdir de artık görememektedirler.

Sembolik dil kullanıldığını daha önce söylemiştim. Manevi körlükten söz ediyor bu ayet. Yoksa birer duvar çekmeden değil. Çekilen bir duvar falan yok. Fakat sanki duvar varmış hatta duvardan da öte ses geçirmez, duygu geçirmez bir duvar beklide. Böyle bir ruhu engelleyen bir duvar düşünün, ruha sinyal gönderilen sinyalleri almayan, geçirmeyen bir duvar düşünün.

Göz var fakat ışık yok, ışığa kapalı, ışık; vahiy. Göz olsa ne yazar. Eğer vahiy ışığı yoksa en keskin göz bile karanlıkta neyi görebilir. İşte belki bu duvar, insanın kendi ruhunun önüne, insanın kendi yüreğinin önüne, insanın kendi bilincinin önüne, aklının önüne ördüğü ses geçirmez, iman geçirmez, vahiy geçirmez korkunç bir duvar. Ondan bahsediyor ayet.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz
138. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder